Read Time:7 Minute, 42 Second
AB VE AZINLIK SORUNU!
“Öte yandan “azınlık” kavramını “ileri” bir hamle olarak düşünen Kürt siyasal eğilimleri de az değil. İnkar çizgisine göre, mevcut statüsüzlüğe göre, uluslararası zeminde “azınlık” bir şeydir. Ama bunun da Lozan’ın yenilenmesinden, yeni bir tür Lozan olacağından da kuşku duymamak gerekir. “Azınlık” kavramına yatmak, bunun etkin bir tarafı olmak, ülke olarak Kürdistan’a, Kürtlerin ulus gerçeğine “elveda” etmek olacaktır!
“Öte yandan “azınlık” kavramını “ileri” bir hamle olarak düşünen Kürt siyasal eğilimleri de az değil. İnkar çizgisine göre, mevcut statüsüzlüğe göre, uluslararası zeminde “azınlık” bir şeydir. Ama bunun da Lozan’ın yenilenmesinden, yeni bir tür Lozan olacağından da kuşku duymamak gerekir. “Azınlık” kavramına yatmak, bunun etkin bir tarafı olmak, ülke olarak Kürdistan’a, Kürtlerin ulus gerçeğine “elveda” etmek olacaktır!Dolayısıyla Kürdistan halkı ve onun devrimci yurtsever güçleri, sosyalistleri, her koşulda Kürdistan ulusal gerçekliğini esas almak, politik ve taktik yaklaşımlarını bu gerçeklik üzerine bina etmek durumundadırlar.” (3 Kasım 2004 tarihli değerlendirmemizden…)3 Kasım 2004 tarihli değerlendirmemizde, yukarıya aldığımız iki paragrafta duruşumuzu özetledikten sonra, AB ve Azınlık sorununu tartışmaya devam edeceğimizi belirtmiştik. Bu değerlendirmemizde bu konuyu tartışmaya devam edeceğiz.Bilindiği gibi AB, Türkiye ile ilgili hazırladığı “İlerleme raporunda” Kürtler ve Alevilerden azınlık olarak söz etmiş ve Kopenhag Kriterlerine göre bunların haklarının tanınmasını ve güvence altına alınmasını istemişti. Aynı dönemde Başbakanlık İnsan Hakları Danışma Kurulu, bir “Azınlık Raporu” hazırlamıştı. Böylece “Azınlık”, “Asli unsur” gibi kavramlar da tartışma gündemine oturmuştu, bu tartışmalar günümüzde de devam ediyor.Kürdistan halkının ulusal kimliğini tanımlama, bu tanıma göre istemlerini ve haklarını programlaştırma konusu yurtsever ve demokrat olmanın en asgari ölçüsüdür.İsmail Beşikçi’nin çok net olarak vurguladığı gibi, Kürdistan ve Kürt halkının hukuksal bir tanımı ve statüsü yok. Uluslararası hukuka göre Kürdistan diye bir ülke, Kürt ulusu diye bir ulus yok. Bu, Lozan’da kabul edilen bir durumdur. Aynı anlama gelmek üzere bu, inkar ve imha statüsünün, parçalanmışlık ve sömürgeciliğin uluslararası zeminde kabulünden başka bir şey değildir. Kuşkusuz bu durum, verilen mücadele, sergilenen direnişler sonucu Kürdistan halkının bilincinden ve yüreğinden atıldı. Yine uluslararası zeminlerde bu konu tartışma konusu yapıldı, aşılması yönünde önemli bir mesafe kaydedildi. Ancak bütün bu çabalar ve verilen bedeller, hukuksal zemindeki kimliksizlik ve statüsüzlük durumunun aşılmasına yetmedi…Nasıl aşılabilirdi? Dilenerek mi? Kürdistan ülke ve ulus gerçeğini inkar ederek mi ya da inkarcılığın daha “yumuşak” versiyonlarına yatarak mı? Yoksa özgücü esas alan, etkin bir güç olmayı hedefleyen, dostunu ve düşmanını doğru saptayan tutarlı bir stratejik ve taktik duruşla direnerek mi?Bu sorular ve verilecek yanıtlar önemli… Önemli, çünkü gerçek yurtseverliğin mihenk taşı niteliğindedir!Tutarlı ve samimi yurtseverler olarak devrimci sosyalistler, stratejik ve taktik duruşlarında, Kürdistan ülke ve ulus gerçeğini inkar ve ret anlamına gelecek yaklaşımların mücadeleye hiçbir şey kazandırmayacağını bilmektedirler. Bu nedenle Kürt ulusunu tanımlamak için “Azınlık”, “Asli unsur” gibi kavramları kullanmayı reddederler.AB, Kürdistan sorunun Ortadoğu’da nasıl dinamik bir sorun olduğunu çok iyi biliyor. Yine bu sorunun içinde taşıdığı devrimci potansiyelin de farkındadır. Stratejik olarak bundan dolayı bu sorunun çözümünü istemektedir. Bu yaklaşımında başka taktik ve stratejik etkenler de rol oynamaktadır. TC üzerinde baskı kurmak, ABD karşısında daha güçlü bir konum yakalamak, Ortadoğu dengelerinde Kürt kartını daha güçlü bir biçimde elinde tutmak gibi… Bundan dolayı Kürtlerin “Azınlık” olarak tanınmasını ve grup olarak kültürel haklarının verilmesini istemektedir. TC ile olan pazarlıklarında AB bu yaklaşımında ısrar eder mi? Ne kadar? Bu ısrara TC, boyun eğer mi?Bu soruların yanıtı koca bir belirsizliktir. Ancak varsayalım ki AB ile TC, bu konuda “ara bir formülde” uzlaştılar. Sonuçta “Azınlık” statüsü ve bu bağlamda kimi haklar tanındı. Bu durum, hukuksal olarak kurumlaşan kimliksizliğe ve statüsüzlüğe göre bir adımdır. Bu anlamıyla Lozan’ın kısmen delinmesi, ama esas olarak Lozan’ın yeniden üretilmesi, daha doğru bir deyişle, Lozan’ın restorasyonundan başka bir şey olmayacaktır. Bu, aynı zamanda, bir kez daha Kürdistan ve Kürt ulus gerçeğinin karanlık dehlizlere gömülmesi, uluslararası sömürge statüsünün doğrudan taraftarlarının AB ülkeleri sayısı kadar çoğalması demektir.“Hele azınlık hakları alalım, sonra bu basamağa dayanarak temel ulus haklarımızı da elde ederiz” yaklaşımı, eğer politik bir körlük değilse, her türlü devrimci yurtsever kaygı ve değerlerden uzaklaşmak anlamına gelmektedir.Evet, Kürtlerin “azınlık” olarak tanınması ve kimi haklarının kabul edilmesi, mevcut statüsüzlüğe göre bir adımdır, beliki de önemli bir adımdır. Ama bunun ne pahasına olduğunu, bununla stratejik olarak nelerin kaybedildiğini bilmek ve tartışmak, halkımızı bu temelde bilinçlendirmek, karşılaşılacak büyük tehlikelere bugünden parmak basmak kaçınılmazdır.Elbette, mücadelenin ve potansiyellerinin ortaya çıkaracağı her türlü fırsattan, olanaktan, “reformdan” yararlanılır. Bu gereklidir. Ancak bunu doğru bir stratejik çizgiye oturttuğumuz zaman bir anlam kazanır. Devrimci yurtseverler, en sıradan haklar dahil Kürdistan halkının bütün ulusal demokratik haklarını militanca savunur, pratikleri de bunun açık ve somut kanıtıdır. Ancak sorun şu:Statükonun özüne dokunmayan düzen içi platformlarda mı soruna bakılacak, yoksa statükoyu cepheden hedefleyen, taktik yaklaşımlarını bu bağlama oturtan devrimci bir duruş mu esas alınacak?İşte, bütün mesele bu soruda ve yanıtında düğümlenmiştir!Bu soruya tutarlı, doğru ve samimi yanıt verilmeden yapılacak değerlendirme ve alınacak tutumlar, Kürdistan halkının temel ulusal hakları için hiçbir değer ifade etmez.Bu noktada TC’nin inkar ve ret sistemini teşhir etmek önemli ve birincil görevdir!İkincisi, AB’nin “Kürt politikası”nı deşifre etmek, iki politika arasındaki taktik farklılıkları ve stratejik ortaklıklarını göstermek önemli ve yerine getirilmesi gereken diğer bir görevdir!Üçüncüsü, Kürtleri “Asli unsur” olarak tanımlayarak TC’nin inkar ve ret siyasetinin “Kürt versiyonu” olan yaklaşımları deşifre etmeye devam etmek, bunların ideolojik ve politik etkilerini sınırlandırmak önemli ve yerine getirilmesi gereken diğer bir görevdir.Dördüncüsü, AB’nin Kürtleri “Azınlık” olarak görme yaklaşımına yatan, bunu stratejik bir duruş olarak sürdüren çizgilere karşı net bir tavır almak, düzen içi platformlara karşı devrimci yurtsever çizgiyi etkin kılmak mutlaka başarılması gereken bir görevdir.Beşincisi, ancak bağımsız duruşu, özgücü esas alan, gücün ve güç olmanın politikanın belirleyici ve etkileyici dili olduğunu bilen bir çizgi, mücadelenin bir ürünü olarak ortaya çıkabilecek ya da egemen güçler arasındaki çatlaklardan doğabilecek olanakları, fırsatları ve “reformları” doğru değerlendirme yeteneğine sahip olabilir.Çok net olarak görüleceği ve anlaşılacağı gibi, her konuda olduğu gibi, AB ve TC arasındaki ilişki ve çatlaklardan ortaya çıkabilecek gelişmeleri kendi lehine değerlendirebilmenin şansı, bağımsız çizgi, özgücü esas alma ve bu temelde politik güç olma gerçekliğinde düğümlenmektedir!Dolayısıyla devrimci yurtsever görev, bağımsız çizgi, özgücü esas alma ve bu temelde politik güç olma yaklaşımı doğrultusunda çalışmaktır!Gerisi mi, laf u güzaf ile “Tatlı su yurtseverliğidir”!10 Kasım 2004Sosyalistên Şoreşgerên Kurdistan(Kürdistan Devrimci Sosyalistleri)