0 0
Read Time:15 Minute, 18 Second
SAVAŞ ÜZERİNE

Sema SULTAN
Olguları ve kavramları doğru tanımlamak, sorunların çözüm yolunun da açılması anlamına geliyor. Emperyalist kapitalist sistemin ideolojik hegemonyasının çok etkin olduğu günümüzde bu daha da önem kazanıyor. Çünkü egemenler düşünceyi denetimlerine alma yönünde her türlü kavram kargaşasını, muğlaklığı yaratmak için seferber olmuş durumdadırlar.

Günümüzde hemen hemen her çevre savaşların getirdiği yıkımlardan, acılardan söz ediyor. “Barış hemen şimdi” deniliyor. Fakat bütün iyi dileklere, dualara, hatta milyonların yaptıkları yürüyüşlere rağmen barış bir türlü gelmiyor. Silahlar susmadığı gibi, dakikalarca ölçülecek zaman diliminde bir kenti yerle bir edecek güçte silahlar, “akıllı” füzeler üretilmeye devam ediyor.

Dünya son yüzyıl içinde büyük kitlesel katliam savaşları yaşadı. Birinci Dünya Savaşında 25 milyon, İkinci Dünya Savaşında ise 55 milyon insan öldü. Nürnberg’de Hitler faşizmi “demokrasi” adına mahkum eden ABD, daha İkinci Dünya Savaşının izleri silinmeden Vietnam’da vahşetin en katmerlisini uyguladı. 2 milyondan fazla Vietnamlı ulusal kurtuluş mücadelesinde yaşamını yitirdi. Sömürü, işgal ve savaşlar sarmalı devam etti. Yüz binlerce insanın katledildiği Irak işgalinin savaş görüntülerini bütün izlemeye devam ediyor. Dün My Loi köyünde 400’den fazla erkek, kadın çocuk Vietnamlıyı katledenler, bugün Ebu Garip’te, Filistin’de, Kürdistan’da zulmün, işkencenin, katliamın en korkuncunu uyguluyorlar.

Bütün bu yaşananlara yalnızca Bush çetesinin, Şaron’un ya da AKP’nin politikaları olarak, ya da sadist generallerin uygulamalarıdır diye bakmak mümkün mü? Elbette hayır! Bush’tan önce Clinton da Irak’ı her gün onlarca kez vuruyordu.

Emperyalist barbarlık ve sömürgecilerin katliamları ülkemizde ve bütün dünyada sürüyor. Buna rağmen emperyalist paylaşım savaşlarının bittiği, ulusların kaderlerini tayın etme hakkının aşıldığı, devrimler çağının kapandığı, tarihin sonunun geldiği, dönemin dilinin barış olduğu söylenebiliyor. Egemenler hegemonya ve şiddette sınır tanımazken ezilenler adına küçük bir örgütlenme çabası tehlikeli görülüyor ve bastırılıyor.

Ezilen halklar ve sınıflar, haklarını, kurtuluşlarını nerede arayacaklar? Kuşkusuz emperyalist kapitalist sisteme şirin görünmek isteyenlerin, kabul edilebilir, kabul edilebilir sınırlara çekilmiş olanların tezlerinde aramayacaklardır. İlerici ve gerici savaşları birbirinden ayırıp tavırlarını buna göre belirleyeceklerdir.

Özetle savaşın anlamının netleştirilmesi, sınıf mücadelesinde yerli yerine oturtulması gerekiyor. Halklar savaşa ve barışa hangi pencereden bakacaklardır? Egemenlerin cephesinden mi, yoksa kendi çıkarlarından mı? Yine ezilen sınıf ve ulusların kurtuluşu ve savaşların son bulmasının koşulları nelerdir? Bu soruların yanıtları Kürdistan halkının ufkunun karartılması çabalarının boşa çıkarılması ve halkımızın kurtuluşunun gerçekleşmesi açısından büyük önem taşımaktadır.

a) “Savaş, Politikanın Başka Araçlarla (Şiddet) Devamıdır

Sosyalistler savaşa karşı tutumlarını, savaşa yön veren politikalar ve bu politikaları şekillendiren sınıfların çıkarlarına bakarak belirlerler. “Her savaş, politikanın başka araçlarla (şiddet) devam ettirilmesidir.” Bu artık klasikleşmiş söz, savaş konusunda derin bilgileri olan Prusyalı asker ve yazar, bilinen en büyük savaş teorisyeni olan Carl von Clausewitz tarafından söylenmişti. Marksistler savaşı kavramada bu tanımı temel almışlardır. Marx ve Engels de savaşlara bu tanım açısından bakmışlardır.

Bütün savaşlara görünürdeki nedenler dışında sınıf çıkarları yön vermiştir. Ekonomik, kültürel, diplomatik araçların tamamlayanı olarak askeri araçlar devreye girer. Zor, iradenin teslim alınması, direncin kırılması, hakimiyetin sağlanmasında en etkin araç oluyor. Bilinen en eski savaşlar, yenilenin köleleştirilmesi için veriliyordu. Kılıç zoru, rakiplerin köleler haline getirilmesinde kullanılırken, bugün ise bombalar yeni pazarların ele geçirilmesi için atılıyor. Her iki dünya savaşı emperyalistler arasındaki ekonomik, siyasi çıkar çatışması ve sömürge alanlarının paylaşımında yaşanan anlaşmazlıkların korkunç bir felaket olarak şiddete dökülmesiydi. Faturayı ise halklar ödemişti. Yağma savaşları bugün de Körfezde, Balkanlar, Kafkaslar, Afrika ve Afganistan’da devam ediyor. ABD ve diğer emperyalist güçler yağma ve işgal savaşında, Afganistan’da olduğu gibi uzlaşırken, Irak örneğinde olduğu gibi farklı duruşlar sergilemektedirler. Bu savaşların çok yönlü amaçlarının olduğu biliniyor. Bunlar; ekonomik kaynakları denetim altına almak, güçlenmiş askeri pozisyonun ağırlığıyla küresel ticaret üzerinde ekonomik imtiyazlar elde etmek, bölge devletlerini kontrol altına almak ve rakiplerin hareket alanlarını daraltmak olarak özetlenebilir. Bundan dolayıdır ki askeri güçlerini hızla artırmaktadırlar. ABD’nin askeri güç üstünlüğü ile dünya patronu gibi hareket ettiği biliniyor.

Son yıllarda yaşanan savaşlara bakalım: Gerçekten de ABD Taliban gericiliğine karşı mı savaştı? Bir ABD’linin deyimiyle 5 Dolarlık çıkarları neden 500 bin Dolarlık bombalarla vurdular? Aynı soruları Irak işgali için de sorabiliriz. Emperyalistlerin (Özelde ABD’nin) bu ülkelere “yakın ilgilerinin” nedenlerine bakmakta yarar var.

Afganistan petrol yatakları, boru hatları, 99 milyar metreküp doğalgaz, kömür, demir, krom, bakır, uranyum vb. yeraltı ve yerüstü kaynaklarıyla ABD için eşsiz bir yağma alanı olmasının yanında jeostratejik konumuyla Tacikistan, Özbekistan, Türkmenistan, İran, Çin gibi ülkelerle de sınır ve ABD için paha biçilmez bir alan.

Yine Irak, 112 milyar varillik kanıtlanmış, 225 milyar varillik kanıtlanmamış petrol rezervleri ve Ortadoğu’yu denetlemede tuttuğu konumuyla son derece önemli bir alan. Konumuz açısından önemli olması nedeniyle ABD Enerji Bakanı Schlesiger Eylül 1992’de Körfez Savaşı sonrasında söylediği sözleri aktarmak istiyoruz. Anılan bakan şöyle diyordu: “Amerikan halkının Körfez Savaşındaki payı şu oldu: Ortadoğu’da yaşayanların kıçlarını tekmelememiz, Amerika’nın petrole bağımlılığını azaltmak için katlanmamız gerekenlerden çok daha kolaydır.” Belirtilenler yoruma yer vermeyecek kadar açıktır.

Engels, kabilelerin, krallıkların ve imparatorlukların birbirlerini soyma ve hakimiyet kurma girişimlerinden başka bir şey olmayan savaşlardan hareketle tümüyle doğrulanan sınıflar ortadan kaldırılıncaya kadar da hiçbir zaman eskimeyecek olan “Barbarlık çağı için demir kılıç ve uygarlık için ateşli silah neyse yabanilik için de ok ve yay odur! Her işi çözümleyen silah” demekteydi.

Kısacası savaşlar, egemenlerin buldukları uydurma gerekçelerle çıkmıyor. Egemenlerin dedikleri gibi (Alman parlamento binasının yakılması, Pasifik’teki deniz üssüne Japonları baskın düzenlemesi sonucu ABD’nin savaşa katılmak zorunda kaldığı, Irak’ta kitle imha silahlarının bulunduğu) olmuyor. Burjuvazinin akıttığı timsah gözyaşları ise gerçekleri perdelemeye yetmiyor.

b- Çağımızın Belası Emperyalizm

Çağımızın değiştiği sık sık tekrarlanan bir vurgudur. Egemenlere zararsız olduklarını ispatlamak isteyen oportünist ve tasfiyecilerin iddia ettiklerinin aksine gerçekler (Irak’ta, Balkanlarda yaşananlar) her gün onları yalanlamaktadır. Küreselleşme, bilim ve teknikteki gelişmeler, emperyalizmin sonu anlamına gelmiyor. Tersine daha da yoğunlaşmış bir mali sermaye ile emperyalist tekeller, dünyanın dört bir yanını sarmış durumdadırlar. Bütün dünyayı yalnızca bir tekel grubu dinleyebiliyor. (Enrom) Ülkelerin ekonomik kaynakları, tarım birkaç ABD, Kanada, İngiliz vb. tekellerin Pazar hakimiyeti altındadır. Dünyanın en büyük kahve, tahıl, tütün vb. üreticisi ülkeler bugün bu ürünleri ithal eder konuma düşmüş durumdalar. Yine uluslar arası topluluk ya da BM denilen organizasyonların aslında ABD ve diğer emperyalistlerin elindeki aygıtlar olduğunu, halkalara şemsiye olamayacak kadar göstermelik yapılar olduklarını bilmeyen yok. Örneğin Irak’ın işgali BM kararı olmamasına rağmen ABD’nin tek başına aldığı kararla gerçekleşti. Buna karşı hiçbir ülkenin de tepkisi olmadı, olamadı, uzaktan izlemekle yetindiler… Ancak yağma başlayınca aslan payının dışında kalanları toplayabilmek için Irak’a hücum etmeye başladılar. ABD ele geçirdiği askeri üstünlüğü ile bütün dünyayı cendere altında tutuyor. Askerinin, ajanlarının, kontrgerilla eğitim merkezlerinin bulunmadığı bir ülke neredeyse yok. Sermayenin güvenliği için bütün askeri varlığını seferber etmiş durumda. Ekonomik kaynaklara hükmetmek, siyasette el üstünlüğü sağlamak amacıyla ABD’nin nasıl örgütlendiğine daha yakından bakalım:

Değişik kıta ve bölgelerde 30 askeri üssü, 125 ülkede askeri bulunmaktadır. Körfez Savaşından sonra S. Arabistan’da kurduğu üsse 5 bin, Bosna ve Kosova’da kurduğu üsse 3 bin ile 5 bin arasında asker yerleştirdi. Kırgızistan, Özbekistan ve Tacikistan’da üsler kurdu. Ebu Seyyaf örgütüne karşı operasyon için Filipinlere 600 kişilik bir askeri güç yerleştirdi. 27 yıl sonra Peru’ya askeri birlik, Pakistan’a 1500 FBI ajanı gözaltı ve sorgulama yetkileriyle donatılarak gönderildi.

Bütün bu askeri varlığın ABD’nin çıkarları ve dev tekellerin sömürü ve yağmalarını güven içinde gerçekleştirmeleri için var olduğunu söylemek fazlalık olacak. Burada Bush’un savaş kabinesini oluşturan ekibin aynı zamanda uluslar arası büyük silah tekellerinde yöneticilik yaptıklarını hatırlatmakla yetinelim.

Son olarak uzun süreli “çevreleme” ve “zaman yayılmış şiddet” stratejisini izleyen Clinton döneminde (1995) imzalanan Ulusal Güvenlik Stratejisi belgesinin bazı bölümlerini aktarmak istiyoruz. (Benzer bir belgenin Türkiye’de de Milli Siyaset Belgesi adı altında devlet politikalarına yön verdiğini ve basına da sızdığını hatırlatalım.)

“Dünyanın ABD’nin liderliğine gereksinimi vardır. ABD liderlikte rakipsiz kalmıştır. Bu nedenle dünyanın her bölgesine ilgi duymaktadır. ABD milli güvenliğine yönelik tehditlere karşı çeşitli politikalar üretmektedir. Bu politikalar, bölgeler ve bölgeler içindeki ülke sayısı kadar değişik sayıdadır.

ABD geçen yarım yüzyılda komünizmi en büyük tehdit kabul ederek bununla mücadele etmiştir. Komünizm ortadan kalkınca, bugün yeni tip tehditlerle mücadele etmek zorundadır. Komünizmle mücadele Rusya’ya ekonomik yardım yapmaktan daha pahalıdır. Bu nedenle G-7’lerle birlikte Rusya Federasyonuna yardım edilmelidir.

Milli güvenlik çıkarları tehdit edildiğinde önce diplomasi kullanılır. ABD müdahalenin zorunlu olduğu durumlarda yapabildiği taktirde başka ülkelerle, mümkün değilse tek başına askeri kuvvet kullanmayı esas almıştır.”

c- Sosyalistlerin Savaşa ve Barışa Yaklaşımları

Günümüzde egemenlerin askeri şiddetlerini ve örgütlenmelerini görmezden gelenler, halkların örgütlenmesini, ezilen ulus ve sınıfların kendi kaderlerini belirlemesini, kurtuluş savaşı vermelerini kötülemektedirler. Onlara göre ezilen halklar, mücadelelerini yasaların belirlediği çerçevede “demokratik” bir şekilde vermelidir. Egemenlere silah doğrultmak çıkmaza girmek anlamına gelmektedir. Sivil toplum örgütleri aracılığıyla baskı oluşturulmalı, dilekçe, protesto etkinlikleri vb ile hak taleplerinde bulunulmalıdır. Özcesi emperyalist kapitalist sistemin kabul edebileceği sınırlar içinde mücadele vermek gerekmektedir. Oysa sosyalistler, her savaşı olumsuz görmemişler ve aynı kefeye koymamışlardır.

“Sosyalistler halklar arasındaki savaşları daima barbarca ve canavarca bulmuşlar ve kötülemişlerdir. Bizim savaşa karşı tutumumuz, gene de aslında burjuva pasifistleriyle anarşistlerden farklıdır. Her şeyden önce biz, bir yanda savaşlar ile öte yandan bir ülke içindeki sınıf savaşımlarının arasındaki ayrılmaz bağlılığı, sınıflar ortadan kaldırılmadan ve sosyalizm kurulmadan savaşların ortadan kaldırılmasının olanaksızlığını ve iç savaşların haklılığını, ilerici niteliğini ve gerekliliğini tamamen kabul ederiz.” (Lenin)

Lenin’in belirlemeleri son derece açıktır. Egemen sınıfların uyguladıkları zor, ezilenlere uygulanan sömürüyü kalıcılaştırmak ve iktidarlarına karşı gelişecek en ufak bir tehdidi bastırmak içindir. Egemenler şiddeti, halkların ufkunu bulandırmak isteyenlerin iddia ettiklerinin aksine suskun olana, köleliğini kabul edene de uygulamaktadır. Hatta boyun eğdikçe sömürünün daha da katmerleştirildiğini belirtelim. Vahşi kapitalizm koşullarını bir anımsayalım: İşçilerin 18 saat çalıştırıldığı, hastalıktan binlerce çocuk işçinin bir arada öldüğü koşullar, köleci dönemin uygulamalarını aratmamaktaydı. Özetle egemenler alabildiğine itaat ettirilmiş, uydulaştırılmış ve uyuşturulmuş bir toplum isterler. Ama egemenlerin kendi aralarındaki savaşlar, halklar ve emekçi sınıfları ezmek için yürütülen kirli savaşlar devam etmektedir.

Özlenen barışın gelmesi ancak, sınıfsız ve sömürüsüz bir dünya ile mümkündür. Sosyalistler köleliğe, sömürüye karşı verilen ulusal ve sınıfsal kurtuluş savaşlarını haklı bulacak, destekleyecekler ve bizzat içinde yer alacaklardır. Zor aygıtını başka türlü yıkmak olanaklı değildir. Bu dünya gerçekliğini bilmek yetmiyor, onu değiştirmek için savaşmak, mücadele etmek gerekiyor.

d- Ülkemiz Gerçekliği

KUKM, son yirmi yılda çok büyük bir devrim dalgası yarattı. Çağ ve ülke değerlendirmesini doğru yaparak Ortadoğu’nun en büyük ordusuyla başa çıkabilme gücünü gösterdi. Ancak son altı yıldır yaşanılanlar büyük bir geriye savruluşu, düzeniçileşme ve çürümeyi anlatıyor. Çeşitli yazılarımızda tasfiyeciliğin KUKM’ni nasıl teslimiyet sürecine soktuğunu genişçe açtık. Son altı yıldır halkımızı “Dil, kültür” mücadelesi verdiklerini söyleyerek aldatanlar, “barış”ın gelmemesinden ve taleplerinin kabul edilmemesinden dolayı hayli sıkıntılılardır. “Biz vereceklerimizin fazlasını verdik” diyerek neden affedilmediklerini, düzenle bütünleşmelerine izin verilmediğini, buna anlama veremediklerini belirtiyorlar. Ülkemiz sömürgedir. Sömürgeci devlet imha ve inkar üzerinde şekillenmiştir. TC en ufak bir ulusal kıpırdanışı katliamlarla bastırmıştır. Temel gerçeklerin görülmezsi için tarihimize bakmak yeterlidir.

Devlet elbette kendi “barışı”nı tesis etmek isteyecektir. Bu da mutlak TC’nin egemenliği, düzen içine çekilmiş Kürt varlığının üzerinde olacaktır. Bu yüzden kırıntı da olsa Kürde ait hiçbir şeyi vermek istemediği gibi, dünü unutmadığını, devlete karşı silahlananları düzen içine gelme istemlerine rağmen kabul etmeyeceğini her fırsatta dile getiriyor. Eski gerilla güçlerini tam anlamıyla tasfiye etmek, teslim almak ve diz çöktürmekten başka seçenek tanımıyor. Halkımızın iradesini kırmak istiyor.

Ülkemizde onurlu bir barış ancak ulus olarak kendi kaderimizi özgürce tayın ettiğimizde, egemenlerin ülkemizde varlığı son bulması halinde gelecektir. Tasfiyecilik, halkımızı oyalamak, yanıltmak için değerlerimizi “sahiplenmektedir”.

Yine meşru müdafaa kavramından söz ediyorlar, sık sık… Meşru müdafaa, hukuk dilinde bireyin ya da grubun herhangi bir saldırı karşısında kendisini koruması anlamına gelir. Ama bizim gibi sömürge bir ülkede toplumsal kurtuluş ve özgürlük için meşru müdafaa ne anlama gelir? Bizim gelecek projemiz yalnızca yaşam hakkı sınırlarına sığar mı? “Üzerimize gelirseniz kendimizi koruruz” demek neyi kurtarır? Özgür, bağımsız ülke hedefine bağlanmamış, “af” pazarlığı unsuru olarak verilen savaş özgürlük getiri mi? Aslında her sorunun yanıtı kendi içinde mevcut…

Sınıflar, ezen-ezilen ulus ilişkisi ortadan kalkmadan barış sağlanamayacağına göre ilkemizde dilekçelerle “barı” analarının çabalarıyla, Urfa Balıklı Göle atılan güllerle barış gelmeyecektir. Sömürgeciliğin yok saydığı, horladığı ulusal gerçekliğimizi bu koşullarda (teslimiyet) kabul etmeyeceğini görmek gerekiyor. Güçlü olduğu yıllarda dahi masaya oturmak istemediği bir harekete, bugün üstelik de önderlerini ve hareketini denetim altına almışken, elbette, oturmak istemeyecek, bunu tartışma konusu bile yapmayacaktır. Toparlayacak olursak, iki noktanın altını önemle çizmek istiyoruz.

Bir: Ulusal kurtuluş ve kalıcı, onurlu barış, ancak devrimci sosyalist ideoloji doğrultusunda örgütlenmiş, bağımsızlık hedefine bağlanmış bir parti öncülüğünde gerçekleşebilir.

İki: Egemenlerden barış ve güzel bir gelecek beklemek, tarihimizi ve gerçekleri çarpıtmaktır. Hiçbir egemen sınıf ezilenlerin iradelerini tanıyıp elde ettiği imtiyazlardan ve iktidarlarından vazgeçmemiştir.

Ülkemiz gerçekleri hiçbir saptırmaya yer vermeyecek kadar açıktır. Bizler gerçek barışın kendi kaderimizi tayın ettiğimiz günün, Mazlumların, Hayrilerin, Kemallerin hayallerinin gerçekleştiği günün geleceğine inanıyor, devrimci sosyalist çizgi doğrultusunda yürümenin kazandıracağını bir kez daha tekrarlamak istiyoruz.

Eylül 2004

Happy
Happy
0 %
Sad
Sad
0 %
Excited
Excited
0 %
Sleepy
Sleepy
0 %
Angry
Angry
0 %
Surprise
Surprise
0 %
News Reporter