Read Time:65 Minute, 39 Second
ÖCALAN GERÇEKLİĞİNDE KADIN VE SEVGİ SORUNLARINA YAKLAŞIMDA ELEŞTİREL ÇERÇEVE VE ÇÖZÜM ÖNERİLERİ KONUSUNDA BİR KAÇ SÖZ (1)
Mahsum Hayrı PİR
(Bu yazı www.d-cizgi-savascilari.com sitesinden alınmış ve yeniden gözden geçirilmiştir)
ÖCALAN SİSTEMİ VE KADIN SORUNU
Öcalan eksenli sistemin kendisini en çok ele verdiği ve açığa çıktığı alanlardan biri kadın sorunu ve sevgi ilişkileridir. Örgütsel, siyasal ve sosyal yaşamı doğrudan ilgilendiren bu alanlarda Öcalan’ın geliştirdiği sitemi kavramadan onun temel yapısını anlamamız güçleşir, eksik kalır. O nedenle Öcalan’ın kadın sorununu nasıl ele aldığını ve nasıl geliştirdiğini teorik ve pratik “çözümünü” ana çizgileriyle de olsa ortaya koymakta yarar var. Böyle bir eleştirel yaklaşım içinden çıkılmaz duruma getirilen kadın sorunun devrimci tarzda kavramamıza ve devrimci çözüm konusunda önümüze önemli perspektifler koyacağına inanıyoruz. En başta grup döneminden başlamamız gerekir.
a)Grup Döneminde Kadın Sorununa Yaklaşımın Kısa Bir Özeti. Grup döneminde kadın sorununa yaklaşım genelde o dönemin devrimci çevrelerinden çok farklı değildir. Devrim sorunlarından herhangi bir tanesi gibi ele alınır. Çok ayrıntılı bir teorik yaklaşıma, politik tasarıya, programa oturmuş değildir. Pratik ilişkilerde grup üyeleri hem devrimci ahlak ölçülerine, hem de toplumda egemen olan belli başlı ahlaki değer yargılarına dikkat ediyordu. Sorumluluk, samimiyet, halkın değer yargılarını ve ölçülerini esas alan bir pratik ilişki ve yaklaşım içinde oluyorlardı. Bu da kendilerine toplum içinde farklı bir itibar kazandırıyordu. Ama bu yaklaşımın toplumdaki genel erkek egemen ahlak ölçülerinden bir kopuşma değil, onun bir tür devrimcilikle birleştirilmiş biçimi olduğunu da belirtmemiz gerekiyor.
O dönem açısından bu yaklaşım belli bir işlev, hatta önemli bir işlev gördü. Toplumun devrimcilere güvenmesinde, kendi kapılarını sonuna kadar açmalarında önemli bir rol oynadı. Devrimcilerin yaşam ve kişilikleriyle, dürüst, namuslu, kötülüğe karşı savaşan, ahlaklı, erdemli insanlar olarak algılanmasında bu yaklaşım önemli bir işlev gördü. Tabii ki bunun alt yapısının geliştirilmesi, devrimci, radikal bir bakış açısıyla altının doldurulması gerekiyordu. Yoksa belli bir dönem işlev gören bu yaklaşımın daha sonra fazla işlev görmeyeceği, daha doğru bir ifadeyle kadın sorununa bir çözüm getiremeyeceği açıktı.
O dönemde duygusal ilişkiler, kadın-erkek ilişkileri, örgüt ilişkileri içinde genel toplum ölçülerinin ötesinde ve dışında ele alınmadı, bir yönüyle ele alınamazdı. Dahası bunlara olağanüstü bir anlam da yüklenmiyordu. Bu konuda çok kısıtlayıcı bir durum da söz konusu değildi. Ama biraz kitleselleşmeyle birlikte bu konudaki boşluklar, yetersizlikler kendini gösterdi. Kadın-erkek ilişkilerinin nasıl ele alınması gerektiği, bir politika konusu olarak kendisini dayattı.
Kısacası genel erkek egemen anlayış, ahlaki ölçüler ve değer yargıları aşılmamakla birlikte, kadının da özgür olması, kadın-erkek arasındaki ilişkilerin eşitlik ölçülerine göre yeniden kurulması gerektiği yönünde genel bir teorik ve pratik yaklaşım vardı. Bu yaklaşım grup döneminden sonra da belli bir süre varlığını sürdürdü.
b) Öcalan Sistemi ve Kadın Hareketinin Kurumlaşması, Yarattığı Kültür, Psikoloji ve Tahribatlar. Öcalan, devrim adına yaratılan her şeyi kendine bağladı, kendisiyle açıkladı. Bütün her şeyi kendine ait görüyordu. Yani her şey onun mülkiyet ve iktidar alanıdır. Her partili Öcalan’a ait bu alanda, onun bir parçası olduğu, onun mülkiyetine girdiği, bedenini, ruhunu, bütün çalışmalarını ve yaşamını ona teslim ettiği ölçüde vardır. "Bağlandım" sözcüğü de yeterli değildir. Partili, iradesini ve ruhunu teslim ettiği ölçüde bir anlam ifade eder.
Kadın sorununda da durum böyledir. Öcalan’ın olay ve gelişmelere temel bir yaklaşımı var ve bu, bütün alanlar için geçerlidir. Halkın, sınıfların, toplumsal katmanların ve toplumsal kategorilerin en temel özlem ve taleplerini döneme, yükselen ideolojilere göre formüle etmek! Örneğin Kürt halkının bir ulusal kurtuluş sorunu, ulusal ve toplumsal talepleri var. Bu, dün sosyalizmde, sosyalizm ideolojisinde ifadesini buluyordu. 1990’lı yıllardan sonra sosyalizmden teorik düzeyde vazgeçilmedi, ama bununla birlikte neo-liberalizmden, globalizmden belli öğeler ödünç alındı. Kadın sorununda da aynı yaklaşımı görürüz. "Kadın öncüleşmelidir, güç olmalıdır", "Kadın özgürleşmeden erkek özgürleşemez, kadın özgürleşmeden toplum da özgürleşemez" demektedir. Bunlar doğru ifadelerdir. Ve sadece güncel özlemleri değil, binlerce yıllık küllenmiş özlemleri açığa çıkaran, formüle eden değerlendirmelerdir. Bu sözleri yürüyen, yükselen, gelişen bir devrimle birlikte, pratikte hayat bulan, gerilla, halk eylemliliğinin yarattığı coşku, heyecan ve siyasal ağırlığı arkasına alarak söylüyor. Kuşkusuz bunlar, herkesin ilgisini çekiyor, herkes dinliyor; mücadelede bu sözler çekici bir işlev görüyordu. Bir adım sonrasında ise her şeyi kendine bağlıyordu. Özgürlüğü, kurtuluşu, her şeyi kendisiyle açıklıyor. Ancak onunla özgürleşip onunla özgürleşme düzeyi korunabilir. Mekanizma böyle kurulmuştur. Günlük çözümü yok, çözüm, Öcalan’ın kendisidir. Özgürleşme eğilimi, istemi kişiyi harekete geçiriyor, fakat kişi Öcalan sistemin içine çekilip dört bir yandan kuşatılıyor. "Özgür kulluk" dediğimiz olay budur. Çelişkili, ikili bir bütünü oluşturmaktadır. Özgürlük talebi devrime götürüyor, fakat birey öyle bir ortama kapılıyor ki, onsuz bir yaşam mümkün olmuyor. İtiraz edemiyor. Maddi, siyasi anlamda her şeyi kendi iktidar tekeline aldığı gibi, bu, partilileri ideolojik, ruhsal anlamda da kuşatmaktadır. Her alanda bir hegemonya kurulmuştur. Onun dışında hiç kimsenin söz hakkı da yoktur. Kim tersi yönde konuşursa bir gün sonra provokatördür, haindir, ölümü hak etmiştir. Dıştalanır, sıradan biri haline getirilir. Yaşasa teslim olup sayfalar dolusu özeleştiri vermek zorundadır, ya da hainlikle damgalanır. Böylece yüreklerde korkudan tahtlar kurulur. Bugün teslimiyetin yaşandığı çok açıkken ve bütün dünyanın bildiği bir gerçek iken, mücadeleye yaşamlarını adayanlar seslerini çıkartamıyorlar. Konuyu tartışamıyorlar bile. Korkuyorlar. İhanetçi olarak damgalanmaktan korkuyorlar. Büyük bir trajedi, büyük bir paradoks!
Kısacası genel soyut kavramlar düzeyinde, en çekici, en tutkulu kavramlarla özlemlerimizin ifade edilişi söz konusudur. Kişi ona gidiyor, gözü kamaşıyor. Adeta onu ışık, hatta güneş gibi görüyor. Sonradan Öcalan’ın tekeline, iktidar alanına giriyor.
Öcalan, kadın sorununu kendisini güçlendirmenin aracı olarak değerlendirmiş, ortaya çıkan kadın hareketi de bu “sistemin” tamamlayıcı, dengeleyici çok önemli unsuru olmuştur. Bu da kendiliğinden oluşmamış, süreç içinde yaşanan gelişmelerle birlikte, uluslararası gelişmelerin sonuçları da değerlendirilerek şekillenmiştir. “Sisteme” eklenen çok önemli bir boyuttur. Öcalan sisteminin bütün özelliklerinin çok daha çarpıcı, belirgin, uç bir biçimde kadın hareketinde gerçekleştiğini söylemek abartı olmaz. Kadının özgürlüğü söylemi adı altında kadın üzerindeki iktidarın en kaba biçimi gerçekleşmiş, kadın en yalın biçiminde iktidar nesnesi haline getirilmiştir. Bu nedenle paradoksal, ikili bütünlük ile özgürlük yanılsaması çok çarpıcı biçimde bu alanda kendini gösterir. Öcalan’ın kendisi de bir yanılsamadır. En son dönemde yansıttığı biçimiyle o artık tanrısal bir güçtür. Her şeyi aşmış, tarih, sınıflar çelişkisini kendinde çözümlemiştir. Ancak 15 Şubattan sonra bütün bunların hepsinin bir yanılsama olduğu açığa çıkmıştır. Bütün çelişkileri en derin kendisinde yaşamıştır. İktidarı bu kadar tekelleştirmesi, değerleri tekelinde toplaması, bunun ürünüdür. Bu nedenledir ki, tarih boyunca yaratılan sınıf egemenliğinin en çarpık, en ucube, en sağlıksız, en hastalıklı biçimini yaratmıştır.
Parti içinde sosyal ilişki zeminini dinamitlemiştir. Her arkadaş sosyal bir ilişki ve paylaşımdan korkar, birbirinden çekinir hale gelmiştir. Öcalan, bunu da bir erdem olarak göstermiş, burjuva sosyal ilişkilerine direniş olarak değerlendirmiştir. Tam tersine bu, bir güçsüzlüğün, ilkelleşmenin ifadesidir.
Kadın ile ilişki sorununu nasıl ele aldığına daha yakından bakmakta yarar var. ’70’li yıllarda grup oluşur. Kesire de Türkiye sol çevrelerinden gruba gelir. Babası Kesire’yi özel olarak güçlü bir kişilik haline gelmesi için eğitir. Kesire’nin Alevilikten gelen bir sosyal düzeyi, farklı bir kültür düzeyi vardır. Kemalist burjuva kültürünü alır. Bunun sonucu kendini daha farklı görme, üstün görme duygusu da gelişir. Babası da bunu aşılar. Özel bir misyonla yetiştirir. Sosyalizmi de öğrenir ve devrimcileşmek ister.
Öcalan ise köyden gitmiştir. Sosyal düzeyi geridir. Kapitalist ilişki ve kültürü özümasmede daha geridir. Ama öte yandan da devrimciliğe ilgilidir. Bir grubun oluşumuna öncülük eder.
Grup şekillenirken Kesire de bu grubun içinde yer alır. Öcalan, Kesire’nin çekici, akıllı, belli bir sosyal düzeyi olan, aynı zamanda da devrimcileşmek isteyen bir genç kız olduğunu gözler. Bunu daha sonra yaptı değerlendirmelerde sık sık vurgular. Kesire diğer erkeklerin de ilgisini çeker. Öcalan da ilgi duyar. Fakat bu bir rekabet konusudur. Dolayısıyla "grup açısından tehlikeli olabilir" düşüncesini taşır. "Baktım ki grup için tehlikeli olmaya başladı, dağıtıcı bir unsur olmaya başladı. Dolayısıyla gittim kendisine ‘bizden birisiyle nişanlanacaksın’ dedim. Bunu politik nedenlerle yaptım" diyor. Bu sözlerin sonradan üretilen bir teori olduğunu, gerçeklikle ilgisinin zayıf olduğunu belirtmeliyiz. Bu yaklaşımın özeti şudur: "Bu kız benim olmalıdır." Bu anlamda yaklaşımı el koyma ilişkisidir. Ancak kendi anlatımlarına göre ise, kendisinin ne kadar politik olduğunu, partiyi bu ilişki üzerinden geliştirdiğini, daha sonraki büyük gelişmeleri bu yaklaşıma oturttuğunu gösterir.
Evliliği teklif etme biçimi ve ileri sürdüğü gerekçeler kadına nasıl yaklaştığını anlatmaktadır. Bunun özeleştirisini vermediği gibi, tersine olumlu görmektedir. Burada kadına değer verme, kadını özgürleştirici yaklaşımı yoktur. Kadınla gerçek anlamda yoldaş olma, kadını eşit bir siyaset öznesi olarak görme yoktur. "Kadın tehdit edicidir, dağıtıcıdır, komplocudur, entrikacıdır." O halde grubu kurtarmak gerekiyor. Bunun için de kadına el konulmalı, kadın tek bir kişinin mülkiyetine, tekeline alınmalıdır. Kadının duyguları, ilgisi, ruhsal dünyası önemli değildir. Öcalan için önemli olan yine kendisidir.
Burada Öcalan kendisini ele vermektedir. Kendisini esas alan, bunun dışında her şeyi araç haline getiren, nesneleştiren yaklaşım bu ilişkide çok çıplak bir biçimde kendini ortaya koymaktadır.
Belli ki, Öcalan’ın henüz bir sosyal ilişki gücü yoktur. Ama ilgisi vardır. O ilgisini ise normal bir aşk ilişkisi gibi ele almıyor. "Benim sana ilgim var, seni seviyorum, seninle arkadaş olmak, evlenmek istiyorum" diyemiyor. Toplumdaki herhangi bir ilişki gibi ele alsa başarısız olacağını biliyor. Çünkü Kesire’nin ona ilgisiz olduğunu hissediyor. Fakat grup içindeki konumunu kullanarak Kesire’ye el koymaya çalışıyor. Daha sonra komutanlara ve yetkisi, etkisi olan kişiliklere getirdiği eleştiri kendi pratiğidir. "Siz yetkinize dayanarak kadına el koyuyorsunuz, kadın benim olsun diyorsunuz ve kadını kullanıyorsunuz" dediği durum, aslında Öcalan’ın daha başından içine girdiği yaklaşımdır.
Kesire’ye karşı yaklaşımının duygu boyutu da var. Ancak tek yanlı bir ilgidir. Tek yanlı bir kendine bağlama, mal etme ilişkisidir. Burada da grup içindeki konumuna dayanıyor. Dolayısıyla en kaba bir erkek yaklaşımıdır. Fakat Kesire’yi fethedemiyor, ona el koyamıyor. Bu bir çatışma nedenidir. Daha sonra: "Ben bu ilişkiyi biraz da Ankara’dan çıkmak için kullandım. Ajan işbirlikçi bir ailenin kızıydı. Bu yönü de var. Duygu yönü de vardı. Tasarlanmış bir şey değildi. Madem ki Kürt’tür, madem ki kadındır o zaman özgürleştirelim" diyor. Bu özgürleştirici bir ilişki değildir. Yine onun üzerinden Kürdistan’a çıkış yapma ve bunu da çok büyük bir devrim olarak gösterme durumu, sonradan kurgulanmıştır. Abartıdır. "Pilot ve Kesire ilişkisine dayanarak ben bir partiyi kurtardım. Ankara’dan çıkardım" biçimindeki değerlendirme gerçekçi değildir. Kesire’nin ailesi üzerinden çalışmaları kurtarma iddiası tamamen “komplo teorisi”nin bir ürünüdür. [ “Ankara Çıkışı” denilen şey gerçekten bir uydurma ve sonradan geliştirilen bir kurgudur. 1975’ın sonlarından itibaren grubun üyeleri Kürdistan’ın belli başlı bölgelerine gider ve hummalı bir çalışmaya başlarlar. Öcalan’ın Kürdistan’da bir kadro ve siyasal çalışması yoktur. 1977’ye geldiğinde ülkede dinamik bir grup oluşmuştur. Henüz devletin dikkatini çekecek bir durum da yoktur. Bunun her hangi bir nedeni de yoktur. Dolayısıyla “Kesire ve Pilot ilişkiyle grubu ülkeye taşıdım” iddiası tamamen uydurmadır, tarihsel gerçeklerle bağdaşmaz. Öcalan’ın Kürdistan’daki ilk ciddi siyasal çalışması 1977 yılında yaptığı bir dizi toplantıdır ki, bu, ortaya çıkarılan kadrosal ve kitlesel sonuçları derleme ve toparlama çalışmasıdır. Ama bu sonucun ortaya çıkmasında esas belirleyici rol oynaya ülkenin çeşitli bölgelerinde büyük fedakarlıklarla çalışan kadrolardan başkası değildir!]
Diğer yandan Kesire de Öcalan’ın kendisine karşı tek yanlı yaklaşımını görür. Öcalan ona aşıktır veya ona ilgi gösterir. Onu ele geçirmek ister. Ancak Kesire kendini teslim etmiyor. Savaş bu noktada sürüyor ve bireyseldir, ideolojik-politik boyutu da yoktur. Sınıf boyutu vardır. Ancak bu iki farklı sınıf kökeni, iki farklı kültür, iki farklı gelişme düzeyi, iki farklı dünyanın çatışmasıdır. Bu anlamda kişiseldir. Fakat parti içinde gerçekleştiği, bir parti liderinin evlilik ilişkisi olduğu için diğerlerini de etkiliyor. Bu yönüyle siyasaldır. Dolayısıyla arkadaşların Kesire’nin davranışlarını dayanılmaz bulması çok doğaldır. Çünkü Kesire de Öcalan’ın yaklaşımını kendisi için dayanılmaz buluyor. Bir el koyma ilişkisi olarak görüyor. O nedenle yaşanan çatışmada ve ilişkide Öcalan başarısızdır.
III. Kongre öncesinde ve sonrasında yaşanan çatışmanın içine başka etkenler de girer ve bunlar belirleyici düzeydedir. Bu noktada Öcalan’ın anlattığı, yazdırdığı tarih tamamen uydurmadır, bir yönüyle M. Kemal’in “İzmir suikastı”nı çağrıştırmaktadır. (Bu konu daha sonra bütün ayrıntılarıyla anlatılacaktır ve görülecektir ki, Öcalan’ın Kesire üzerinde kopardığı fırtına düpedüz uydurma ve hurafelerden ibarettir! [Şimdilik kısaca şunları söylemekle yetinelim: O dönemde Öcalan başka bir bayanla yaşamaktadır. Bu ilişki Kesire’den gizlidir. Anılan bu bayan o dönemde Öcalan ile yaşadıklarını, duygularını “Günlüğüne” yazar ve bu günlüğü “Parti Arşivi”ne koyar. Bunun bilinçli bir tutum olduğu kesindir. Kesire’nin okuması için arşive konulduğu bu çok iyi biliniyor. Çünkü arşive konulan belgelerin Kesire tarafından okunduğunu bilmektedir. Kesire kısa bir süre sonra anılan “Günlüğü” okur ve çarpılır, böyle bir tutum beklemiyordu çünkü. III. Kongresi öncesi bir dönemdir. Kesire durumu Öcalan’ın köylüsü de olan şoförüne, Osman Öcalan’a ve Halil Ataç’a anlatır. Bu anlatımlar esas olarak iç dökme ve yakınma biçimindedir. Feodal özelliklere sahip şoför, bu anlatımlar üzerine çok öfkelenir ve “Onu öldüreceğim” diyerek dağa çıkar ve akşama kadar dağda dolanır. Döndüğünde durumu Öcalan’a anlatır. Öcalan’ın daha sonra “Büyük komplo” olarak tanımladığı olay bundan başkası değildir.] ) III. Kongre son bir hesaplaşma zemini olur. "Ya teslim olursun ya da sana yaşama hakkı yok" ikilemi dayatılır. Başka bir deyişle, "Partide tek bir kişi hakim olabilir. Tek bir sistem geçerli olur. Eğer benim istediğim çizgiye gelirsen olabilir, ama onun dışında sana yaşam hakkı yok" biçiminde bir dayatmada bulunur. Kesire buna karşı direnir ve ancak kaybeder; daha sonra da bilinmezliklerin içinde yitip gider…
Kesire ilişkisinde yaşanan başarısızlık, Öcalan’ın kadına yaklaşımında önemli bir aşama niteliğindedir, bu, Öcalan’ın kendi değerlendirmesidir ve daha sonra kendi sisteminin oturtulmasında, sistemini dengelemede ve aynı zamanda kadının erkekten koparılmasında, anti-sosyal, anti-doğal bir ilişkinin kurumlaşmasında Kesire deneyiminden çıkarttığı dersler belli bir rol oynar.
Bundan sonra kadını bütünüyle kendi tekeline alıyor. Kadının ve erkeğin duygular dünyasını tahrip eder ve kendine bağlar. Yukarıda da vurgulandığı gibi tarih boyunca yaşanan gerici egemenlik sistemlerinin en çarpık, en ucube biçimiyle, erkek egemenlik biçimlerinin en kabası uygulanmıştır. Erkek egemenliği en kaba bir biçimde bir yanılsama üzerinde kurulmuştur. Bu nedenle de kadına güvensizdir. Bu güvensizlik Öcalan sisteminin özünde vardır ve geneldir. Başta arkadaşlarına, Partiye güveni yoktur. Kendi dışında hiç bir insana güveni yoktur. Kuşku, kaygı, şüphecilik, “komplo teorileri” bu sistemin özünde vardır.
Güvensizlik sadece kadına karşı değildir. Ancak kadına olan kuşku daha derindir. Bu kurduğu iktidar ilişkilerinde ve kişiliğinden kaynaklanır. Devrime akan önemli bir kadın gücü var. Bu bir güçtür. Öcalan için aynı zamanda büyük bir tehlikedir. Ordu erkeklerden oluşuyor. Bu kadınlar “ordubozanlık” yapacaklardır. Düşünce budur. Kadının “sistem” adına rol oynayabilmesi için öncelikle Öcalan’ın mülkiyetine geçmesi gerekir. Öcalan kadın sorununda tek otorite olarak "devrim adına" soruna el koyar. Yani kadın alanını tekeline alır. Bunun için de kadının erkekten koparılması gerekir. Erkekle kadının burada birbirinden uzak tutulması gerekir, ancak devrimci, sosyalist bir harekette bunu yapmak mümkün değil. Bir aşiret topluluğunda ya da tarikatta kadın ile erkeği fizik olarak birbirinden tecrit etmek kolaydır. Sosyalist bir harekette kaba yöntemlerle olmayacağından uygulamanın ideolojik bir çerçeveye oturtulması gerekir. Güvensizlik bir ideolojiye dönüştürülür. Tam da bu noktada sevgi teorisi, ilişkiler teorisi geliştirilir. Ancak buna bundan sonraki alt-bölümde geleceğiz.
Öcalan, öyle bir mekanizma kuruyor ki, kadın tamamen kendi alanıdır. Oraya kimse dokunamaz. Kadının kendisine dahi ait değil, Öcalan’a aittir. Öyle bir mekanizma geliştirmiştir ki, kadın hem onun mülkiyetindedir, otoritesi altındadır, hem de erkeği teslim almada, o sistemi kurumlaştırmada önemli bir politik nesnedir. Yine kadını topluma karşı, ulusal çapta bir güç unsuru olarak değerlendirir. Parti içinde ise, dengeleme unsurudur.
Aynı zamanda kadın, onun anlayışına göre yıkıcı, bozucu, dağıtıcı olduğundan bu yönlerine karşı da önlemler geliştiriyor. Örneğin "kadının örgütlenmesi gerek" demiş, YAJK ve kadın ordulaşması geliştirilmiştir. Bu örgütler Öcalan sistemine hizmet edecek şekilde oluşturulmuştur. Erkek ve parti karşısında önemli bir politik güç, önemli bir dayanak olarak değerlendirmiştir. Toplumu, bireyi, erkekleri teslim almada önemli bir politik güç olarak kullanmaya çalışmıştır. Bunlar eliyle yaşamı da yasaklıyor. Her şeyi kendine bağlıyor. YAJK, Öcalan’ın politikalarının zeminidir. Kadını örgütsüzleştirmenin örgütüdür. Bir değerlendirmesinde, "YAJK benim ajan örgütümdür" demektedir. Bu söz, Öcalan’ın kadına bakışının özetidir.
Kadın sosyal yaşamdan koparılıyor. Öyle bir noktaya getiriliyor ki, kadın erkeğe güvensiz, erkek kadına güvensiz hale getiriliyor. Bu da toplumun aşıladığı bir bakış açısıdır. Geleneksel toplumda kadın zaten güvenilmezdir, “düşürücüdür”. Bu Öcalan sistemiyle teorik formülasyona da ulaştırıldı. Bir olumsuz pratikten yola çıkarak kadın böyle algılandı. Bu aslında, egemen erkek düşüncesinin saflarımızdaki ifadesidir. Bu yaklaşıma göre kadın bir cinsel obje düzeyine indirgeniyor. Onunla ilişki ancak bu temelde olabilir. Cinselliğin de en geri, en kaba, en ilkel boyutuyla ele alınması söz konusudur. İlişkiler öyle bir noktaya gelmiştir ki, sağlıklı bir sosyal ilişki geliştirmek, sağlıklı bir konuşma yapmak, yan yana gelmek mümkün olmuyor. Çünkü ilişkiler koparılıyor. Dağda, zindanda, her alanda durum böyledir. Sosyal ilişkilerin önlenemediği alanlarda ise ortaya bu kez de gerek bizim ölçülerimize, gerek toplum ölçülerine göre en ilkel tarzda ilişkiler gelişiyor. Güdüler boyutuna indirgenmiş geri ilişki düzeyi gelişiyor. Avrupa’da, metropollerde durum budur. Bunun yaratıcısı yine esasta Öcalan sistemidir.
Oysa ideolojik-politik çizgimize, onun yarattığı değerler sistemine göre bir sosyal ilişki düzeyi geliştirilse çok daha güçlü bir gelişme düzeyi yaratılabilirdi. Yine sağlıklı, sevgiye dayanan, toplumsal ve ruhsal yasalara uygun bir çözüm üretilse, verili toplumu da aşan, gelecekte kurmak istediğimiz toplumun nüvelerini ve ilişkilerini bugünden yaratmak mümkün. İddiamız da budur. Ancak Öcalan sisteminde bunlar olanaklı değildi. Çünkü “sistem”de kadınla erkek arasındaki ilişki tek boyutluluğa, en ilkel güdüler boyutuna indirgenmiştir. Öyle ilişkiler ağı yaratılmıştır ki, en temiz, en katışıksız sevgiyi bile yaşayamazsın. Yani devrimci sosyalist ideolojinin tanımladığı, çıkarsız, hilesiz, hesapsız, tamamen güzel duygularda buluşmayı ifade eden bir sevgiyi platonik düzeyde dahi yaşayamazsın. Çünkü sistem öyle kurumlaşmış, kendini, ruhlara öyle yedirmiştir ki, kişi onu yaşadığı zaman kendisiyle müthiş bir savaşa girer. Kendini günahkar hisseder. "Ben nasıl bu suçu işledim, ben nasıl partinin huzuruna çıkarım, parti biliyor bunu" şeklinde düşünür. Öcalan, "ben senin ruhunu okurum, neler yaşadığını biliyorum" biçiminde bir denetim kurduğundan kişi, örgüte itiraf etmek zorunda kalır. Aslında en güzel, çok doğal duyguları yaşamıştır. Bunu itiraf ettiği anda da, yargı konusu olur.
Bu sistemin kurduğu baskılar, yasaklamalar sonucunda sevgi ve kadın-erkek ilişkileri anti-doğal, anti-sosyal bir hale gelmiştir. "Yan yana geldiniz mi, birbirinizi alıp kaçırıyorsunuz" denilmiştir. Gerçeklik öyle değildir. Örneğin bir çok arkadaşımız, eşiyle, arkadaşıyla birlikte gelmiştir partiye. Eşiyle, nişanlısıyla mücadeleye katılmıştır. Demek ki, o formül başından ölüdür. Kaçanlar olmamış mıdır? Olmuştur. En sıradan, platonik düzeyde bir duygu iletişimi, bir ilgi yasaklanırsa; bu yargılama, cezalandırma konusu yapılırsa ve ona yaşam hakkı tanınmazsa kişi ne yapacak? Tabii kaçacaktır. Kaçtığı zaman nereye gidecek? Toplumda da yaşam alanı kalmamış. Mücadele her yanda gelişmiş. Elbette devlete sığınacaklar. O yolu “sistem” döşemiştir. (Burada elbette her türlü kaçış kötüdür, kaçkınlık olarak değerlendirilmelidir, meşru değildir. Anlatmak istediğimiz en istenmeyen davranışların bile Öcalan’ın kurduğu “sistem” ile bağlantısını mutlaka görmemizdir. Yoksa gerekçesi ne olursa olsun kaçış kaçıştır ve kaçkınlık olarak değerlendirilir. Bu ne kadar doğru ise Öcalan sisteminin de kaçışların yolunu parke taşı ile döşediği de o kadar doğrudur!) Oysa devrim için gitmiştir, ama yaşamını devrimci ilkeler, amaçlar doğrultusunda sürdürmesini sağlamak doğal ve toplumsal yasaların gereklerini devrimci ilişkiler içinde çözüme ulaştırmak partinin görevidir. Bir önder olarak, "toplum mühendisi olacağım" iddiası taşıyor. Toplum kuruculuğuna soyunuyor. Bir toplumsal sorun çekirdekten çözülmezse, çekirdek toplumsallaştırılmazsa toplum kuruculuğundan da söz edilemez.
Açık ki, sistemde kadın da yalnız ve yalnız Öcalan’a ait olmak durumundadır. Genel politik iktidarını sürdürmede, kurumlaştırmada, topluma yedirmede ve güçlendirmede, sağlam bir dayanağa kavuşturmada kadın bu şekilde dizginlenmek zorundadır.
Kadın kitlesel biçimde mücadeleye katılmaktadır. Bunu ordulaştırması, örgütlendirmesi gerekir. Ama örgütlendirilirken de erkekten koparılması ve kendine bağlanması gerekir. Bunun ideolojisinin, ruhunun yaratılması gerekir. Bu da erkeğin müdahale edemeyeceği, giremeyeceği bir alan olmalıdır. Kadın, erkeğe ve topluma karşı bir denge unsuru olmalıdır. Kadının özgürlük istemleri formülleştirilmeli, ancak bir cins olarak kadın güçlendirilmemeli, örgütlendirilmemeli, tek tek bireyler olarak “sisteme” bağlanmalıdır. Öcalan’ın yaptıklarının özeti budur.
Bir çok arkadaş, Öcalan yakalandıktan sonra, "şimdi biz ne olacağız" demişlerdir. Özgürlük, koltuk değneksiz, ayakları üzerinde dikilmek ve yürümektir. Burada ideolojik, politik, ruhsal açıdan birilerine dayanılıyor. O dayanağı çekip aldıklarında ise düşme oluyor. "Her şey bitti" diyenler de çok olmuştur. Çünkü kendisinin dışındaki herkese ve erkeğe karşı da büyük bir güvensizlik aşılanmıştır. "Ben olmasam onlar sizi anında havaya uçururlar" demiştir. Halk arasında bir söz vardır, kullanılıyor. "Ben de olmasam kuru üzüm gibi sizi ağza atarlar." Yaklaşımı budur. Erkeği aç gözlü, saldırmaya, parçalamaya, yemeye hazır canavarlar gibi göstermiştir. Böyle bir tanım karşısında kadın elbette korkacaktır. En ilkel erkek bile bunu yapmaz. Cinsel sapıklar vardır, hastalar vardır. Böyle bir değerlendirmeyi kendimize asla yakıştırmayız. Mücadeleye gidenler belli bir düzey üzerinden giderler. Öyle olanlar gerillaya gitmez. Mücadeleye en soylu düşünceler, en soylu inançlar için gidilmiştir. Onlar toplumun en seçkin insanlarıdır. En azından kendine egemen olabilecek düzeydedirler. Belki bu noktada belli düzeyde zayıflıkları da vardır. Ama bunu sadece zayıflık olarak da göremeyiz. Bu bir doğal yasadır da. İnsanın cinselliği zaaf mıdır, yoksa insan doğasının bir parçası mıdır? Yeme-içme, bir tür zaaf mıdır? Yoksa insanın doğal olarak kendini sürdürmesinin önemli bir boyutu mudur? Kadın-erkek ilişkileri insanlık tarihi boyunca sürekli bir toplumsal biçime kavuşmuştur. Toplumsal bir zeminde, belli değer yargıları, belli ahlak ölçüleri içinde biçimlenmiştir. Bunun dışına çıkanlar da olmuş ve onlar yargılanmış, ayıplanmış ve dıştalanmıştır. Oysa normal toplumsal ölçülere göre olunca ayıplanacak, günah oluşturacak bir yanı yoktur. Bu niye günah olarak gösteriliyor? Hıristiyanlık veya diğer başka dinler kadını ve toplumu egemenlik altında tutmak için bu türden mekanizmalar geliştirmiştir. Bunun bir çok toplumsal ve siyasal nedenleri vardır.
"Ben olmasam sizi bir dakikada yerler" yaklaşımı, Öcalan’ın en çok kullandığı bir sözdür. Bu ilişkiyi şu veya bu düzeyde yaşayan insanlar aşağılanmıştır. Yalçın Küçük ile yapılan röportajda sıradan bir insanın bile sarf etmeyeceği sözler dile getiriyor. Bu sözler asla devrimcilere yakışmaz. Sığınaklarda, evlerde yaşanmış kimi pratikler olmuş. Onun bilimsel olarak bir ifadesi vardır. Eğer tanımlanacaksa o kavramlarla anlatılmalıdır. Ancak en kaba, en bayağı bir biçimde ifade edilişi devrimcilere yakışmaz. Bu sözleri okuyan kadın ve erkek birbirine nasıl bakacaktır? İç dünyasındaki eğilimleri, olguları tanımlamaya, çözüm aramaya çalışırken nasıl bakacaktır? Kendini ezip parçalayacaktır. Kendini günahkar ve suçlu görecektir. Yine karşı cinsteki arkadaşına nasıl bakacaktır? Sonuçta kişilikler, ruhlar parçalanmıştır.
Sosyal ilişki alanı geniştir. Bir arkadaş kitap okumuş, edindiği izlenimleri, dersleri aktarmaya çalışıyor. Samimi, sıcak bir ilişki geliştirmek istiyor. Fakat yadırganıyor. Kabul görmeyen bir bakışa muhatap oluyor. Bu da genel bir kültüre dönüşüyor. Bu ruhsal durumu herkes yaşamaya başlıyor. Herkes, herkesin ajanı durumuna dönüşüyor, herkes herkesi kontrol ediyor. Her yan yana gelen, her konuşan, hatta önemli arkadaşlıklar geliştiren insanlar, gerçekten sevgi mi yaşıyorlar? O duyguları mı birbirine karşı besliyorlar? Hayır. Cinsler birbirine karşı ilgisiz değillerdir, bu ilginin ve ilişkinin tarihsel bir kültürü, bunun duygulara yansıyan boyutları da vardır. Bunlar realitedir. Fakat cinsler arasındaki uçurumu büyütmek, cinsleri, cins konumlarının en ilkel düzeyine indirgemekten başka bir sonuç doğurmaz. Oysa doğal seyrinde yürüyen bir ilişki tarafları güçlendirecektir. Doğal yaşansa yine sorun çıkmaz mı? Çıkabilir.
Kadın ve erkek, bir davada buluşan yoldaşlardır, aynı davanın insanları, siper arkadaşlığı yapmaktadırlar. Kaderleri birleşmiş. Bunların bu kadar birbirinden koparılması, birbirine güvensiz kılınması, hiç de hakkedilmeyen bir durumdur. İki cinsin birbirinden korkar, kuşkulanır duruma getirilmesi, teslim olan ya da teslim alan yaratıklar düzeyine indirgenmesi çok büyük bir haksızlıktır. Yani devrimimizin ideolojik, politik gelişme düzeyiyle, ortaya çıkardığı değerlerle, toplumda yarattığı alt-üst oluşlarla bağdaşmamaktadır.
Ortada büyük bir paradoks vardır. Bizler yoldaş olarak birlikte yürüyoruz ve yaşıyoruz. Fakat "dikkat edin, senin için düşürücü olabilir. Dikkat et onun yetkileri var, yetkilerine, kaba erkeklik gücüne dayanarak seni teslim alabilir.” Kadın için ise, “Kadınlığını kullanarak seni alt edebilir" denilmiştir. Büyük bir güvensizlik ve önyargı kafalara, bilinçaltlarına yerleştirilmiştir. Geleneksel toplum kültürüne, ahlakına göre kadın güvenilmez ve baştan çıkarıcıdır. Dinlerde de, ideolojilerde de öyledir. Bu kültürel ve ahlaki altyapıyla devrime geliniyor. Saflarda ise Öcalan sistemi tarafından yeniden üretiliyor. Birlikte yürüyenler, birbirlerine güvenirler. Burada ise salt karşı cinsten olduğu için güvenmemek zorunda bırakılıyor. İşte parçalanma budur.
Bu durumun dengesini ise yine kendisi sağlıyor. "Hiç kimseye güvenmeyeceksin, bana güveneceksin. Hiç kimseye bağlanmayacaksınız, bana bağlanacaksınız. Hiç kimseye karşı bir sevgi göstermeyeceksiniz, sevgi, ilgi kaynağınız benim. Ne istiyorsanız bende var" demiştir. Çözümlemelerde Dr. Dicle ile yaptığı bir monolog vardır. "Cinsellik mi bende, estetik mi bende, aşk mı, sevgi mi, bende" diyor. Bu kadar abartı olabilir mi? Peki neden bu kadar bilim dışına düşülüyor? Neden hepimiz burada aptal yerine konuluyoruz? Bu soruların yanıtı, Öcalan’ın kurduğu sistemin iç mekanizmalarında gizli.
Toplumsal, doğal bir varlık olarak insan, kişilik bütünlüğünü korumak zorundadır. Hatta kişilik bütünlüğünü derinleştirmek, zenginleştirmek durumundadır. Öcalan estetik kaynağı olsa da, onun özümsenmesi, herkesin kendini güzelleştirmesi gerekir. Sevgi neden tek boyutluluğa indirgenmiştir? “Önderlik sevgisi”nden söz edildi. Öcalan’ı seven bir kişi neden yoldaşını da sevmesin?
Devam ediyoruz. "Kadın ordulaşması dünyada ilk ve tek bizde gerçekleşti" denilmiştir. Oysa örnekleri çoktur. Bizde gerçekleşen kadın ordulaşması ise, içi boş bir örgütlenmedir. Öcalan da bugün itiraf ediyor, "kadın çalışmaları yarım kaldı" diye. Oysa biz parti düzeyinde örgütlenmiştik. Kadın erkekten kopmuş, ama bir güç haline gelmemiş. Bir bilinçlenme var, ama yanlış ve yanılsamalı. Örgüt var ama içi boş. Kendine ait olmayan, kendi bünyesine bile söz geçiremeyecek bir örgütlenme. Örneğin VI. Kongreden sonra kurulan PJKK’nin durumu ortadadır. Kendi adlarına yeni bir kongre ve merkez oluşturmaya çalıştılar. Başkanlık Konseyi hemen el koydu, kongreyi toplayanları tutuklattı. Yargılama konusu yaptı. Denilebilir ki, "o kadar olağanüstü bir durumda böyle bir çalışma doğru değildir. Bir de bunu partiye bildirmeden yaptılar." Bunda belki doğruluk payı var, ama bağımsız bir örgüt olduğu söyleniyordu. Verdiği bir kararı bile sahiplenemiyor. Kadını bu yanılsamaya yönelten nedir? Bu kadar ayağı yere basmayan bir konumda, havalarda dolaşmasını sağlayan nedir? Öcalan sisteminin yaklaşımıdır. "Sen erkeğe karşı her şeyi yap. Ben varım. Senin arkandayım" demiştir Öcalan. Her şey Öcalan’dı. Öcalan gittikten sonra kadın dayanaksız kalmıştır.
Bazı konularda “sistem”le birlikte, “sisteme” rağmen tartışmalar olmuştur, “sisteme” rağmen bir çok teorik-politik, örgütsel gelişme sağlanmıştır. Ama bunların pek etkili oldukları söylenemez, Öcalan sistemi bu alanda hükmünü bütünüyle sürdürür.
Öte yandan her şeyi kendisiyle başlatma huyu da çok anlamsızdır. Öcalan’ın yaptığı nedir? Örneğin "kadın eksenli kurtuluş ideolojisi" demiştir. Bu, feministlerin kullandığı bir kavramdır. Herhangi bir orijinalliği yoktur. Onlar içini daha farklı doldurur. Öcalan’da ise kabuktur. ’98 Mart konuşması okunduğunda içi boş olduğu görülecektir.
Diğer konularda ise, "kadın güç olmalıdır, kadın özgür olmalıdır, kadın örgüt sahibi olmalıdır" demiştir. Ancak hepsi de kavram düzeyinde kalmıştır. "Kadın sosyal güç olmalıdır." Evet! Ama nasıl olacak? Onun sosyalitesini öldürülmüş, toplum dışına itilmiştir. Toplum dışına itilen insan nasıl güç olacaktır?
Düşünce gücü demiştir. Fakat parçalı, sakat olan bir insanda düşünce gücü gelişemez. Yine kuşkunun, güvensizliğin olduğu yerde örgütlenme gelişmez. Örgüt gücü birlikte yürüme, birlikte yaşama, amaç etrafında paylaşma gücüdür. Ama paylaşma zemini kalmamış. Çok mekanik ilişkiler kurulmuş. Örgüt olarak YAJK nedir? Kendi aralarındaki ilişkileri, erkeklere, topluma yaklaşımı nedir? Parti içinde yeri nedir? İdeolojik, teorik anlamda bugüne kadar ulaşılan sosyalizm düzeyini aşan bir yanı yok. Kimi kavramlar da ondan, bundan alınmış, ama içi doldurulmamıştır. Ajitasyon yapılıyor. Ruhları motive eden kavramlar kullanılıyor. Bütün bunlar da kadının enerjisini boşaltmak içindir.
Verili kadına gösterilen bir değer, bir sevgi yoktur. Verili kadın hep aşağılanmıştır. Hep başarısız gösterilmiştir. Öte yandan da özgürlük eğilimleri sürekli canlı tutulmuştur. Kadına somut bir çözüm de önerilmemiştir. Nasıl özgürleşecek, özgürlük nedir? Bunun somut, gerçekleşen biçimi yoktur. Tek bir şey vardır. “önderliğe” bağlandığın ölçüde özgürleşirsin! Özgürlüğün Öcalan’a bağlılıktan, ona sevgiden geçer. Çünkü o her şeydir. Peki Öcalan’a bağlılık nereden geçiyor?
Burada da şehit yoldaşların eylemi son derece çarpıtıldı ve kullanıldı. Özellikle Zilan yoldaşın eyleminden sonra başarıya, sevgiye, özgürlüğe ulaşmanın tek bir yolu bırakıldı. Bu da bütün bayan arkadaşlar için bir sıkışma nedeni oldu. Yaşam ve ölüm seçenekleri, özlemlerine ve tutkularına ulaşmayla, ulaşmama arasında önemli bir sıkışmayı yaşadılar. İstisnasız herkes Zilanlaşmayı, fedai eylemini düşünmüştür. Gerçekleştirememenin sıkıntısını yaşamış ve çok daha güçsüz düşmüştür. Güçsüz düştükçe kendini anlamsız, bir işe yaramaz görmüş ve “sisteme” daha fazla sarılmıştır. Bu noktada artık bilimsel, bilinçli yaklaşımı da zorlayan, zayıflatan bir bağlanma içine girmiştir. Bugün Öcalan büyük bir ihaneti yaşıyor, fakat çoğu partili kadın, “önderlik” diyor başka bir şey demiyor. Dün yanılsamalı da olsa Öcalan’ın bir anlamı vardı. Bugün ne anlamı kaldı? Bir mektupta, "Siz anlayamazsınız, çünkü göremiyorsunuz. Fotoğrafına bakın. Ama gözle göremezsiniz, gönül gözüyle bakın" deniliyor. Gönül gözü iki sevgili arasında olabilir. Kaldı ki iki sevgili arasında gönül gözü olsa bile onların gerçek gözleri yine açıktır. Birbirinin kusurlarını daha iyi görürler. Devrimciler dünyaya daha nesnel bakarlar. Gönül gözleri kadar gerçek gözleriyle de görürler. Kaldı ki birbirine gönül gözüyle bakan sevgililer, birbirlerine ihanet ederse, o gönül gözü yok olur gider. Büyük bir aldatma yaşanıyor. Hala gönül gözünden söz ediliyor. Gönül gözü kalmadı. Bir yanılsama olduğu ortaya çıktı.
Özgür Halk Dergisi’nde yayınlanan bir yazıda ortaçağ veya daha önceki dönemlerde Hıristiyan keşişlerin, yine Müslümanlıkta “Terki dünya” denilen, yani dünya nimetlerinden elini-eteğini çeken, inzivaya çekilen dervişlerin yaşamı öneriliyor. “Kendindeki kötülüğü öldüreceksin. Açlığa, susuzluğa yatıp yaşam ihtiyaçlarından elini-eteğini çekeceksin. Bataklık içinde yaşayacaksın. Ama kirlenmeyeceksin. Lotus çiçeği gibi yaşayacaksın.”
Dün de önerilen lotus çiçeği olmaktı. Bu yönüyle bir çelişki yoktur. Ama dün bir ideoloji vardı. Bu ideoloji örgütlüyordu. Kaba bir iradecilik, volontarizm vardı. "Kendine yüklenip, önce kendini halledeceksin" deniliyordu. İnsan kendini gerçekleştirebilir, ama nesnel yasaları yok ederek değil. Mevcut toplum ve doğanın hareket yasalarının bilincine ulaşarak, bunlara dayanarak, yasaların izin verdiği ölçüde bir yüklenme ve yaratıcılık geliştirebilirsin. Yaratıcılığın sınırları odur. Ondan sonrası tanrısal yaratıcılıktır ki, bu da en kaba idealizmdir. Öcalan sistemi başından bu yana “çözüm” demiş, fakat çözümü göstermemiştir. Örneğin "duygularınızı terbiye edebilirsiniz" deniyor. Burada istenen duyguları terbiye etme değil, duyguları yok etmektir. Duyguları yok etmek mümkün değil. Yeniden biçimlendirme koşulları da tanımıyor. Çünkü yeni bir biçim yok. Bugünü yaşamayacaksın. Yarına erteleyeceksin. Bugün ise lotus çiçeği gibi yaşayacaksın!
Dolayısıyla kadın sorununa yaklaşımda getirilen teorik değerlendirmeler çözümsüzdür. Çözüm yukarıda da belirtildiği gibi volontarizmdir, kaba iradeciliktir. O da toplumun nesnel yasalarının reddidir. İnkarı ve katlidir. Bu da yaşam tarafından her defasında yalanlanır. Devrimcinin işi nedir? Devrimcinin işi nesnel yasaları kavrayıp adına hareket ettiği sınıfın çıkarlarına göre biçimlendirmektir. Örneğin insanlık akan suların yıkıcı gücünü görmüştür. Buna gem vurmuş, baraj yapmıştır. Doğanın yıkıcı bir gücünü insanlığın hizmetine sokmuştur. Devrimciliğin özü de budur. Özgürleşmek doğaya egemen olmaktır. Kör zorunluluklardan kurtulmak, ona egemen olmaktır. Yasaların bilincine ulaşıldığı ölçüde doğaya egemen olunabilir. Aynı şekilde insanın iç dünyasının yasalarının bilincine varması ve buna hükmetmesi de çok önemlidir. Özgürlük budur. “Sistem”, bizden bu yasaları keşfedip yok etmemizi istedi. Yasaların bilincine ulaşmak, onları uğruna mücadele edilen amaçlar doğrultusunda biçimlendirmek!. İşte, yapılması gereken budur. Ama bu yapılmadı. Kaba bir volontarizm, kaba bir iradecilikle devrim yürütülmeye çalışıldı. Tabii bunun başarıya gitmesi de mümkün değildi.
Özgürlük teorik olarak konulmuştur. Ama somut bir projeye, somut bir ilişkiye, yaşam tarzına dönüştürülememiştir. Somut olan tek bir şey var. O da Öcalan’ın kendisidir. Ona bağlanılmalıdır. Özellikle de Zilan yoldaşın eyleminden sonra kadın arkadaşlar Öcalan’a gözü kapalı bir biçimde bağlanmıştır. Kendi içlerinde müthiş bir çatışmayı, parçalanmayı yaşamışlar, yaşam gerçekliği ile Öcalan arasında sıkışıp kalmışlardır. Sayısız acılar, sayısız zorluklar da çekmişlerdir.
Saflarda herkes; "Önderlik tarafından yaratıldık" demektedir. Özellikle kadın yoldaşlar, "O olmazsa biz yaşayamayız" demektedirler. Nasıl yarattı? Bu sorunun yanıtı yoktur. Yaratılan nedir? Bir parti, bir halk nasıl yaratıldı? Bunun yanıtı yoktur. Bütün değerler kolektif emeğin, kolektif iradenin, kolektif bir mücadelenin sonucudur. Gerçek budur, bunun dışındaki iddialar bilim dışı safsatalardan başka bir şey değildir.
Öcalan sisteminin en çok kendisini benimsettiği kesim kadındır. Çünkü kadının binlerce yıllık özgürlük özlemleri var. “Sistem”, kadının binlerce yıllık egemenlik sistemi tarafından yaratılmış zaaflarını çok iyi tespit etmiş ve kullanmıştır. Somut bir proje de sunmamıştır. Öcalan kadın için hep bir yanılsama; bir özgürlük, sevgi ve kurtuluş yanılsaması olmuştur. O nedenle tutkulu bir bağlılık gelişmiştir.
Sonuçta Öcalan sisteminde ortaya çıkan, erkek egemen anlayışın, erkek egemenlik sisteminin, en kaba, en çarpık, en ucube bir biçimde, ama kendini en büyük devrimci kavramlar altında gizleyerek, hatta onun araçlarıyla bezeyerek tekrar üretilmesidir. Öcalan sistemi, gelmiş geçmiş bütün egemenlik biçimlerinin hem en ince, hem de en kaba yöntemlerinin iç içe kullanılması ve tekrarıdır. Bütün egemenlik sistemlerinden bir şeyler kapmıştır. Kadının köleliği çok kaba biçimde yeniden üretilmiştir. Kadın büyülenmiş, özgürlük istemleri kullanılarak gözü boyanmıştır.
Kürdistan’da gelişen ulusal ve toplumsal devrim, kadın özgürleşmesinde büyük alt-üst oluşların yaşanmasına neden oldu. Kadın geleneksel toplumdan ve aileden kopuyor. Onun gerici değer yargılarıyla büyük bir savaşıma girişiyor. Kendi içinde sayısız yanılsama noktası taşısa da belli bir özgürlük bilinci kazanıyor. Kendine güveni kazanıyor. Kendisi olma, kendisini toplumsal ve ulusal kurtuluş mücadelesi içinde üretme çabalarını yoğunlaştırıyor. Ne yazık bütün bu gelişmeler Öcalan tarafından alınıp donduruluyor ve sistemin kendisine bağlanıyor.
Evet, bir kadın devrimi yaşanmıştır. Bugün, Kürt kadını ister partide, ister cephede, isterse mücadelenin kenarında kıyısında olsun, ruhsal, politik, ideolojik açıdan önemli bir değişim dönüşüm yaşamıştır. Kendi cinsel kimliğine sahip çıkma bilinci az çok gelişmiştir. Bu anlamda gelişmeleri küçümasmemek gerekir. Fakat devrimin bütün değerlerinde olduğu gibi kadın kurtuluş mücadelesi alanında yaratılan gelişmeler de sonunda Öcalan sistemine bağlanmıştır. Bu da ikili bir durumdur. Kadın bir yandan özgürleşmiş, diğer yandan da bir kulluk kapanına girmiştir. “Tanrı”nın ideolojik-politik kuşatması altında kalmıştır.
Sonuç olarak, Öcalan’ın bu konuda yarattığı kişilik, örgüt işleyişi, ilişkileri yönünden sistemi tümüyle reddetmek gerekiyor. Ama sosyalizm ve devrim yürüyüşümüzdeki çabalarımızı ve değerlerimizi sahipleniyoruz. Bunları da hem ideolojik-teorik düzeyde, hem de programatik-örgütsel ilişkiler düzeyinde tartışarak, daha da derinleştireceğimiz kesindir. Devrimin araçlarını yaratarak, kural ve ölçülerini çok daha kesin ve net bir biçimde belirleyerek; ama değişen, gelişen toplumsal yaşama da sürekli uyarlayarak yeniden üreteceğiz. Değerlerimizi almak, temel ilkelerimizi, yaklaşımlarımızı sistemin kirinden-pasından ayıklamak, onun illüzyonundan, göz boyamalarından arındırmak, gerçek kimliğine ulaştırmak büyük önem taşıyor. Kendimizi ve değerlerimizi özgürleştirmek ve bu temelde genel sosyalizm anlayışımızın bir gereği olarak kadın sorununu doğru ortaya koymak, doğru çözümünü üretmek zorundayız. Bu, devrimimizin en önemli sorunlarından biridir. Öcalan bu alanla çok oynadı, hala da oynamaya devam ediyor. Bu yüzden Öcalan illüzyonunu tuz buz etmek kaçınılmaz bir zorunluluk oluyor.
Öncelikle Öcalan’ın yarattığı ideolojik karmaşayı, kafa karışıklığını aşmak önemli. Bu nedenle sosyalizmin bakış açısıyla, kadın kendi gerçekliğini tahlil etmek durumundadır. "Kadın eksenli kurtuluş ideolojisi", yerine "kadın devrimi" kavramını kullanmak devrimci sosyalizm anlayışı açısından daha doğrudur. Çünkü "kadın eksenli kurtuluş ideolojisi" dendiği zaman sosyalizm sorununu içermez. Kaldı ki bu kavram feministler tarafından da yaygınca kullanılıyor ve sınıf bilincinin içini boşaltıyor.
Öcalan, iktidar tekelini tam anlamıyla kurumlaştırmak ve güvence altında tutmak için kadını ve ona ait her şeyi denetimine aldı, her şeyiyle kendine bağladı, kadının ruhunda kendisini tek hakim güç haline getirdi. Sonuçta parçalanmış, güçsüz, “özgür kul” kadın gerçeğini yarattı. Bu nedenle devrime akan, PKK’de yer alan, devrimci yurtsever mücadele ile ilişki içinde olan kadının özgürlüğü, öncelikle Öcalan’ın yarattığı sistem ve onun kültür ve psikolojik ağırlığından kurtulmasından geçiyor…
Hiç kuşkusuz Öcalan sistemini çeşitli boyutlarıyla eleştirmek gerekli ve kaçınılmaz, ama bu tek başına yetmez, buna karşı alternatif düşünce ve çözümleri de geliştirmek gerekiyor. Şimdi kısaca kadın sorununa ilişkin çözüm perspektiflerimizi özet olarak koymak istiyoruz.
c) Kadın Sorunu ve Devrimci Çözüm hakkında birkaç söz. Bütün bu gerçeklikler üzerinden kadın sorununu nasıl ele almalıyız? Ortada önemli bir deneyim ve bu deneyimden çıkardığımız dersler var. Yine evrensel düzeyde kadın sorunu tartışılmakta. Çeşitli biçimlerde çözümler getiriliyor. Bizim de bu evrensel yaklaşımları gözeterek veya onlardan gerekli sonuçları çıkararak, bu deneyimleri bilimsel sosyalizmin süzgecinden geçirerek kadın sorununa bakışımızı, teorik anlayışımızı ve politik çözümümüzü ortaya koymamız gerekiyor. Bu konuda ilkesel ve programatik bir yaklaşım sergilemek durumundayız. Çünkü bu konu devrimin stratejik-programatik konularından biridir. Kadın sorununu doğru ele almayan ve sorunun çözümünü doğru bir programa ulaştırmayan bir partinin, diğer konularda başarılı olması mümkün değildir. Biz o nedenle bütün bu evrensel deneyimleri, reel sosyalizmin bugüne kadar politik ve pratik düzeyde kadın sorununa getirdiği çözümleri eleştirel bir gözle değerlendirerek, bilimsel sosyalist bakış açısıyla bu konuyu ortaya koyarak, çözüm konusundaki anlayışımızı, perspektiflerimizi belirlemek durumundayız.
Bilimsel sosyalizm; Marks-Engels, -özellikle de Engels- sorunun konuluşu ve çözümü konusunda önemli ilkesel açılımlar getirmişlerdir. Gerek bunların teorik anlamda geliştirilmesi, derinleştirilmesi, gerekse değişen koşullara yanıt verecek düzeyde açılması noktasında çok fazla gelişmeler olmadı.
Reel sosyalist ülkelerde ise bu sorunun çözümlenmediğini gördük. Kadın sorununun bugün uluslararası sosyalist hareketin önemli tartışma konularından biri olduğunu biliyoruz. Emperyalizmin kadın sorununa yaklaşımı, emperyalist ve kapitalist sistemde kadının durumunu da bu sorunu çok daha yakıcı bir tarzda ele almayı gerektiriyor. Kadın sorununa eğilen başka ideolojiler de var; feminizm ve burjuva liberalizmini içeren çeşitli ahlak anlayışları da kendi cephelerinden kadın sorununa yaklaşmışlardır. Kendilerine göre çözümleri vardır. Ama şunu görüyoruz ki, bütün bu ideolojiler de kadın sorununa istenilen çözümü getirmemiş ve sorunun köklü çözümü kendini gündemde tutuyor. Bütün bu gerçeklerden hareketle şunu da söylüyoruz. Kadın sorununu çözecek tek ideoloji bilimsel sosyalizmdir. Bunu şöyle de ifade edebiliriz. Bugün sosyalizme en fazla ihtiyaç duyan toplumsal kesim kadındır. Bunlar temel gerçeklerdir. Aslında Öcalan da bu gerçekleri gördü. Öcalan kadın sorununun nasıl bir sorun olduğunu, bütün o tarihsel ve güncel yönleriyle nasıl ağırlaştığını, bundan hareketle kadının özgürlük isteminin çok yakıcı olduğunu ve bunun da ancak toplumsal bir devrimle birlikte gündemleştirilebileceğini ve çözüme kavuşturulabileceğini gördü.
Öcalan bu noktada şunu yaptı: Dünya çapında tartışılan, tarihsel ve güncel boyutlarıyla kendini dayatan kadının özgürlük istemleri ve bir de gelişen bir devrim var. Marksist terminolojiyle diğer ideolojilere ait olan terminolojiyi bulamaç yaparak kadının özgürlük talebini dillendirdi. Tabii hareket halindeki bir devrim bu söylemle birleştirildiğinde, kadın sorununu ele alışı büyüleyici nitelikler kazandı. Kadın şahadetlerini ve diğer etkenleri de arkasına alarak, dünya çapında kadın sorununa çözüm getirme iddiasını ortaya koydu. Temel bir sorun bu biçimde formüle edildi. Kadının bin yıllık özlemlerinin söz düzeyinde ifade edilişi devrimle birleşince somut bir düşünce olmaktan çıkıp devrimle gerçekleşen bir harekete dönüştü. Öcalan sistemi, bir yandan bunları söz düzeyinde ifade edip çeşitli araçlarını oluştururken, diğer yandan kadının bu özgürlük talebini, Öcalan’a bağladı. Kadın Öcalan sisteminin malı mülkü haline getirildi. Bu durumu reddetmek gerekir. Ancak kadın özgürlük hareketi olarak kaydettiğimiz gelişmeleri, biriktirdiğimiz değerleri, ulaştığımız düzeyi Öcalan sisteminin bütün olumsuzluklarından ayırarak, ayrıştırarak yeniden üretmek de kaçınılmaz bir görevdir!
Tabii Öcalan sisteminden çok büyük dersler aldık. Olumsuz bir öğretmen de olsa, sonuçta öğretmendir. Ondan dersler çıkararak, sosyalizmin temel ilkeleriyle bu dersler birleştirilip yeniden üretildiğinde, kadın özgürlük hareketi konusunda iddialı bir noktaya gelebilmek mümkündür.
Bu dersleri göz önünde tutarak, bilimsel sosyalizmin temel ilkeleri ışığında kadın sorununa bakışımızı özetleyebiliriz. Sorun sistem eleştirisiyle, sistemin kadına bakışında ortaya çıkan gerçekliğin değerlendirilmesi ile bitmemektedir. Sorunu nasıl ortaya koymak gerekir? Çözüm anlayışımız, politikamız nedir? Bu sorulara ana çizgileriyle de olsa yanıt getirmekte yarar var.
Kadın sorunu genel gelişmelerden ayrı ele alınamaz. Dolayısıyla bugüne kadar yaşanan deneyimlerden, politik ve pratik süreçlerden gerekli dersleri çıkarmak gerekir. Bunların hepsini gözden geçirdiğimizde şu noktaları esas almamız gerekir: Kendi başına bağımsız bir kadın sorunu yoktur. Ancak toplumların tarihsel gelişme süreçlerine bağlı, onunla birlikte bir kadın sorunu var. Tabii sınıflı toplumlar tarihi, aynı zamanda kadın sorunu tarihidir. Kadının bir cins olarak köleleştirilmesinin, toplumsal yaşamın dışına itilmesinin de tarihidir. Bu noktada toplumsal çelişkiler, toplumların ekonomik, sosyal, siyasal, kültürel gelişmeleri ile kadının köleleştirilmesi, mülkiyet konusu yapılması, egemenlik altına alınması birbirine bağlıdır. Önce bu bağlantıyı görmek gerekir. Toplumsal gelişim çizgisi ile kadın sorunu arasındaki kopmaz bağı görmeden kadın sorununu tanımlamak ve çözümlemek mümkün değil.
Sınıfların varlığı, mülkiyet ilişkileri, sömürü, bunun üzerinde şekillenen üst yapı kurumları, devlet, ahlak, din, siyaset görülmeden, toplumun hareket yasaları kavranmadan toplumsal gelişmelerden bağımsız, kendi başına kadın sorununun tanımı mümkün olmaz. Zaten kadın sorununu başka etkenlerle açıklayanlar bu sorununa çözüm getirmemişlerdir. Dinler, daha sonra ortaya çıkan ideolojiler sorunu farklı boyutlarda ele almışlardır. Feminizm de dahil olmak üzere çeşitli ideolojiler, kadın sorununu toplumsal çelişkilerle, toplumsal gelişmelerle, alt ve üst yapı kurumlarıyla olan kopmaz ilişkisini görmedikleri için sorunu doğru tanımlayamamışlardır. Doğru tanımlayamadıkları için de doğru ve sağlıklı çözümler üretememişlerdir.
Bilindiği gibi kadın sorunu sınıflı toplum ve mülkiyet ilişkileriyle ortaya çıktı. Burada dikkate alınması gereken noktalar:
Bir: Kadın toplumsal bir varlıktır. Kadının cins olarak ezilmesi, sömürülmesi, egemenlik altına alınması, evine kapatılması, toplumsal, siyasal, kültürel yaşamdan uzaklaştırılması, kısacası yaşamın pasif bir üyesi haline getirilmesi toplumsal çelişkilerden, toplumsal gelişmelerden, onların ihtiyaçlarından bağımsız değildir.
İki: Kadın sorununun temel nedeni ekonomiktir, toplumsaldır. Ama kadın bir kez egemenlik altına alındıktan, köleleştirildikten, toplumsal yaşamın dışına itildikten sonra bu kurumlaştırılıyor ve her gün yeniden üretiliyor. Kadının bu konumu ideolojilerle, dinlerle, kültürlerle, gelenek ve göreneklerle, ahlak ölçüleriyle, değer yargılarıyla yeniden üretilmiştir. İnsanların -kadın olsun, erkek olsun- kişilikleri de toplumsal süreçten, onun kültüründen, onun bilinç birikiminden bağımsız olarak şekillenmez. Sınıflı toplumlarda ezilen kadın ile egemen erkek ilişkisi kaçınılmazdır. Bunun iki cinste yarattığı ruhsal, kişilik şekillenmesi farklı olacaktır. Kadın siyasal, kültürel, sosyal yaşamın dışındadır. Kapitalizm öncesi durum kural olarak böyledir. Kapitalizm ise, kadını ekonomik ve sosyal nedenlerden dolayı toplumsal yaşama çekiyor. Ama çelişkiyi aştırmıyor. Çelişkilere yeni boyutlar katıyor. Çelişkinin aşılması için belli bir zemin oluşuyor. Buna rağmen yine kadının kölelik, ezilmişlik, sömürülme durumu devam ediyor. Hatta çok daha ince boyutlar kazanarak derinleşiyor. Tarihsel olarak kadının toplumsal yaşam içinde tuttuğu yer, erkek tarafından algılanışı, bunun ideolojik-politik kalıplara dökülmesi, kadının bilinç ve ruh dünyasında kendine özgü nitelikler kazandı. Dolayısıyla herhangi bir toplumsal alan gibi ele alınamaz. Kendine özgü özellikleri, nitelikleri vardır.
Bu iki temel gerçekliği sorunun konuluşunda esas aldığımızda, sorunun çözümü de kolaylaşır. Çözüm nedir? Binlerce yıllık toplumsal gelişmelerin üzerinden şekillenen ve özerk bir alan haline gelen kadın sorunu bir devrim sorunudur. Nasıl bir devrim sorunu olduğunu saptamak da çok önemlidir. Hiç kuşkusuz herhangi bir toplumsal çelişkinin çözümü için temel yöntem olan herhangi bir devrim yetmez buna. Çünkü kadın sorunu binlerce yıldır biriken, katmerleşen ve bugüne gelen, bir çırpıda çözülemeyecek bir sorundur. Salt toplumsal çelişkileri çözen, örneğin demokratik devrim, Ulusal Kurtuluş devrimi, sosyalist devrim gibi ulusal ve sosyal çelişkileri çözmekle yükümlü devrimler, binlerce yıllık ve biraz da özerk boyutlar kazanan kadın sorununu çözmeye yetmez. Toplumsal devrim kadın sorununun çözümünde kaçınılmazdır. Ama yetmez. Çünkü tarihsel süreç içerisinde özerkleşen, kendine özgü ve karmaşık boyutlar kazanan, diğer toplumsal sorunlardan biraz farklılaşan bir alandır. Ama bu farklılaşması tümden bağımsız bir alan haline gelmesi biçiminde değildir. Aralarında bağlantılar vardır. Hatta bu bağlantı kopmaz nitelikte bir bağlantıdır. Ama bu özerk alanın, kendine özgü yöntemlerle ve mücadele araçlarıyla çözümlenmesi de şarttır.
Kadın sorununun çözümü, bir devrim sorunuysa, bu noktada da bu özerk alanın çelişkisini ancak kadın devrimi çözebilir! Burada sorun, kadın devrimi ile toplumsal devrim arasındaki ilişkinin nasıl ele alınacağıdır. Bazıları, "kadın sorunu toplumun tarihsel evriminde, mülkiyetle, toplumlardaki ekonomik alt-üst oluşlarla birlikte ortaya çıktı. O halde ekonomik ve toplumsal yapıyı değiştirdiğinde, toplumsal devrimi yaptığında bu sorunu da çözersin! Özel mülkiyet kadının mülk konusu haline gelmesinde belirleyicidir; o halde biz iktidara sosyalizm adına el koyduğumuzda mülkiyeti de kolektif mülkiyet haline getirdiğimizde kadın sorunu çözümlenir" demektedirler. Bu çok basit ve indirgemeci bir anlayıştır. Böyle olmadığı ortaya çıkmıştır. Evet, son tahlilde mülkiyet ilişkileriyle bağlantıları vardır ve bu bağlantı çok güçlüdür. Ama şunu da görmemiz gerekir. Kadın sorunu ondan doğsa da, onun üzerinden gelişiyor ve çok farklı boyutlar kazanıyor.
Diğer bir soru şudur: Kadın devrimi tek başına ele alınabilir mi? Hayır. Çünkü kadın sorunu tek başına bir sorun değildir. Toplumsal, ekonomik, mülkiyet, iktidar ilişkilerinden, kültür ve ahlaktan, kısacası o toplumun bütün boyutlarından bağımsız bir kadın sorunu olamaz. Kadın o toplumun tarihsel gelişimindeki toplumsal etkenler tarafından biçimlendiriliyor. Hem güncel, hem de tarihe uzanan boyutları vardır. O halde toplumsal zeminden ayrı bir sorun olarak ele alınamaz. Peki bu özgün çelişkiyi nasıl ele almak ve çözmek gerekir? Çözüm yöntemi nedir? En yalın yanıt şu: Bu sorunun çözüm yöntemi kadın devrimi olmak zorundadır.
Tarih boyunca kadın neydi? İktidar ilişkilerinde, aile ilişkilerinde neydi? Nasıl sömürülüyordu? Hangi mekanizmalar onun için bir baskı ve egemenlik aracıydı? Tabii burada sorunu ortaya koyarken bunun bir egemenlik ilişkisi, baskı ilişkisi, bir sömürü ilişkisi olduğunu da görmek gerekir. Nedenleri açıktır. Toplumsal ilişkilerde iktidar, erkek egemenliğindedir. Kadın eziliyor. Kadın sadece aile ilişkilerinde ezilen değil, bütün bir toplumsal yaşama katılmada, gerek sosyal iktidar olsun, gerek siyasal iktidar olsun, gerekse kültürel alanda olsun, kısacası, tarihi gelişmelerin her aşamasında ve her düzeyinde iktidar dışındadır. Kadın toplumsal yaşamda, tarihin yazımında bir özne değildir. Bu anlamda tarih dışı bırakılmıştır. Egemenlik altına alınmıştır. Kadının sadece emeği değil, ruhu, kişiliği erkek egemenlikli sınıflı toplum tarafından belirleniyor. "Senin rolün ev işleridir. Çocuk doğurmak ve yetiştirmektir. Bunlar topluma karşı olan görevlerindir. Bir de erkeğe karşı olan görevleri var. Onun mutfak ve yatak odasının kölesi olacaksın" denilmiştir.
Kapitalizmle birlikte emek sömürüsüne de tabi tutuluyor. Bu görünen yanıdır. Bir de somut görünmeyen, ama daha derin bir sömürü vardır. Bu da kadının ev içindeki çalışmasında gizlidir. Çünkü artı-değer sömürüsü için işgücünün yeniden üretilmesinde kadın çok önemli bir katkı sunuyor. Bu, kapitalizmin üretim ve yeniden-üretim şemasında görülmez. Oysa işgücünün yeniden üretim sürecinde erkek işçinin ertesi gün gidip çalışabilmesi için dinlenme saatlerinde kendi emeğini, enerjisini yeniden üretmesinde önemli bir kadın emeği vardır. Bu bir sömürü mekanizmasıdır ve bundan söz edilmez.
Daha başka etkenler de var. Bunları tahlil etmek, görmek gerekir. Burada görüldüğü gibi bir sömürü, egemenlik ve iktidar ilişkisi var. Dolayısıyla devrim öncelikle bu egemenlik, iktidar ve sömürü biçimini parçalamak zorundadır. Bunu nasıl hedefleyecek? Burada kadın zemininin özgün yanları var. Kadın ve erkek arasındaki bu çelişkinin çözümünün dayanması gereken bazı yasalar var.
Toplumsal devrim, hedeflediği sınıf iktidarını alaşağı eder. Toplumsal devrimler şiddeti de içerirler. Ulusal çelişkilerin çözümünde bağımsızlaşma eğilimi vardır. Ya da temel iktidar kurumları üzerinde ortak bir yapı kurulur, federasyon, konfederasyon gibi… Ulusların birlikte yaşamaları çok zorunlu değildir. Ayrı da yaşayabilirler. Ama kadınla erkek birbirinden kopuk, ayrı yaşayamaz. Bu bir doğal ve toplumsal yasadır.
İkisinin birbirinden kopuk, ayrı yaşamalarını istemek toplumun temel yasasına ve insanın doğasına karşı çıkmaktır. Bunun mümkün olmadığı tartışma götürmez. Çünkü toplum ikisinden oluşuyor. Kendilerini sürdürmeleri bakımından da birlikte yaşamak zorundadırlar. Cinsiyet ayrımının, kadını baskı altına alan, ezen sistemin ortadan kalkması gerekir. Bu, devrimin hedefidir. Ve öncelikle iktidarın paylaşılması gerekir. Oysa erkek egemen toplumun her sahasında başta da politikada erkeğin iktidarı vardır. Politikayı erkek yapar ve kadın ise bunun dışındadır, nesnesi, kullanım malzemesidir. Onun dışında bir anlam ifade etmez.
Madem ki bütün devrimlerin hedefi iktidar sorunudur, bu iktidar sorununu nasıl çözümleyecek? Erkeği egemenlik altına alıp kadın iktidarı kurarak mı? Bu doğru olmadığı gibi, mümkün de değil. Kadın ve erkek birlikte yaşayacaklar, birlikte toplum çekirdeği olmayı sürdürecekler. Bu da onların iradelerinden bağımsız olarak süren bir nesnel yasadır. Kadın devrimindeki iktidar mücadelesi, varolan erkek egemenliğini aşma mücadelesidir. Toplumsal mücadeledeki iktidar mücadelesinden farklıdır. Ortak yanları var, ama farklıdır. Farklılığı ise, başta siyasal iktidar olmak üzere, kadını tarihin öznesi haline getirecek bir devrimin olmasıdır. Aslında bu da artık toplumun nitelik değiştirmesi demektir. Yani toplum, artık erkek egemenlikli bir toplum olmaktan çıkarak, her iki cinsin de eşit ve özgür bir biçimde yaşamı örgütleyip ona hükmettikleri bir sistemin kurulmasıdır. Bu da ancak sosyalizmle ve sosyalist bakış açısıyla mümkündür. Toplumsal devrim bunun koşullarını yaratır. Ama koşulların yaratılması onun gerçekleşmesi demek değildir. Kadın devrimi de bu yaratılan koşullar üzerinde kadını siyasetin öznesi yapar. Kadına yeni bir kişilik kazandırır. Ortaya çıkan toplum artık hiç bir cinsin egemen olmadığı, ortak bir toplumdur. Dolayısıyla bunun siyaseti, terminolojisi farklı olmak zorundadır. Tabii ki bu kolay değildir. Bin yıllardır köleliğe, yönetilmeye alıştırılmış, kırılgan bir kişilik haline dönüştürülmüş kadının kendi gerçekliğinin bilincine vararak siyasal mücadeleye katılması, adım adım iktidar mücadelesinde yer alması gerekir. Fakat bütün bunları da bugünden yapması zorunludur. Bunun için de kadın devriminin, toplumsal mücadele içerisinde bugünden çekirdek çözümünü yaratması gerekir.
Açık ki, kadın devriminde kadının siyasal, tarihsel özne, yani tarih yapan bir figür haline gelmesi söz konusudur. Bunu özgürlük olarak ifade ediyoruz. Gerçekliğini kavramayan, yani tarihsel, toplumsal gelişimin içinde şekillenen kadın sorununu, onun özgün boyutlarını, ilişki ve çelişkilerini, bir bütünlük içinde kavrayamayan kadının özgürlük bilincine ulaşması mümkün değildir. Gücü buradan, yani bilincinden alıyor. Bu en başta ideolojik bilinç kazanmaktır. Kendinin ve toplumsal sorunlarının bilincinde olmaktır. Kürdistan’da toplumsal bilinç, ulusal bilinç ve kadın olma bilinci bir bütündür. Bu da sosyalist bilinçtir.
Sosyalizmdeki özgürlük anlayışı, liberal özgürlük anlayışından farklıdır. Sosyalizmin özgürlük anlayışına göre kadın özgürlüğü, erkek özgürlüğünün karşıtı değildir. Erkeğin özgürlüğünün koşuludur. Bir bireyin özgürlüğü diğerinin özgürlüğünü koşullar. Ama burjuva liberal özgürlük anlayışı böyle değildir. “Birinin özgürlüğünün bittiği yerde diğerininki başlar” der liberalizm. Çünkü özel mülkiyeti, bireyi esas alan bir anlayıştır. Bireyin gelişmesi diğerinin aleyhine olmak durumundadır. Sosyalizmde toplumun gelişmesi, bireyin gelişip özgürleşmesiyle birbirini koşullar. Tek tek bireylerin birbirleri karşısındaki duruşları da böyle olmak durumundadır.
Sosyalizmi bu şekilde tanımlayan bir parti kadın sorununa yaklaşırken nasıl bir toplum sorusuna, kadın ve erkeğin özgür olduğu, ilişkilerinin eşit ve özgür temeller üzerinde kurulduğu, özgür ilişkinin toplumsal çekirdeği oluşturduğu bir sosyalist toplum anlayışıyla yanıt verir. Bu bir ütopyadır, aynı zamanda bir hedeftir, özlemdir.
Dolayısıyla kadın devrimi sosyalizmde önemli bir unsurdur. Kadın özgürlüğünü içermeyen, kadın özgürlüğü üzerinde kurulmayan, kadın-erkek ilişkilerinde özgürlüğe ve eşitliğe oturmayan bir sosyalizm projesi mümkün değildir. Kadın sorununa bakışımız sosyalizm anlayışımızın da doğru tarzda ortaya konmasıdır. "Ahlaki nedenlerden ötürü kadın sorununa yaklaşmak gerekir" biçimindeki bir bakış açısı doğru değil. Sosyalist olmamızın bir gereği olarak kadın sorununa eğiliyoruz. İlkeli olmanın, gerçek sosyalist olmanın kaçınılmaz bir gereğidir bu. Kuracağımız toplumun iki temeli olacak. En yalın ve sade ifadeyle: Eşitlik ve özgürlük üzerinde kurulacak, sömürü olmayacak, bireylerin bütün yaratıcı yeteneklerini açığa çıkartacak, bireyleri işbölümünün köleliğinden kurtaran bir sistem olacak. Kadın ve erkek arasındaki ilişki bir toplumsal işbölümüdür. Bunu da aşan bir sosyalizm, komünizm idealimiz var. Bu anlamda sadece güncel bir sorun olarak değil, aynı zamanda sosyalizm projemizin doğru konulması bakımından da kadın sorununu çözmek zorunludur.
Parti bu anlayışı, toplum projesini kendi programında net olarak belirlemeli, bu büyük tarihsel eşitsizliği giderecek yöntem ve araçları da açığa çıkarmalıdır. Bir parti ancak yarattığı ideolojik-politik düzeyiyle, örgütlenme biçimi ve işleyişiyle, cins ayrımcılığını, erkek egemen bakış açısını, onun kültürünü ve kişilik özelliklerini aştığı sürece sosyalist bir parti adını almaya hak kazanır. Bu ne bir erkek partisidir, ne de bir kadın partisidir. Hayır. Özgür kadın ve özgür erkekler topluluğudur. Gerçek sosyalist parti böyle olmak zorundadır. Ama tarihsel etkiler var. O zaman bunu aşacak yöntemlerle kadının siyasal yaşama, ideolojik üretime, politik yönetime, örgütsel çalışma ve yaşama eşit katılımına öncülük etmelidir. Bunun için Lenin’ın ulusal sorunda önerdiği “pozitif ayrımcılık” ilkesini kadın sorununda bir önlem olarak düşünmek gerekiyor. Sadece bununla da yetinmek doğru olmaz. O tarihsel eşitsizliği aşmak için başka alanlarda da kadına öncelik tanımak gerekir. Yoksa teorik olarak özgür-eşit, kendi arasındaki cinsiyete dayalı çelişkiyi aşan veya aşmaya dönük önemli mesafeler kaydeden kadın ve erkeklerin partisi olmaktan çıkar, yine erkek partisi olur. Önce ideolojik anlayışın geliştirilmesi ve bunun programlaştırması gerekir. Daha da önemlisi yaşam ilişkileriyle tarih boyunca ortaya çıkan yabancılığı aşacak bir parti olmak durumundadır. Parti hem toplumsal devrimi, hem de kadın devrimini gerçekleştiren öncü örgüttür. Öncü örgütün yanı sıra tüm kadınların örgütlenmesi, siyasal yaşamın içine çekilmesi, devrimde etkin rol alabilmesi için, politik bir güce, iktidar gücüne sahip olması gerekir.
Düşünce gücü, örgüt gücünün temelidir. Ama düşünce gücü örgütsüz kaldığı sürece, belli bir örgütsel ifadeye kavuşmadığı sürece çok fazla anlam ifade etmez. Bu noktada şöyle bir denklem kurabilir: Güç, örgüttür! Eğer kadın güç sahibi olmalıdır deniliyorsa, örgüt olmalıdır! Kadın güç olmalıdır kavramı, kadın örgüt olmalıdır, örgüt gücünü kazanmalıdır anlamına gelir.
Öcalan sisteminde ise halk, kadın ve erkek Öcalan karşısında örgütsüzleştirildi. Partiyi kendine ait görmeyen, otorite karşısında eleştirel duramayan bir devrimci örgütsüzleştirilmiştir. Bir devrimcinin güç olabilmesi, parti çizgisini, devrim programı ve değerlerini ölçü alarak, bunları savunduğunu, temsil ettiğini iddia etmesi, otoriteye karşı eleştirel duruş sahibi olabilmesi ile mümkündür. Örgütlü bir birey olarak güç sahibi olmak buradan geçer.
Kadın, özgürlük özlemiyle mücadeleye katıldı. Yanılsamalı bir formülasyonla, yanılsamalı bir ışığa bağlandı. Öcalan "sizi ben yarattım, ben varsam siz varsınız, ben yoksam siz de yoksunuz" biçiminde bir kültür ve psikoloji yarattı ve kendine bağladı. Parti, YAJK, Ordu Öcalan’ın kullandığı temel araçlar oldu. Öcalan’ın içini boşalttığı temel kavramları yeniden üretmek gerekir. Partiyi, yeniden örgütsel anlamda kendi gerçek kimliğine, modern bir parti kimliğine, sosyalist parti çizgisine, onun işleyişine, yönetim anlayışına ve tarzına ulaştırmak gerekir. Açık ki Öcalan’ın YAJK’ı kötü kullanması bu silahın reddini getiremez. Yine farklı düzeylerde kadın örgütlenmesinin yaratılması gereklidir. Çünkü kadının bilinci, örgütü, eylemi olmadan, bunu bir ideolojik-politik çizgiye bağlamadan güç olması ve özgürleşmesi mümkün değildir.
Kavram olarak içinin doldurulması kaydıyla "kadın devrimi" kavramının doğru olduğunu düşünüyoruz. Kadın sorununun temel kavramlarından birisi de özgürlüktür. Yine bu sorunun özünün iktidar sorunu olduğu açıktır. Kadın devrimi iktidarı ve erkek egemenliğini hedeflerken, buradan erkek yok edilecek anlamı çıkarılmamalıdır. Kadın devriminde temel sorun ve hedef, diğer toplumsal devrimlerden farklı olarak yaşamın her alanında en temel olarak da yönetim mekanizmasının ortaklaşmasıdır!
Öcalan, her ne kadar kadın çalışmalarını tekeline almış olsa da, devrim diğer alanlarda nasıl geliştiyse, bu alanda da kadın devrimi ve özgürlükler de gelişti. Siyasal ve pratik anlamda belli bir mesafe kaydedildi. Şimdi yapılması gereken, bu alanda kaydedilen teorik-politik pratik ve örgütsel gelişmeleri “sistemin” etkilerinden, “sistem” için zemin haline getirilmesinden çıkartıp kendi gerçek kimliğine kavuşturmaktır. Yapılanlar, “sistem”den arındırıp yeniden üretildiğinde önemli gelişmelerin sağlanacağı kesindir.
PKK, hem bir kadın partisidir, hem bir erkek partisidir. Ama nasıl? Sosyalist projemizde kadın sorununu diğer partilerden daha farklı bir biçimde ele alıyor ve bu projenin bugüne kadar eksik bıraktığı bir yanını tamamlıyorsak bu böyledir. Sosyalist toplum özgür erkek ve kadın ilişkisi üzerinde kurulan bir çekirdeğe dayanıyorsa, o çekirdeğin bir yanını eksik tutmak doğru olmaz. Çekirdeğin bir yanı hastalıklı, kusurlu olduğunda toplum da kusurlu olur. Toplumun gelişme düzeyiyle kadının özgürleşme düzeyi arasında bir bağ vardır. Yani kadının özgürleşme düzeyi toplumun özgürleşme düzeyinin üstünde olamaz; bu da bir yasadır. Toplumun gelişme ve özgürleşme düzeyi aynı zamanda kadının özgürleşme düzeyini de koşullar. Bu nedenle toplumsal devrim şarttır.
Kapitalizmde, feodalizmde kadın özgürlüğü ancak "lotus çiçeği"nin özgürlüğü olmuştur. Sınıflı toplumlarda kadın özgür olamaz. Ancak sosyalist toplumda bu mümkündür. Sosyalist toplum, kadın özgürlüğünün vazgeçilmez bir koşuludur. Ama şu da bir gerçek. Nasıl ki, toplumsal gelişme düzeyi, genel özgürlük düzeyini belirliyorsa, -kadın ve erkeğin- aynı şekilde o toplumun özgürleşme ölçülerinden biri de kadının özgürleşme düzeyidir. Kadın özgürleşmeden, toplumsal yaşama etkin bir şekilde katılmadan, tarihin bir öznesi olmadan, bu noktada bir eşitlik düzeyi yakalamadan, toplumun özgürleşme ve gelişme düzeyi de kusurludur, tek ayaklıdır. Bireyin özgürleşme düzeyi, toplumsal özgürlüğe bağlıdır. Ama birey özgür olmadığında toplumun özgürlüğü sakattır, tek ayaklıdır.
Bu bilince varmış bir erkek elbette egemen yanlarıyla müthiş bir savaş vermek zorundadır. Ataerkil ölçüleri ve değer yargılarını yıkıp onun yerine sosyalist bakış açısını kazanmak, sosyalist bir kimlik kazanmak zorundadır. Bu toplum projesinin bütün özelliklerini kendinde gerçekleştirmelidir.
Sonuç olarak, bu konuda yarattığı kişilik, örgüt işleyişi, ilişkileri yönünden Öcalan sistemini tümüyle reddediyoruz. Ama sosyalizm ve devrim yürüyüşümüzdeki çabalarımızı ve değerlerimizi sahipleniyoruz. Bunları da hem ideolojik-teorik düzeyde, hem de programatik-örgütsel ilişkiler düzeyinde tartışarak, daha da derinleştireceğimiz açıktır. Devrimin araçlarını yaratarak, kural ve ölçülerini çok daha kesin ve net bir biçimde belirleyerek; ama değişen, gelişen toplumsal yaşama da sürekli uyarlayarak yeniden üreteceğiz. Değerlerimizi almak, temel ilkelerimizi, yaklaşımlarımızı Öcalan sisteminin kirinden pasından ayıklamak, onun illüzyonundan, göz boyamalarından arındırmak, gerçek kimliğine ulaştırmak büyük önem taşıyor. Kendimizi ve değerlerimizi özgürleştirmek ve bu temelde genel sosyalizm anlayışımızın bir gereği olarak kadın sorununu doğru ortaya koymak, doğru çözümünü üretmek kaçınılmazdır.
(Devam edecek…)
(Devam edecek…)