Read Time:15 Minute, 40 Second
YEREL SEÇİMLER YAKLAŞIRKEN…
Serhat ARARAT
28 Mart Yerel Seçimleri yaklaşırken ittifak arayışları, pazarlıklar da yoğunlaşmış bulunuyor. Yerel Seçimlere dönük yapılan “hazırlıklar”, tasfiyeciler cephesinde derinleşen çürüme ve kokuşmayı gözler önüne seriyor. Seçimler, bir bakıma politikaya ilginin artığı bir süreç. Anı zamanda ahlaki yozlaşmanın da uç noktaya çıktığı bir süreçtir. Tasfiyecilerin cephesinde iki önemli noktanın altı çizilebilir:
Birincisi, İmralı Partisi ve yönetenlerinin seçimlere dönük planları ve çabalarıdır. İkincisi, belediye başkanı olmak için egemen ve orta sınıf siyaset esnafının sergilediği tutumdur.
Bir kez İmralı Partisinin, Yerel seçimleri tasfiyeciliği çok yönlü derinleştirmek ve çok daha dönülmez noktalara götürmede bir araç olarak kullanmak için yoğun bir çaba içinde oldukları gözlenmektedir. Bu çabaların Kongra-Gel’in kuruluş sürecine denk gelmesi de boşuna değildir. Tasfiyecilikte sergilenen bu son oyunlar halkımıza “demokratikleşme”, “demokratik güç birliği”, “demokratik yarış” olarak gösteriliyor. Oysa gerçeklik çok daha farklıdır. Bir yanda 1991-95 Özel savaş konseptinin iki numaralı adı olan Murat Karayalçın’ın liderliğindeki SHP ile ittifak çabası sergilenirken ve bu konuda somut bir noktaya varıldığı açıklanırken, bir yandan da her açıdan kendilerine mutlak anlamda itaat edecek, İmralı tasfiyeciliğine sırt çevirmeyecek adaylar belirlemeye çalışmaktadırlar.
İyi kötü Kürt halkı bir önceki yerel seçimde tutumunu ortaya koymuş ve ulusal istemlerindeki kararlılığını verdiği oylarla belirlemişti. 1999 Yerel seçimleri seçilen adayların kişilik özelliklerinden bağımsız olarak böyle bir rol oynamıştı. Şimdi ise en gerici kesimlerle yapılan birliklerle seçimlerin bir tür referandum rolü oynamasının önüne geçilmektedir. Sadece bu da değil, aynı zamanda halkımızın ulusal bilinci ve ruhunu katletme operasyonu daha da derinleştirilmek istenmektedir. M. Karayalçın’ın kimliği üzerinde uzun uzadıya durmanın bir gereği yok. Çünkü halkımız bu kişiliği çok iyi tanıyor… Binlerce köyün boşaltılmasından, yüz binlerin sokaklara atılmasından, açlığa, hastalığa ve ölüme mahkum edilmesinden, yüzlerce faili belli cinayetin işlenmesinden ikinci derece sorumlu olan bir kişiyi halkımız çok iyi tanıyor.
Ancak ne yazık yaşadığı bilinç tutulması ve katliamından dolayı bu kişiyi başımıza taç edenlere bir soru sorma gereğini bile duymuyor. DEHAP veya benzeri gelenekten gelen bir partinin Karayalçın’ın partisi içinde eritilmesi tasfiyeciliğin yasal zeminde kazanacağı bir başarı olarak değerlendirmelidir. Bunu “Demokratik işbirliği”, “Demokratik mücadelede kazanılan önemli bir başarı” olarak değerlendirmek, en hafif değimle halkla ve onun en temel ulusal demokratik haklarıyla alay etmektir!
Kimi reformist ve düzen içi sol etiketli parti, çevre ve kişilerin bu en büyük tasfiye operasyonuna kan taşımaları bu gerçekliği değiştirmez, tersine daha da ağırlaştırır. Çünkü onlar da genel anlamda İmralı tasfiyeciliğini meşrulaştırdıkları gibi, yerel seçimler öncesinde sergilenen bu özel tasfiye ve kök kazıma hareketinin de suç ortaklığını yağmış oluyorlar. Anılan bu çevrelerin durumu ayrı bir değerlendirme konusudur, o nedenle sadece dokunmakla yetiniyoruz.
Anılan tasfiyeci hareketin ikinci hedefi de, kendilerine mutlak anlamda itaat eden, hiç bir koşul altında kendilerine karşı çıkmayan veya çıkamayacak durumda olan, İmralı’nın, aynı anlama gelmek üzere rejimin çizgisini en iyi bir biçimde yürütebilen, rejim tarafından kabul edilebilir bir geçmişe ve kişiliğe sahip adayları belirlemektir. Kimi zaman bu, çok kaba ve en sıradan ahlaki ölçüleri ayaklar altına alan yöntemlerle yapılmaktadır. Avrupa’ya “davet” edilen DEHAP’lı belediye başkanları, TV’de milyonların gözleri önünde sorgulanıp mahkum edildikten ve bu, “özeleştirileri”yle tescil edildikten sonra gerisin geri gönderilmektedir. Bu başkanların başarılı olup olmadıkları, ya da herhangi bir vizyona sahip olup olmadıkları ayrı bir tartışma konusudur. Bize göre genel olarak bu belediye başkanları başarısızdır. Başarılı olma olanakları da yoktu. İki neden dolayı, birincisi, iktidar perspektifine oturmuş, onun yerel ayağını oluşturacak bir anlayış ve politikadan yoksun idiler. İkincisi, kişilikleri, eğitimleri, ufukları bunu başaracak bir konumda değildi. Burada sorumlu aranacaksa bunun sorumlusu böyle bir anlayış ve politikadan yoksun olan İmralı çizgisinden başkası değildir. Kuşkusuz sorun burada yaşanan deneyimleri ve kişilikleri tartışmak değildir. Belediye başkanları başarısızdırlar, evet, ama bu, onların bir daha aday olmalarını önlemek ve bunu kendi ağızlarından onaylatmak, bunun için TV platformunu bir yargılama ve mahkum etme kürsüsüne dönüştürme, gazeteci kılıklı “sorgucuların” en sıradan ahlak ölçüsünü ayaklar altına alma hakkını ve yetkisini vermez. Bir zamanlar tekelci Türk TV’leri HEP ve DEP yöneticilerini programlara çıkarır ve o programı kendilerinin mahkum edildiği, gözden düşürüldüğü birer platforma dönüştürürlerdi. Şimdi aynı yöntemi daha bayağı bir tarzda Medya TV yapmaktadır.
Davet edilen belediye başkanları da itirazsız gelmekte, bu kürsülerde birer kişiliksizlik örneğini sergilemektedirler. En azından izleyebildiğimiz büyük çoğunluk böyledir. Bu belediye başkanlarının derdi bir daha aday gösterilmek, bunun için “otorite” ile arayı bozmamaktır. Oysa kendileriyle ilgili karar verilmiştir. İpleri çekilmiş, bir daha aday olmaları olanaksızdır. Bu durum ortaya çıktığında “otorite” açısından olumsuz bir etkide bulunmalarının önüne geçmek için bu mahkum ve teşhir programlarını yapmaktadırlar.
Dahası var. Bu belediye başkanları Avrupa “gezilerinde” tam bir denetim ve gözetim altında tutulmaktadır. “Davetçilerin” bilgisi ve onayı dışında kendi yakınlarıyla görüşmeleri bile olanaksızdır.
İşte “demokrasi” ve özgürlük” havarilerinin traji-komik durumların çok kaba bir özeti..
Şimdi aday yarışında olanların durumu da içler acısıdır. Bireysel, ailesel hesaplar her şeyin üstünde tutulmakta, “tek seçici otorite” karşısında kılıktan kılığa girmekte, kendi aralarında ise “yarışı” tam anlamıyla ayak oyunlarıyla yürütmektedirler… Ulusal istem ve söylemler ise yapılanların kılıfı işlevini görmektedir…
Bu, her iki taraf açısından da siyaset esnafının içinde bulunduğu tiksindirici tabloyu gözler önüne sermektedir.
Açık ki Öcalan sistemi içinde özgür ve kişilikli siyasetçinin ortaya çıkması mümkün değildir. Yine Kongra-Gel ile geliştirilmeye çalışılan Kuzey Kürdistan egemen sınıf hareketinin açmazını çok iyi anlatmaktadır…
Kürdistan Sosyalistlerinin, devrimci yurtseverlerin seçimlerdeki tavrı nedir, ne olmalıdır; yerel yönetim stratejileri ne olmalıdır konuları da aşağıda kısaca değerlendirmeye çalışacağız.
YEREL YÖNETİMLER VE YEREL SEÇİMLERE YAKLAŞIM!
Yerel seçimler yaklaşırken, konuyla ilgili tartışmalar, arayışlar, hesaplar, pazarlıklar da yoğunlaşmaktadır. SHP üzerinden Kürt halkının kazandığı tüm yasal zeminler ve mevziler yutulmaya çalışılmakta, küçük hesaplardan dolayı bu gerçeklik gözlerden kaçırılmaktadır. İktidar perspektifine sahip olmadan, iktidar olmadan kimi iktidar olanakları üzerinde gözü kara bir oyuna tutuşmak kadar tiksindirici bir şey olamaz. Bugün oynana traji-komik oyun bu. Ancak bu küçük oyunlar ve çekişmeler üzerinde durmak yerine bu konuda daha temelli ve kalıcı noktalar üzerinde durmak gerektiği kanısındayız.
Yerel iktidarı, genel iktidardan bağımsız düşünmemek gerekir. Kürdistan’da yerel iktidarlar ne anlama geliyor, işlevi nedir? Yerel seçimler ve bu konuda devrimci yurtseverlerin tutumu ne olmalıdır? Üzerinde durmamız ve tartışmamız gereken temel sorular bunlardır. Bu soruların yanıtlarının doğru ve devrimci bir tarzda verilmesi mevcut yaklaşım ve pratiklerin daha iyi kavranmasına yardımcı olacak ve devrimci yurtsever bilincin geliştirilmesine de hizmet edecektir.
Bilinen bir gerçeklik de olsa konunun daha iyi ve doğru kavranması için tekrarlamakta yarar var. Kürdistan sömürge bir ülkedir; bu, halkın iktidarsızlaştırılması, halkın kendi geleceği, yaşamı, kaynakları üzerinde söz ve karar sahibi olmaması demektir. Bunun başka bir anlamı, ülkemizdeki tüm iktidar kurumları ve organlarının sömürgeci iktidarın bir parçası olmasıdır. Yerel iktidar, yerel yönetim organları da bu genel çerçeve içindedir.
Bu genel doğrularla birlikte ulusal kurtuluş mücadelesi gelişti, sömürge yönetimini zorladı, iktidar alanlarını sınırlandırdı, buna paralel olarak halkın çeşitli düzeylerdeki iktidar olanaklarını, alanlarını ve fırsatlarını ortaya çıkardı. Henüz özgürleşmeden, yani geleceği ve kaderi üzerinde tam söz ve karar sahibi olmadan iktidar olanakları ve alanın açılması mücadelenin bir ürünüdür, yoksa bahşedilen bir şey değildir. Bu gerçeklikte iki karşıt uç, yani sömürge yönetimiyle halkın iktidarlaşma olanakları ve durumu içi içe ve büyük bir çatışma içindedir. Halka ait iktidar olanakları ve alanlarının ortaya çıkması, aynı zamanda halkın sömürgeci sistemden, onun iktidarından bir kopuşu da anlatmaktadır. Bu, ulusal kurtuluş açısından önemli bir kazanıma işaret ediyor.
İktidar alanı ve iktidar olanakları, çok yönlü mücadeleleri, çatışmaları ve hesapları da tetiklemektedir. “İktidar” ve “çıkar” birbirini koşullayan iki kavram. DEHAP ve yerel yönetimler üzerindeki bunca çekişmenin temelinde de bu iki kavramın içerdiği gerçeklikler var…
Evet, çok açıkça görüldüğü ve bilindiği gibi, mücadelenin ortaya çıkardığı bir iktidar alanı, iktidar olanakları ve fırsatları var. Ama, henüz sömürge yönetimi olduğu gibi duruyor, hatta kendini değişen koşullara göre her gün yenileyen bir sömürge yönetimi… Mücadelenin ortaya çıkardığı bu alan ve olanakları nasıl değerlendirmek, hangi stratejik duruşa bağlamak gerekir? İşte can alıcı soru budur!
Genelde Hadep belediyelerinin başarısız olduğu eleştirisi yapılır. Buna tasfiyeci şefler de dahildir. Bize göre de belediyeler başarısızdır, ama bizim aldığımız ölçü çok farklıdır. Bir kez belediyelerin, yerel yönetimde yer alanların bir genel iktidar perspektifleri yoktu. Dolayısıyla daha işin başında perspektifsizliğe, projesizliğe mahkum idiler. Dolayısıyla işleri günü birlik ve o güne dek sömürgeci iktidar bağlamında yaşananlardan farklı bir pratik içinde olmaları mümkün değildi. Onlar da belli hazır “projelere” yatacak, dahası bu alanı bir “yemlik” olarak kullanmaktan öte bir işlev görmeyeceklerdi. Yakınlarını kayırma, çıkar şebekeleri yaratma ve yemlenmenin daha değişik türlerini geliştirmenin dışında bir uygulamalarının olması olanaklı değildi.
Oysa yerel yönetim alanlarında yakalanan alan ve olanaklar belli bir iktidar perspektifine bağlansa, bu stratejik yaklaşımın kadroları ve örgütü süreç içinde geliştirilse ve bu genel mücadelenin dinamik bir unsuru olarak değerlendirilse yerel yönetimler gerçek anlamda bir yerel iktidar ayağı haline getirilebilir. Sömürgeciler bundan korkuyorlardı. Bundan dolayı engellemenin bin bir yolunu deniyorlardı. Ancak son beş yıllık süreçte gördüler ki ortada kendilerini zorlayacak bir iktidar perspektifi, onun yerel ayağı bir proje, bunun kadroları ve örgütü ortada yok. Sistemin bir parçası olmak, ondan azami düzeyde yemlenmek isteyen, ulusallığı da bunları yapmada bir perde olarak kullanan siyaset esnafı var…
Bu, kendiliğinden ve birden bire olmadı. 1990’larla birlikte KUKM iktidar perspektifinden uzaklaştırıldı, sistem için kabul edilebilir bir noktaya çekilmeye çalışıldı. İmralı da ise sıçramalı bir tarzda bu süreç tam anlamıyla ihanet ve tasfiye düzeyine çıkarıldı. Yerel yönetim seçimleri de bu döneme denk geldi. Hadep onlarca belediye başkanlığı ve belediye meclis üyeliklerini kazanırken genel çerçevede Öcalan ve Partisi İmralı çizgisini egemen kılmaya ve yerel yönetimlerin devrimci yurtsever bir işlev görmesinin önünde de aşılması çok zor ideolojik, politik ve örgütsel barikatlar örüyorlardı. Gerçi Hadep ve yerel yönetimlerde seçilen kadroların da düzen dışı, yurtsever bir iktidar perspektifleri yoktu, tersine onlar, anılan düzeniçileşme sürecinin kadrosal ürünleri idiler. Dolayısıyla “tencere yuvarlanmış, kapağını bulmuştu!” İmralı’da dayatılan “Demokratik Cumhuriyet” tezi, sömürge egemenliğini itirazsız kabul etme, kendi geleceği ve kaderi üzerinde söz ve karar sahibi olma hakkından kesin bir biçimde vazgeçme teziydi, katışıksız resmi sömürgeci bir tezdi. Bu, tam ve mutlak anlamda iktidar düşüncesinden ve perspektifinden kopmak, her açıdan iktidarsızlaşmak anlamına geliyordu.
“Bağımsızlık gerçekleşmesi olanaksız bir hayaldi, federasyon ve özerklik mi, onlar, Kürtlerin çıkarına değildi. En doğrusu ve çözümleyici olanı, kimi kültürel hakları tanınmış demokratik cumhuriyetin onurlu bir vatandaşı olmaktı!” Bunun anlamı, resmi ideoloji ve sömürge rejimi bağlamında gerektiğinde belediye başkanı, milletvekili, hatta başbakan dahi olunurdu. Bunun engelleyen mi vardı? Bunun tek bir koşulu vardı: Cumhuriyetin temel niteliklerini kabul etmek ve bunları yaşam ve siyaset düsturu olarak benimasmek!
Dayatılan ideolojik ve politik kalıplar bunlar, ama bir de daha diri duran devrimci yurtsever dinamik, on yıllardır kazanılan mevziler ve refleksler var. Dolayısıyla bu traji-komik oyunu oynadıklarında Kürt sosunu da ihmal etmemeye özen gösteriyorlar…
Açık ki ortada halkımızın özgürlüğünü, kendi kaderini belirleme hakkını bir iktidar perspektifi olarak algılayan ve yerel yönetimlere bu bağlamda yaklaşan bir çizgi, bir tartışma ve bir seçenek yok. Var olan ise sisteme yamanmak isteyen Kürt egemen ve orta sınıflarının küçük çıkar hesaplaşmalarından, “yarışı”ndan başka bir şey değildir!
Bu seçimlerde bu perspektife sahip tek bir aday, tek bir parti, tek bir etkinlik, bir proje var mı? Biz böyle bir şeye tanık olmadık. Eğer mücadelenin ortaya çıkardığı iktidar olanaklarını özgürlük perspektifine bağlayan bir çizgi ve kadro olsaydı, o zaman yerel yönetimler için bir proje sunmak anlamlı olurdu. Halk inisiyatifine dayalı, halk komitelerinin denetlediği kadrolar ve meclisler oluşturmak, giderek bunu yarının oluşacak genel iktidarının yerel bir ayağı haline getirmek olanaklı olabilirdi. O zaman yerel seçimler, yerel seçimlerde sergilenen yarış daha bir anlamlı olurdu. Ama ortada bu türden bir politik strateji yok, buna bağlanmış bir yerel seçim politikası da yok. O halde yapılan ne?
Yapılan şu: Seçim meydanlarında, seçim propagandalarında Kürtlerden, onların ulusal ve demokratik haklarından, mücadelenin değerlerinden bolca söz edilecek. Ama özünde yapılan yarış ise çıkar kapma yarışından başka bir şey olmayacaktır. Sorun, yerel yönetimi almak, sömürge egemenliği meşrulaştırmak ve o bağlamda “halka hizmet” sunmak, yani yol, elektrik, ulaşım, temizlik, sağlık, kanalizasyon, çevre vb. sorunları çözmek değildir. Bunlarla ilgili bir şeyler yapılmışsa, biraz da ahlaki bir duruş sergilenmişse yapılan uygulamaları başarı olarak tanımlamak mümkün mü? Sorun yerel çapta halka götürülen hizmet, halka gösterilen sıcaklık ve “dürüst” olmak değildir. Bunların tümünü sömürgeci partilerden birileri de yapabilir. Sorun, halka hizmeti belli bir anlayış ve perspektif bağlamında, halkı gerçek iktidar gücü haline getirecek anlayış ve pratiklerde düğümleniyor. Ulusal bilinci geliştiren, halk inisiyatifini esas alan, bunu örgütsel biçimlere dönüştüren, bunun deneyimini geliştiren bir yönetim politikası anlamlıdır ve genel sömürge yönetimini zorlayan bir işlev görebilirdi. Ama ne yazık 5 yıllık yerel yönetimler deneyimi bunların kıyısına bile yaklaşmadı. Dolayısıyla değerler adına yapılan değerleri, olanakları bireysel çıkarlar için ayaklar altına almaktan başka bir şey değildir…
Gerçeklik en genel ve kaba çizgileriyle böyle. Bu durumda ne yapmak, seçimlerde nasıl bir politika izlemek gerekir?
Öncelikle mevcut durumu, bunun devrimci yurtsever düşünce ve politikalarla olan karşıtlığını ortaya koymak gerekiyor. Bununla birlikte devrimci yurtsever yerel yönetim politikasının propagandası yapılmalıdır. Öte yanda İmralı tasfiyeciliğinin devrimci iktidar perspektifini yok etme çabalarını teşhir etmek, SHP ile yapılmak istenen “işbirliği” adına yasal mevzileri tümden tasfiye etme operasyonunu, bunun devlet eksenli bir operasyon olduğunu teşhir etmek üzerinde durulması gereken diğer bir noktadır. Bu temel noktaların dışında yürütülen çekişmelerin gerçek anlamını, yozlaşmada yaşanan somut olguları ortaya koymak ve teşhir etmek üzerinden atlanmaması gereken başka bir konudur.
Hiç kuşkusuz sömürgeci partilerin, devletin yerel yönetimler politikalarını somut örnekleriyle teşhir etmek de vazgeçilmez bir görevdir.
Yukarda kısaca özetlemeye çalıştığımız anlayış ve perspektif doğrultusunda seçimlere katılan adaylar var mı? Yoksa, böyle adayları ortaya çıkarmak mümkün mü? Bu sorulara olumlu yanıt verebiliyorsak bu adayları desteklemek devrimci yurtseverliğin bir gereğidir. Yoksa tasfiyeciliğin somut gerçekleşme zemini ve etkili politik aracı haline gelen Dehap ve onunla işbirliği yapan parti ve adayları desteklemek tasfiyeciğin değirmenine su taşımaktan başka bir şey değildir.
Tasfiyeciliğin değirmenine su taşımak değil, onu temelleriyle tasfiye etmek devrimci sosyalistlerin, yurtseverlerin görevidir!