Read Time:12 Minute, 1 Second
KUANTUM FİZİĞİ VE FELSEFEYE YANSIMALARI
Sema Sultan
Bilimdeki devasa gelişmelere rağmen günümüzde idealizme sarılanları sayısı giderek artıyor. En gelişmiş kapitalist ülkelerde dahi tarikatların sayısının artığı, bunların büyük bir grubu oluşturdukları, artık herkesçe bilinen bir gerçeklik.
Kapitalist emperyalist sistem, Diyalektik Materyalist felsefeye karşı yürüttüğü saldırı kampanyasında hayli yol aldı diyebiliriz. Emperyalizm bilimdeki gelişmelerin ve bulguların ortaya çıkardığı sonuçları ardına alarak, düşüncede açmazlara yaratmaya, bilinemezciliği geliştirmeye çalışıyor. Çağımızın bir kaos çağı olduğu, toplumsal gelişmelerin kendiliğinden bir seyir izleyeceği, eskiyen teorilerle günümüzde yürünemeyeceği tezi işleniyor. Kuşkusuz bilimsel olgu ve gelişmelerle şekillenmiş ve tamamen bilime dayanan bir düşünce sistemi olan Diyalektik Materyalizmin bilimdeki gelişmelerle vurulmak istenmesi, ilk bakışta bir çelişki olarak gelebilir. Ve çelişkidir de. O halde bu çelişkinin nasıl doğduğuna, bilimin neden tersten yorumlandığına daha yakından bakmakta yarar var. Bunun için günümüzün en önemli gelişmelerinden sayılan Kuantum Fiziğine ve bu alandaki gelişmelerin idealizme dayanak yapılmak istenmesine bakmaya çalışacağız. Bu kısa çalışmamızla okuyucuya Kuantum Fiziği nedir, bu alandaki gelişmelerin felsefe tartışmalarına yansıması hakkında bilgi vermeyi amaçlıyoruz. Kuantum Fiziğindeki gelişmeler, deney ve bulgular hakkında ayrıntılı bilgi verecek veri ve donanıma sahip olmadığımız gibi, bu konun detaylarıyla ve yeni sorularla bilim adamları ve kadınlarının uğraşabileceğini düşünüyoruz. Bizim için önemli olan Kuantum Fiziğindeki gelişmelerin felsefe alanına taşınan boyutu ve bunun da toplumsal sorunlara ve siyasete yansımasıdır.
Kuantum Fiziği Nedir ve Gelişmeler?
Atom fikri eski zamanlardan beri vardı; ancak atomun doğası hakkında fiziksel bir kuram 19. yüzyılda oluşturulmamıştı. Atom maddenin bilinmez, en küçük yapıtaşı olarak kabul ediliyordu. 1897’de Joseph John Thompson tarafından elektron ilk kez gözlemlenince, atomun da parçacıklardan oluşabileceği fikri gelişmeye başladı. Elektron, gözlemi yapılan ilk temel atom-altı parçacık olduğu için 1897 yılı da parçacık fiziğinin başlangıcı oldu. Bu keşiften üç yıl sonra yani 1890’da Max Planck devrim yaratacak olan bir çalışmasında Kuantum fikrini ortaya attı. Max Planck, ısısal ışınıma ilişkin termodinamik bir deneyim sırasında klasik fiziğin o güne kadar var olan bilgilerinin dışında yeni bir olguyla karşılaştı. Yüksek frekanslarda da geçerli kabul edilen ve enerjinin kesintisiz alınıp verildiği görüşünü bırakarak, kuanta denilen kesintili miktarlarda alınıp verildiği görüşünü ileri sürdü. Bu teoriye göre maddeyi oluşturan atom-altı parçacıkların davranışları klasik fiziğin nedensellik ilkesine bağlı değildir. Bir elektronun davranışlarını önceden kestirmek olanaklı değildir. Ancak elektronların yığın halinde alındığında istatistiksel inceleme olanağı vardır demektedir.
Planck, bu fikrin fizik bilimini derinden sarsacağını biliyordu. Işığın paketler biçiminde yayılma düşüncesi, Maxwell’in ışığın dalga biçiminde yayılması fikriyle çelişiyordu. Maxwell kuramının doğruluğu deneylerle gösterildiğine göre kuantum fikrinde henüz ayırdına varılmayan önemli bir sorun olmalıydı. Buna benzer tartışmalar, sorular bilim adamlarını meşgul etmeye başladı. Daha sonra Einstein, Campton tarafından yapılan çalışmalar gösterdi ki, ışığın kuantumlardan oluşması fikri kullanılarak ışığın dalga kuramıyla açıklanmayan bazı fiziksel olaylar açıklanabiliyor. Ancak hala kuantum kuramının temel denklemlerinin bilinmemesi Schrodingen gibi bazı bilim adamlarının kuantum fiziğindeki sorulara belirsizlik ve bilinemezcilik üzerinden metafizik sonuçlara ulaşmasıyla tartışmalar yeni boyut kazandı.
Planck bu bulsuyla Kuantum Fiziğine girişi başlatmış oldu. Böylece Kuantum Fiziğine, yani atomu oluşturan parçacıkların yapı ve özelliklerini, birbirileriyle bağlantılarını inceleyen fizik dalına da girilmiş oldu. Kuantum Fiziğinin sorularını, klasik fiziğin yöntem ve araçları, düşünce tarzı yetersiz kaldı. Atom altındaki parçacıkların bilinegelenlerden farklı hareketsel özellikler göstermesi, bilinen yöntem ve araçlarla açıklanamıyordu. Fizikteki etki-tepki, neden-sonuç ilişkilerinin kuruluşundaki mekaniksel bağıntılandırma ve kesin sonuçlara ulaşılamadı. Parçacıkların hız ve konum, enerji ve zaman gibi eşleşik değerlerinin aynı anda ve kesinlikte ölçülemeyişi önceki yasaların yadsınmasına yol açtı. Bu kriz materyalizm karşıtlığı yönünde derinleşen yeni pozivist görüşlerle felsefeye de taşındı. Yeni olgular ve fiziğin ve matematiğin o güne kadar var olan bilgisiyle açıklanamayınca diyalektik materyalist bakış açısına sahip olmayan bilim adamları ve onları izleyen felsefeci, sosyolog ve siyasetçiler de giderek idealizme saplandılar. Onların Kuantum Fiziğinden çıkarttığı sonuç, gerçeğin bilgisine ancak akıl, sezgi ya da iman yoluyla ulaşılabileceği oldu.
Oysa Kuantum Fiziğine geçişe öncülük eden Planck doğadaki nedensellik yasalarının tutarlı bir savunucusu olmuş, pozivist görüşleri eleştirmiştir. Ancak Planck da doğabilimsel düzeyde materyalist olmakla birlikte temelde “ideal bir zihin”in varlığı düşüncesinden de kopamamıştır.Buna karşın görüşleri diyalektik materyalist bir bakışa oturmasa da doğa bilimlerinde gösterdiği materyalist duruş metafiziğe ve idealizmde derinleşmeye karşı aldığı tutum önemlidir.
Peki o halde Kuantum fiziksel çalışmalarda tıkanma nereden kaynaklanıyor? Aydınlanmacı düşünürler nesnel gerçekliğin kabulüyle ileriye doğru adım atmışlar, ancak nesnel olanın öznel olana tabiliği görüşünü savunmaya devam etmişlerdir. Burjuva bilim adamlarına egemen olan bu görüş, gözlem ve deneyin kaba determinist yöntemlerle sonuçlandırmalara götürülmesini öngörmektedir. Heisenberg gibi bilim adamlarının Kuantum Fiziksel çalışmalarda çözümsüz kalmaları bu düşünce sistemini benimasmiş olmalarındandır. Aynı koşullarda aynı nedenlerin aynı sonuçları doğuracağı düşüncesi atom altı parçacıkların farklı hareket özelliği göstermesini açıklayamamıştır.
Gerçekte ise Kuantum Fiziğindeki gelişmelerin açığa çıkardığı sonuç pozitivizmin ve onun sınırlı bilimsel yönteminin çöküşü olmuştur. Materyalist doğa kavrayışı, doğanın olduğu gibi kavranılmasını öngörür. Madde ile düşünce, alt yapı ile üst yapı ilişkilerinde ilkler birinci, diğerleri belirlenendir. Felsefenin temel sorununda temel bağıntı ve belirleyici ilişki, karşılıklı etki ve ikincilerin etkinliğini göz ardı etmeden bu şekilde kurulur. Doğanın materyalist kavrayışından uzak pozitivist bilim adamları parçacıkların konum ve momentumlarının aynı anda aynı kesinlikte ölçülemeyişini ölçüm kesinsizliğinin nedenselliği ile açıklamamışlar. Belirlenemezcilik yönünde yorum yapmışlardır. Deney sırasında gözlemcinin ulaştığı farklılıkları parçacıkların özellikleriyle açıklamak yerine “kişiye göre değişen gerçeklik” sonucuna varmışlardır. Atom altı parçacıkların konum, hız, enerji gibi değerlerin aynı kesinlikte ölçülememesi , parçacıkların dalga ve tanecik görünümlerinin bir arada var olmasından kaynaklanmaktadır. Parçacıklara özgü bu ikili özellik ölçümde kesinsizliğe yol açmaktadır. Görüldüğü gibi bilimsel çalışmalar atom altı parçacıkların özelliklerinin bilinemez olduğu savını çürütmüş, soruların önemli bölümüne yanıt getirilmiştir. Kuantum Fiziğindeki sorular ve çalışmalara bağlı olarak yürütülen tartışmaların idealist felsefeye göre yorumlanmasın rağmen araştırmalar devam etmektedir. Bugün Kuantum Fiziği, fiziğin bütünü için temel oluşturduğu gibi mikro maddelerin yapısının ve özelliklerinin bilinmesi diğer doğa bilimlerinin gelişiminin de önünü açıyor. bu alanda yaşanan gelişmeler biyoteknik, kuantum kimyası, optik evren, bilgisayar, telekomünikasyon, elektronik gibi alanlarda bilimsel gelişim ve üretimde açılım sağlanmasına yardımcı olmaktadır.
Emperyalizm Halkların Elinden Eylem Kavuzunu Almak İstiyor
Buraya kadar kısaca Kuantum Fiziğindeki, bulguların belirsizlik ve kestirilemezlik lehinde nasıl bir dayanak haline getirildiğini gördük. Burjuvazi bugün bilimi de ideolojik ve siyasi hegemonyası altında tutma gayretindedir. Bu nedenle de bilimin uğraşı içinde olduğu en karmaşık sorunların, bulguların geldiği düzeyi görmezden gelerek yenin, değişimin önünü almak istiyor. “Doğada açıklanmayan bir çok şey var, teori ile yol alınmaz, doğada ve toplumda her şey sanıldığı gibi birbirine bağlı değildir” tezini işliyor. Bu teze dayanak olarak da ışık hızının kesintili oluşunu, hareketin önceden kestirilemeyeceğini gösteriyor. Oysa gerçekliğin böyle olmadığını, bilginin idealizmden kurtarılması gerektiğini bir kez daha belirtmeliyiz.
Diyalektik materyalist felsefeyle tarihi yorumlayan ve bu felsefiyi büyük bir eylem kılavuzu olarak ezilen ve sınıfların eline veren Marks o güne kadar gelen diğer felsefecilerle ayrımını da ortaya koydu. 11 Tezinde “Filozoflar bugüne kadar dünyayı yorumlamakla yetindiler, aslolan onu değiştirmektir” diyordu. Marks bunun için kapitalist toplumun bilimsel bir çözümlemesini yaptı ve gelecek toplumun gelişme yasalarını öngörmeye çalıştı. Marks’ın ortaya koyduğu gerçeklerin burjuvazinin bütün inkar ve kapatma çabalarına rağmen gerçekleştiğini ve Büyük Ekim Devrimi ile başlayan devrimler çağının kapanmadığını biliyoruz. Bildiğimiz bir gerçek daha var. O da en az emperyalist kapitalist sistemin de bütün bunların bilincinde olduğudur. Bunun için de burjuvazi düşünce gücünü elinde tutmak için yoğun bir mücadele veriyor.
Burjuvazinin yeniden yapılanma programlarını gerçekleştirebilmek için kriz ve belirsizlik koşulları içinde yol almaktadır. Ezilen sınıfların ufkunu karartmak ve muğlaklık yaratmak için olağanüstü bir çaba sarf ediyor. Diyalektik materyalizme saldırarak çözümsüzlüğü derinleştirmeye ve ezilen sınıfların kurtuluş yolunu kapatmaya, egemenliğinin mutlaklığını ilan etmeye çalışıyor. Geleceğin bilinemezcilik labirentlerinde kaybedildiği, sömürü ve baskının kaynağı olarak düzenin ve devletin sorgulanmadığı, burjuvazinin aklandığı, her türlü idealizme, mistizme saplanıldığı düşünce sistemlerine sonuna kadar kapılar açılıyor. Bunlar bizzat sistemin siyasetçi, felsefeci ve sosyologlarınca geliştiriliyor. Bunun için bilimsel gelişmeler her türlü yanıltma yöntemleri kullanılarak olgular tersten yoruma tabi tutuluyor. Kaos teorisi, 3. Alan ya da 3. Yol, Sivil Toplumculuk, Demokratik Ekolojik Toplum vb söylemler kaynağını burjuvazinin yarattığı bilinemezcilik ve muğlaklaştırmadan alıyor. Örgütsüz, zararsız, iktidar hedefinden uzak, sınıfları görmezden gelen, çelişkileri uzlaştıran bir düşünceyi benimasmiş siyaset tarzı öne çıkarılıyor. Örneğin kaos teorisini ele alalım. Bu teori fizikte kurguya, düz mantığa yer olmadığını öne sürüp “yaşamda dizgisel bir gidiş yoktur” diyor. Her şey karmaşıktır, önceden kestirimde bulunmak mümkün değildir savı ileri sürülüyor. Neden sonuç ilişkisi yadsınıp rastlantılar öne çıkarılıyor. Buna göre A olayı E’ ye, oradan da K’ ye veya bir birden bire Z’ ye yol açabilir. Böyle bir düşünce sistemiyle ezilenler bilinç açıklığına, hedef netliğine, ileriyi görme gücüne sahip olabileler mi? Elbette yanıt 1hayır” olacaktır. Günümüzün toplumsal ilişkilerinin giderek karmaşıklaştığı, ekonomik, toplumsal, siyasal ve kültürel yapı ve sonuçlarının iç içe geçtiği ve birbirini etkilediği bir olgudur. Ancak “her şey zaten karmaşık1 denilerek oluruna bırakma, anlama çabasının gösterilmemesi, olaylar arsındaki diyalektik bağın yadsınması olamaz. Günümüzün karmaşıklaşan sorunlarına ve ezilenlerin ihtiyaçlarına yanıt olacak tek kılavuz diyalektik yöntem ve tarihsel materyalist bakış açısıdır. Diyalektik bize toplumsal gelişim süreçlerine tarihselliği içerisinde bakabilme, maddede olduğu gibi toplumsal süreçlerin de karmaşık durumlarını açıklayabilme, hareketin en yüksek ve en alt düzeylerine ve hareketin şekilleri arasındaki bağıntıları kurabilme olanağını sağlar. Bilim ezilen sınıflara ve halkalara özgür düşüncenin, gelişimin ve sorgulamanın kapılarını açmıştır. Diyalektik materyalist bakış açısından yoksunluğun bilimsel araştırmalarda soruları giderek derinleştirip kaderciliğe, idealizme götürdüğü ortada. O halde bilimi bir sınıfın, egemenlerin çıkarları adına kullanıp yorumlayanların gerçeğini ortaya koymak durumundayız. Bilim insan için, halklar ve ezilen herkes için vardır. Eşit ve özgür bir gelecek için insanlık bitmez tükenmez bir mücadele vermiştir.
O halde her türden idealizme, bilinemezciliğe karşı bilimsel bilgiyi esas almamız gerekiyor. Toplumsal yarar için kullanılmayan, halkları köleleştirmek, baskı ve sömürüyü derinleştirmek için kullanılan bilimsel ve teknik gelişmelerin artık emperyalizmin tekelinden kurtarılması gerekiyor. 21. yüzyılda insanlık uzayın derinliklerine kadar ulaşabilme yolculuğuna hazırlanıyor. Genetikte, tıpta, bilgisayar teknolojisinde çok önemli adımlar atıldı. Devrimciler çağın gelişmelerini izleyen, gelişimin anahtarını elinde tutan, bilim ve bilgiyi herkesin (ezilenlerin kurtuluşu ve yararına) ortak gelişimi için kılan insanlardır. İnanıyoruz ki başta Kuantum Fiziği olmak üzere bilimin karşılaştığı yeni sorulara da yanıt bulunacaktır. Bilim de yeni toplumun inşasında mühendislik rolünü daha etkin oynayacaktır. Devasa silahların, insan ısısına güdümlü roketlerin ve bu silahların denendiği savaşların, kıyımların gerçekleştiği bir dünyada yaşamak istemiyoruz. Bilimsel bulgularla aydınlanmış yüzleri, sağlıklı ve özgür insanlardan oluşan bir toplumu ve dünyayı istiyoruz. Bu gelecek bizim. Yeter ki bu toplumu değiştirmek isteyelim. Yeter ki devrimler yaratmanın mücadelesi içinde olalım!..