Read Time:9 Minute, 20 Second
ŞEYH SAİT AYAKLANMASI
1925 yılında meydana gelen Şeyh Sait ayaklanması olarak bilinen ayaklanma Kürtlerin istemlerinin ve hayallerinin bir ifadesidir. O zamana kadar olan Kürt ayaklanmalarının en büyüğü ve sarsıcı olanıdır ki, etkisinin büyük olması kadar yankısının bugünlere kadar devam etmesi bunun göstergesidir. Ne var ki, gerek Kürt gerekse Türk aydın ve ‘sosyalist’ çevrelerince ayaklanmanın nedenleri bir irtica hareketi veya İngilizlerin kışkırtması sonucu olarak ortaya çıkmış bir hareket olarak değerlendirilmiş, hakkettiği değer verilmemiştir.
1925 Kürt ayaklanmasına yol açan sosyal, siyasal ve ulusal koşullar yeterince değerlendirilememiş veya görmezden gelinmiştir. Ancak günümüzde Kürt tarih araştırmacıları bu ayaklanmanın, ulusal ve haklı talepleri olan bir hareket olduğu noktasında birleşiyorlar. Şeyh Sait ayaklanmasının hazırlık dönemi, 1923 yılında kurulan Kürt İstiklal Cemiyeti örgütünün (AZADİ) mücadelesinin ürünüdür. Kürt İstiklal Cemiyeti gizli çalışan bir örgüttü, cemiyet Kürtler üzerinde etkili kişilerle ve üst düzey Kürt bürokrat ve yöneticilerle ilişki geliştirmeyi hedefliyordu. Örgüt, kendilerinden ve Kürt davasından yana olan yerel yöneticileri ve aşiret reislerinin çalışmalarına katılması için çaba gösteriyordu. Dostluklarını kazanmak istedikleri arasında, zamanın aydınları ve okumuşları olarak görülen şeyhler ve Türkiye Kürdistan’ında büyük bir etkisi olan Şeyh Sait de vardı.
Şeyh Sait’in Kürtler üzerindeki etkisi cemiyet yöneticilerinin beraber çalışma isteklerini güçlendirdi. 1923 yazının sonunda Kürt hareketinin önderlerinden ve Bitlis Milletvekili Yusuf Ziya, Şeyh Sait’le görüşmek için Hınıs’a gitti. Görüşmede bilgi alışverişi ve ayaklanmanın örgütlenmesi için alınacak tedbirler üzerinde anlaşmaya varıldı. Hareketin üye ve asmpatizanları artarken, Kürt hareketinin önderleri Türk yöneticilerinin dikkatini çekmemek için kararları dar toplantılarda ve gizlilik içinde alıyorlardı. Çalışmalar hızla sürerken Türk yöneticilerinin çalışmalardan haberi oldu.
Mustafa Kemal’in emriyle Kürt hareketi yöneticilerinden Cibranlı Halid Beg ve Yusuf Ziya tutuklandı, yargılanmak üzere Bitlis’e gönderildi. Diğer tanınmış Kürt önderlerinin yakalanması için de tedbirler alındı. Yöneticilerin tutuklanmasından sonra Şeyh Sait cemiyet başkanı seçildi. Cemiyet, genel ayaklanmanın ve Türk hapishanelerindeki siyasi Kürt önderlerinin kurtarılması için karar aldı. Şeyh Sait’in oğlu Ali Rıza 1924 yılının Kasım ayında Kürt liderleri ve diğer bazı Kürt ileri gelenleriyle ayaklanmanın başlatılması amacıyla, alınacak tedbirleri görüşmek üzere Diyarbekir ve Halep’te toplantılar düzenledi. Toplantılara Irak, Suriye ve Türkiye’den Kürt şahsiyetleri katıldı. Kürt halkının haklarını ancak silahlı bir mücadeleyle alınabileceği konusunda görüş birliğine vardırlar.
Türkiye Kürdistan’ında mücadelenin başlangıç tarihi olarak 21 Mart 1925 ( Kürt ulusal bayramı Newroz) günü olması için anlaştılar. Ancak Alevi Kürtler Şeyh Sait’in tüm çabalarına rağmen ayaklanmaya katılmamaya kararlıydılar. Bu kararlılığın mezhepsel farklılık ve bunun yarattığı güvensizlikle alakası vardır. Tersi bir durum, Dersim ayaklanması için geçerlidir. Dersim ayaklanmasında da benzer bir tutum Sünni Kürtler tarafından alınmıştır. Dersim’in doğusundaki Kürt aşiretleri ayaklanma için hazırlıklar yaparken Dersimli bazı aşiretler TBMM’sinde kimin milletvekili olarak yer alacağı konusuyla uğraşıyordu. Dersim aşiret reisleri arasında Türklerin boyunduruğu altından kurtulma yolları üzerindeki ayrılık ve çekişmeler devam etti. Bunlardan çoğu yönetimle işbirliği ve uzlaşma siyasetine sarılıp kişisel ve mezhepsel çıkarlarını ön planda tuttular.
Şeyh Sait’in yaptığı geziler sırasında yüzlerce silahlı Kürdün kendilerine katılmasında ve onu bağırlarına basmalarından anlaşıldı ki, Kürtler içinde bir ulusal başkaldırının zemini vardı. Şeyh ve mollaların ileri gelenlerden büyük bir kesim, destek olmak için Şeyh Sait’in yanında yer aldı. 5 Şubat 1925’de Şeyh Sait yüz silahlı Kürt ve bir grup Kürt ileri gelenleriyle birlikte Hani’den çıkarak Piran’a geldi. Kardeşi Abdurrahim’in misafiri oldu. Aynı gece 15 jandarmayla Hüsnü Efendi ve Mustafa Kasım, Abdurrahim’in evine geldi ve Bahri adındaki şahsın evinde kalmakta olan cinayetten sanık 10 Kürdün kendilerine teslim edilmesini istedi. Şeyh Sait, ‘onlar arkadaşımdır ve beraber geldik, sizden ricam ben buradayken onlara herhangi bir kötülük etmemenizdir’ diye cevap verdi. Türk subayı Hüsnü Efendi Türkiye Cumhuriyeti kanunları çerçevesinde hareket etmekten başka hiçbir şeye saygı duymayacağını belirtti ve teslim edilmelerini istedi. İsteği yerine gelmeyince halkla Hüsnü Efendi komutasındaki askerler arasında çatışma çıktı. Askerlerden bazıları öldürüldü, bazıları da esir alındı.
8 Şubat 1925 günü Piran köyünde çıkan bu çatışma ayaklanma planını sekteye uğrattı. Aslında Şeyh Sait Kürtlerin genel bir ayaklanmaya hazır olmadıklarını biliyordu. Bu nedenle Piran’da meydana gelen bu olayı gizli tutmak için hemen Genç’e gitti. Fakat olayı duyan kardeşi Şeyh Tahir, 10 Şubat’ta Lice postanesine el koydu. 11 Şubat’ta Genç’e gelerek el koyduğu bütün para ve belgeleri Şeyh Sait’e teslim etti. Bu iki olay ayaklanmanın başlamasına neden oldu. Şeyh Sait vaktinden önce başlayan bu ayaklanmanın başına geçti. Şeyh Sait beraberinde 10 bine yakın silahlı insanla Genç’e el koydu. Kaymakam ve memurları esir aldı. Modan aşiret reisi Faki Hasan’ı kaymakam tayin etti. Genç şehrini geçici başkent yaptı. Halkın verdiği ağır aşar vergisi yerine ayaklanmaya katılanlara yiyecek verilmesi gerektiğini ilan etti. Bu önlem Kürt halkı arasında memnuniyet yarattı. Bu yaklaşım, çoğunun silahlanıp ayaklanmaya katılmasına neden oldu.
Ayaklanma kısa sürede 4 Kürt ilini kapsayan geniş bir alana yayıldı. Başlangıçta ayaklanmanın başarıya ulaşmasında bölgenin coğrafi durumu ve illerin demografik yapısı etkili oldu. Örneğin ayaklananların el koyduğu illerde 600 bin Kürt yaşıyordu ve bu bölgede yaşayan Türklerin üç katı idi. Toplam nüfuzları 100 bin olan Arap, Çerkez ve Ermeniler de ayaklanmaya asmpati duyuyor ve ayaklanmaya katılıyordu. Bütün bunlar ayaklanmanın başarıya ulaşması için elverişli koşullar yaratıyordu. 1925 Şubat’ında Şeyh Sait’in yönettiği kuvvetler Lice ve Hani’ye el koydu. Diğer yandaşları Elazığ ve Diyarbekir’de ayaklanarak Ergani’ye yöneldi. 1925’in 28 Şubat’ında Palu, Şeyh Sait’in ve 20 bin nefere ulaşan Kürt ordusunun karargahı oldu. El koydukları her yerleşim bölgesinde geçici idareler kurdular.
3 Mart 1925’te İsmet Paşa’nın TC hükümetinin başına gelişine kadarki gelişmeler, Kürtlerin lehine idi. Kurtarılmış bölgelerin aşiretleri Şeyh Sait’e bağlı idi. Bu durumda ayaklamanın başını çeken ileri gelenler bağımsız bir Kürdistan’ın ilanını açıklamayı Diyarbekir’in kurtarılmasına bırakmışlardı. Şeyh Sait, Diyarbekir’e el koymak için kuvvetlerinin yetersiz olduğunu biliyordu. Şeyh Sait ayaklanma için zaman kazanmak amacıyla Diyarbekir’deki yöneticilerle görüşmelerde bulundu. Vali, Ordu Müfettişi ve Kolordu Komutanı şehirdeki bütün önemli noktaları tutmuş yardım bekliyorlardı. Yöneticiler şehri teslim etmeyi reddettikleri için Şeyh Sait, Mart başında saldırıya geçti. Kendilerinden daha kuvvetli olan Türk devlet kuvvetlerine karşı ‘Yaşasın Bağımsızlık’ ve ‘Yaşasın Kürdistan’ diye bağırarak çarpışmaya başladılar, fakat bozguna uğrayarak yenildiler.
Ayaklanmacılar geri çekildi ve büyük bir kısmı dağıldı. Türk kuvvetleri 26 Mart’ta Diyarbekir, Elazığ ve Varto vilayetlerine karşı ağır bir saldırıya geçti.
Bu yenilginin sebeplerini şöyle sıralamak mümkün: Elazığ ve diğer illerdeki kargaşa ve talanın sürmesi, Kürt önderleri arasındaki anlaşmazlık, aşiret reislerinden bazılarının devlet tarafına geçmeleri.
Bazı aşiretler Kürt hareketine ihanet ederek Şeyh Sait’in kuvvetlerini arkadan vurdular. Bu ihanet ayaklanmacılarda ciddi bir moral bozukluğuna neden oldu. 22 Şubat gecesi TC Bakanlar Kurulu, Genç, Muş, Ergani, Dersim, Diyarbekir, Mardin, Urfa, Siverek, Siirt, Bitlis, Van, Hakkari ve Erzurum’un Kığı ve Hınıs ilçelerinde bir ay sıkıyönetim ilan edildi. Ardından Takrir-i Sükun gibi yasalar hızla yürürlüğe koyuldu. Nisan başında askerler, Şeyh Sait’i sağ ya da ölü getirene o dönem için önemli miktarda para teklif etti. Bu teklife cevap gecikmeden geldi. Nisan ortalarında Cibranlı Kasım’ın ihanetiyle Genç ovasında ayaklanmanın esas kuvvetlerinin etrafı sarıldı. Şeyh Sait ve ayaklanmanın diğer önderleri Varto-Muş yolu üzerinde bulunan Abdurrahman Paşa Köprüsünde kurulan pusuya düşerek yakalandılar. Diyarbekir İstiklal Mahkemesi 29 Haziran’da Şeyh Sait önderliğinde ayaklanmaya katılan 47 kişiye idam cezası verdi. Karar ertesi gün infaz edildi. Şeyh Sait idam edildiğinde 83 yaşındaydı. Şeyh Sait idam sehpasında şunları söyledi.
‘Tabii hayat sona erdi. Kendimi milletimin yolunda feda ettiğime hiçbir şekilde pişman değilim. İleride torunlarımızın bizden dolayı düşman önünde utanç duymamaları bizim için kafidir”
Şeyh Sait ayaklanmasının Kürdistan tarihinde önemli bir yeri vardır. Bu ayaklanma Kürt ulusunun her dört parçadaki özgürlük istemlerinin Kuzey Kürdistan’daki yansımasıydı. Nasıl ki Şeyh Sait ayaklanması, Kürdistan Özgürlük mücadele tarihinde ilk değilse son da olmamıştır. İnkarcı ve imhacı sömürgeci politikacılara kuzeyden onurlu bir başkaldırıdır ve TC devletinin ırkçı politikalarına ulusal ve bağımsızlıkçı bir tepkidir.
Şeyh Sait ayaklanması için çok şey söylendi. Kah TC devletinin resmi ideolojisinin resmi söylemleri olan “gerici, irticacı bir hareket” veya “İngilizlerin kışkırtması olan kökü dışarıda bir provokasyon” olarak gösterilmeye çalışıldı. Ne söylenirse söylensin ve bu hareket kendini her ne kadar dini motiflerle ifade ederse etsin, hareketin ulusal karakteri açıkça görülmektedir. Şeyh Sait ayaklanması, özgür bir Kürdistan özleminin Kuzeyde hayat bulması için Kürt halkının haklı ve özverili direnişidir.
Bugün bu onurlu ulusal direniş ve başkaldırı, tasfiyeci ve ihanetçi bir tarzda ‘Demokratik Cumhuriyet’ tezleri adı altında çarpıtma girişimleri boşa çıkarılarak Kürdistan halkının bilincinde hakkettiği yeri alacaktır.