Read Time:8 Minute, 43 Second
TASFİYE SÜRECİNDE BAŞKA BİR OPERASYON: “SHP-DEHAP İTTİFAKI!”
Serhat ARARAT
“SHP-DEHAP İttifakı”nı tırnak içine aldık. Çünkü gerçekte ortada gerçekleşen olgu, bir ittifak veya işbirliğinden çok, devrimci yurtsever değerlerin yasal zemindeki kalan mevzilerini tasfiye operasyonudur! Başka bir deyişle bu, İmralı çizgisinin yasal zeminde daha üst düzeyde kurumsal ifadeye kavuşturulmasıdır.
Uzun süredir devam eden “SHP-DEHAP ittifak” çalışmaları, “seçimlere SHP listelerinde katılım” kararıyla başka bir düzeye geldi. DEHAP kendi kimliği ile değil, adaylarını SHP listelerinde belirleyecek ve seçimlere SHP adıyla girecektir. yapılan açıklamalar ve açıklanan “Ortak Program” ile bu “ittifak”ın seçimlerden sonra da sürdürüleceği ve kalıcı bir model haline getirileceği anlaşılıyor. Zaten geliştirilen operasyonun mantıki sonucu da bundan başkası değildir.
İlk planda şu soru herkesin aklına geliyor: Neden DEHAP adıyla değil, SHP adıyla?
Bu sorunun yanıtı basit teknik gerekçeler olamaz. SHP çatısı altında seçimlere girmek, dayatılan operasyonun bir gereğidir. DEHAP adına seçime girilse bu, tasfiye operasyonun ruhuyla bağdaşmazdı, dahası beklenen sonuçlara ulaşmak da büyük ölçüde olanaksızlaşırdı. Sorun, burada seçimlerde çok oy almak, çok sayıda belediye ve yerel meclis üyeliğini kazanmak değildir. Bunlar bu operasyonda ikinci planda kalan unsurlardır. Operasyonun özü, ideolojik ve politik tasfiyeyi örgütsel-kurumsal düzeyde derinleştirerek sürdürmek ve Kürtleri Cumhuriyetin uysal birer vatandaşları haline getirmektir. Bu, “fırsat verilirse hizmet etmeye hazırım” sözünün de pratik bir ifadesinden başka bir şey değildir.
Anılan operasyonun somut sonuçlarına geçmeden önce SHP ve Karayalçın ile “Ortak Program” hakkında bir kaç söz söylememiz gerekiyor. Hemen hemen her Kürt Karayalçın’ın kim olduğunu ve devrimci yurtsever mücadele karşısındaki tutumunun ne olduğunu bilir. 1993-1995 Özel Savaş Konsepti olarak tanımlanan kanlı sürecin en etkin uygulayıcılarından birinin M. Karayalçın olduğunu hatırlatmak yeterlidir sanırız. Bu dönem Kürdistan tarihinin en kanlı ve kirli dönemlerinden biridir. Binlerce köy boşaltıldı, milyonlar yerinden yurdundan edildi, binlerce “faili meçhul” cinayet işlendi, on binlerce insan işkencelerden geçirilip zindanlara tıktırıldı, yüzlerce insan kaçırılarak kaybettirildi. Devlet çeteleşti, özel savaş çeteleri devletleşti. İşte bu dönem, Çiller ile birlikte M. Karayalçın adıyla anılır oldu. Şimdi elleri bu kadar Kürt halkının kanına bulaşmış biri başka bir operasyonun önemli bir aktörlüğünü yapıyor. Karayalçın, dün kanla, faili belli cinayetlerle, yakıp yıkma ve göçertmeyle, kirli savaş yöntemleriyle ulusal kurtuluş mücadelesini bastırma hareketinin önemli bir figürü iken bugün, bilinç, ruh ve bellek katliamının, bütün devrimci yurtsever değerleri tasfiye etme operasyonun başka türlü aktörlüğünü oynuyor.
Rastlantı mı?
Devletten ve onun gerçek iktidar organından bağımsız mı?
Değişen Karayalçın değil! Karayalçın ve SHP daha önce yayınladıkları rapor ve açıklamalarda, “etnik bir grup olarak Kürtlerin” ve kültürel haklarının tanınmasını, “Türkiye üst kimliği” altında “alt kimliklerin” kabulünün bir zenginlik olduğunu savunuyordu. Bu, aslında Kürtlerin kölelik statüsünün bir iki fırça darbesiyle devam ettirilmesinden başka bir şey değildi. Bu yaklaşımda, Kürtlerin ulus olarak, Kürdistan’ın ülke olarak varlığı ve bundan kaynaklanan temel ulusal hakları reddediliyordu. Kürtlerin “Türkiye üst kimliği” ile “yurttaşlık” bağı ile, “etnik kökeninin kabulü” ile TC’ye bağlanması görüşü, 1990’ların başında yaygınca tartışılan bir konuydu. Bugün İmralı ile bu görüşlerin daha geri ve daha da içi boşaltılmış bir versiyonu dayatılıyor.
Açıklanan “Ortak Programda” şu sözler tasfiye operasyonun özünü çok iyi özetlemektedir: “Kurtuluş Savaşı sonrası oluşan Cumhuriyetimizin kuruluş ilkelerini, felsefesini, inanç özgürlüğünü ve ülke bütünlüğünü yok eden, toplumumuzu kendi ideolojisi doğrultusunda şekillendirmek için sürekli girişimlerde bulunan AKP iktidarının geriletilmesi mutlaka zorunludur. Bunu da ancak güçlü bir demokratik birliktelik sağlayabilir.” Bu sözlerle AKP hükümetinin ne büyük tehdit ve tehlike olduğu vurgulanıyor, ama bizi ilgilendiren alıntının bu unsurları değil. Bizi ilgilendiren TC’nin Kürtlere “Cumhuriyetimiz” olarak kabul ettirilmeye çalışılması ile temel alınan ilkelerin “ Cumhuriyetimizin kuruluş ilkelerini, felsefesini, inanç özgürlüğünü ve ülke bütünlüğünü” biçiminde ifade edilmesidir. TC’nin, kuruluş ilkeleri nedir, kuruluş felsefesi ve ülke bütünlüğü ne anlama geliyor? Herhangi bir Kürt veya başka bir insan bunları ifade ettiğinde nasıl değerlendiriliyordu?
Öcalan İmralı’da öyle “buyurmuş”tu: “Cumhuriyeti Türkler, Kürtler birlikte kurduk, ortak vatanımız ve devletimiz, İngiliz kışkırtmasıyla ortaya çıkan isyanlar yüzünden haklarımızı vermedi, veremedi. Daha sonraki yıllarda Cumhuriyette yaşanan oligarşik bozulma, inkarcılık ve isyan sarmalını da yarattı. Ben şimdi Cumhuriyetin kuruluş ilkelerini ve felsefesini savunuyorum.” Şimdi açıklanan ortak programda da hemen hemen aynı düşünceler savunuluyor. Cumhuriyetin özü, kuruluş felsefesi, halkların inkarı ve reddi değil mi? Bu inkar ve ret kan ve kırımla gerçekleşmedi mi? Kurbanın bu kadar celladına tapınması başka nerede görülmüştür?
Aynı programın başka yerinde benzer ifadeler tekrarlanmakta ve Cumhuriyetin özününün uygulanması istenmektedir. Birlikte okumakta yarar var:
“Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesinin özü, Türk, Kürt ve farklı etnik kökenlerden gelen tüm yurttaşlarımızın hak ve görevler açısından ayrımsız eşit olduklarını içermektedir. Bu, Cumhuriyetimizin en temel ilkesidir. Bu ilkenin gereği olarak etnik kökenleri ne olursa olsun tüm yurttaşlarımız, dillerini, kimliklerini, kültürlerini özgürce geliştirme hakkına sahip olmalıdırlar ve her düzeyde ülke yönetimine katılabilmelidirler. Bir kesim yurttaşımızın farklılıkları görmezden gelinerek dil, kültür ve kimliği üzerinde baskı kurularak ülke yönetimine demokratik katılımlarının engellenmesi kabul edilemez. Bunun için de toplumun beklentilerini karşılayacak gerekli demokratik düzenlemeleri zaman yitirmeden yapacak, Kürt sorunu başta olmak üzere ülkemizin acil çözüm bekleyen temel sorunlarını demokratik yöntemlerle çözecek güçlü bir demokratik birliktelik temel gereksinim haline gelmiştir.”
Cumhuriyetin kuruluş felsefesi ve temel nitelikleri kabul edildikten sonra, ardından Kürt sorunundan söz etmek, bunu da dil ve kültürel kırıntılar düzeyine indirgemek sömürgeci sistemin her yetkilisi için kabul edilebilir bir şeydir. Dolayısıyla aktardığımız bu paragrafta “kimlik”, Kürt sorunu”, “dil, kültür, kimlik” kavramları aldatıcı olmamalıdır. Bu içi boş sözler, Kürtlerin ağzına çalınmış ballı zehirden başka bir şey değildir!
Gerçekleştirilen operasyonla Kürtlere verilmek istenen mesaj şu: TC’nin Demokratik Cumhuriyet (DC) haline gelebilmesi, solun ve demokratik güçlerin en geniş ittifakından geçer! SHP ile yapılan ittifak da bunun en güçlü adımlarından biridir!
Peki SHP’nin sol ve demokrasiyle herhangi bir ilişkisi var mı? SHP, devlet solu değil mi? İmralı Partisi de gerçek anlamda devlet partisidir, ama bunun tüm Kürt halkına yedirilmesi, Kürt potansiyeli ve dinamiğinin eritilmesi bir çırpıda mümkün olamıyor. O nedenle tasfiye ve imha operasyonunun zamana yaydırılması ve her aşamada etkin araçlarla takviye edilmesi gerekiyor… Yapılan da bu…
Yasal zeminde biriken gücün, yakalanan mevzilerin tasfiyesi ve devlet için bir tehlike olmaktan çıkarılması, önce kontrol altına alınması ve giderek eritilmesi gerekiyor. İşte SHP ve Karayalçın’a yüklenen misyon bundan başkası değildir.
Devlet solu SHP’nin Kürdistan’da ciddi bir varlığı kalmamıştı. Anılan bu operasyonla Kürdistan’a taşınacak, Kürtlere yedirilmeye, böylece Kürtlerin belleği silinmeye çalışılacak! Düşünceleri ve hesapları bu…
DEHAP yöneticilerinin, İmralı Partisinin yöneticilerinin bu operasyonun gönüllü ayakları olduğu açıktır. Onlar varlıklarını devletin vereceği olanaklara ve kendilerinin önlerine atacağı kırıntılara bağlamışlardır. Onlar, küçük ayak oyunlarıyla aday olma, seçilme ve buradan bireysel çıkar elde etme hesabı içindedirler. Dolayısıyla ulusal bir davaları kalmamıştır. Ama bütün bu değerlerin yaratılmasında katkı sunan yurtsever halkın ve gerçek yurtsever bireylerin çok açık bir biçimde sürdürülen bu tasfiye operasyonuna kayıtsız kalmaları, dahası desteklemeleri anlaşılır olmakla birlikte kabul edilmez bir durumdur.
Kürt ve Kürdistan adına ne varsa her şey tasfiye ediliyor, bunun en son aracı, Öcalan’ın talimatıyla SHP eliyle yürütülen “işbirliği” operasyonudur. Bu operasyona karşı çıkmak, bu “ittifakı” devletle bütünleşme, devrimci yurtsever değer ve mevzilerin tasfiyesi olarak değerlendirmek ve en etkin bir biçimde teşhir etmek, yerel seçimlerde bu tasfiye blokuna karşı etkin bir biçimde durmak devrimci yurtseverliğin kaçınılmaz bir gereğidir.
Halkımızın, devrimcilerin ve yurtseverlerin yapması gereken budur!