Read Time:10 Minute, 0 Second
SEÇİM SONUÇLARININ GÖSTERDİKLERİ…
28 Mart seçimleri ve sonuçları bir yönüyle bir çok gerçeği ortaya çıkardı, bilinen bazı gerçekleri bir kez daha doğruladı. Bu nedenle bu konu üzerinde durmakta yarar var. Biz konuyu daha çok Kürdistan’daki gelişmeler bağlamında değerlendirmeye çalışacağız.
Önce bir kaç somut veri: Bir: Kürdistan’da seçime katılım düzeyi daha önceki seçime katılım oranlarıyla karşılaştırıldığında 28 Mart Seçimlerine katılım oranının hatırı sayılır düzeyde düşük olduğu gözlenmektedir. Basına yansıyan rakamlara göre Van’da katılım oranı %60, Diyarbakır’daki katılımın da düşük olduğu belirtilmektedir. Aynı durum diğer alanlar için de geçerlidir. İki: “Demokratik Güç Birliği” olarak SHP çatısı altında seçime giren blok, 3 Kasım 2002 Genel Seçimlerinde HADEP’in aldığı oyların altında bir oy almıştır. 3 Kasım Seçimlerinde %6.2 oy alınırken, 28 Mart seçimlerinde alınan oy oranı %5 dolaylarındadır. %1’den fazla bir oy düşüşü önemlidir. Bir de bu oy oranları içinde Karayalçın’ın Ankara’da aldığı oylar da var. Bu durumda gerçek oy düşüşün çok daha fazla olduğu görülecektir. Özellikle Kürdistan halkına demokrasi seçeneği olarak gösterilen ve son derece iddialı laflarla sunulan blokunun bu seçim hezimeti çok yönlü değerlendirmeyi gerektirmektedir.
Öte yandan 28 Mart seçimlerinde AKP’nin oylarını önemli ölçüde arttırması, CHP’nin gerilemesi, Genç Partinin silinmesi, MHP’nin geleneksel oy tabanını yeniden kazanması, DYP’nin yüzde on dolaylarında bir oy alması gibi veriler Türkiye’de demokrasi, devrim, sol, işçi ve emekçi hareketi açısından kapsamlı bir değerlendirmeyi dayatmaktadır. Bu konuda bir kaç söz söyledikten sonra esas konumuza geçebiliriz.
AKP’nin oy oranını yüzde kırklara çıkarması, buna karşılık “Ana muhalefet partisi” konumundaki CHP’nin gerilemesi, diğer partilerin ciddi bir varlık göstermemeleri ve düzen içi bir alternatif sunmamaları, Türkiye’de “Parlamenter demokrasi” komedyasında yeni bir aşamaya gelindiğini göstermektedir. Tekelci burjuvazi, emperyalist merkezler, çok uluslu tekeller bu durumdan memnundurlar. Çünkü, AKP üzerinden daha rahat ve sorunsuz bir yönetim gerçekleştirebileceklerini düşünüyorlar. Tek partili veya “Bir buçuk partili” sistem tutar mı, tutmaz mı, oturur mu, oturmaz mı, bu, ayrı bir soru ve tartışa konusudur. Ancak görünen o ki Türkiye devrimci hareketinin, günlük politikayı etkilemekten ne kadar uzak olduğu bir kez daha ortaya çıkmıştır. Bu konu da genişçe bir değerlendirmeyi gerekli kılmaktadır. Bu kısa vurgulardan sonra esas konumuza geçebiliriz.
Seçim ve seçim sonuçları göstermiştir ki, halkımız İmralı Partisinin seçimlerde somutlaşan tasfiye, yasal mevzileri düşürme planlarını onaylamamıştır. Lideri 1993-1995 özel savaş konseptinin önemli bir unsuru olan SHP çatısı altında seçimlere girmeyi içine sindirmemiş, bunu sandık başlına gitmeyerek, ya da oy vermeyerek yapmıştır. Seçime gidip de oy verenler ise başka bir seçenek görmedikleri için istemeye istemeye oy kullanmışlardır. 2004 Newroz kutlamaları ile 28 Mart seçimleri arsındaki bu net farklılık, ulusal değerlere ve mevzilere hoyratça yaklaşıma, tasfiyeciliğe gösterilen tepkiye işaret etmektedir.
İmralı tasfiyeciliği kapsamlı, sistematik ve planlı bir biçimde yol almaktadır. 28 Mart seçim politikası, bunun güncel bir uygulamasından başka bir şey değildir. SHP ile ittifak, bunun “demokrasi” ve “barış” yaftası altında gizlenilmesi ve bu bağlamda adayların belirlenmesi yöntemi bu tasfiye planının çok önemli ayakları niteliğindedir. Son 4-5 yıl içinde yasal parti ve yasal zeminlerin içi boşaltıldığı gibi, bu alanlar, örgütsel ve kadrosal olarak yeniden örgütlendirildi. Yerleştirilen kadroların yurtseverlikle, mücadele ve mücadele değerleriyle herhangi bir ilişkisi yok. Üsten atanan adayların durumu da bundan farklı değildir. Yasal zemin İmralı Partisinin toplumsal ve siyasal dayanakları haline getirildi. Kürt egemen ve orta sınıflardan unsurların sistematik olarak yasal zemine yerleştirilmesi operasyonu, gelinen noktada hemen hemen tamamlanmış gibidir. Bugün DEHAP yönetim kademelerinde emekçilerden, emekçi sınıflara dayanan kadrolara rastlamak mümkün değildir. Dün ağır bedeller ödemiş, her şeyini ortaya koymuş emekçilerden bir yurtseveri anılan parti organlarında, belirlenen adaylar içinde görmek mümkün değildir. Bu tasfiye geneldir, çok yönlü tasfiye stratejisinin önemli bir parçasıdır.
SHP ile “ittifak” açık ki bir Genelkurmay operasyonuydu ve yasal zemini, onun olanaklarını ve mevzilerini tasfiye etmeyi amaçlıyordu. Bu anlamda “başarısızlığı” hedeflemişti. Dolayısıyla planlanan hedeflere ulaşılmıştır.
Öte yandan bu seçim taktiği, bir tür test niteliğinde olan bir operasyondu: İmralı çizgisinin ne düzeyde işlediğinin, ne düzeyde yol aldığının, Kürdistan’daki “siyasal reflekslerin” ne nitelik ve düzeyde olduğunun görülmek istendiği bir test! Şunu gördüler: İmralı çizgisi epey yol almıştır, yasal zeminde onun siyasal ve toplumsal dayanağı oluşturulmaya çalışılmıştır. Ortaya bir alternatifin çıkması da önlenmiştir. Genel anlamda bir denetim de söz konusudur. Ancak Newroz’da da görüldüğü gibi tüm bu tasfiye çabalarına rağmen durum çelişkilidir, Kürt hareketi kendi içinde diri, dinamik ve gelecek vaat eden öğeler barındırmaktadır. Seçim sonuçları da bunu bir yönüyle doğrulamaktadır. Evet, seçimlerde çok farklı etkenler rol oynamıştır. Adayların durumu, bireysel ve ailesel refleksler, küçük hesaplar vb. gibi… Ancak bir de ortada bir protesto, kendi kimliğinde, istemlerinde ve değerlerinde ısrar etme eğilimi var. Bu da çok belirgindir. Ancak her şeye rağmen operasyon başarılıdır, Kürtlerin politik bilinçlerine, ruhlarına önemli bir darbe vurulmuştur! ortada bir çözülme ve dağılma durumu vardır, dolayısıyla İmralı üzerinden tasfiye operasyonlarına devam edilmelidir! Özel savaş kurmaylığının gördüğü ve değerlendirdiği genel çizgiler kısaca bunlar…
SHP operasyonu, adayların tepeden inmeci bir tarzda dayatılması, programsızlık, ufuksuzluk ve uygulanmakta olan tasfiyeciliğin genel tahribatları ortaya çıkan sonuçları koşullamıştır.
Seçimlerde yurtsever adaylara yer verilmediği gibi, ortada en genel anlamda bir iktidar ufku, bu bağlamda bir yerel yönetim projesi, buna uygun ideolojik, politik ve kadrosal hazırlık yoktu, olması da mümkün değildi. Genel geçer laf kalabalığı, “halkçı”, “ulusal” duyguları okşayan içeriksiz sözler dışında başka bir şey yoktu. Dahası İmralı’da üretilen resmi ideoloji ve politika her tarafta tekrarlandı…
Devletle bütünleşme ve devrimci değerleri tasfiye etme operasyonuna yerel ayak olan kadrolara bakıldığında, gerçek anlamda bir Kürt ve Kürdistan sorunu olmayan Kürt egemen sınıflarının kişiliksiz ve silik tipolojisiyle karşılaşırız. Bu tipolojinin en belirgin özelliği, omurgasız olması, varlığını ve geleceğini devletle bütünleşmede görmesidir. Mücadelenin gelişmesi ve büyümesine bağlı olarak bu sınıf da mücadelenin eteklerine tutunmaya, mücadeleyi kendi çıkarları doğrultusunda etkilemeye ve giderek denetimi altına almaya çalıştı. Bu politik eğilim, Öcalan’ın düzen içi arayışlarına ve “barış” önerilerine denk düşüyordu. Bunu Öcalan da bildiği için bu eğilime yasal zeminde, Avrupa çalışmalarında ağırlık verdi, giderek bunu kendi çizgisinin toplumsal dayanağı haline getirmeye çalıştı. Ancak Kuzeydeki Kürt egemen sınıflarının beli 1920-1940 yılları arasında kırılmıştı, o günden bu yana bellerini bir daha doğrultamamış, politik bir sınıf olarak kendi adlarına siyaset meydanında yer alamamışlardı. Daha çok başka siyasal güçlere tutunarak varlıklarını sürdürebilmişlerdi. Daha önce burjuva partilerinde faaliyette bulunmuş, mücadelenin yükselmesine bağlı olarak mücadele eteklerine tutunmuşlardır. İmralı çizgisini coşkuyla karşılayan bu kesim, bir yandan devrimci mücadelenin mevzilerine ve onun ortaya çıkardığı değerlere dayanarak kendisini güçlendirmeye çalışırken, bir yandan da devletin tasfiye operasyonlarına yerel ayak olmaktadır. Son seçimler bunun en somut kanıtı olmuştur.
“Demokratik Güç Birliği’ne devam” sözlerinin tekrarlanması da sürdürülen uğursuz rolü sonuna kadar oynama kararını gösteriyor. Belli ki onlar, tasfiye planlarını sonuna kadar götürmeyi kendi varlıkları ve çıkarları açısından bir zorunluluk görüyorlar. Halkta gelişen tepkileri yatıştırmak için yalan, demagoji ve bastırma yöntemlerine baş vuracaklardır. Ancak bu yaklaşımları genelde yaşanan çözülme, dağılma ile halkta belirginleşen ve gelişme eğiliminde olan hoşnutsuzluğu ortadan kaldırmaya yetmeyecektir. İmralı Partisinde çözülme başlamıştır, çatlakları onarma çabaları sonuçsuz kalmaya mahkumdur. Yine seçimlerin ve sonuçlarının da gösterdiği gibi, halkta başlayan hoşnutsuzluk, tepkiler ve arayışlar daha da büyüme ve gelişme eğilimindedir.
Bu, hem bir olanağa ve fırsata, hem de ciddi bir tehlikeye işaret etmektedir. Bu, bir olanak ve fırsattır; çünkü, gerçek anlamda emekçi sınıflara dayalı devrimci ulusal kurtuluş mücadelesini toparlamak ve yeniden inşa etmenin siyasal, toplumsal ve psikolojik zeminini güçlendirebilecek bir gelişme dinamiği ile karşı karşıyayız. Bu gelişme dinamiğini görmek ve onu devrimci bir seçenekle ete kemiğe büründürmek kaçınılmazdır.
Aynı zamanda bu, bir tehlikedir de. Tehlikedir; çünkü, tepkiler doğru bir seçeneğe kanalize edilmezse, arayışlar devrimci bir seçeneğe yönlendirilmezse bunun, başka gerici ve karşı-devrimci odaklar tarafından saptırılma ve yozlaştırılma olasılığı da vardır.
Dolayısıyla devrimci yurtsever güçler, devrimci sosyalistler her dönemden daha fazla bir sorumluluk altında bulunmaktadırlar. Bu seçimler bir kez daha devrimci emekçi seçeneğin boşluğunu çok yakıcı bir tarzda hissettirmiştir.
Ortada duran ve bu seçimlerde ortaya çıkan bir gerçeklik daha var: Kendini liberal milliyetçi olarak tanımlayan İmralı Partisi dışındaki çevrelerin, “dünden kalma kalıntı” olmanın ötesinde bir politik anlamları ve etkileri yoktur. Kuzeyin egemen Kürt siyasetine soyunmanın kendi başına yetmediği, başkalarına öykünmenin de bir anlam ifade etmediği bir kez daha ortaya çıkmıştır.
Bu gerçeklik de bizim görev ve sorumluklarımızın ne denli önemli ve mutlaka başarılması gerektiğini ortaya koymaktadır.
Görev, devrimci yurtsever seçeneği güncel politik bir gerçeklik haline getirmektir. Bunun için hummalı bir çalışmayı yürütmekten başka bir seçeneğimiz yoktur. Yüreği devrim ve yurtseverlik aşkıyla tutuşanların çıplak yüreklerini ortaya koymalarını ve çabalarımıza çok yönlü güç vermelerini bekliyoruz!