0 0
Read Time:17 Minute, 28 Second

“KARANLIKTAN KORKMA IŞIĞI YAK”

H. MİRZOR  

K. Kürdistan’daki enkazın sorumluluğu Müritler Çetesinden Korku ve Tarihi Mirasımız

Ateşli yıllardı, bir sabah uyandıklarında ülkelerinin işgal olduğunu gördüler ve ateşten gömleği giydiler, vatan Kürdistan ve halkı için.

O zamanlar her şey temiz ve berraktı. Uzun yaz gecelerinde uzun yollar gidilir, “söz” iletilirdi. Söz o zamanlarda kendisini dinletirdi ve söz o zamanlarda bu kadar ucuzlamamıştı ..

Uzun mücadele günleri, uzun yıllara donuştu ve halkımız uyandı, evlatlarına, dağlarına ve davasına sahip çıktı.

Gerisi hepimizin hep birlikte seyrettiği bir filimdi sanki, yanan köyler, ensesine kursun sıkılan insanlarımız, kulaklarından tespih yapılan gerillalarımız ve bir bütün savaş alanına dönüştürülen ülkemiz Kürdistan.

Her şeye rağmen halkımız bu büyülü rüyayı görmüştü ve düşmanımız korkmuştu. Kürdistan’ı verip kurtulmaktan bahseder duruma gelmişti işgalci. Güzel ve aydınlık günler görecektik ülkemizde. Vaat edilmiş topraklar değil, bizim olan ve bize ait olan topraklar bizim olacaktı..

Bütün kötü ve iyi rüyaların sonu gelir. İnsan uyanır mutlaka. Eğer uykuda ölmez veya öldürülmezse. Bizler de gördüğümüz özgür Kürdistan hülyasının sıcaklığını korumakla beraber, bizi bir karabasan gibi saran ve hep uykuda tutmak isteyen “İmralı ihanet sureci” dediğimiz bu ihanet yolunu görüp sarsıldık ve şehitlerimizin yolunda, yani özgür bir Kürdistan yolunda ısrar ettik…

İste tam bu esnada “İmralı haini’ ve onun müritleriyle karşı karsıya gelmek sorunu vardı. Ya İmralı ihanet sureci karsısında silinecek, kaçılacak ve hiçleşeceksin ya da bu tarihi ihaneti RED edip özümüze bağımsız Kürdistan’ın yolunu seçecektik!

Secim kolay görülebilir, işte her onurlu insan der ki “ben ihaneti ret ederim ve bağımsız bir Kürdistan mücadelesini seçerim” demek ile eylem arasındaki çizgi bazen inceciktir, bazı insanlar bir şeyi der ve yapar da eyleme dönüştürür, ama bizde bu böyle gitmedi, gitmiyor.

İmralı haini ve hizmetine girdiği TC meseleyi iyi biliyordu, işin vahametini Kürtlerden daha iyi biliyor ve bu yönde son derece ustaca taktikler devreye sokuyordu.

İlkin İmralı haini aracılığıyla zaten müritleştirilmiş, kişiliksizleştirilmiş Parti yönetimi seçilir, atanır. Orda TC’nin A.Öcalan’a bağlı olduğunu bildiği bir müritler yönetimi atanır, bir atanır, pir atanır.

TC belki halk buna tepki gösterir ve bölünme olur parçalanma olur diye korktu , çünkü olayı toptan yönlendirmek gerekiyordu, bu TC acısından hayatiydi..

Bazen bu müritler topluluğunu ( müritler topluluğuyla yöneticiler ve Başkanlık konseyi kast edilmekte) frenliyordu. Hatta Öcalan ve onun kardeşine radikal açıklamalar da yaptırıyordu. Mesela en gülünç açıklamalardan biri de “Başkana bir şey olursa 3. dünya savaşı başlar” açıklamasıydı!!

İhanet bu kadar pervasızca halkımıza dayatılıyordu ama halkımız ihaneti görüyor, üzülüyor ve köşesine çekiliyordu.

Politize olmuş halkımızın büyük bir çoğunluğu İmralı konsepti çerçevesinde uzun yıllar yönlendirildi yönetildi, maniple edildi.

Ve artık yeni bir doneme girmiş durumdayız İmralı haininin ve onun müritlerinin açık ve net bir şekilde yargılanması gerekiyor sorular sorulması gerekiyor ve cevaplar aramak gerekiyor. Yuvarlak ve muğlak “Başkan, heval, önderlik, taktik, anlamadınız, o yönlü, bu yönlü, talimat, parti, şehitler, gerilla,” ve benzeri laflarla kimseyi kandırma hakkiniz yok, deniz bitti!!

 

“Devlete hizmete hazırım!”

 

Öcalan, Kürdistan’da değil, Kenya’da yakalanıp TC’ye teslim edildi. Tabii ki bunun daha evveli vardır. Avrupa’da kapı kapı dolaştı, hiç bir Avrupa ülkesi, A.Öcalan’ı ülkesine almak istemedi. Rusya ve Yunanistan denendi olmadı. Burada garip bir noktaya değinmeden geçemeyeceğim. Rusya’da Vlademir Jirinowski’nin evinde Öcalan konaklarken ve cep telefonuyla sağı solu ararken Jirinowski Türkiye’ye gidecek, olayı anlatacaktı. 1980’lerin başında Çetin Güngör (Semirin ) için Öcalan şöyle diyordu: “Semir, bizi Avrupa’ya çekmek istedi, savası yenilgiye uğratacaktı, bize mülteciliği dayatıyordu… vs. vs” Tarihin cilvesine bakiniz ki simdi A.Öcalan Avrupa’da kapı kapı dolaşıyor, ama hiç bir ülke ona kapısını açmıyor, mülteci olarak kabul etmiyordu. Sonra Kenya’ya yönlendiriliyor-yollanıyor ve orada yakalanarak uçağa bindirilip TC’ye teslim ediliyor.

Gözlerini acar açmaz “Devlete hizmete hazır” olduğunu söylüyordu. Burada Kurt halkı bu soruyu sormak zorunda; “A.Öcalan binlerce gerilla gibi neden Kürdistan’a değil de Kenya’ya gitti?” O zaman verilen cevap suydu: “ Kürdistan’a gitseydim düşman taş üstünde taş bırakmazdı.” Peki sorulmaz mi, zaten Kürdistan TC tarafından harabeye çevrilmiş, binlerce koy boşaltılmış, milyonlarca insanimiz perişan bir şekilde yerlerinden yurtlarından sürülmüş, binlerce gerillayı koruyabilen Kürdistan dağları neden Öcalan’ı korumasın? Neden komutan gerillasının basında değil? Neden dünyanın bu en “büyük modern” lideri “feodal” Molla Mustafa Barzani kadar olamıyordu? Neden Semir’i öldürten A.Öcalan gösterdiği sebeplendin biri olan “mültecilikte” karar kılmış adeta bir dilenci gibi kapı kapı dolaşmakta idi?

Evet, Kurt halkı artık hem soru sormaya başlamalı ve hem de yaşanan bu korkunç yenilgiden dolayı yenilgiye sebebiyet veren “askeri ve siyasi dehalardan” hesap sormalı! Bizler artık bu günlerin arifesindeyiz…

Kuran hakki için değil, Kürdistan ve Kurt şehitlerinin hakki için böyle bir hesabın sorulması tarihi bir yükümlülüktür, sorumluluktur! Sorumluluğu görmek ve yüklenmek de tarihi bir borçtur.

 

“Şehit analarından özür diliyorum”

Hem ülkemizi işgal etmişler, binlerce insanimizi hunharca katletmişler, binlerce Kurt köyünü yakmış yıkmışlar, hem de A.Öcalan tarafından “şehit” mertebesine yükseltiliyorlar. Ne zamandan beri işgalci-istilacı ordusundan öldürülenler şehit oluyormuş? Bu nasıl bir dünya görüşü, bu nasıl bir düşünce seklidir? Evet bu, Öcalan ve onun müritlerinin düşün dünyasıdır. Onlara yön ve rota artık yoktur. Eğer işgalci Türk ordusunun öldürülen askerleri “şehit” ise ve onların analarından özür dileniyorsa, Kurt halkının şehitleri nerede kalıyor? Kürt analarından kim özür dileyecek? TC’nin Kürdistan’da giriştiği katliamlarda ve jenositlerde yaşamlarını yitirmiş, ülke topraklarını kendi kanlarıyla sulamış binlerce Kürdistan şehidi ne olacak? Katliamı yapan şehit ise bizim şehitler ne olacak?

Basit sorular sorarak basit çözümlere gitmeye çalısalım. O zaman göreceğiz ki Öcalan ve onun müritleri bizi, ülkemizi ve bütün değerlerimizi nasıl basite aldıklarını göreceğiz. Öcalan ve müritleri işgalciden özür dileyerek, öldürülen işgalci askerinden özür dileyerek halkımıza ve Kürt davasına en büyük hakareti ediyor, sonra alay eder gibi yüzleri kızarmadan PKKlilikten dem vuruyorlar, bunca şehidimizin kanlarını çiğniyorlar.

Evet, artık hem Öcalan ve müritlerinden hesap sorma zamanıdır, halkımızı ve mücadelemizi yenilgiye uğratanlar hesap vermek zorundalar.

 

Kürdistan Bir coğrafya ismidir”

Bundan doğal bir şey olamaz, bütün ülkeler her hangi bir coğrafyaya verilmiş isimlerden ibarettir. Dolayısıyla ülkemiz Kürdistan’ın ismi de bizim topraklara verilen isimdir. Ama Öcalan’ın bununla başka bir şeyler anlatmaya çalışmaktadır. Kısaca söyle “Kürtlerin zaten tarihte ülkeleri olmamış, burası da bir yer ismidir, bir dağ, bir dere, bir vadi ismi gibidir, bu anlamda bunun pek bir önemi yok”. Bu bir resmi TC tezidir “Kürdistan tarihte hiç olmamış” tezinin Öcalan versiyonudur.

Hadi diyelim ki Öcalan teslim oldu ve itirafçı oldu. (ki konumu da tartışmasız budur.) Peki kendisine PKK-MK diyen ve “dağda” olan insanlara ne oldu? Onlar neden bir itirafçının günahlarına ortak oluyorlar? Bunu sorgulamak ve sorular sormak gerek. Madem Kürdistan önemsiz bir coğrafya ismiyse peki Kurt ulusu nerede yasar ve bu yaşayan insanlar ne uğruna bir asırdır kan dökmekte, katliamlar ve jenosidiler yasamakta? Peki sorulmaz mi PKK ne için kuruldu? Neden bunca Kurt evladı bu partinin saflarında Kürdistan için kanlarını döktü? Madem öyle basit bir coğrafya ismiyse neydi bizim istediklerimiz? Ya da Demirel’in “dun dundur bu gün bu gündür” “ünlü” sözlerini halkımıza yutturmaya çalışıyorsunuz! Ancak Öcalan’ın müritleri halkımıza açıklama yapma zorunluluğunu bile duymamaktadırlar!

Kurt halkı bunu düzeltecektir, orasının bir coğrafya ismi olmadığını, orasının binlerce şehidimizin kanını döktüğü ve yabancı bir güç tarafından istilaya-işgale uğramış toprağımız, ülkemiz Kürdistan olduğunu dosta düşmene gösterecektir…

 

“Gerici Kurt İsyanları”

Kendi ülkeleri işgal edilen halklar her zaman işgalciyi kovmak isteyeceklerdir. İşgal edilmiş hiç bir halkın niteliğine ve sosyal-dini yapısına bakmadan arka çıkmak gerekmekte ve desteklemek gerekmektedir…

Simdi Ruslara karsı direnen çeçen lider Şeyh Şamil, İngilizlere kariı direnen Zulular, Türk işgaline karsı mücadele eden Balkan ve Arap halkları ulusalcı ve kendi davalarında ne kadar haklı idilerse, Şeyh Sait de o kadar Kürdistan davasında hakliydi ve ulusalcı bir motivasyonu vardı. Tabii ki Şeyh Sait isyanının dini yani inkar edilemez, ama bütün isyanların, ulusalcı davaların bir teorik alt yapısı söz konusudur. Bu normal bir olgu olmakla beraber Kürdistan’ın geleceği için dini bir örgütlemenin realist olabilme durumu ayrıca tartışılır.

Peki Öcalan ve müritlerine sormazlar mi? Farz edelim Şeyh Sait isyanında “İngiliz parmağı” vardı, (dikkat ederseniz söylem bile tipik bir resmi Türk söylemidir) peki sen 20 yıl nerdeydin, nerelerde barındın? Senin kendine “mal” etmeye çalıştığın, seninle bitip seninle başlayan diye millette yutturduğun harekette aynı mantıkla bakıldığında bir “Suriye parmağı” aranmaz mi? Ne dersin? “Gerici Kurt isyanlarının” liderleri birer birer bu dava uğruna dar ağaçlarına yürürken ve kellelerini Kürdistan dağlarında verirken, sen Kenya’da yakalandıktan sonra izlediğin ihanet ve teslimiyet yolu nedir peki? Seyit Rıza dar ağacına yürürken ve onu asanlar bile buna hayranlıklarını saklamazken sen ne yaptın? “Hizmete hazırım” dedin. Seyit Rıza’yı astıran İ. Sabri Çaglayangil o zaman ki durumu anılarında söyle yazmaktadır: “ Bu sırada Fındık Hafız asılırken görmesin diye pencerenin önünde durdum. Fındık Hafiz’ in idamı bitti. Seyit Rıza’yı Meydana çıkardık. Hava soğuktu ve etrafta kimseler yoktu. Ama Seyit Rıza Meydan insan doluymuş gibi, sessizliğe ve boşluğa hitabetti. -Evladı Kerbelayım, Be gunayim, Ayibo Zulimo, Cinayeta. (Evlad-i Kerbelayiz, günahsızız, ayıptır, zulümdür, cinayettir) dedi.Benim tüylerim diken diken oldu. Bu yaşlı adam rap – rap yürüdü. Çingeneyi itti. İpi boynuna geçirdi. Sandalyeye ayağıyla tekme vurdu. İnfazı yaptı.” (İ. Sabri Çaglayangil anıları) Seyit Rize’nin oğlunu ilkin astırırlar ve kendisine seyir ettirirler, sonra da onu asarlar, ama o infazı kendisi yapar, çingeneye bile gerek görmez. İşte Kurt ulusalcılığı ve Kurt yurtseverliği budur. Öcalan ve onun müritlerine göre onun bunun parmağının olduğu “gerici”hareketlerdir bunlar. Kurt ulusalcılığını böylece gizli bir elle Öcalan ağzıyla çürütülmesi söz konusudur.

Günümüzde ne Şeyh Sait’in ne de Seyit Rize’nin mezarları vardır. Düşman onları idam ettikten sonra ölülerinden bile korktuğu için cenazelerini bilinmez bir yere gömmüştür. Düşmanın ölüsünden bile korktuğu bu ulusal liderler nasıl oluyor da “gerici” olabiliyor?

Politize olmuş ve bu mücadelede emek sarf etmiş, yıllarını vermiş Kürtler bu tür safsataları yutmazlar! Yutmamak yeterli değil. Soru sormasını öğrenmeliyiz ve ulusal çıkarlarımıza ters düşen olguları ret etmeliyiz, ulusal mücadelemizi yenilgiye getiren bu “duruş ve düşünceden” hesap sormalıyız ki, ihanetçiler-teslimiyetçiler korkmalı, biz değil, halkımızı bu yenilgiye getirenler korkmalı, onlar hesap vermeli! Kurt ulusal hareketlerini karalayanlar ve “diş güçlerin oyunudur” diyenler, hesap vermelidir!

“Demokratik Cumhuriyet”

 

Ülkemiz Kürdistan’ın yabancı bir güç tarafından bizim isteğimiz dışında bize rağmen silah gücüne dayanarak işgal edildiği bir olgudur. Bunun için Kurt halkı büyük bedeller vermiş ve bu işgali sona erdirebilmek için irili ufaklı 29 kez bu yabancı güç işgaline son vermeye çalışmıştır.

Her seferinden kendi iç sorunları olan Kürdistan’ın coğrafik, dini ve etnografik yapısını uzmanca kullanan düşman, halkımızın bu zayıflıklarından yararlanarak kurtuluş yönündeki bu çıkışları ve istemlerini kanla bastırmıştır. Türk işgaline “ret” hareketi diyebileceğimiz en son Dersim’de de TC, bir jenosit uygulamıştır.

Bizim TC’yi tanımamız böyle olmuştur, yani işgalci, katliamcı , soykırımcı (jenosidi) ve asimilasyoncu bir güç. Politize olmuş Kürdün hafızasında kalan budur.

Realite bu iken binlerce Kürt PKK saflarında bu işgale son verebilmek için 1984’te başlatılan ulusal kurtuluş mücadelesine katildi. Kurt halkı kanlı bir savaş yürüttü ve işgalci TC’nin akil almaz uygulamalarına maruz kaldı.

Kürdistan’da Kurt gerillalar dünyanın önde gelen ordusu olan işgalci T.C ordusuna karsı destansı bir savaş yürüttü ve halkımız politize oldu, ulusalcı damar Kürdistan’da bir yaşam sekline dönüştü.

A.Öcalan İmralı’ya kapatıldıktan sonra baktık bir “demokratik cumhuriyet” hikayesidir aldı başını gidiyor. Öcalan ve müritlerinin bize anlatıp yutturmaya çalıştığı sanki ülkemizi işgal altında tutan T.C değil de her hangi bir İskandinav ülkesidir. Bu teslimiyetin ve derin ihanetin son 5 yılında Öcalan ve müritleri halkımızın var olan bilincini dumura uğrattı –veya uğratmaya çalıştı. M. Kemal’in 1920’lerde yarim kalan hedeflerini Abdullah Öcalan, “ben 2000’li yıllarda yerine getiriyorum” diyor. Öcalan’ın “demokratik cumhuriyeti” MGK memurlarının ona dikte ettirdikleri “demokratik cumhuriyettir”. Halkımız TC’yi ülkemizde kati surette istilacı cumhuriyet olarak görmekte, RED etmektedir. Kemalistlerle girilen son seçim ittifakı da bunun en iyi göstergesidir.

 

“Barış Grupları”

 

“Bana izin verin gerillayı dağdan indireyim” diye yalvaran Öcalan’ın hali, o zaman bize komik gelmişti. Gerçek şu ki bir sürü Kürt buna inanmıyor, gerillanın buna karsı koyacağını düşünüyordu.

Ama kişiliksizleştirilmiş, mürit haline getirilmiş “başkanlık konseyi” Öcalan’ın dediklerini talimat gibi algılıyor ve yerine getiriyordu.

Kürtler acısından yüz kızartıcı iki olay yaşandı: Bir, gerilla Kürdistan’dan geri çektirildi. Ki bunu T.C Öcalan’a çok mantıklı ve akıllıca yaptırdı. Bu şu manaya gelmekteydi “bu gerillalar Güneyde çürümeye bırakılıyordu” ve cürüme derinleştikçe gerilla dejenere olacak, halktan kopacak, halka yabancılaşacak, nihayetinde iç çekişmeler ve bölünmeler başlayacaktı. Bunu T.C çok iyi biliyor ve Öcalan’a bunu dikte ettiriyordu. Nitekim başarılı da oldu.

Ama Kurt halkına daha onursuzca şeyler kabul ettirmek gerekiyordu. ki bu halk yenilgiyi kabul etmeliydi. Bu da Öcalan’a dikte ettirdiği “barış grupları” yöntemi ile oldu! Ortada viraneye çevrilmiş bir Kürdistan, bir işgalci var, katil bir ordu var, ama hem özür dineliyor, hem de üstelik “barış grupları” yollanıyordu. Yüksek dağın düşüşü de çok “alçak”olmalıydı, halk rencide edilmeliydi ki, bir daha kimseler böyle bir sevdaya kapılmasındı.

Öyle oldu, biri dağdan, biride Avrupa’dan iki “barış”, iki teslimiyet gurubu Türkiye’ye yolandı. Alay konusu haline gelen bu insanlar adi suçlular gibi muamele gördüler yargılandılar ve hala hepsi hapislerdeler. Evet bir ulusun gururu ve haysiyetiyle ancak bu kadar oynanırdı. Ne diyelim Allah kimseyi Ali Sapan’ın yerine koymasın!

Öcalan ve şürekasının deyimiyle “feodal Kurt liderleri” bile bu yanlışlara düşmemişlerdir ve üstelik dar ağaçlarına yürümüşlerdir, gurur ve haysiyetleriyle.

 

Bizim olan ama bizden bir teslimiyetçi ve müritleri tarafından gasp edilen PKK ve değerleri

 

Evet ellerimiz bunların yakasında olmalı! İhaneti RED ettiğimiz için biz değil mücadeleyi yenilgiye uğrattıkları için onlar korkmalı!

Eskiden PKK’de yer almış, yıllarını vermiş ama günümüzde köşesine çekilmiş binlerce yurtseverimiz ve yoldaşımız, öyle bir haldeler ki hala Öcalan ve müritlerinden “korkar”gibi bir halleri var.

Halkımıza ve yoldaşlarımıza çağrımızdır: Korkması gerekenler, ihaneti halkımıza dayatanlardır, hesap vermesi gereken birileri var ise o da A.Öcalan ve müritleridir.

PKK ve onun kazanımları üzerine Öcalan ve müritlerinin sultasına son vermek Kürt ulusunun çıkarınadır. Onlar şehit yoldaşlarımızın kemiklerinin, kazanımlarının ve gencecik ruhlarının halkımızın üstünde bir baskı aracı olarak kullanmalarına son vermek, şehit yoldaşlarımızın bize vasiyeti olarak algılanmalıdır!

Şehit insanların ruhlarının üstüne basarak onların ruhlarını bir baskı aracı olarak ihaneti reddeden insanların üzerinde bir baskı aracı olarak kullanmalarına izin vermeyelim..

Halkına yabancılaşmış, izole olmuş hiç bir fikri ve düşüncesi olmayan A.Öcalan ve şürekasının yalan, boş ve hiç bir içeriği olmayan laflarının aslında ihanete çağrıdan başka bir şeyi ifade etmediğini halkımız bilmelidir.

Evet artık bu yenilgi mimarlarının korkması gerek, bunlardan hesap sormanın günü gelmiştir! Bunlar sanık sandalyesindedirler, çünkü Kürdistan’da TC’nin oluşturduğu enkazın ortaklarıdırlar. Halkımıza verilen sözler tutulmamış, ve halkın beyni dumura uğratılmıştır Bunun hesabini vermek zorundadırlar!.

Artık korkuya yer olmamalı, asla!! Bu adamların karanlıkta ne işler çevirdiğini halkımıza göstermek için ışığı yakmak gerek. Yakmak gerek ki insanlarımız bir ulusun mücadelesinin A.Öcalan ve onun bir avuç müridinin (Başkanlık Konseyi ve bazı kademelerde bulunan sözde kadrolardan bahsetmekteyiz burada) nasıl mücadelemizi yenilgiye uğrattığını halkımız görsün, şehit yoldaşlarımızın ruhlarını ve PKK mirasını REHIN alarak nasıl politika yürüttüklerini görsün halkımız.

 

Evet ışığı yakmanın tam zamanıdır,

Karanlıktan asla korkmayalım,

Işığı yakalım!

Happy
Happy
0 %
Sad
Sad
0 %
Excited
Excited
0 %
Sleepy
Sleepy
0 %
Angry
Angry
0 %
Surprise
Surprise
0 %
News Reporter