Read Time:16 Minute, 41 Second
PROLETARYA DEMOKRASİSİ VE İNŞA SORUNLARI
Sema Sultan
Günümüzün en önemli tartışma konularından biri de Proletarya Demokrasisinin inşası ve parti içi demokrasinin genişletilmesi sorunudur. İnsana saygının temel alındığı, hiçbir iktidar aracına ve otoriteye ihtiyaç kalmadığı, en gelişkin topluma ulaşma amacımızda proleter demokrasi, kuşkusuz çok önemli bir aşama, bir durak…
Bugün sosyalistler, reel sosyalizmin uygulama hatalarından arındırarak bilimsel sosyalizm ilkeleri doğrultusunda daha net demokrasi perspektifi çizmek zorundadırlar. Kuşkusuz bu, sağlam bir sosyalist partinin örgütlenmesi ve işleyişe kavuşması, devrim sonrası partinin görevlerinin netleştirilmesi, kendi kaderini tayın eden, kendini yönetebilen bir halk olmanın önündeki engellerin kaldırılması için büyük önem taşıyor. Geçen yazımızda burjuva demokrasisinin gerçeğini dile getirmiş, Öcalan’ın Demokratik Cumhuriyet safsatasının anlamını açmaya çalışmıştık. Bu yazımızda ise sosyalist partinin demokrasi anlayışı, iktidar-özgürlük çelişkisinin doğru temelde çözümlenmesi, özgür kişilik ve ilişkilerin yaratılmasında partinin rolü, parti müdahalesinin sınırlarının ne olması gerektiğini tartışmaya çalışacağız.
Konumuzun tartışılmasında reel sosyalizm deneyimine, Sovyetler Birliği Komünist Partisi-SBKP’nin katı bürokratik bir aygıta dönüşmesi sürecine ve nedenlerine, ülkemizdeki örgütlerin pratiklerine değinmek, çok önem taşımaktadır. Önce bu konuya giriş yapmaya çalışacağız.
I. Reel Sosyalizmde Parti ve Demokrasi
Konuya girerken bir iki hatırlatma yapmanın yararlı olacağını düşünüyoruz. Reel sosyalizmin yıkıntılarını gösterip devrimci bir parti ihtiyacını inkar edenler ve bilimsel sosyalizme saldıranlar var. Bunlar yüzyıl öncesinde burjuva ideologlarının ve oportünistlerin başaramadıklarını bugün yeniden denemeye kalkıyorlar. Kapitalizmin sonsuzluğuna kanıt olarak reel sosyalizmin yıkılışını gösteriyorlar. Devrimler tarihi, büyük yenilgiler, geriye düşmeler ve tekrar ileriye sıçramalarla doludur. Reel sosyalizmin yıkılışı da kapitalizmin artısı anlamına gelmiyor. Bu sonuç, Ekim Devrimi ile başlayan “Devrimler Çağı” gerçeğini değiştirmediği gibi, devrimlerin yarattığı büyük toplumsal ilerlemeyi, direniş değerlerini gölgelemiyor. Evet, reel sosyalizm yıkıldı. Bu başarısızlığın çok kapsamlı nedenleri var. Reel sosyalist partilerin demokrasiye yaklaşımları, devrimin kalıcılaştırılamaması ve partinin bürokratik bir aygıta dönüşmesinin nedenlerinden biridir. Bu yazımızda, verili düzeni aşmayan, kapitalizmin insana, emeğe yaklaşımının yeniden üretilmesinde anti demokratizmin rolü nedir; ya da SBKP’nin demokrasi yaklaşımı, tanımı, uygulamaları nelerdi; partinin sınırsız otorite gücüne sahip olmasının ve giderek işçi sınıfına yabancılaşmasının özgür insan ve özgür toplum projesi üzerindeki etkileri neler oldu gibi önemli soruların yanıtlarını tartışmaya çalışacağız.
Bu soruları yanıtlarını tartışmaya çalışırken, kuşkusuz, SBKP’nin deneyimini incelemeyi esas alacağız. Çünkü diğer ülkelerdeki sosyalist partilerin yapılanmalarını doğrudan etkilemiş, liderlik konumuyla parti işleyişini, politikalarını belirleyen bir “model” konumunda bir partidir! Devrimci hareketlerin çoğu, özellikle 1960-70’li yıllarda SBKP’nin tüzük, çalışma esasları ve perspektiflerine göre şekillenmişlerdir ya da tersi olmuştur!
Bizler, eğer dünden gerekli dersleri doğru temelde çıkarmak istiyorsak, “Sezar’ın hakkını Sezar’a vermek”, devrime ve sosyalist mücadeleye büyük emek veren öncülüğün katkılarını yadsımadan eksikliklerini, hatalarını görmek zorundayız. Bizim için dokunulmaz, tabu kabul edilen hiçbir şey olamaz. Çünkü Marksizm, bilimsel düşünce sistemidir, tabu kabul etmez!
Reel sosyalizmin partiyi dokunulmaz, sınırsız güç merkezi haline getirdiği, bütün yetkilerin merkezde ve parti genel sekreterinde topladığı bir bürokratik aygıta dönüştürdüğü, bugün herkesçe kabul edilen bir olgudur. O halde büyük ideolojik ve politik mücadelelerle kurulan sosyalist parti, kendisine nasıl yabancılaştı? Bu soruyu irdelemekte yarar var:
Marks ve Engels Komünist Manifesto’da. “Komünistler, fiilen bütün ülkenin işçi sınıfı partilerinin en ileri ve kararlı kesimini, bütün öteki kesimleri ilerleten kesimini oluştururlar, onlar teorik bakımından proletaryanın büyük çoğunluğu karşısında proletarya hareketinin hangi yolda ilerleyeceğini, proletarya hareketinin koşullarını ve genel sonuçlarını açık seçik kavrama üstünlüğüne sahiptirler” derler. (K. Manifesto, sayfa, 474)
Sosyalist parti ilkeleri uzun ve zorlu mücadele yıllarının deneyimleriyle şekillendi. Parti, proletaryanın örgütlü öncü müfrezesi olarak tanımlandı. Parti disiplinin körü körüne itaat olmadığı, parti içi demokrasiyi dıştalamadığı, tersine önkoşul kıldığı ve sınıf bilinçliliğinin ve gönüllüğün doğrudan ifadesi olduğu belirtildi. Ancak uygulamada ise bürokratik bir aygıt doğdu. Elbette bunun nedenleri vardı, kısaca özetlememiz gerekiyor.
Birincisi, sosyalist parti ilkelerinden farklı dönemlerde farklı anlamların çıkarılmasıdır. Proletarya demokrasisinin herkesin her dönemde esas alacağı net bir tanımının çizilmemesi (genel bir çerçevenin çizilmesi kastedilmiyor, iktidar olgusu olarak demo9krasinin kurumlaşması, özgürlükle olan ilişkisi ve iktidar biçimi olarak nasıl ortadan kalacağı, sönümleneceği kastediliyor), demokratik parti işleyişinin oturtulmaması ve tüzükle güvenceye alınmaması önemli sorunlar yaratmıştır. Ekim Devrimi öncesi RSDİP içinde değişik eğilim sahipleriyle bir yandan kıran kırana mücadele verilirken, diğer yandan (bazı dönemler yollar kesin ayrılsa da) devrime birlikte yürünebilmiştir. Yine o dönemin merkez komitesi ile Lenin her zaman uyum içinde olmamıştır.
Parti işleyişi ve karar mekanizmaları hakkında belli bir fikir vermesi açısından herkesçe çok iyi bilinen şu örneği hatırlatmakta yarar görüyoruz: 23 Ekim 1917’de Merkez Komitesi Viborg’dan dönüşte Lenin’de katıldığı bir oturum yapar. Sverdlov’un başkanlık ettiği bu oturumda Lenin’in silahlı ayaklanma sorununu gündeme alan karar önerisi ikiye karşı on oyla kabul edilir. Bu karar karşı çıkan Zinoyev ve Kamanev 24 Ekimde MK’ne bir bildiri verirler. RSDP (B)’nin Petersburg, Moskova, Finlandiya bölgesine ve çeşitli parti organlarına ‘Güncel Durum üzerine” başlıklı bir mektup göndererek MK tarafından kabul edilen silahlı ayaklanmayı hazırlama kararına karşı çıkarlar. Anılan alanların sorumluları mektupları okur, ancak onun içeriğine katılmazlar. Yine 29 Ekim tarihli MK’nin genişletilmiş toplantısında da önerileri desteklenmez. Bunun üzerine 31 Ekimde yarı Menşevik Novoya Jizn gazetesinde MK’nin gizli ve hayati önem taşıyan kararını deşifre ederler. Lenin, bu hareketlerini devrime ihanet olarak niteler ve MK’ne mektup yazarak bunların partiden çıkarılmalarını ister. Bu konu 2 Kasım MK oturumunda tartışılır. Kamanev MK’den çıkarılır. Zinoyev ve Kamanev MK kararlarına ve MK tarafından hazırlanıp geliştirilen çizgiye karşı açıklama yapmaktan men edilirler. Aynı zamanda hiçbir MK üyesinin MK tarafından kabul edilen kararlara karşı bir davranışta bulunamayacağı kararlaştırılır. O dönemde MK’nin herhangi bir üyeyi partiden atma yetkisi yoktur. Lenin ise Kamanev ve Ziyonev ile ilgili MK kararına uymaz ve bu kararı uzlaşma olarak nitelendirir.
Olayları bu kadar ayrıntılı vermemizin amacı, o dönemin demokratik merkeziyetçilik aşlayışı ve parti işleyişi hakkında bir fikir verebilmektir. SSCB’nin kurulmasından sonra ise parti organları bırakalım partinin gizli kararlarını deşifre etmeyi, düşüncelerinden dolayı ya da haklarında verilen olumsuz bir raporla partiden ihraç edilebilmişlerdir. Parti merkezi her türlü eleştiriye kapıları kapatmış, parti çizgisinin hakim kılınması, partinin arındırılması adıyla tek bir parti komiserinin kararıyla dışlanmışlardır. Bunun teorisi de Marks ve Engels döneminde parti konusunda verilen cevabın kapitalizmin çelişkilerinin keskinleşmesi, karşı-devrim ve emperyalist savaş tehdidine karşı partinin her alana hakim olması gerektiği biçiminde yapılmıştır. Bu nedenle tek bir merkezden koordine olan, bütün “doğruları” politbüronun belirlediği bir araca dönüştürülmüştür. Proletarya ve halkın iktidarı için araç olana parti, sınıfın partiyi yaşatmak için çalıştığı, fedakarlık yaptığı bir amaca dönüştü. Öndelik kültü geliştirildi. Kitleler susan, onaylayan, içten içe kabul etmese de kabul ediyormuş gibi görünen, ama alttan alta da devrimin altını oyan yığınlara dönüştü. Baskı ve korku doğal olarak tapınmacılığı geliştirir. Partililer ise genel sekreterlerine biat eden, yetkiyi halk karşısında ayrıcalık olarak kullanan, otoriter, baskıcı kadrolar haline geldiler. Teoride söylenenler ile pratikte yapılanlar farklı olmuştur. Tabii burada yapılanlarda her şeyin yanlış olduğunu söylemek abartılı ve yanlış olur. Ekim Devrimin ruhuna ve devrim değerlerine bağlı kitlelerin ve partililerin varlığını, toplumsal yarar için büyük fedakarlık elbette anacağız. Burada ortaya çıkan genel bir sonuç var ve değerlendirmemizi gerçekler temelinde yapmak zorundayız. Örneğin proletarya nedir, parti nedir sorularına farklı yorumlar getirilmiştir. Sorin’in “Proletarya diktatörlüğü partimizin diktatörlüğüdür” sözlerini Stalin, şiddetle eleştirir ve Lenin’in partinin önderlik rolü ile proletarya diktatörlüğünü özdeş tutmadığını belirtir. (Stalin, Leninizm’in İlkeleri)
Diğer bir neden ise parti sınıfın iradesinin temsilciliği ve sorumluluklarından uzaklaşmış, kitlelerin güvenini yitirmiş, partililerle partisizler arasında sosyal, siyasal bağlar kopmuş, her açıdan fark açılmıştır. Halkın iktidarı değil, partililerin iktidarı gerçekleşmiştir. Parti devrimin ve halkın çıkarlarının temsilcisi olmalıdır ve kitlelere öğretme, düşünceyi taşıma rolünün yanında halktan öğrenmeye, iktidarı sosyalist topluma gidiş yolunda halka devretmeye açık olmalıdır. Tersi güven olgusunun yitimi olacaktır. Kendini yalnızca yöneten gören komünist partisi arkasındaki halkın desteğini yitirir. Olan da bu olmuştur.
Yine teorik olarak partinin amaçlarından uzaklaşabileceği tespiti yapılıyor. Örneğin Stalin partinin sınıf ile bağlarını koparıp iktidarı halk için çalışma, halkın çıkarları adına politika üretme amacıyla kullanmama olasılığının olduğuna dikkat çekiyor. Ancak bu olasılık karşısında neler yapılacağını, önleyici tedbirlerin neler olduğunu açmıyor. “Partimiz bu tür eğilimlerle başa çıkabilmiştir” demekle yetiniyor. Peki, yabancılaşmayı en başta politbüro ve diğer yetkili organlar yaşarsa ne olacak? Buna verilen bir yanıt yok. Partinin ideolojik ve politik hattının denetimizi kim yapacak? Atanmış, geniş yetkilere sahip organlar mı? Bu konuda da aşağıdaki alıntının önemli olduğunu düşünüyoruz. “Şimdi teftişe değil, merkezi mercilerin kararlarının uygulanmasının sınanmasına gereksinimiz var. Şimdi kendisine her şeyi ve herkesi teftiş etme hedefini koymaksızın, tüm dikkatini Sovyet iktidarının merkezi mercilerinin kararlarının nasıl uygulandığını denetlemeye ve sınamaya adayacak durumda bir örgüte gereksinimimiz var. Böyle bir örgüt yalnızca Halk Komiserleri Konseyi’nin verdiği görevler temelinde çalışan ve çeşitli yörelerde yerel organlardan bağımsız olan temsilcilere sahip olan SSCB Halk Komiserleri Konseyi nezdinde bir Sovyet Kontrol Komisyonu olabilir. Ama bunun yeterli otoriteye sahip olması ve gerektiğinde herhangi bir sorumlu fonksiyonerden hesap sorabilmesi için Sovyet Kontrol Komisyonu adaylarının Parti Kongresi tarafından gösterilmesi ve Halk Komiserleri Konseyi ile SSCB Merkez Yürütme Komitesi tarafından onaylanası gerekir. Ancak böyle bir örgütün Sovyet Kontrolünü önce ve Sovyet disiplinlin sağlamlaştırabileceğine inanıyorum.” (Stalin, Eserler Cilt 13, sf. 323) Görüldüğü gibi bir dizi kurumun varlığına ve onayına bağlanmış üsten alta doğru geliştirilen bir denetim sistemi yaratılıyor. Oysa halk kendini yönetebilecek, temsilcilerinin çalışmalarını denetleyebilecek bir iradeye ve güce sahip olmalıdır. Birileri doğruların temsilcisi, kontrol etme hakkını kazanırken, halkı sınıf bilinci ve çıkarlarından yoksun görmek, sosyalizmi kişilerle, liderlerle özdeş tutmak (Örneğin Stalin=Sosyalizm demek gibi) iktidarı en kaba güç halinde elinde tutmanın yollarını açar. Sovyetlerde gerçekten de sosyalist demokrasiden ne anlaşılmıştır? Ekonominin planlanması, beş yıllık programların halkın katılımıyla başarıya ulaşması, kamu yararı vb.
SSCB deneyimini daha da derinlemesine incelemek mümkün. Ancak bunu tartışmaya giriş anlamında ele alıyor ve ülkemiz devrimlerine ve sol yapıların (Türkiye Solu) deneyimlerine geçmek istiyoruz.
II. Ülkemizde Sol Hareketler ve Öncülük Sorunu
Bilindiği gibi tasfiyecilik, önemli gerçekleri ve tartışmaları açığa çıkardı. Geçmiş sol yapılar da ağırlıklı olarak kendilerine SSCB ya da Çin’i örnek aldılar. Örgütsel şekillenme, örgüt-birey, otorite, özgürlükler vb. konuların tartışmaları, Çin – Sovyet ayrışması ekseninde yürüdü. Yaklaşım farklılıkları ise örgütsel bölünmelere, çatışmalara, birbirini suçlayan yaklaşımlara neden olabildi. Kuşkusuz burada amacımız, sol tarihi ve örgütleri tek tek ele almak değil. Ancak örgütler arsı tartışma, eleştiri ve birlikte mücadele yürütme kültürünün zayıf olduğunu belirtelim. Örgütsel yapılar, “örgüt iç meselemizdir” diyerek genellikle dokunulmazlık hattı çizebiliyor. Birbirini uzaktan izleyen ancak tartışma, farklı görüş ve politikaları dinleme tahammülünü göstermeyen bir ilişki biçimi yıllardır devam ediyor. Bilindiği gibi ‘70’li yıllar ağırlıklı olarak Stalin döneminin keskin politikalarının ve sınıf dışı anlayışlara, değişik düşüncelere karşı mücadele tarzının benimsendiği ya da yadsındığı yıllardı. Merkeziyetçilik ve çelişkileri keskin yöntemlerle çözme solculuğun önemli bir unsuru olarak benimseniyordu. 1990’lı yıllarda ise örgütler reel sosyalizmin yıkılışıyla birlikte politik, örgütsel ve moral merkezlerini kaybetmiş oldular. Bu yıllarda KUKM en görkemli yıllarını yaşıyordu. Kitlesel eylemlerle, serhildanlarla ve gerilla mücadelesiyle Türkiye devrimci mücadelesine de önemli bir moral, politik merkez olmaya başladı. ‘70’li yıllarda PKK’ye söylenenler (“ulusalcılar”, “küçük burjuva devrimciler”, vs.) değiştirilmese de PKK ve önderliği izlenmeye, hatta bazı yapılar tarafından taklit edilmeye başlandı. Özellikle liderlik etrafında bütünleşmiş, liderin kişileri ve eğilimleri karizmatik yönüyle uzlaştırdığı bir parti başarının sırrı olarak görüldü. En çok öykünülen de Öcalan’ın konumu ve tarzı oldu. Sol yapılar böylelikle lider çatısı altında toplanmanın bölünmeye karşı da bir tedbir geliştireceğini düşündüler. Ancak geçmiş kültürleri ile güçleri PKK gibi bir yapılanmaya izin vermediği için ağırlıklı olarak PKK’nin etrafına tutunarak ilerlemeye çalıştılar. Kuşkusuz bu da bir öykünme, bağımsız duruş gücünü kaybetme anlamına geliyor. Öcalan’ın devlete ev sisteme biat etmesiyle birlikte kendilerini Türk halkı adına “barış elçisi” rolünde buluverdiler. Bağımsız durduklarını ilan eden bazı gruplar ise ideolojide sistem içine doğru kayarlarken politikada sekter, kendisi dışında güç tanımayan, katı ve esnemeyen bünyeleriyle yola devam ediyorlar.
PKK içinde nasıl bir “demokrasi” inşa edildiğini, Öcalan’ın partiye hakimiyet sürecine çeşitli çalışmalarımızda uzun uzun değindiğimiz için bu yazımızda tekrar açmayacağız. Yalnızca bir iki hususa değineceğiz. ‘90’lı yıllardan sonra adım adım terk edilen sosyalist parti modeli, teslimiyet süreciyle birlikte resmileştirilmiş oldu. Öcalan karşısında iradesiz bir parti merkezi kadroları ve ordusu vardı ve Öcalan bir sultan gibiydi. Sorgusuz sualsiz partiye, halka ve devrime ait ne carsa ortadan kaldırdı. Bugün de bu konumunu ve tutumunu büyük bir gözü karalıkla sürdürüyor. Ona bağlılığını kanıtlamayanlar en sıradan bir köy muhtarlığına dahi aday olamıyorlar!
Bugün sol yapılar ciddiyetle kendilerini gözden geçirmek, demokrasi, iktidar ve özgürlükler alanına yaklaşımlarını değerlendirmek durumundadırlar. Liderlerini dokunulmaz kılma, yüceltme, her şiarı lider için atma, herkesten aynı feda düzeyini bekleme, insanın fedakarlığı üzerinden politika üretme, bazı insani zaaflar ve yetersizlikler gösterenleri (Ölüm orucunu 300’lü günlerde bırakan, ama düşmana gitmeyen birini) hain etme gibi yaklaşımlar, bir yapıyı ne kadar özgürlük merkezi kılar? Burada demokrasiden söz edilebilir mi* Böyle bir yapıda özgür irade sahibi insanlar doğar mı? Kuşkusuz hayır!
Sonuç olarak bugün yaşanan pratiğin kapsamlı bir değerlendirmesi olmalı. Kürdistan devrimin tasfiyesi ve Öcalan sisteminin oturtulma sürecinin oturtulma süreci biçimi yeterince dersler sunuyor. Bu derlerin ışığında parti içi demokrasi sorununun doğru geçebiliriz.
III. Proletarya Demokrasisi ve Parti
Her demokrasi bir iktidar biçimidir. Her iktidar da özgürlükleri kısıtlayan, insan ve toplum üzerindeki güç anlamına geliyor. Proletarya demokrasisi, halkın ve çoğunluğun iktidarını temsil etmesi anlamıyla elbette egemen sınıfların iktidar ve onun zoru kullanma biçiminden ayrılmaktadır. Ancak öyle olsa da bir devlet biçimidir! Dolayısıyla sosyalistlerin bu noktada durmaları mümkün değil, onların daha uzun vadeli hedefleri var: Sınıfsız, devletsiz, sınırsız bir toplum ve dünyaya ulaşmak! “Demokrasi devlet biçimlerinden biridir. Oysa biz Marksistler her türlü devlete karşıyız” der Lenin Nisan Tezleri’nde(Sf. 68). Parti bugünden yarına devletle birlikte sönümlenecek bir güç olarak yapılanmalıdır. Bu, elbette partinin devrimin kurmayı, örgütlü öncüsü olması ihtiyacını reddetmek anlamına gelmez. Tersine sağlam bir parti bünyesi ve devrimin güvencesi, devrime, toplumsal çıkarlara kilitlenmiş, partiye güven duygularıyla bağlı bireyi çok yönlü geliştiren, sorgulama gücü olan, kendine güvenen, iradeli insanlar yaratmaktan geçer. İnsanı esas almayan, olumluluklarını partiye ayıt sayıp olumsuzluklarını ona yükleyen, yeteneklerini geliştirmeyen, duygu dünyasına kadar denetleyen, sevgiyi zapturapt altına alan, yoldaş olmanın kıstaslarını erişilmez kılan, bir parti geleceğini, özgürlük ortamını inşa edemez. Devrimin en büyük güvencesi, tarihi ve toplumsal gerçeklerinin bilincinde olan, kendi yararını toplumsal yararda gören, kişilikli, irade sahibi sosyalist insanlardır.
Parti, ezilenlerin söz, karar ve kendini yönetmelerinin önünü açmalıdır. Parti bir araçtır. Elbette insanın, kitlelerin sesine kulak vermelidir. Partili olmak bir ayrıcalık anlamına gelmez. Parti devrimin öncü gücü olarak halkı eğitip harekete geçirecektir. Ancak bunu yaparken halktan öğrenmesini bilen, halka yaptıklarıyla güven veren, sosyalist kültürü, paylaşımı yaratan, iktidarı kendinde toplayan değil, halka veren, kendisini ve iktidar olgusunu ortadan kaldırmayı hedefleyen bir araç olmalıdır. Parti, halkın demokrasisini inşa etmekle kendini görevli kılmalı, bunun kurum ve kurallarını, kültürünü oturtmalıdır. Unutmayalım ki, bizler, gözümüzü sınıfsız bir topluma dikmiş insanlarız!
Haziran 2004