Read Time:45 Minute, 37 Second
ÖCALAN GERÇEKLİĞİNDE KADIN VE SEVGİ SORUNLARINA YAKLAŞIMDA ELEŞTİREL ÇERÇEVE VE ÇÖZÜM ÖNERİLERİ KONUSUNDA BİR KAÇ SÖZ (2)
Mahsum Hayri PİR
(Bu yazı www.d-cizgi-savascilari.com sitesinden alınmış ve yeniden gözden geçirilmiştir)
ÖCALAN SİSTEMİ VE SEVGİ
Öcalan’ın kadın sorununa yaklaşımında sevgi politikası çok önemli bir yer tutmaktadır. Öcalan’ın sevgiyi ele alış biçimi, insana, değerlere, devrimci çizgiye yaklaşımının aynası gibidir. Bu aynaya bakanlar nasıl bir toplum istenildiğini de görebileceklerdir. Öcalan sistemi ve sevgi konusunu üç başlık altında ele alacağız.
Birincisi, “sistem”de sevgi nasıl ele alındı? Ortaya konulan anlayış neydi? Teorisi, pratiği nasıl gelişti? İkincisi, sistemin sevgi anlayışı ve pratiğinin ideolojik-politik, ruhsal ve sosyal sonuçları, kişiliklerde yarattığı etkiler, tahribatları nelerdir? Üçüncü olarak da doğru sevgi anlayışı nedir, ne olmalıdır?
a) Öcalan’ın sevgiye yaklaşımı. Öcalan sisteminin temel yasası, her şeyin denetim altına alınması, denetimde tutulması ve mutlak iktidarına tabi kılınmasıdır. Öcalan bütün parti ilişkilerini, kadroları egemenliği altına nasıl aldıysa, aynı ilişki biçimini kadın üzerinde de kurmak istemiştir. Tek kişinin egemenliğinin teorisini, pratiğini, ilişki ve örgütünü geliştirmeye çalışmıştır. Kadını da tek başına hükmettiği bir mülk ve iktidar alanı olarak görmüştür. Bu yaklaşımın doğal bir sonucu olarak, kadını ve erkeği her açıdan denetim altına almayı zorunlu gömüştür. Sevgi veya duygular dünyası denetlenmeden, duygular alanı Öcalan iktidarına tabi kılınmadan, sistemin bütün boyutlarıyla oturması mümkün değildir. Bu nedenle ruhları teslim almaya çalışmış ve varolan bütün parti değerlerini kullanmıştır. Kadın-erkek ilişkilerinin parti içinde ele alınış biçimini daha iyi kavrayabilmek için öncelikle bu ilişkinin tarihçesine ve doğasına bakalım.
Tarih boyunca kadın ve erkek arasında bir ilgi yaşanmıştır. Gerek burjuva toplumlarda, gerek diğer toplumlarda kadın ve erkek arasında sosyal ilişki, bunun duygu akışı ve buluşması olmuştur. Duygu ilişkisi farklı kültürlerin, ideolojilerin etkisi altında şekillense de sürekli var olagelmiştir. Sınıflı toplumlarda bu durum kadının aleyhine gelişmiştir. Kadının erkek tarafından sahiplenilmesi, onun malı-mülkü haline getirilmesi temelinde de olsa, kadınla erkek arasında günümüze kadar bir buluşma yaşanmıştır. En sevgisiz ilişkilerde dahi belli bir buluşmanın sağlandığı bir duygu alışverişinin olduğu gerçektir. Bu ilişki, dar anlamda iki kişiyi ve onların iç dünyasını doğrudan ilgilendirdiği için “özel” bir alandır. Toplumu genel anlamda ilgilendirse de “özel”, özerk bir alandır.
Egemen sınıflar insanların bu duygularını denetlemeye, yönlendirmeye çalışmışlardır. Ortaçağda Katolik kilisesi kadın-erkek ilişkilerini, evlilik kurumunu sıkı bir denetime tabi tutmuştur. Çünkü gerçek iktidarın insanların ruhlarında kurulacağını, duyguların kontrol altına alınmasıyla iktidarın bütün ayaklarıyla kurulacağını ve oturacağını biliyorlardı. Bu nedenle insanların bütün varlıklarıyla tek bir güce kendilerini adamalarının zeminini yaratmışlardır.
Öcalan da kendi kişilik ekseni etrafında kurduğu sisteminde her şeyi kendine mal edebilmesi için ruhlara yönelmeyi gerekli görmüştür. Bu nedenle kadın-erkek ilişkilerini, duygular boyutunu denetim dışı, özgür bırakmamıştır. Örneğin kural olarak "Siz birbirinizi sevemezsiniz"dememiştir. İlişkileri düzenlerken genel bir anlayış olarak bunu söylese de "Birbirinizle ilişki kuramazsınız, yasak. Ruhunuzla, bedeninizle, emeğinizle, her şeyinizle bana aitsiniz ve sizi ancak ben yönetebilirim" dememiştir. Bu kabalıkta yönelmesi de mümkün değildir. Kendisi açısından da politik olmayacağından çıplak, açık bir şiddeti tercih etmemiştir. Çünkü zor, devrimci inançları uğruna mücadeleye katılanlar için bağlayıcı olmaz. Bu nedenledir ki, amacını gerçekleştirmek için inceltilmiş bir teoriyle yönelmiş, bunun politik-örgütsel araçlarını geliştirmiştir.
Sınıflı toplumdaki büyük sevgisizlik ortamını değiştirip gerçek sevgiyi yaratmak isteyen devrimcilerin arayış, özlem ve tutkularını tutsak almayı istemiştir. Bunu yaparken de, "kadın ve erkek özgürleşmelidir. Aralarında özgür bir ilişki geliştirmelidir. Özgürlükle, savaşla insanların duyguları çiçeklenir, ruhu zenginleşir. Sevginin ortamı da doğar. Biz, sömürgeciliğin, sınıflı toplumların, erkek egemen anlayışların körelttiği, çarpıttığı, çoraklaştırdığı duygular dünyasını devrimci mücadelemizle, büyük duygu savaşıyla geliştirmeye çalışacağız. Dolayısıyla bizim devrimimiz bir sevgi ve özgürlük devrimidir. Özgürlük olmadan sevgi olmaz. Savaş olmadan sevgi olmaz" demiştir. Bu söylenenler doğrudur. Özlemlerimizin bir ölçüde devrimci sınıf bakış açısıyla ifade edilişidir. Önümüze devrim hedefi koyuyor ve iktidar mücadelesi veriyoruz. Özgürlük, bağımsızlık, sosyalizm temel yaşam gerekçelerimiz…
Kurmak istediğimiz toplum projesi, bu proje içinde insan ilişkileri, duyguları vb. bizi temelden ilgilendiriyor. Bilindiği gibi toplumsal yaşamda insan bir bütünlüğü temsil eder. Dolayısıyla insan kişiliği de bir bütündür. Düşüncesiyle, duygularıyla, ilişkileriyle, yaşamıyla, hayalleriyle bir bütündür. Salt politik bir ilişki istemez. Politik mücadelenin amacı daha güzel, daha özgür ve sömürüsüz bir toplumu yaratmaktır. Devrimci savaş insanın sürekli aradığı cennet toplumu kurmak için verilmektedir. O halde cennetin insanını, ilişkilerini de bugünden yaratmak gerekmektedir. Bu toplumun kadın ve erkeğini, bunların çekirdek ilişkisini bugünden yaratmak gerekir.
Bu doğrular söylenegelmiştir. Öte yandan ise bu doğrular Öcalan sisteminin oturtulmasında araç olarak kullanılmıştır. Bunun nasıl yapıldığına bakmakta yarar var. Özlemlerimizin ifade edilişi, kimi zaman da doğru biçimde formüle edilmesi, yaklaşımın bir boyutu ve sistemin oturtulmasında bir aşamadır. Diğer bir yanı ise doğruların boşa çıkarılması, yaşamda bizler için bir bağlanma ve aynı zamanda illüzyon nedeni haline getirilmesidir.
Kişi amacı doğrultusunda yaşadığını düşünmüş ve büyük bir yanılsama içine çekilerek gözü boyanmıştır. Bu doğrular büyüyen bir devrim gerçekliği içinde belirtildiğinden herkes ütopyasının gerçekleşebileceğini sanmış ve yanılsamaya daha çok bağlanmıştır. Sistemin temel doğruları nasıl kullanıp boşa çıkardığını kavramak önemli. Örneğin özgürlük savaşı verildiği bir doğrudur. Savaş dar anlamda ele alınmıyor. Yalnızca silahların kullanıldığı bir savaş verilmiyor. Mücadele, çok yönlü yaşanıyor. İnsanın kendi içinde kendini değiştirmek, dönüştürmek doğrultusunda verdiği bir savaş var. Düşmana karşı mücadele de bu savaşın bir parçası. Dolayısıyla özgürleşme ile savaş arasında doğrudan bir ilişki vardır.
Bütün bunlar belirtildikten sonra ise "Zaferi olmayanın, ülkesi olmayanın aşkı olmaz. Bir başarıya imza atmayanın sevgisi de olmaz" deniliyor. Bu sözlerin anlamını, bugün gelecek topluma ait olan güzellikleri yaşayamazsınız şeklinde değerlendirmek gerekiyor. Açık ki, önce doğrulara, hedefe kilitleniyor, ardından ise boşa çıkarılıyor. Özcesi gözler boyanıyor, oyalamaya dönük yanılsamalı durum yaratılıyor. Gerçeklik ise salt söz düzeyinde formüle edilenlerle sınırlı değil.
Öcalan’ın bu konudaki gerçek yaklaşımı, ilkeleri anlamsızlaştıracak, pratikte bütün gerçekleşme olasılığını ortadan kaldıracak tarzdadır. “Sistem” için geçerli olan ve gerçekleşen de odur. "Önce kendini halletmen, kendinde zaferi gerçekleştirmen gerekiyor. Bir kuş bile yuva yeri olmadan yuva yapamaz. Harap olmuş bahçede çiçekler bitmez. Bunun için bir gül, çiçek bahçesinin yapılması gerekir. Bunun için de güçlü politikacı, güçlü bir örgütçü olmalısınız" denilmektedir. Bu sözlerle, formüle edilen arayışların somut, gerçekleşme olanaklarını da ortadan kaldırmaktadır. Çünkü Öcalan’a göre herkes başarısız ve başarıyı yakalama şansından yoksun olduğundan, hiçbir şekilde ilişkilerini düzenleyemez, irade gösteremez, özlemlerine anlam veremez. Zaferi olmayan biri sevmeye cesaret edemez.
Sevgi, insan doğasının ve toplumsal bir varlık olarak insanın ruhsal dünyasının en önemli bir öğesi ve en güzel duygusudur. İnsan ruhunu, ilişkilerini, kişiliklerini yaşam ve çalışmalarını etkileyen önemli bir öğedir. Yöneleceği bir hedef arar ya da aramaya çalışır. Bu alanın kendine özgü yasaları vardır. Genel toplumsal yasaların etkisi altındadır. Aynı zamanda bu yasalarla iç içe geçen bir doğallık da söz konusudur. Doğal yasa, toplumsal bir nitelik kazanmıştır. Ama kendine özgüdür. Karşılıklı ruhsal akış içinde seyreder. Öcalan ise "savaşta başaramayan bir insan sevgiye cesaret edemez" diyerek aslında şunu demektedir: "Yaşamını katlet, bu toplumsal yasayı yok et!" Bu insan ve toplum gerçeğine karşı geliştirilen bir dayatmadır. Bu dayatma bir de yönteme kavuşturuluyor. Duygular dünyasının çözümlenip yeniden biçimlendirilmesi adı altında ilişkilerde yabancılaşma yaşanıyor. Sistemin baskısı altında kalan herkes kendine "biçim" vermek zorunda kalıyor. Bu biçim, verili toplumsal koşulları aşma, devrimci ilkeler doğrultusunda yaşamı örgütleme ve savaş açma değildir.
Belirtilmesi gereken bir önemli nokta da “sistemin” ruhları çoraklaştırma hareketine rağmen sevginin yasaklanamayacağı gerçeğidir ve Öcalan bu gerçeğin farkındadır. Sevgi yasaklanamaz, mutlaka kendine bir yol bulur. Yasaklı bir ortamda çarpık biçimlenir. Ya da yanlış bir zeminde uç verir, ama kendine bir yol bulur. Sisteme rağmen gerçekleşecek olanı önlemek için de sevginin yerinin doldurulması ve bir hedefin gösterilmesi gereklidir. Bu hedef de kendisidir. Vatan sevgisi, karşı cinse duyulan sevgi, devrim ve yoldaşlık sevgilerini parçalayarak, tek sevgi kaynağı olarak kendisini göstermiştir. Sevginin tek ölçüsü ve bir tek sevgi vardır. Öcalan’ı seven vatan, devrim yoldaşlık sevgisine anlam kazandırabilir. Öcalan’ı sevmeyen başarılı olamaz, eli kolu bağlanmış bir konuma düşer. Tek sevgi kaynağı Öcalan’dır. Arkadaşlarla yaptığı “monologlarda”, her açıdan kendisini çözümlemiş, kusursuz, sevgi, cinsellik, estetik, toplumsal gelişmenin kaynağı, en mükemmel düzeyi yakalamış biri olarak tanımlar. Hiç kimse bu durumu tartışma konusu yapamaz.
Yine hayatın karmaşık boyutlar taşıdığının, insan kişiliğinin karmaşık, çelişkili, çatışmalı, dinamik öğeler içerdiğinin bilincindedir. Her şeye hakim olamayacağının, ruhları denetleyemeyeceğinin farkındadır. O nedenle de arkadaşlara karşı güvensizdir, kuşkuludur. "Benim arkamdan bir sürü şey yapmışsınız" demektedir. İnsana, topluma, devrime ait olan her değer, ilişki bir kişinin tekeline girerse orada doğal olarak bir çatışma yaşanacaktır. Yoldaşlık ortamında hiç bir şeyi paylaşmazsa, emeğe el koyma büyük bir huzursuzluğun ve patlamanın da zeminini yaratır. Mahir Sayın ile yaptığı röportajda bu durum dile getiriliyor. Sayın, "Bütün gelişmeler senin ekseninde oluyor, bu bir ölçüde normaldir, ama sakıncalıdır da. Ve giderek Mao, Kim Sung, Stalin gibi bir kişi kültü de yaratılıyor" demektedir. Öcalan da kişi kültünü yarattığını, kişileri kendisine bağlayacağını, partilerin en doğal insani ihtiyaçlarını olanaksızlaştırarak çıldırtma noktasına getirdiğini ve bağladığını çok açık ifade etmektedir. Açık ki, burada büyük bir despotizm, kişilikler üzerinde oynama, özgürlük önüne dikilen duvarlar vardır. Toptancı bir yönetim kurulmuş, emekler ise gasp edilmiştir.
Öcalan herkese karşı güvensiz, sevgisiz, adaletsiz ve kuşku içindedir. Kendisine komplo yapılabileceği şüphesini sürekli taşır. Oral Çalışlar ile yapılan bir röportajda, kimsenin Öcalan’ı sevmeye cesaret edemeyeceğini belirtir. Çalışlar’ın, "Ya sevdiyse, gelip sana söylerse ne diyeceksin" sorusu üzerine de Öcalan, "Söyleyeceğim ilk şey, bana komplo yapmayacaksın" olur. Ona göre en sıradan yaklaşımın temelinde dahi komplo vardır. Tarihte kadın erkek ilişkilerinde, kadının komplo unsuru olarak kullanıldığı görülmüştür. Ancak bütün ilişkilerin böyle gelişeceği anlamına gelmez. Geliş biçimi, yaklaşımlar gerçekten sevgi ilişkisi mi, yoksa sevgi ilişkisini komplonun bir aracı olarak kullanma amacı mı taşıdığını ortaya çıkarır. Burada Öcalan’a yön veren iktidar hırsı, iktidarı hiç kimseyle paylaşmama eğilimidir. Bu eğilim, güvensizlik ortamını yarattığı gibi onun da nasıl bir güvensiz ruh hali içinde olduğunu özetler. Öcalan sistemi her şeye el koysa da hep kuşku içindedir. Sistem ne kadar güçlü olsa da yarattığı çelişkiler vardır. Tek tek bireyler bu çelişkilerin bilincinde olmasalar da o iç çatışmalar aynı zamanda “sistemin” en zayıf noktalarıdır ve “sistem” için en büyük tehlikedir. O nedenle duygular alanının kontrol dışı kalmasını önlemiştir.
b) Öcalan’ın sevgi anlayışının sonuçları. Sistemin yasakçı mantığı, sosyalist toplumun özgürleştirici ilişkileri söyleminin ardına gizlenerek teorileştirildi. Sevgi politikası ile ruhlar büyük bir baskı altına alındı. Öcalan’ın yaklaşımlarının anlamına ve sonuçlarına bakmakta yarar var.
Sömürge koşullarında da olsa yaşamın sürdüğünü, toplumun yasalarının işlediğini biliyoruz. Devrimcinin görevi bunları yok etmek değildir. Kaldı ki toplumsal yasaları yok etmek mümkün değildir. Ancak yasaları yadsınırsa, yaşamın doğal akışı gereği sevgi de ifade olanağını yaratamadığı zaman bir yol bulacaktır. Bu durum sert kayalarda çarpık-çurpuk açan çiçeklere ve kaya diplerinde eğri büğrü çıkan otlara benzer. Bu çiçeklerin gelişme şansı yoktur. İnsan ruhu da şu veya bu biçimde, en sağlıksız koşullarda bile kendine yaşam alanı açar, gelişir, çiçeklenmeye çalışır. Ama bu çabanın sonuçları çarpıklıkları, çoraklıkları getirir. Öcalan sisteminin yarattığı sonuçları da buna benzetmek mümkündür.
Eğer yaşam sürüyorsa ve bu yaşamda kurmak istediğimiz yaşam tarzı ve ilişkileri, toplumsal projemizin ön adımı ise, ideolojimiz doğrultusunda kurmak istediğimiz ilişkileri bu günden yaratmak durumundayız. Devrimci yaşam tarzımızın gereği olarak da kadın-erkek ilişkileri biçim kazanmak zorundadır. Savaş koşulları içinde olduğumuz, olağanüstü bir dönem yaşadığımız doğrudur. Devrimde normal sosyal ilişkileri sürdürmek, yeme-içme de dahil, yaşamın en kaçınılmaz ihtiyaçları dahi zorluklarla karşılanabiliyor. Normal bir yaşam sürdürmek zordur. Ancak yine de yaşam devam ediyor. Fakat Öcalan sisteminde kurulan denklem toplumsal gerçekleri, insanı yadsımaktadır.
Kadın-erkek ilişkileri denetimsiz bırakıldığı zaman, ordu bozanlık yapacağı, devrimden kaçacakları, tasfiyeci olacakları belirtilmiştir. Öcalan sisteminde sevgi ilişkisi, en geri güdüler düzeyine indirgenmiştir. Bu tür eğilimler de gelişebilir. Ancak devrimci yaşam, devrimci ideoloji ve ahlak geri yaklaşımları ayıklar. Sosyalist bir ortamda duygular, ilişkiler eğitilir, yeniden yapılandırılır. “Sistem”de ise egemen kılınan yasaklama olmuştur. Burada sorun devrimci yaşamın zorlukları ve savaş koşulları değildir. Kaldı ki Ulusal Kurtuluş Savaşı veren yalnızca biz değiliz. Devrim sadece bize özgü bir olay değildir. Her toplumun yaşamında çok olağanüstü koşullar, büyük felaketler, göçler, savaşlar olmuştur. Ama yaşam durmamıştır. Yaşamın düzenleyici kuralları vardır. Her toplumsal yaşamda ilişkiler ideoloji, kültür, hukuk ve ahlak ölçüleriyle düzenlenmiştir.
Biz devrim iddiası taşıyoruz. Toplumun bütün olumlu olan, yaşayan değerlerini özümsüyoruz. Bunları kendi ideolojik bakış açımızdan geçirerek yeniden üretiyoruz. Kurmak istediğimiz toplumsal sistemin temel değerleriyle, ölçüleri ile birleştiriyoruz. Sosyalist toplumun değer yargılarını, sosyalist bir ahlak ve yaşam anlayışını kurmaya çalışıyoruz. İster olağanüstü durumdan geçilsin, isterse olağan dönemler yaşanılsın, insanlar birbirini severler. Cinsler de birbirini sever. Savaş koşullarında büyük aşklar da çıkmıştır. Ancak maddi anlamda buluşmamışlardır ya da buluşamamışlardır. Bu onlar için sorun olmamıştır. Onlarca arkadaşımız devrime evli katılmıştır. Ya da nişanlı olarak gitmiştir. Bazı kaçışlardan söz ediliyor. Elbette bu kaçışların düzene ilgileri olmuştur. Ama bu yasakçı mantık, kaçışların zemini de döşemiştir. Çünkü gelişen duygular akacak bir yer arar.
“Zaferi olmayanın aşkı da olmaz” denildi. Peki bu denklemin tersi daha doğru değil mi? Denklemi şöyle kurmak daha doğru: Sevgisi olmayanın, aşkı olmayanın zaferi olmaz! Sevginin etkilendiği, etkilediği yaşam alanları vardır. Duygular, ruhun temelini oluşturur. Bu alana dışarıdan yapılacak bir müdahale onu parçalar, çoraklaştırır. Dolayısıyla kişinin düşünme yetileri, diğer yetenekleri de sınırlandırılmış olur. Parçalanmış, duyguları kırılmış bir kişi başarılı olamaz. Ruhsal gelişmesinin önüne ket vurulmayan, sosyalist değerlerle yön verilen bir yaşamda ancak sağlıklı kişilik gelişir. İdeolojik, politik olarak ilkeli, ruhsal olarak güçlü sosyal alanda gelişkin bireylerin ilişkileri ancak eşit ve özgürleştirici olur. Sosyalist bir birey o zaman şekillenir. Bu kişiliklerin önünde hiçbir şey duramaz. Böyle bir ortamda sevgi gerçekten motive edici, kamçılayıcı, çalışma şevkini arttırıcı rol oynar. Kişilerin fedakarlıklarını ve cesaretini geliştirir…
İnsanları sakatlayan, daraltan, ruhlarını çoraklaştıran, ruhunun en dinamik öğelerini buzdolabına kaldıran bir yaklaşım değil, tam tersine duyguları çiçeklendiren, güzelliklerin serpilip gelişmesini sağlayan bir yaklaşım gereklidir. Devrimin amacı da budur. Duyguları yaralanmış, ilişkilerde mekanikleştirilmiş, bir yoldaşıyla konuşmaktan kaçar hale getirilmiş kişiliklerden yaşam zenginliği doğmaz. Mücadele enerjisi, azmi, coşkusu, yaşama sevinci gelişmez. Yaşama sevinci ile savaş gücü, savaşma isteği arasında büyük bir bağ vardır. Bunlar, birbirini karşılıklı etkilerler. Yaşama sevincinin olmadığı ya da yaşama sevincini azaltan etkenlerin egemen olduğu yerde mücadele de gelişmez. Bunlar bir bütündür.
“Sistemin” yarattığı en büyük tahribat, ruhsal bütünlüğün parçalanmasıdır. Kilise rahip ve rahibelerinde kişi kendi kendinin bekçisi haline getirilmiştir. Ruhta gelişecek olan en küçük bir kıpırdanma, beğeni, vicdan ateşinde yanmaya yetip de artar. Ortaçağın aforozluların yaşadığı korkunun benzeri “sistem” içinde yaşanmıştır. Herkes kendi savcısı olmuştur. Yaşanan başarısızlıkla veya yenilgilerle bu ruhsal parçalanma arasında doğrudan bir ilişki vardır. Öcalan bunun formülünü de kurmuştur, "Aşkı, sevgisi olmayanın zaferi olmaz" !
Fakat unutulmamalıdır ki, sevgi, emek ve savaş süreci içinde gelişir. Sevgi, aşk bir tasarıyla, önceden planlamayla gelişmez. Sevginin gelişebilmesi için onun ortamının, bir paylaşım ilişkisinin olması gerek. Bu da emek ve savaş ilişkisidir. Belli bir ortaklıkta, güzelliklerde ve birlikte yaratılan değerlerde buluşmanın sağlanması gerekir. Bu da sosyal, siyasal, kültürel ilişkinin ve bağların kurulmasıdır. Her örgütsel ve siyasal ilişkinin sosyal ve ruhsal boyutu vardır. Sosyal ve örgütsel ilişkiler ortamında bazı duygular birbirine akar. Ama bu duygular hesapsız, çıkarsız, hilesiz, herhangi bir şey beklemeksizin gelişen duygularsa ve bir buluşma sağlanıyorsa, bu sevgidir.
Sevginin kendine özgü bir alanı vardır, özerktir de. Diğer alanlarla da bir bütünlük içindedir, öyle olmak durumundadır. Tersi durumunda kişilikler parçalanır.
Sevgiye yaklaşırken, "sevgisi olmayanın başarılı bir pratiği olmaz. O halde ben de sevmeliyim" de denilemez. Sevgi, kendi doğal akışı ve koşulları içinde olmalıdır. Özgün yasaların harekete geçmesi ile gelişebilir. Burada elbette ki ilişkilere, duygulara yön verme ve yapılandırma olacaktır. Bu anlamda da başıboş bir alan değildir. Fakat özgürlüğün en çok kendini geliştirmesi gereken alandır. İki kişi arasında bir ilişki, iktidarlar veya başkaları için denetlenmez bir alandır. Bu anlamda da sevgi, özgürlüktür. Kişi iktidarla çatışır, özellikle de böyle bir sistemle çatışır. Gerçek sevgi, sahiplenme, birbirine el koyma, birbirini kendine mal etme, egemenlik ve bağımlılık ilişkisi değildir. Fakat bağlılıktır, en güzel değerlerde buluşmadır, ruhların sınırsız, hesapsız, çıkarsız akışıdır. Bu ortaklık sevmekle yaratılır. Yani mücadele ve savaşla. Yoldaşlık güzelliklerin en temel zeminidir. Sevgi ilişkisi ise bu zeminde iki kişi arasında gelişir. Zorlama yöntemlerle sevgi yaratılamaz.
“Sistem” sevgiyi ulaşılmaz kılmıştır. Zaferi olan hiçbir yoldaş olmadığından, hiç kimse sevgiyi hak edemez. Kadının seveceği tek kişi Öcalan’dır. Birçok kadın arkadaş aşkı Öcalan’da aramıştır. Soyut, asla ulaşamayacağı bir kişide aranılan aşk sağlıklı olmayan duyguları geliştirecektir. Sistem sevgisiz bir ortam ve kişilikler yaratmıştır. Bilinç altlarına gerçekleştirilen yönelimle herkes geçmişini mahkum eder, hatta lanetler bir konuma itilmiştir. “Sistemin” sonuçlarının en korkunç ortaya çıktığı alan burasıdır.
Öcalan "savaşan özgürleşir, özgürleşen güzelleşir, güzelleşen sevilir" şeklinde bir formül ortaya atmıştır. Burada sözü edilen her iki taraf değil, yalnızca kadındır. Kadın da sevecek olan değil, sevilendir. Edilgen bir konumdadır. Kadına kendini sevdirme, kendini beğendirme rolü verilmiştir. Tek boyutlu ele alınmıştır. Sevme ve sevilme bir bütündür. İkisinin bir birini tamamlaması gerekir. Kadın sevilen nesne olarak kalmamalıdır. Bununla birlikte güzellik kavramının da ele alınması gerekir. Güzelliğin evrensel ölçülere göre bir tanımı vardır. Bu anlamda nesnel kriterleri vardır. Diğer yandan da bireylere, sınıflara kültürlere göre değişen ölçüleri vardır. Daha çok da bireyden bireye değişen öznel ölçüler vardır. Bu anlamda göreli ve değişkendir. Herkese göre bir güzellik anlayışı, güzellik algılayışı vardır. Seven için sevdiği kişi güzeldir, kusursuzdur. Eğer söz konusu ilişkide erkek kadını seviyorsa, sevdiği kadın, bütün kadınların en güzelidir. Burada öznel bir yaklaşım var. Seven ve sevilen birbiri için çok güzel ve kusursuz görünürler. Sevme ve sevilme duygusu onların ruhlarında bir çiçeklenmeyi meydana getirir. Davranışlarında, yaşamlarında farklılaşma, güzelleşme doğrultusunda etkileme yaratır. Sevmek ve sevilmek birbirini tamamlayan iki duygudur. Güzelleşme, elbette bir mücadele sonucudur. Yine güzelleşme gelişme sonucudur. Kültürel, ideolojik, politik, sosyal gelişme çiçeklenme yaratır. Gerçek sevginin koşullarının yaratıldığı bir ortam insanları bütünlüklü geliştirir. O bütünlüğün bir parçası da sevgidir. Sevgi karşılıklı duyguların buluşmasıdır. O buluşma aynı zamanda mücadeleyi de olumlu etkiler, güzelleşmeyi de getirir.
“Sistem”, teorik olarak bazı doğruları belirterek bir yanılsama yaratmış, ardından da politik-pratik, örgütsel tedbirleri geliştirmiştir. Bu nedenle de sevgi politikası sistemin kurumlaştırılmasına en çok hizmet eden bir alan olduğu gibi, sistemin de kendini ruhlara yedirmesinde temel rol oynamıştır.
Bütün tedbirlere rağmen yaşamın temel, nesnel yasalarının önüne geçemediği de gerçektir. Bazıları duygularını dondurarak, içe büzülmeyi ve sevgisiz bir konum içine girmişlerdir. Kimileri platonik düzeyde bir ilgi yaşamış. Bununda gerçekleşme şansı olmadığından kişilikleri parçalamıştır. Bazıları da toplumsal ölçülerin dışına çıkarak mücadele dışı kalmışlardır. Bazıları da düşmana kaçmışlardır. Hepsinin de “sistem”le bağı vardır.
“Sisteme” göre yasak olan bir ilişki yaşandığında ona en ağır cezalar verilmiştir. İnfazlar yapılmıştır. Şiddetle yönelmişlerdir. Uygulanan şiddet psikolojik bir baskı ortamı yaratmıştır. Toplumsal tecrit, ahlaki kınama, yargılama, cezalandırma kişilikler üzerinde baskı ve kuşatma oluşturmuştur. “Sistem” egemenliğini en şiddetli bir biçimde, bu alanda hissettiriyor ve uyguluyor. Bu alandaki en ufak bir açığı ve bir hatayı af etmiyor.
Örgütsel işleyişte, politik konularda yaşanılan hatalara, suç pratiklerine bu kadar sert yönelmemişlerdir. Örneğin Öcalan’ın ifadelerine göre, Cemil Bayık on sekiz arkadaşın öldürülmesinden sorumlu, on üç kişiyi de karargahta, disiplin sağlamak için kurşuna diziyor. Bundan daha büyük suç olamaz. Fakat hala partide en üst düzeyde sorumludur. Bir kadın veya erkek arkadaş belki çocukluktan daha yeni çıkmışlardır, bir duygusal ilişki yaşıyorlar. Anında kurşuna diziliyorlar. Neden? Çünkü “sistem” bu alanda denetim kurduğu ölçüde kendini güvencede hissediyor.
Sevgi, aynı zamanda bir paylaşım ilişkisidir. Sevgi birlikte üretmenin, emeğin bir sonucudur. Her emek ilişkisi, iki cins arasındaki sevgiye dönüşmez ama, emek sevgi bağlarının güçlendirir. Yine iki cinsin sevgileri diğer sevgilerin karşısına konulamaz. Devrim, yoldaşlık, vatan sevgileri birbirlerini tamamlarlar. Ana sevgisi, baba sevgisi, karşı cinse duyulan sevgiyi ortadan kaldırmaz. Karşı cinse duyulan sevgi diğerlerinin önüne geçmez. Bunlar kendi içinde bir bütünlük, bir denge içindedirler. Öcalan sistemi cinsel sevgiyi diğer sevgilerin karşısına koymuş, bunu da teorileştirmiştir. "Ben başka birini sevdim, başarısızlığımın sebebi önderlik sevgisini bir kenara bırakmamdır" denilmiştir.
“Sistemin” yarattığı anlamsız kurallar ve psikoloji, sayısız trajik olayı yaratmıştır. Yoldaşlık sıcaklığını yansıtan bir davranışın, daha farklı yorumlandığı bir ortamda geleneksel toplumlarda bile görülmeyen bir çok acı olay yaşanır. “Sistem” bir çok kurban da yaratmıştır.
Kadını ve erkeği özgürleştirdiği ve sevgi ortamını yarattığı ölçüde her devrim, bir sevgi devrimidir. Duyguların gelişimini, özgürleşmeyi sağlayan her hareket sevginin de yaratıcı gücüdür. Bu anlamda, Kürdistan ulusal kurtuluş devrimi bir sevgi devrimidir ve kadın devrimidir.
Öcalan sisteminde ise, kavramlar başta olmak üzere her şey kadının köleleştirilmesi, duygu dünyasının denetim altına alınarak çoraklaştırılmasında bir araç haline getirildi. Dolayısıyla sevgi de katledildi, sevginin sayısız kurbanı oluşturuldu. Güven zedelendi, sosyal ilişkilerde kişilikler güdük kaldı. İdeolojik, politik, örgütsel anlamda da bu alan Öcalan’a ait görüldüğü için felsefede bir çarpılma, örgütsel alanda bir daralma yaşandı. Yoldaşlık ilişkilerinde sosyalist insanların saygıya dayanan rahatlığı yakalanamadı. Cinsler birbirinin düşmanı ilan edilerek kışkırtıldılar. Birbirine kuşkuyla, kaygıyla bakan insanlar yaratıldı. Kendine, emeğine, birbirine karşı yabancılaşan insanlar doğdu. Yabancılaşmanın, egemenliğin olduğu bir yerde de sevgi gelişmez. sağlıklı ilişkiler gelişmez.
“Sistem” geride çok önemli sorunlar, güvensizlikler, ruhsal yaralanmalar, travmalar bırakmıştır. Bütün bu deneylerden dersler çıkartmamız ve sevgi anlayışını yeniden kurmamız gerekir. Konunun tamamlanması için bu konuda kısaca şunlar söylenebilir.
c) Devrimci Sevgi anlayışı. Öcalan’ın bu konudaki eleştirisi, alternatif bir anlayış ve çözümle tamamlanmadığı zaman ortaya önemli bir boşluk çıkar. Oysa yaşam ve devrim boşluk kabul etmez. Gelecek toplum projemizin netleştirilmesi ve sosyalist yaşam ilkelerimizin bugünden uygulanması açısından sevgi konusunda devrimci bir anlayış ve çözüm politikasını geliştirmek önemli ve gereklidir. Özgür toplum yaratma iddiasında olan her hareketin bu alana titizlikle eğilmesi şart. Yaşamın güzelleştirilmesi, gelişmenin önünün açılması ve özgür ilişkilerin kurulmasında devrimci sevgi anlayışı ve politikası çok önemli bir yer tutuyor. Sevgi anlayışımız özgür insan ve toplum hedefimizin gereği olarak ele almak, bugünün sorunlarından yola çıkarak günübirlik bir alanla sınırlı tutarak oluşturmak doğru değildir.
Sevgi anlayışımızı, Marksist teorinin sorunlara yaklaşımı ışığında, “sistem”den çıkardığımız dersler temelinde değerlendirip, tarih boyunca ulaşılan birikimden ve devrimimizin yarattığı gelişme düzeyinden güç olarak oluşturmak durumundayız.
Bu konuda genel bir çerçeve sunmak önemlidir. Bu genel çerçeve elbette geliştirilmeye, derinleştirilmeye, deneyimlerle zenginleştirilmeye muhtaç bir çerçeve olacaktır.
Sevgi ve kadın sorunu, tarih boyunca ele alınan önemli bir konudur. Bütün ideolojiler, toplumsal sistemler ve dinler bu konuda görüşlerini ortaya koyarak bir kültür ve ahlak oluşturmuşlardır. Her toplumsal sınıf bu alanı kendi çıkarları doğrultusunda düzenlemiş, yönlendirilmiş ve içerik kazandırmıştır. Kadın ve erkek ilişkileri ve cinslerin duyguları bu genel toplumsal gelişmelerden bağımsız değildir. Örneğin sınıflı toplumla birlikte tekeşli evlilik ortaya çıkıyor. Bunun temelinde de özel mülkiyet ilişkileri vardır. Erkeğin mirasını kendi kanından olan çocuklara bırakma düşüncesi, tekeşli evliliği ve kadının eve kapatılmasını getiriyor. Buradaki tekeşlilik kadın için geçerlidir. Erkek için ise diğer kadınlarla ilişki geliştirme tarih boyunca sürmüştür.
Bu durum sorunun ekonomik boyutudur. Bu temel üzerinde bir kültür, bir ideolojik yaklaşım şekillenmiştir. Cinsler adına belirlenen roller, toplumsal konum bireylerin duygularını da şekillendirmiştir. Günümüze kadar tarihin diyalektik işleyişi böyle devam etmiştir. Egemenlik ilişkileri içinde gerçek anlamda sevginin gelişmesi mümkün değildir. Ancak karşılıklı beğenilerin, duygusal bağların, ruhsal bir iletişim ve buluşmanın gerçekleştiği de bir olgudur. Bu duygular mülkiyet ilişkileri içinde şekillendiğinden özgürlüğe ve eşitliğe, her iki tarafın özgürce buluşmasına dayanan duygular değildir. Gelişen duygular üzerinde şekillendiği toplumun ve sınıfın damgasını taşırlar. Sınıflı toplumlarda yaşanan duygusal ilgiler o sınıflı toplumun ideolojisi, ahlakı ve kültürünce belirlenir. Fakat bununla birlikte duyguların kendine özgü bir gelişme diyalektiği de vardır. İdeolojilerin, toplumsal gelenek ve göreneklerin etkisi altında olmakla birlikte bu alandaki ilişkiler, duyguların gelişmesi, çatışması kendine özgü bir yol izler. Kendine özgü yasaları vardır. Biraz özerkleşir de.
Bir: insanların duyguları toplumların geliştirmiş olduğu ideolojilerden, kültürlerden, siyasetten, kısacası, toplumsal bilinç düzeyinden bağımsız değildir. Onun tarafından şekillenir. İki: Toplumsal zemin üzerinde şekillense de kadın ve erkek arasındaki duygusal ilişkilerin, giderek kendine özgü bir alan olarak biçimlendiğini, kendine ait yasalarının olduğunu, görece bir özerkliği yaşadığını kabul etmemiz gerekir.
Devrimci sevgi anlayışının oluşturulması kadın-erkek arasındaki bu tarihsel ilişkinin çözümlenmesinden geçer. Bu ilişkinin toplumsal, kültürel, siyasal ve tarihsel alt yapısının değerlendirilmesi gereklidir. Sınıflı toplumlarda bu ilişkiler eşitliğe ve özgürlüğe dayanmıyor. Egemenliğe dayanıyor Sömürü ve baskıyı içeriyor. Bu anlamda da bir iktidar ilişkisidir. Bir ezme ezilme ilişkisidir. Burada doğal olarak kadın erkek ilişkilerinde yaşanan duygular gerçek anlamda sevgi değildir. Her iki cinsi ve eşit düzeyde güçlendirecek, birlikte geliştirip yüceltecek bir temeli yoktur. Neden? Bir tarafın kendine ait kıldığı bir ilişkide gerçek eşit ve özgür bir gelişmeden söz etmek mümkün değildir. Sınıflı toplumlarda eşitsizliği, köleliği baskı ve sömürüyü üreten evlilik kurumudur. Dolayısıyla sınıflı toplumlar, iki cinsin yücelmesini, gelişmesini sağlayan, özgür kimlikleriyle var oluşunu gerçekleştiren bir zemin değildir.
Devrimci sevgi anlayışı başta her türlü egemenlik ilişkisini, eşitsizlik ve iktidar ilişkisini reddeder. Birinin sahip olduğu, diğerinin de sahiplenildiği bir ilişki biçimini ve bunun üzerinde şekillenen duyguları reddetmek gereklidir. Bunun da ancak devrim mücadelesiyle, kadın özgürlük hareketiyle gerçekleşebileceğini biliyoruz. Eşitsizliği ve köleliği üreten her ilişki biçimini ve düzeni, aile ilişkilerini reddetmek gerekir. Devrimci hareket gerçek anlamda birbirini güçlendiren, bir birbirini bütünleyen, birlikte gelişmenin koşullarını yaratan bir zemin olmalıdır.
Kadın ve erkeğin birliği, toplumsal yaşamın çekirdeğidir. Önemli olan bu ilişkinin maddi temellerinin, ideolojik-kültürel içeriği ve boyutlarının ne olacağıdır. Sosyalizm buna yanıttır. Sosyalizmin kurmak istediği toplum projesi sevgi ilişkisine de yanıttır. Nasıl bir kadın-erkek ilişkisi, nasıl bir toplum sorusuna da yanıttır.
Bizler kadının ve erkeğin özgür olduğu, özgür bir toplum istiyoruz. Bireyin ve toplumun geliştiği, bireyin bütün yaratıcı yeteneklerinin açığa çıktığı, yaşamın her alanının güzelleştiği bir toplumsal sistemi istiyoruz.
Bunu bugünden kuracağız. Bunun yolu da devrimciliktir. Devrimci yaşam, devrimci mücadeledir. Siyasal mücadele bu toplum projemizin temel savaş biçimidir. Çünkü, iktidar mücadelesini vermeden kafamızda tasarladığımız toplum projesini hayata geçirmemiz mümkün değildir. Çalışmamızın, yaşamamızın odağında siyasal mücadelenin olması, iktidar hedefine bağlanması kaçınılmazdır. Ama bu yaşamın diğer alanlarının yok edilmesi, görmezlikten gelinmesi anlamına gelmez. Diğer yaşam alanları da siyasal mücadeleye bağlanmak durumundadır. Sınıflı toplumlarda yaşanan duygular ne kadar "yüce" görünürse görünsün, sağlıklı bir ilişki geliştirmez. Çünkü egemenlik ilişkileri tarafından belirlenmiştir.
Gerçek sevgiyi yaşamanın bir mücadele sorunu olduğunu, bir süreç istediğini de biliyoruz. Devrimci sevgi, devrimci mücadeleyle birlikte ve onun sonucunda gelişebilir. Burada anahtar kavram özgürlüktür. Duygularımız özgürleşmeden gerçek sevginin tomurcuklanması, gelişmesi, çiçeğe durması da mümkün değildir.
Duygularımızın ve düşüncelerimizin özgürleşmesi ne demektir? Bu düzenden kopuşmak, düzene karşı büyük mücadele içinde olmak demektir. Verili aile, verili erkek-kadın ilişkisinden kopuşmak demektir.
Bu da büyük bir mücadeledir. Bu mücadelede eskiye ait duygular aşılırken, onun yerine yeni duygular gelişir. Eski ile yeni iç içe ve çatışma halinde gelişir. Yeniye yol açmak gerekir. Özgürlük bir savaş ilişkisidir, sevgi de savaş ilişkisidir. Yeni duygular da savaşla gelişir. Özgürleşmek büyük emek ve çaba gerektiriyor. Bu da tek başına gelişecek bir mücadele değildir. Kolektif bir mücadeledir. Bu kolektif mücadelede kadın da erkek de vardır. Bunların birlikte yürüteceği bir mücadeledir. Eskiye karşı savaş birlikte verilir.
Eskiye ait duyguların değiştirilip dönüştürülmesi, yeninin adım adım büyütülmesi karmaşık boyutları olan bir savaştır. Sevgi mücadelesinin kolay olmadığını belirtmeliyiz. Duyguların devrimcileşmesi ideolojik-politik amaçlarımız tarafından şekillendirilmesi süreci, genel devrimci mücadelenin bir parçasıdır. Bunlar birbirinden koparılamaz.
Duygularımızla, düşüncelerimiz, amaçlarımızla davranışlarımız bir bütünlük içinde olmak zorundadır. Yoksa parçalanma yaşanır. Bu savaş, aynı zamanda düzenin baskısı altındadır. Düzen içinde gelen duygular yeni ile karışıktır ve büyük bir savaş konusudur. Eskiden koptuğumuz ölçüde, özgürleşip özgürlük olanaklarını arttırdığımız ölçüde yeniyi filizlendireceğiz. Bu mücadele bir birikim ve deneyim yaratacaktır.
Bu alanda önemli bir yol alındığı, işlenmemiş bir alanda yürünmediği biliniyor. İnsan eli değmiş, ama yepyeni bir alandır. Kadının özgürleşmesi, kadının politikada, yaşamda ve sevgi ilişkisinde söz sahibi olması, irade ve karar sahibi olması, sevgi ilişkilerinin de temelini oluşturur. Özgürlük ve sevgi bir madalyonun iki yüzüdür. Bir bütünü oluşturur.
İnsanlığın tarih boyunca kat ettiği bir özgürleşme düzeyi vardır. Yine sevgi ilişkilerinde belli bir birikim oluşmuştur. Sosyalizm bütün bu birikimlerin ve değerlerin en üst düzeyde sentezi, yeniden üretilmesidir. Sosyalizm projesi tarihsel bilinç birikiminden bağımsız, insan aklının ve hayal gücünün ürettiği bir olgu değildir. Tarihsel bilinç ve birikimlerin güncelde yeniden üretilmesidir. Siyasal mücadele çok yönlü bir devrimcileşme savaşıdır. Kişi kendini değiştirirken düzeni de değiştirir. Bu ikisi, aslında birbirinden kopmaz bir bütünü anlatır. Toplumu değiştirirken kendini de değiştirir. Bu mücadelede bir duygular savaşı verilir. Sevgi de bu zemin üzerinde gelişir.
Mücadele ilişkisi, aynı zamanda yoldaşlık ilişkisidir. Yoldaşlık amaç, mücadele, yaşam birliğidir. Yoldaşlar süreç içinde büyük bir ruhsal birlik yakalarlar. Birlikte amaca bağlılık, ülke sevgisi, arkadaş sevgisi vb. sevgilerin ortaklaştığı ilişki zeminidir. Yoldaş olmayanlar arasında sevgi de gelişmez. Yoldaşlık ilişkisi, bütün ilişkilerin, bütün sevgilerin temelidir. Birlikte mücadele edenlerin duyguları, birlikte gelişir. Bir karşılıklı akış içine girerler.
Sevgi, başta tohum halindedir, tomurcuklanır ve giderek çiçeklenir. Sevginin de bir evrimi vardır. Başta yapılacak bir planla, bir kararla da gelişmez. Sevgi yaşam içinde oluşan birliktelikle, biraz da kendiliğinden gelişen bir duygudur. Kendiliğinden gelişen duygunun devrimci sevgiye dönüşmesi, gelişip büyümesi, bütün nitelikleriyle olgunlaşması büyük bir savaş konusudur.
Başta sevgi bütün boyutlarıyla net değildir. Hatta kişi farkında dahi olmayabilir. Burada yapılması gereken gelişme özelliklerini, sürecini iyi kavramak ve doğru yönetmektir. Diğer duygularla ilişkisini ve çelişkisini çok iyi çözmek, bunları ayrıştırmak ve devrimci yaşam felsefesiyle bağdaşmayan yanlarına karşı büyük bir mücadele vermek gerekir. Kişi hem kendisiyle, hem bulunduğu zeminde, hem de ilişkide bulunduğu arkadaşla bunun mücadelesini verecektir. Çok yönlü bir mücadele vermek zorundadır. Başarı, duygular savaşı ile diğer alanlarda gelişen mücadelenin bütünleştirilmesinde, bütünlüklü yürütülmesinde gizlidir. Çünkü bir çok boyut, bir çok ayrıntı ve farklı alanlar bir bütünlük içinde yol almak zorundadır. Bu kadar karmaşık olan bu alanı, diğer alanlarla uyumlu kılmak gereklidir.
İnsan ruhu karmaşıktır. Çelişkilidir ve dinamiktir. Sürekli değişme, dönüşme, çatışma içindedir. Uyum ve uyumsuzluk içeren bütün öğeleri barındırır. Yaşamda egemen yan; bütünlük, uyum, gelişme ise orada yürütülen savaş sağlıklıdır. Tersi durumda olumsuzluklar öne çıkar.
Bir devrimcinin gelişimi, dönüşümü, özgürleşmesi ile onun devrimci mücadele içindeki duruşu, yürüyüşü bir bütünü oluşturur. Bu bütünlük sağlandığında kişinin devrimci mücadelede yol açabileceğini görmemiz gerekir.
Devrimci sosyalist bir kişi haline gelmek her açıdan bütünlüklü bir gelişmeyi yakalamak demektir. Düşüncede sosyalizmi özümasmek, duygularını bu temelde yeniden geliştirmek, ilişkilerini geliştirici kılmaktır. Bütün bunları içinden geçmekte olduğumuz tarihsel koşulların bilincinde yapmak da önemlidir. Yeniyle eski dengede olmaz. Mutlaka biri egemen olur. Devrimcinin, devrimci yaşam içinde kendini konumlandırması ve güçlü bir katılımla hedeflerine bağlanması bütünlüklü bir kişiliğe ve ruhsal yapıya ulaşmasından geçer. İdeolojik olarak çok şey bilmek, bire bir ruha yedirmek, duygularını, davranışlarını buna göre biçimlendirmek anlamına gelmez.
Bir devrimcinin ruhsal olarak büyümeye, düşünceleri ile ruhu arasındaki diyalektik bütünlüğü korumaya ihtiyacı vardır.
Devrimcide sevgi ile bireyin devrimci duruşu arasında uyumlu bir ilişki olmak zorundadır. Mücadele ile sevgi birbirini yok eden etkenler değildir. Başka bir ifadeyle sevgi devrimci yaşamı, örgütsel ilişkileri tehdit eden, bozan bir duygu değildir. Tersine, bunlar bir bütünlük oluşturur.
Sevgi en güzel duyguları geliştirme mücadelesidir. Ruhumuzun güzelleştirilmesi ve zenginlik kazanması mücadelesidir. Düzenin çoraklaştırdığı, daralttığı duyguları devrimci değerler doğrultusunda şekillendirmektir.
“Sistem”de yabancılaşma bir kültüre dönüştüğü için toplumsal ve ruhsal duruşlar, neredeyse egemen toplumsal ilişkilerin dahi gerisine düştü. Toplumda herhangi birisi bu konudaki duygularını rahatlıkla açar. Tartışır, konuşur. “Nasıl anlaşılırım” kaygısına kapılmaz. Yanlış anlaşılma, mahkum edilme, ayıplanma, reddedilme korkusunu yaşamaz. Ancak ortamımızda en temiz duyguları yaşayan biri duygularını bir arkadaşına söylediği veya resmi platformda ya da yönetim birimine açtığı zaman hemen, mahkum edilmiştir. Yargılamayla karşılaşmıştır. Burada yapılan yargılamalar ile vicdanlarda yaşanan mahkum edilme, kınanma arasında bir fark yoktur. Sonuçta o arkadaş büyük bir suçlu ve büyük bir günahkar olarak ilan edilir.
Öcalan’ın kendisi sevgisizdir. Hiç kimseyi sevmez ve "kimsede beni sevmeye cesaret edemez" der. Sevgisizliği kurumlaştırmıştır. Politikanın ruhlardaki, ilişkilerdeki etkileri sanıldığının ötesindedir. Çok derindir. Politikanın birçok çatışmasından korkulmuyor, ama bu alana gelindiğinde ürperti yaşanıyor. Kişi kendini kapatıyor. Nedeni ise Öcalan sistemidir. “Sistem”, ortaçağı uygulamıştır. Adeta cadı kazanları kaynatılmış, ilişki yaşayanlar da cadı kazanlarına atılmıştır. Üstelik çok daha ilkel tarzda. Büyük bir sevgisizlik egemen kılınmıştır.
Bu uygulamalar devrime hiç bir şey katmadı. Her şeyini mücadeleye vermiş, devrimciliği bir yaşam tarzı haline getirmiş bireylerin sevgi ilişkisi neden sorun olsun? Gerçek sevgiyi hedefleyen, o özü yakalamayı amaçlayan bir ilişki neden devrimci mücadelenin önünde engel olsun? Devrimcilikle bütünleşen, devrimci sevgi ilişkilerini doğru yöneten, sevgilerini bütünlüğün bir parçası olarak ele alan devrimcilerin sevgileri, hem o alan için bir örgütleyici, düzenleyici bir işlev görür, hem de genel devrimci mücadele için kamçılayıcı bir rol oynar. O sevgi ideallerinin somutlaştığı bir alandır. İnançları uğruna mücadele edildiği, değerlerin somutlaştığı bir alandır. Davaya kendini katmanın, davaya daha fazla bağlanmanın önemli dinamiği olur.
Burada bir sistemi ve tüm mekanizmalarını kaldırmak gerekir. Belli bir tarihsel birikime sahibiz. Sevgiyi bir ideolojik anlayışa oturtuyoruz. Kuralları ve ölçüleri içinde ele alıyoruz. Sevgi anlayışımız yalnızca günümüzün sorunlarını çözmek veya günümüzün ihtiyaçlarına yanıt vermek için değildir. Bir toplum projesini kurmaya çalışıyoruz. Kurmak istediğimiz toplumda kadın ve erkek nasıl yaşayacaklar? Birbiriyle nasıl ilişki geliştirecekler? Elbette ilişkilerinin temelinde saygı ve sevgi olacaktır. Özgürlüklerin birliği, sevginin de temeli olacaktır.
Yine sevginin güven ve özgürlük olduğu biliniyor. Özgürlüğün olmadığı bir yerde sevgi olmaz. Gerçek tek eşlilik o zaman yakalanır. Burada düzenleyici tek şey sevgidir. Sevgi karşılıksız ve hesapsızdır. Hiçbir beklentiye, kayba, kazanca dayanmaz. Ortaklıklarda buluşma, birlikte gelişme, birbirini büyütme, birbirini yüceltme, yani karşılıksız kendini vermeye dayanan bir ilişkidir. Devrim de karşılıksız kendini vermedir. Sevgi de karşılıksız kendini vermektir. Sevginin zemini ortak dünya ve yaşam anlayışıdır. Yine sevgi, savaş ve emek ilişkisidir. Yaşamın paylaşılmasıdır. Sevgi birbirindeki ortak noktaları çoğaltma ilişkisidir. Zirvelerde buluşmadır. Bu da mücadele içinde boğuşarak, düşerek, kalkarak yaratılır. O nedenle de hatalar olacaktır. Başarısızlıklar da olabilir. Hayal kırıklıkları da yaşayabilirler. Kaldı ki sevgide beklenti yoktur. Sevgide amaç, duygu bütünlüğü vardır. Sevginin önü açık olduğunda doğru yol alır. Önünü kapattığın zaman ise trajedi başlar.
Bu konuda daha önce Sema arkadaşla ilgili yapılan bir değerlendirmede ana çizgileri sevgi anlayışı konulmuştu, bu, doğrudur. Sema arkadaş yaşamda ve duyguda bir bütünlüğü yakalamıştı. Amaç bütünlüğü, adanmışlık, devrimci yaşamda kendini geliştirme, yoldaşlık ilişkilerini büyütme hepsi bütünlüklü olarak gelişmişti. Hiçbir sevgi diğer bir sevginin karşısında değildir. Bunların hepsi bir bütünlük içindedir. Ama yine de o bütünlüklü gelişmenin önü kesik olduğu için yaşanan dönem, sevginin trajik aşaması olarak değerlendirilebilir. O trajik aşamayı belirleyen de Öcalan sisteminin kendisidir. “Sistemin” kuşatması altında gelişen sevgiler şu veya bu düzeyde trajik bir sonla bitmek zorundaydı. Bizce o aşama geride kaldı. Sevgi de yine trajik boyutlar olacaktır. Devrimci mücadelelerin kendisi birçok trajik etkiyi, boyutu içinde taşıyor.
Bu tavrımız ve yürüyüşümüz, şehitlerimize, gerçek sevgi ve özgürlük savaşçısı olan şehitlerimize, başta Sema yoldaşımıza yanıttır. Onların sevgi arayışlarına yanıttır. Onlara bağlılığımızın bir gereğidir. Sema yoldaş sevgiye inanıyordu. Kendisi sevgiyi bütün boyutlarıyla yaşamak istiyordu. Bunun arayışı ve mücadelesi içindeydi. Savaştı da. “Sistem” onun bu arayışlarının önüne sayısız engel dikmiştir. Bu engeller bir noktada içselleşmiştir de. Ama ona rağmen büyük bir sevgi savaşı verdi ve bu sevgi savaşını kazandı. Gerçek anlamda bir derstir ve büyük bir deneyimdir. Sema yoldaşımızın deneyimi ve ’98’de yaşanan yoğunlaşmalar sonucunda ulaştığımız sonuç, devrimci sevgi bu koşullarda da gelişebilir. Gelişmelidir de. Ancak devrimci sevgi çok iyi yönetilmelidir. Sevgi çiçeğinin yaşatılması ve büyütülmesi için bu gereklidir.
Sevgi anlayışımız; özgürlüklerin birliğini, karşılıksız, çıkarsız, hesapsız kendini verişi, birlikte gelişmeyi, düzene ve onun bütün etkilerine karşı savaş içinde gelişmeyi esas alan sevgiyi geliştirmektir. Sosyalist bireyde buradan çıkar. Özgür sevgiye dayanan, bunun dışında hiçbir kaygıyı, bağı kabul etmeyen bir erkek-kadın ilişkisi üzerinde gelişen toplumu esas alacağız.
Gerçek sevgi, duygular alanının düzenleyicisi, örgütleyicisi, büyütücüsü olduğu kadar, aynı zamanda devrimci mücadelenin önemli bir dinamiğidir. Bireyi de başarılı kılan en önemli etkenlerden biridir. Bireyi ruhsal açıdan zenginleştiren ve onun sosyalitesini geliştiren bir ilişkidir.
Özetle:
Öcalan, egemenlik sistemini oturtmada ve kurumlaştırmada sevgi ve kadın-erkek ilişkilerini önemli bir politika unsuru olarak kullanmıştır. Başka bir deyişle sevgiye yaklaşımı esas olarak politiktir, iktidar kaygıları belirleyici bir rol oynamıştır. Öcalan, sevgi ve kadın-erkek ilişkilerini mutlak denetim altında tutmayı, kendi iktidar sisteminin varlığı ve geleceği açısından kaçınılmaz görmüştür. Çünkü kadın ve erkeği mutlak anlamda kendine bağlamanın, egemenlik ve denetim altında tutmanın yolunun, her şeyden önce, onların ruhsal-duygusal dünyalarının mutlak denetiminden geçeceğini düşünmüştür. Öcalan, sistemini mutlak tek kişi iktidarı ve her şeyi kendine ait görme anlayışı ve hedefi üzerine kurduğu için, sevgi ve ruh alanına da el atmış ve bu konuda bir anlayış, bir politika ve kültür oluşturmuştur.
Bu konuda geliştirdiği ve hakim kıldığı mekanizma kısaca şöyledir: Bir yandan sevgiyi özgürlükle doğrudan ilişki içinde ele almış, bu anlamda saflara katılan kadın ve erkeğin bu konudaki arayışlarına ve eğilimlerine yanıt verir gibi yapmış, ama öte yandan, bununla birlikte sevgiyi ulaşılmaz bir soyutlama düzeyine çıkarmıştır. “Zaferi olmayanın aşkı olmaz”, “vatan özgürleşmeden sevgi olmaz” gibi belirlemelerle sevgi ve sevgi ilişkilerinin olmazlığını teorileştirmiş, böylece insanın ve toplumun ruhsal ve toplumsal hareket yasalarını katletmiştir.
Öte yandan kendisini sevgiyi hak eden tek birey olarak tek sevgi ve bağlanma merkezi haline getirerek, diğer bütün sevgi arayış ve yönelimlerini teorik ve pratik olarak mahkum etmiştir. Bu anlayış ve pratik sonucu, ruh ve sevgi dünyası Öcalan’a odaklanan kadrolar ve kitleler, aynı zamanda, ideolojik, politik ve ruhsal olarak Öcalan’ın mutlak hegemonyasına ve denetimine girmiş oluyorlar. Süreç içinde tam bir kültür ve ruhsal şekillenişe dönüşen bu durumun bir sonucu olarak, sevgi ve sevgi ilişkileri bilinçte, bilinç altında, yaşamda, örgütsel ve siyasal ilişkilerde ayıplanma, yargılanma ve mahkumiyet konusu olmuştur. Böylece Ortaçağ yaklaşımları ve uygulamaları adeta yeniden üretilmiştir. Duyguların mahkum edildiği ve bastırıldığı bir pratik yaşanmış, bu konuda büyük bir korku egemen kılınmıştır.
Öcalan, sevgi ile devrimci savaşı, sevgi ile örgütsel yaşam ve partileşmeyi, sevgi ile gelişme ve büyümeyi sürekli karşı karşıya koymuş, kaçırtıcı, dağıtıcı, düşürücü olarak değerlendirmiştir. Bu anlayışın sonucunda bu alanı kendisine ait kılan, mülkiyet alanı haline getiren ve mutlak denetimine almaya çalışan Öcalan, kadın ve erkeği de büyük ölçüde teslim almıştır. Bu pratik yasakçılık, doğa dışı ve anti-sosyal bir olgudur. Bu anlayış ve pratiğin sonucu partililerin ve savaşçıların ruhsal ve kişilik bütünlükleri zedelenmiş, kişilikler parçalanmış tahrip olmuş, sayısız trajik olay yaşanmış; bu ruhsal ve sosyal düzeyleriyle verili toplumların gerisine düşülmüştür.
Bu nedenlerle, öncelikle Öcalan’ın sevgi ve kadın-erkek ilişkileri konusunda kurumlaştırdığı anlayış, politika ve pratiği mahkum ve reddetmek; onun yerine devrimci sevgi anlayışını ve politikasını esas almak ve geliştirmek esastır.
Öncelikle Öcalan sisteminin sevgi ve sevgi ilişkilerini bilinçte, ruhta ve ilişkilerde yargı konusu yapan ve mahkum eden anlayış, ruhsal duruş ve kültürü aşmak, devrimci sevgi anlayışına ulaşmanın önkoşuludur.
Devrimci sevgi anlayışı, cinslerin özgürlüğü ve eşitliği üzerinde şekillenen çıkarsız, hesapsız ve sınırsız duygu ve yürek buluşmasını ifade eder.
Devrimci sevgi anlayışı, devrimci idealler ve ideolojik-politik çizginin, amaçlanan toplum projesinin duygular dünyası ve cinsler arası sevgi ilişkilerindeki somutlaşması, devrimci yaşam ve devrimci duyguların etkili ve dinamik bir parçasıdır.
Sevgi, iddia edildiği gibi, devrimci mücadele ve devrimci savaşla çelişen bir olgu ve ilişki değil, tersine, doğru ele alındığında ve genel örgütsel ve sosyal yaşamın bir parçası olarak biçimlendirildiğinde, devrimci mücadeleyi olumlu etkileyen bir işlev görür.
Devrimci sevgi anlayışı, aynı zamanda, devrimci ideallerle, devrimci çizgi ile, örgütlü ilişki, yaşam ve mücadele ile çelişen, devrimci mücadele, ilişki ve kişilikleri güçlendirmeyen, özgürlük ve gerçek sevgi tanımıyla bağdaşmayan eğilim, duygu, ilişki ve davranışlarla mücadeleyi kaçınılmaz görür.
Her alanda olduğu gibi, devrimci sosyalist toplum projemizi, sevgi ve kadın-erkek ilişkileri alanında da bugünden geliştirmek, bunun ilkeli ve tutarlı mücadelesini vermek esastır. Bu nedenle bu konuda her türlü tutucu, gerici, bastırıcı ve devrimci olmayan anlayış ve hareketle mücadele etmek, bu bağlamda Öcalan sistemi ve onun her türlü etkisine, kalıntısına ve izlerine karşı mücadele etmek, bütünlüklü ve tutarlı bir yaşam anlayışının yerleştirilmesi ve oturtulması açısından zorunludur.