0 0
Read Time:18 Minute, 42 Second

DEĞERLENDİRME YAZILARI

Serhat ARARAT
( c_dilbirin@hotmail.com)

 

İMRALI KONSEPTİ VE BU EKSENDEKİ SON GELİŞMELER HAKINDA BİR KAÇ SÖZ

 

İmralı konsepti planlandığı gibi devam ediyor. Bu konuda meydana gelen her gelişme ve olay bunu doğruluyor. Bazı gelişmeler çelişik gibi görünüyor, ama bunlar şaşırtıcı olmamalı, çünkü aynı konseptin tamamlayıcı parçalarıdır.

Kimi zaman Öcalan avukatlarıyla görüştürülmüyor, bir iki hafta geçtikten sonra görüştürülüyor. Bununla Öcalan ile devlet arasında çok ciddi bir çatışma olduğu havası verilmek isteniyor. Ancak gerçeklik öyle değildir. Bu “görüş engellemesi” ile Öcalan’a Kürt halkı nezdinde inandırıcılık kazandırılmak, onun “otoritesi” güçlendirilmek isteniyor. Şu anda devletin Öcalan’a, onun otoritesine ve “saygınlığına” ihtiyacı var. Çünkü onun üzerinden ve onun eliyle Kürt hareketi, onun kazanımları ve değerleriyle geleceği kontrol altında tutulmaya, topyekûn tasfiye planı nihai hedefine götürülmeye çalışılıyor. Bu nedenle zaman zaman “devletle çatışma” süsünün kazandırılması, ona belirlenen sınırlar içinde devlete atıp tutma izni verilmesi oynanan oyunun gereğidir!

Dikkat edilirse, Kürt halkının özgürlük bilinci, ulusal bilinci, mücadele ve devrimci direniş ruhu söylenen, aktarılan her sözcükte yeniden yeniden doğranıyor; TC, Kemalizm, resmi devlet tezleri, bunların dokunulmazlığı her defasında tekrarlanıyor ve bilinçlere yedirilmeye çalışılıyor. Dolaylısıyla avukat görüşmelerine getirilen her “engelleme” aslında bu konseptin daha etkin ve engelsiz yürütülmesine inandırıcılık kazandırmak içindir. Boşuna “Osmanlıda oyun çok” dememişlerdir! TC de sadece Osmanlının değil, modern zamanların bütün sömürgeci ve emperyalist devletlerin deneyimlerini kendine katmış, ulusal ve toplumsal mücadeleleri bastırma ve tasfiye konusunda uzmanlaşmıştır!

Öte yanda “Halk’a ve Olaylara Tercüman” gazetesi, Kandil’deki eski gerilla güçlerinin fotoğraflarını yayınladı, bunu gürültülü bir haber konusu yaptı. Bu haber üzerine 1. Ordu Komutanı bu fotoğraflar için “Sözün bittiği an” değerlendirmesini yaptı. Bu haberin “Üçlü zirve” olarak tanımlanan TC, ABD ve Irak yönetimi arasında yapılan toplantı dönemine denk getirilmesi rastlantı değildir.

Bu haber ile verilmek istenen mesajın birkaç boyutu var: Bunlardan birincisi, ABD ve Irak yönetimi üzerinde kurulacak baskı ile Güney Kürdistan politikası üzerinde daha fazla söz sahibi olmak.

İkincisi, yine anılan güçleri eski gerilla güçlerini tasfiye planında daha etkin bir biçimde yanına çekmek.

Üçüncüsü, “Terör tehdidi” üzerine dikkatleri yoğunlaştırmak ve Özel savaş güçlerinin yeniden etkinlik kazanmasına çalışmak.

Dördüncüsü, İmralı konsepti ile ilgili Kürt halkında oluşan soru işaretlerini dağıtarak tasfiye sürecinin engelsiz sürmesini sağlamak.

Beşincisi, son kertede, şiddet ve pişmanlık yasası türünden uygulamalarla eski gerilla güçlerini tümden tasfiye etmek.

Sözünü etiğimiz haberlerde “Bu dağdakiler de bizim vatandaşımızdır, onlardan biz de sorumluyuz, yeniden topluma kazandırmalıyız” biçimindeki mesajlar anılan görüşümüzü doğrular niteliktedir!

Unutulmamalıdır ki, TC’nin hala kontrol altına alınmış, her davranışı ve yönelimi İmralı üzerinden yönlendirilen eski gerilla güçlerine ihtiyacı var. İç ve bölgesel politika ihtiyaçları onların varlığını gerekli kılıyor. Bu gereklilik ortadan kalktıktan sonra onların varlığına bir biçimiyle son verilir. Gerçeklik bu, ama hala eski gerilla güçleri içinde bulunan bazı “anlı-şanlı” kimseler, zaman zaman “yüksek perdeden” atıp tutuyor, ama özgür iradeden yoksun olduklarını unutuyorlar. Daha önceleri bir yana 2004’un baharında Öcalan’ın “arkalarına teneke bağlarım” laflarını çok erken unutmuşa benziyorlar! Kısacası iradesi olmayanların lafları, gerçekleri biraz daha karmaşık ve anlaşılmaz hale getirmekten başka bir anlam ifade etmiyor.

Bu son dönemin en önemli gelişmelerinden biri de Demokratik Toplum Hareketi (DTH) ekseninde yaşanan gelişmelerdir. DEHAP tümden gözden çıkarılmasına rağmen kongresini yaptı. DTH’nin tümden oturmasından sonra DEHAP’ın tamamen tasfiye edileceği açıktır. DTH’ne Öcalan büyük bir önem veriyor. Bunu, “devlet büyük önem veriyor” olarak okumak gerekiyor. DEHAP, DTH’nin “misyonunu” yerine getiremezdi. Kürt ulusal hareketiyle iç içe geçmiş, her açıdan onu çağrıştıran bir DEHAP, tasfiye planının finali ve son ayağı olamazdı. Oysa İmralı konseptinin finalini oynayabilecek başka bir figüre, daha doğrusu figürana ihtiyacı vardı. Bu figüran, anılan konsept açısından görece güvenilir, daha geniş tabanlı, meşrulaştırıcı özellikleri olan bir yapıda olmalıydı. Böyle bir yapıdaki figüran yaratılmalıydı. Eski DEP’liler eliyle geliştirilen DTH’nin böyle bir yapıda olmasına özen gösteriliyor. Bu rolünü ne kadar oynar ya da ne kadar oynayamaz bu, ayrı bir tartışma konusudur. Ama planda öngörülen budur ve bundan da şaşmamaya çalışıyorlar.

(DTH ile ilgili daha önceki bir iki yazımızda kimi değerlendirmeler yapmıştık. Aslında bu konu tasfiye planı içinde tuttuğu yer bakımından önemli ve bundan dolayı daha kapsamlı deşifrasyonu gerektirmektedir. Daha sonraki yazılarımızda bu konuya daha derinlemesine yöneleceğimizi belirtmekte yarar görüyoruz.)

Yine tasfiye planının finalini Kongra-Gel de oynayamazdı. PKK ve onun adına ne varsa her şeyin tasfiye edilmesi, çağrıştırdığı her şeyin zihinlerden ve beleklerden silinmesi gerekiyordu. Bu, bugüne dek yapıldı, bundan sonrada sonuna kadar yapılmaya çalışılacak!

“PKK-Yeniden inşa” çığırtkanlığı da yine bu bağlamda değerlendirilmelidir. “Yeniden inşa” edilen ne? PKK, sömürgeci düzenden bir kopuş ve dünyaya kafa tutuş hareketiydi. Peki, yeniden inşa edilmek istenen PKK, İmralı konsepti içinde gerçek ve devrimci PKK’den arta kalan her şeyin mezar kazıcısından başka ne olabilir ki?

Evet, halkımız üzerinde oynanan İmralı oyunu çok büyük, bu büyük oyunun üzerine örtülen giz perdesi her gün biraz daha kalınlaştırılmak ve yeni ayaklara kavuşturulmak isteniyor. Devrimcilerin ve gerçek yurtseverlerin bu oyunu ve onun figürlerini deşifre etmeleri kaçınılmaz görevleri olmaktadır!

 

19 Ocak 2005

 

——————————————————————————————-

 

KAVRAMLARIN İÇİNİN BOŞALTILMASI VE BİLİNÇ KATLİAMININ DERİNLEŞTİRİLMESİ…

 

TC’nin çok yönlü tasfiye konsepti derinleştirilerek devam ediyor… Bunun içinde bilinç katliamının çok özel bir yeri var. Bilinç katliamında en çok başvurulan yöntem, kavramların içini boşaltmak, kavramlara çok farklı anlamlar yüklemek ve böylece ulusal ve toplumsal bilinçte onulmaz ve dönülmesi çok güç tahribatlar yaratmaktır.

Önce Demokratik Cumhuriyet denildi. Bu kavrama yüklenilen anlam, aslında genel literatürdeki anlamından farklı bir anlamdı; bu kavramla güdülen amaç, Kürtlerin bilincinde yıkılan TC ve devlet kavramlarını yeniden yerleştirmekti. Resmi tezler ve TC’nin kendisi “Demokratik Cumhuriyet” kavramına yüklenilmiş ve yedirilmişti. Bu kavramla Kürtler TC’ye yaklaştırıldı, var olan çelişkiler önce yumuşatılmaya ve giderek ortadan kaldırılmaya çalışıldı.

Bu kavramı tamamlayan başka kavramlar da türetilmiş ve yaygınca kullanılmıştı. “Barış”, “federasyon ve otonomi istememe”, “iktidar fikrini ve mücadelesini reddetme”, Kürt sorununun sıradan bir kültürel kırıntılar soruna indirgenmesi, mücadele kavramı yerine teslimiyet ve dilenme anlayışının günlük olarak işlenmesi gibi… Sonra bunların yetersizliği görülünce “Türkiye ulusu” kavramı geliştirildi. Bununla ulusal bilince son darbe vurulmak istendi…

Ancak bu da yetersiz görülünce bu kez “Konfederalizm” diye bir kavram geliştirildi. Birkaç haftadır bu kavram tartışılmak isteniyor.

Bizim bildiğimiz Konfederalizm, gevşek bağlarla birbirine bağlanmış devletler birliğidir. Konfederal hükümet ile konfedere devlet veya kantonlar arasındaki yetki ve iktidar paylaşımında denge genel olarak konfedere devlet veya kantonların lehinedir. Kısacası bu kavramda iki öğenin varlığı şattır. Biri, farklı devletlerin varlığı ve diğeri, bu devletlerin gevşek birliğinde yetkilerin paylaşımında denge “yerel” ağırlıklıdır!

Öcalan’da dile getirilen Konfederalizme yüklenilen anlam çok farklıdır. Yüklenilen anlam çok keyfi ve hiçbir bilimsel temele sahip değildir. Bu konuda söyledikleri çok açık, ama müritleri için aynı açıklıkta mı? Söyledikleri şunlar:

“ ABD milliyetçiliği kışkırtıp bir yüzyılın kaybına yol açabilir. Milliyetçilik bir yüzyılı kaybettirdi, bu yüzyılın da kaybolmaması için demokratik konfederalizmi tabandan örgütlemek gerekir. Bu ana çizgidir. Demokratçılığa dayanan sosyalizm olmalı. Bunun özü daha önce program için açtığım altı maddedir. AB demokratikleşiyor, Türkiye demokratikleşiyor, Kürt Hareketi demokratikleşiyor. Bunlar bir sentez oluşturmalı. Yanlış anlaşılmasın, Türkiye konfederalizm olsun demiyorum. Uniter yapısını koruyarak, ama demokratik bir cumhuriyet olsun diyorum. Talabani-Barzani devleti yerine Kürdistan Demokratik Konfederalizmi diyorum. Bu, Türkiye Cumhuriyeti ile dost olmalı. Demokratik konfederalizm Kürt milliyetçisi değildir. Milliyetçi devletçilikten uzak durulması, demokratik ulusçuluğa önem verilmesi ve AB sürecinin bir sentez olarak algılanması gerekir. Bu temelde halkın seferber olmasını istiyorum. Bunu yeni yıl mesajı olarak düzenlersiniz.” (5 Ocak 2005 Tarihli Görüşme Notlarından…)

Görüldüğü gibi, burada dile getirilen konfederalizm kavramı, TC’nin resmi tezleri ve güncel politikasını Kürtlerin bilincine yedirme anlayışının bir ürünüdür. TC’nin uniter devlet yapısı korunsun, bunu Kürtlere kabul ettirmek için de biraz demokrasi cilası ile süslensin; Güneydeki devletleşme ise reddedilsin, içi boşaltılmış bir konfederalizmle Türk devletinin resmi politikalarının bir eklentisi olsun! Güneyin TC’nin istemleri tarafından şekillendirilmesi, genelde Kürtlerin ulusal ve iktidar bilincinin yok edilmesi, bunun yerine içi boşaltılmış bir demokratizm ve konfederalizm ile Kürtlerdeki tepkilerin törpülenmesi, işte İmralı tasfiye konseptinin özü ve hedefi bundan başka bir şey değildir!

Kürdistan halkı, kendi kaderi ve geleceği üzerinde söz ve karar sahibi olacak mı, kendisine önerilen veya dayatılan öneriler bu çözümü içeriyor mu?

İşte sorulması ve yanıtlanması gereken temel soru budur. Bu soru ve yanıtını içermeyen hiçbir öneri Kürt halkının temel çıkarlarını ifade ve temsil edemez!

Dolayısıyla İmralı’da dile getirilen konfederalizm kavramı, bilinç katliamının önemli unsurlarından biridir. İktidarı veya iktidar paylaşımını içermeyen, halkın çok yönlü siyasal örgütlenmesini içermeyen bir konfederalizme dünya ve tarih tanık olmamıştır.

Ama Öcalan, kavramlar bulamacını peş peşe sıralıyor, çünkü kendisine verilen misyon bu… Bilinç katliamı ve Kürt hareketinin devletin stratejisi doğrultusunda kontrol altında tutulması, işte, anılan misyonun özü bundan başkası değildir…

Dikkat edilirse bilinç katliamı ve Kürt halkı adına ne varsa İmralı üzerinden kontrol altında tutulması, kapsamlı ve zamana yaydırılmış bir stratejidir. Demokratik Toplum Hareketi denilen çalışma da aynı stratejinin çok önemli ayaklarından biridir. Yine aynı dönemde gündeme getirilen TC, ABD ve Irak üçlü zirvesi ve bu zirvede alınan kararlar da anılan stratejinin bir parçasıdır. “Yasal” ayağa oturtulmuş, bu ayak üzerinden denetim ve yönlendirme sistemi güvence altına alınmış bir hareketin “dağ”a pek ihtiyacı yoktur. O zaman “dağ” yeni bir “yasal düzenleme” ile tasfiye edilecek, ya da zorla indirilmeye çalışılacaktır. Bu, bir zamanlama sorunudur. Zamanlamanın kendisi, Demokratik Toplum Hareketinin gelişme ve kabul düzeyi tarafından büyük ölçüde belirlenecektir. Son günlerde yapılan “Üçlü zirve”de basına sızdırılan bir haberde ABD ve Irak tarafının PKK-Kongra-Gel için TC’den af talebinde bulunduğu, ama bunun kabul görmediği belirtiliyor. Pek dikkat çekmeyen bu haber, bir yönelime işaret ediyor. Bu da tasfiye planında yeni öğelerin devreye sokulacağı anlamına geliyor.

Belli ki TC, işi sıkı tutuyor, diğer güçleri de kendi tasfiye konseptinin etkin uygulayıcısı haline getirmek istiyor. Çıtayı en yüksek noktada tutuyor, ortak askeri operasyon seçeneğini dayatır gibi davranırken, aslında yürürlükteki stratejisinin uluslararası ve bölgesel dayanaklarını güçlendirmeye çalışıyor.

Peki, Kürt halkı, İmralı Partisinin etkisindeki halk yığınları bu olup bitenin farkında mı? Demokratik Toplum Hareketine yüklenilen misyonun bilincinde mi? Bilinç katliamının ne kadar tahrip edici olduğunun farkında mı? Son günlerde yapılan “Üçlü zirve” ile anılan bu araçların aynı stratejinin bütünleyici parçaları olduğunu yeterince biliyor mu?

Ne yazık ki, hayır! Zaten bütün mesele de bu noktada düğümleniyor! Bu düğümü çözmek devrimci sosyalist hareketin en temel güncel görevi olmaktadır!

 

12 Ocak 2005

 

————————————————————————–

 

TASFİYECİLİK, SAHTE DOSTLAR VE ÖTESİ…

 

Kürt halkının gerçek dostlarından daha çok sahte dostları olmuştur. Kuşkusuz gerçek dostları az da olsa olmuş ve bundan böyle de olmaya devam edecektir. Bu kısa değerlendirmemizde sahte dostlarımız hakkında birkaç söz söylemek istiyoruz.

Elbette bizim için ölçü devrimci dostluktur, sahtelerini buna vurarak anlamaya çalışırız. Devrimci dostluk nedir? Sahte dostluk nedir? Bunların ölçüsü nedir? Ne zaman ve nasıl ortaya çıkarlar?

Devrimci dostlukta ve devrimci dayanışmada güç olma, sınırsız olanaklara sahip olma ve bunlardan yararlanma yaklaşımı yoktur, olamaz. Güç ve iktidar her zaman sahte dostlar için bir çekim merkezidir. Güç ve iktidar sahibiysen etrafın sahte dostlarla dolup taşar, ama güç ve olanaklardan yoksun kalmışsan bunların tümü ortalıkta görünmez, selamı ve sabahı keserler.

Bu, tersten bir güçsüzlüğü, zayıflığı ve ilkesizliği anlatmaktadır. Kritik dönemeçler gerçek dostlukların sınandığı denk taşı niteliğindedir. Sözü uzatmadan öze gelmek istiyoruz.

Devrimci dostluk, ilkelere dayanır; güç, olanak ve iktidar, yararlanma, küçük hesap yapma, kayıp endişesi devrimci dostluğun kitabında yazmaz. Ortak amaçlar, ilkeler ve değerler devrimci dostluğun temelini oluşturur. Bu kısa giriş bağlamında Kürdistan ulusal kurtuluş hareketinin “dostlarına” bakabiliriz.

Ezilen bir ulus olarak Kürdistan halkının kendi kaderini belirleme hakkını savunanlar, bu savunularında samimi olanlar, her aşamada, her koşul altında bu ilke doğrultusunda davranmış ve politik tutum almışlardır. Bu yaklaşım, her şeyden önce samimi ve tutarlı olmanın bir gereğidir. Daha somut olarak PKK ve onun öncülük ettiği harekete yaklaşımları bu bağlamda olmuştur. Bu noktada gerçek dostların yaklaşımı, ilkeli, dar anlamda çıkarsız ve hesapsız olmuştur.

Yararlanmacı yaklaşımlar ise sahte dostların değişmez tutumu olagelmiştir. Devrimci dostlukta, PKK devrimci bir çizgide ve konumda olduğu sürece devrimci destek ve dostluk kendine karşı sorumlu olmanın bir gereği olarak sürdürülmüş, ama PKK yönetiminin düzen içi yönelimlerine karşı ise eleştirel yaklaşım sergilenmiştir. Devrimci dostlar, PKK’de her şeyi kendisinde merkezileştiren ve tüm iktidar iplerini elinde toplayan Öcalan’ın yakalanması, devlete hizmet sözünü vermesi ve bu çerçevede teslimiyet ve ihaneti bir tasfiyecilik stratejisi olarak PKK ve Kürdistan halkına dayatması karşısında net ve kesin tavır almayı, yine ilkeli olmanın, bunda tutarlı ve samimi olmanın kaçınılmaz gereği saymıştır.

İmralı ve ona karşı tavır, devrimci olmak kadar, devrimci dostluğun da sınandığı ve bir kez daha açığa çıktığı bir mihenk taşı oldu.

İmralı çizgisi, sıradan bir düzen içi savrulma değil, Türk özel savaş kurmaylığının doğrudan denetimi ve stratejik yönetimi demektir. Dolayısıyla bu çizgiyi doğrudan veya dolaylı her destek ve meşrulaştırma girişimi, aslında bilerek veya bilmeyerek Genelkurmay stratejisine destek olmaktan başka bir şey değildir.

İmralı çizgisini eleştirmek, bunu reformist, hatta teslimiyet olarak tanımlamak, tek başına bir şey ifade etmiyor. Bir yanda bu tür eleştirilerde bulunmak, ama öte yandan İmralı partisinin yanında olmak için her türlü ilkesizliği yapmak, sahte dostluğun belkemiksizliğinden başka bir şey değildir.

İmralı partisinin halkımızı adım adım nereye götürmek istediği kavranmıyor mu? Son 5–6 yılda olan nedir? Güçlenen devrimci yurtseverlik mi, yoksa TC’nin resmi tezleri ve politikaları mı? Daha da önemlisi İmralı nedir? Ona karşı devrimci duruş ne olmalıdır? Bu soruların yanıtı çok mu zor veya giz? Halkımızın son otuz yılda kazandığı bilinç, çok yoğun bir biçimde katledilmiyor mu? “Türkiye ulusu” safsatası, bu bilinç katliamının en son göstergesi değil mi? Yine 2004 yılı ortalarında alınan “savaş kararı” Genelkurmay kararı değil mi, onun iç ve dış politika dayatmalarının bir sonucu değil mi? Soruları uzatmak mümkün, ama yeterlidir.

Aslında gerçekler çok net ve çıplaktır. Ama buna rağmen İmralı partisinin gölgesinde kalmayı bir siyaset tarzı seçenlerin, bunu dostluk ve dayanışma adına yapmaları, tam bir ikiyüzlülüğü ve sahteliği anlatmaktadır.

MLKP, bu sahte dostlara en çarpıcı örneklerden biridir.

MLKP, omuzları üzerinde kendi kafasını mı taşıyor?

Kimi iç tartışma belgelerinde “PKK kuyrukçuluğu” yaptıklarını açıkça vurgulamaktadırlar. Bu, onda bir çizgi ve siyaset tarzıdır!

Peki neden?

Birçok nedeni var; ama bunların başında ilkesizlik, kendine güvensizlik ve bunların koşulladığı pragmatizm gelir. İmralı partisinin denetlediği güçten yararlanmak, mirasından kırıntılar koparmak da bu nedenlerden sadece birkaç tanesidir. MLKP, PKK genel olarak devrimci konumdayken de onun eteklerinde durmayı çıkarları için vazgeçilmez görüyordu; aynı tutumu, İmralı Partisine yaklaşımında da değişmedi. Bu yaklaşımını “devrimci dostluk, dayanışma, ilkeli sahiplenme” olarak tanımlamakta ve kendisi için övünç payı çıkarmaktadır.

Gerçek, gerçekten öyle mi?

Kısacası bu konuda çok şey söylenebilir, belgelere dayanılarak çok şey yazılabilir. Ama bunları yapmak yerine tek bir örneğe vurgu yapmak istiyoruz. Bilindiği gibi, “Canlı Kalkanlar” denilen, Genelkurmay merkezli savaşı meşrulaştıran bir girişim var, MLKP bu oluşum içinde yer almayı bir övünç vesilesi yapmaktadır. Yayınladıkları “10. yıl Bildirilerinde” bunu açıkça yapmaktadır.

2004 yılı ortalarında ilan edilen Genelkurmay merkezli savaşla ilgili çok net bilgiler ortaya çıkıyor. Kongra-Gel kongresinde yapılan tartışmalar “yeniden” savaş aleyhine bir kararın alınacağını gösterdiğinde İmralı’dan tam yetkiyle gönderilen “Bir avukat”, gelişmelere müdahale etti. Bu kadarını Kani Yılmaz da bir makalesinde yazdı, ama bu avukatın adını vermedi. Adını biz yazalım: Mahmut ŞAKAR! Mahmut Şakar, “bu toplantıda savaş kararı çıkacak” dedikten sonra “savaş” kararı alındı.

Peki, kimdi bu avukat cüppeli adam?

1999’da PKK-BK’nin “bundan böyle kıblemiz İmralı’dır” bildirisinin kaleme alınmasını sağlayan cüppeli adam yine Mahmut Şakar’ın kendisi değil miydi?

“Yeniden” alınan savaş kararının neden alındığı çok yazıldı, nasıl alındığının ipuçları da açığa çıkmaya başlamıştır. Bütün bu gerçekler orta yerde dururken, “Canlı kalkanlara” katılmayı bir övünç nedeni saymak gerçekten neyin nesidir! MLKP, kime hizmet ettiğinin bilincinde mi?

“Canlı kalkanlar” gerçekten neyin kalkanıdır? Bu girişimle iki şey hedefleniyor: Biri, gençliğin enerjisi boşa akıtılıyor; diğeri de sürmekte olan Genelkurmay merkezli savaş meşrulaştırılıyor, bilinçlerin çarpıtılmasına hizmet ediyor. MLKP gibi sözünde samimi olmayan çıkarcı grupların bu girişime katılmaları, Genelkurmayın işini kolaylaştırıyor, anılan sahte “savaşın” meşruiyet zeminini genişletiyor.

Son söz olarak şu noktanın altı çizilebilir: İmralı tasfiyeciliğine köprü olanları, ona destek sunanları deşifre etmek zorunludur; hele bunu devrimcilik, sosyalizm adına yapanları açığa çıkarmak şarttır!

Sahte dostlarımızı tanımak bizim görevimiz!

Tasfiyecilerin yedeğindekileri açığa çıkarmak, buna önayak olanları tasfiye etmek bütün devrimcilerin görevidir!

 

5 Ocak 2005

Happy
Happy
0 %
Sad
Sad
0 %
Excited
Excited
0 %
Sleepy
Sleepy
0 %
Angry
Angry
0 %
Surprise
Surprise
0 %
News Reporter