0 0
Read Time:21 Minute, 23 Second

TECRİT, TESLİM ALMA, KİŞİLİKSİZLEŞTİRME SİTEMİ OLAN İNFAZ YASASINA KARŞI MÜCADELEYİ YÜKSELTELİM!

Zindanlar, yaklaşık çeyrek asırlık bir zamandır gündemin önemli maddelerinden biri konumundadır. Devrimci tutsakları teslim almak için sayısız program, yöntem ve araç denediler, uygulama alanına koydular.

12 Eylül faşizmi döneminde başta Diyarbakır olmak üzere Mamak ve İstanbul cezaevlerinde teslim alma ve kişiliksizleştirme programlarını uyguladılar. Ancak esas olarak bu politikaları başarıya ulaşmadı ve kurumlaşamadı. Bunun önündeki en önemli engel, devrimci tutsakların ölümüne direnişleridir. Daha sonra tekrarlanan teslim alma politikaları yine devrimci tutsakların kararlı direnişleri, tutsak ailelerinin bitmeyen mücadeleleri ve devrimci demokratik kamuoyunun destekleri sayesinde boşa çıkarıldı. Elbette bu kolay olmadı, bedelsiz olmadı. Uğruna onlarca devrimci can feda edildi, tanımlanamaz acılar çekildi.

2000 Aralık’ına kadar geçen yirmi yıllık mücadele ve direniş sürecinde devlet zindan politikasını oturtmada, kurumlaştırmada başarılı olamadı. Ama hiç bir zaman tutsakları teslim alma, “ıslah etme” ve düzenin posası çıkarılmış bir eklentisi haline getirme ısrarından da vazgeçmedi. Her fırsatta bu politikasını devreye sokmaya çalıştı. 2000’li yıllara doğru tecridi kurumlaştırmak, tecrit koşullarında teslim alam politikasını sonuç alıcı bir tarzda yürütebilmek için “Hücre Tipi Cezaevleri” projesini geliştirmeye başladı. Bu amaçla birçok alanda F Tipi zindanları inşa etmeye çalıştılar.

İmralı ihaneti, Kürdistan ulusal kurtuluş mücadelesinin tasfiye sürecine alınması ve dengelerin devlet lehine köklü bir biçimde bozulmasıyla birlikte, Türk devleti, F Tipi saldırıları hızlandırdı ve 19 Aralık katliamıyla kanlı bir biçimde uygulamaya koydu. Tutsakların ölüm orucu ve diğer direniş biçimleriyle F tipi saldırılara karşı koymalarına rağmen devlet bu konuda önemli ölçüde başarılı olmuştur. Kuşkusuz F Tipi zindan politikasına karşı geliştirilen direniş süreci çok kapsamlı bir değerlendirmeyi gerektirmektedir. Bu değerlendirmenin de mutlaka yapılması gerekir. Çünkü bu değerlendirme yapılmadan F Tipi Zindan politikasını kurumlaştıran, yasal temele kavuşturma amacında olan yeni ceza infaz sistemine karşı başarılı bir mücadele geliştirmek de olanaklı olmaz. F Tipi zindan politikasına karşı geliştirilen ve halen süren direniş sürecinin dersleri bilince çıkarılmadan yeni dönemi karşılamak, uzun soluklu ve başarılı bir direniş sürecini geliştirmek mümkün değildir!

Bu konuda tespit ettiğimiz sonuçları ve dersleri satırbaşlıkları biçiminde özetlemek istiyoruz.

Bir: F Tipi zindan politikasına karşı durmak, direnmek, bu politikayı boşa çıkaracak eylem biçimlerini geliştirmek gerekli ve kaçınılmazdı. Ancak doğru ve sonuç alıcı bir direniş yönetimini gerçekleştirmek de gerekli ve kaçınılmazdır. Ancak somut pratik de göstermiştir ki bu konuda doğru ve sonuç alıcı bir direniş yönetimi gerçekleşmemiştir.

İki: Direniş ve direniş değerleri, direniş sürecinde gösterilen olağanüstü fedakarlık ve cesaret her türlü değerlendirmenin ve tartışmanın üstündedir. Bu ne kadar doğruysa, aynı şekilde bu değerlerin ardına gizlenip direniş sürecinde sergilenen hata ve yetersizlikleri görmemek de o kadar yanlış ve sorumsuzca bir yaklaşım olacaktır.

Üç: F Tipi Zindan politikasına karşı direniş çizgisi ve direniş yönetimi saptanırken içinde geçilmekte olan koşullar, güç dengeleri ve ilişiklileri doğru değerlendirilmedi; direnişin lehte ve aleyhte olan unsurları doğru saptanmadı. Daha açık bir ifadeyle İmralı ihanetinin ortaya çıkardığı sonuçlar, güç dengelerine yaptığı sarsıcı etkiler değerlendirilmedi. Bu durum tespitindeki büyük yanılgı, direniş yönetiminin her aşamasında kendisini derinden hissettirdi. Durum tespitindeki yanılgılar “Erken zafer” beklentisini koşullamış ve bu da planlamadan yürütme tarzına kadar birçok konuda zincirleme hatalara neden olmuştur.

Dört: Ekim 2000 tarihinde başlatılan açlık grevi ve ölüm orucu, doğru bir stratejiden ve doğru taktik yönetimden yoksundu. Talepleri geniş ve neredeyse bir “demokratik devrim” programı niteliğindeydi. Ölüm orucunun ilerleyen aşamalarında nelerin yapılacağı konusu tam bir belirsizlik içindeydi. 60-70’li günleri aşan yürütülüş tarzı eylemin yaptırım etkisini zayıflatıcı bir rol oynadı. Devletin tahliye taktiği boşa çıkarılamadı, tersine bu, eylemin etkisizleştirilmesini getirdi. Sonuçta 19 Aralıkta inisiyatifi eline geçiren devlet süreci genel olarak istediği tarzda götürdü. Gerçi direnişi tamamen kıramadı, devrimci iradeyi teslim alamadı, ama bu alanda kazandığı başarıyı da görmek gerekiyor. Yoksa gerçeklere gözleri kapatarak bir yere varmak olanaklı değildir.

Beş: Tutsakları tecrit ederek teslim alma, direniş olanaklarından ve gücünden yoksun bırakarak “ıslah etme” programına, bunun yasal ifadesi olan İnfaz Yasasına karşı uzun soluklu bir direniş sürecini esas almak, yaşanan sürecin en temel dersidir. Ne yazık bu uzun süreçte devrim tutsakları etkili eylem biçimleri alanında önemli ölçüde silahsız bırakılmışlardır. Bu da önemle üzerinde durulması gereken çok önemli bir noktadır. Bu gerçeği görmeden yapılacak politikalar başarısızlığa mahkumdur. Dolayısıyla uzun soluklu fiili direniş seçeneğinden başka yapılacaklar sınırlı ve destek niteliğinde olacaktır. Uzun soluklu direniş süreci, esas olarak fiilli direnişi, koşullara uygun eylem biçimlerini ve “dışarı” ayağı etkili olan bir süreci anlatmaktadır. Kuşkusuz “dışarı” ayağının güçlü olması, geneldeki ulusal ve toplumsal mücadelenin gelişip yükselmesine bağlıdır. Bununla birlikte devrimci tutsak yakınlarının ve demokratik güçlerin etkili ve eylemli desteği de bu bağlama girmektedir.

Açık ki zindanlara daha kapsamlı ve kalıcı saldırılarla karşı karşıyadır. Bu saldırı paketi, aslında çeyrek asırlık mücadele sürecinin deneyimlerini içermekte ve zindan cephesini kesin bir biçimde düşürmeyi kapsamaktadır. Bu nedenle bu saldırı paketini teşhir etmek, devrimci demokratik kamuoyunu duyarlı kılmak ve devrimci mücadeleyi geliştirmek kaçınılmaz devrimci bir görev olmaktadır. Resmi adı Ceza ve Tedbirlerin İnfazı Hakkında Kanun Tasarısı olan bu saldırı paketinin içeriğini, amaç ve hedeflerini somut kanıtlarıyla açmak ve deşifre etmek önemlidir. Öncelikle bunu yapmaya çalışacağız.

 

I. Tecrit, En Etkili İnfaz Yöntemi ve Aracı Olarak Belirlenmiştir

 

TC ve onun esas iktidar gücü, anılan tasarıyı hazırlarken son çeyrek yüzyılın zindan deneyimlerini, devrimci tutsakların direniş süreçlerini ve derslerini gözden geçirmiş ve tasarıyı kaleme alırken bu değerlendirme sonuçlarını esas almıştır. Tecrit, en etkili infaz yöntemi ve aracı olarak belirlenmiştir. Tecrit ve yalnızlaştırma, güçsüzleştirme, örgütsüzleştirme, silahsızlandırma, devletin her türlü fiziki, sosyal ve psikolojik saldırılarına açık hale getirme amacına yöneliktir. F Tipi zindanların inşa edilmesi ve kanlı bir operasyonla açılmasının nedeni de budur. Tecrit ve yalnızlaştırma, amaç değil, amaca varmada etkili bir araçtır, zamana yaydırılmış bir teslim alma, düşünsel ve ruhsal olarak yok etme yöntemidir! Zamana yaydırılmış bir işkence yöntemi, etkili “iyileştirme” programlarıyla desteklenmiş bir çıldırtma aracıdır!

Ceza İnfaz Tasarısında, bu konu “Sıkı güvenlikli kapalı ceza infaz kurumları” başlığı altında ve Madde 10’da şöyle formüle edilmektedir:

“Sıkı güvenlikli kapalı ceza infaz kurumları, iç ve dış güvenlik personeline sahip, firara karşı teknik, mekanik, elektronik veya fiziki engellerle donatılmış, oda ve tüm koridor kapıları sürekli kapalı tutulan, ancak mevzuatın belirttiği hallerde aynı oda dışındaki hükümlüler arasında ve dış çevre ile temasın olanaklı bulunduğu ve hükümlülerin bir veya üç kişilik odalarda barındırıldıkları tesislerdir.

Bu kurumlarda bireysel ve grup halinde iyileştirme yöntemleri uygulanır.

Aşağıda belirtilen hükümlüler bu kurumlara gönderilir.

a) İşledikleri fiillerin ağırlık ve etkileri göz önünde bulundurularak terör suçlarından hükümlü olanlar, (…)”

Aynı durum 32. Maddede açıkça vurgulanmaktadır.

“Kapalı ceza infaz kurumlarında oda ve koridor kapıları kapalı tutulur. Kapılar aşağıdaki hallerde açılır:

  • Kurum tabibine, revir, hamam ve berbere gitme, başka odaya nakil,
  • Hastane ve duruşmaya gönderme ve başka kuruma nakil,
  • Yürüttüğü soruşturma nedeniyle savcıya gidilmesi,
  • Tahliye, ziyaret, araam, sayım, denetim, eğitim, öğretim, spor ve iyileştirme çalışmaları, kurumda çalıştırma,
  • Kurullara çağrılma,
  • Ölüm ile deprem, yangın gibi olağanüstü haller.
Hükümlüler, yukarıda sayılan haller dışında, odalarında barındırılmayan diğer hükümlülere temas edemezler, nöbetçi infaz ve koruma memurları ve kurumun diğer görevlileri ile ivedi haller dışında bireysel temaslarda bulunamazlar, Toplu halde temas yasaktır.”

Çok açık olmalı. Tecrit ve F Tipi zindanlar bu madde ile kurumlaştırılmak, oturtulmak istenmektedir.

Burada iki stratejik hedef gözetlenmektedir. Bir: Zindanları, başta devrimci tutsaklar olmak üzere düzen karşıtlarını yutan bir merkeze dönüştürmek, zindanları birer direniş odağı olmaktan kesin bir biçimde çıkarmak… İki: Bu biçimde düşürülmüş, korku salan “caydırıcı” bir alan haline getirilmiş zindanları “dışarıyı”, yanı ulusal ve toplumsal mücadele bileşenlerini “terbiye” etmede bir sopa haline getirmek…

Zaten çeyrek asra varan zindan cephesindeki kavganın özü bu iki temel nokta üzerinde düğümleniyordu. Gelinen noktada devlet, yakaladığı elverişli iç ve dış koşulları, fırsatları sonuna kadar kullanma kararında görünüyor. Elbette devrimci tutsaklar ve devrimci güçler de direnişi elden bırakmayacaklardır. Ama yürürlükteki saldırının stratejik düzeyde olduğunu salt “içerinin” değil, esas olarak “dışarının” işi olduğunu vurgulamak durumundayız. Peki, “dışarısı”, bu konuda ne kadar duyarlı, zindan sorununu ne kadar kendi stratejik sorunlarından biri olarak algılıyor? İşte bu soruların yanıtları belirsiz ve tartışmalıdır!

Bu kısa vurgulardan sonra anılan yasa tasarının içeriğine daha ayrıntılı olarak geçebiliriz, neler öngördüğüne bakabiliriz:

 

II. Teslimiyet ve Kişiliksizleştirme Amacı Tasarının Özünü Oluşturmaktadır .

 

İnfazdaki amaçlarını, başka bir deyişle zindanların temel işlevini anılan tasarıda gizlemeden açıkça vurgulamakta sakınca görmemektedirler. “İnfazda temel amaç” başlığı altında Madde 4 şöyle yazılmaktadır: “Ceza ve tedbirlerin infazı ile ulaşılmak istenilen temel amaç, öncelikle genel ve özel önlemeyi sağlamak, bu maksatla hükümlünün yeniden suç işlemesini engelleyici etkenleri güçlendirmek, toplumu suça ve suçluya karşı korumak, hükümlünün yeniden sosyalleşmesini teşvik etmek, üretken ve kanunlara, nizamlara ve toplumsal kurallara saygılı, sorumluluk taşıyan bir yaşam biçimine uyumunu kolaylaştırmaktır.”

Düşüncelerinden ve inançlarından arındırılmış tutsakları düzenin basit bir eklentisi haline getirmek için “Islah etme-uslandırma” programları uyguladıkları da açıktır. Bu programa da “İyileştirme” adını vermiş bulunuyorlar. Bu programın öngördüğü tutsak nasıldır?

En başta düzene ve yasalara bağlı, her denilene ve otoriteye mutlak itaat eden, geçmişinden dolayı pişmanlık duyan “iyi bir vatandaş” haline gelmiş kişidir. Bu konuda Madde 8’de şunlar yazılı: “Hürriyeti bağlayıcı cezaların infazında hükümlülerin iyileştirilmesi amacını güden programların başarısı, hükümlülerin elde ettikleri yeni tutum ve becerilerle orantılı olarak ölçülür. Bunun için iyileştirme çabalarına yönelik olarak hükümlünün istekli bulunması teşvik edilir.

Hürriyeti bağlayıcı cezanın, kendisinde var olan zararlı etki yapıcı niteliğini mümkün olduğu ölçüde azaltacak biçimde düzenlenecek programlar, usuller, araçlar ve zihniyet doğrultusunda yerine getirilmesi esasına uyulur. İyileştirme araçları hükümlünün sağlığını ve kişiliğine olan saygısını korumasını sağlayacak usul ve esaslara göre uygulanır.”

“İyileştirme araçları hükümlünün sağlığını ve kişiliğine olan saygısını korumasını sağlayacak usul ve esaslara göre uygulanır” sözünün kuru bir laftan öte bir anlamı bulunmuyor. Hükümlünün kişiliği ve ruhsal bütünlüğü düşünce ve inançlarından ayrı düşünülebilir mi? Elbette düşünülemez! O halde devrimci tutsakları düşünce ve ideallerinden uzaklaştırmayı hedefleyen “İyileştirme” programlarının “hükümlünün sağlığını ve kişiliğine olan saygısını korumasını sağlayacak usul ve esaslara göre uygulan”masının olanağı yoktur. Düşüncelerinden ve inançlarından kopmayı hedefleyen bir program, açık ki, kişilik bütünlüğünü parçalar ve ruhsal sağlığı bozar…

 

III. Boyun Eğdirme ve Çalıştırma Zorunluluğu, Başka bir Deyişle Angarya, Yeni İnfaz Tasarısının en önemli Unsurlarından Biridir.

 

Ceza İnfaz Yasa Tasarısı, bir bütündür. Dolayısıyla tutsaklar lehine görülen laflarının sadece içi boş ve görüntüyü kurtarmaya dönük olduğu çok nettir. Bunu “Hükümlünün Yükümlükleri” başlığı altında yazılan maddeler net olarak göstermektedirler.

“Madde 24- Hükümlü hürriyeti bağlayıcı cezanın yerine getirilmesine katlanma ve bu amaçla düzenlenen infaz rejimine uygun tutum ve davranışlar içinde bulunmakla yükümlüdür.

Hükümlü ceza infaz kurumunda, işyurtları veya atölyelerde çalışmakla yükümlüdür. Her ne amaçla olursa olsun, bilerek kendi yaşamlarını ve bedensel bütünlüklerini tehlikeye düşürecek eylemlere girişmeleri cezanın yerine getirilmesine katlanma yükümlüğünün ihlali sayılır.”

Boyun eğme ve mutlak itaat, hükümlü için bir “yükümlülük” olarak hükme bağlanmıştır. Yoksa bu bir ihlal olarak değerlendirilerek cezalandırılacaktır.

Ceza İnfaz Yasa Tasarısının getirdiği en önemli “yeniliklerden” biri “çalışma zorunluluğu”dur. Bu, “Hükümlülerin çalıştırılması” başlığı altında “Madde 27”de şöyle ifade etmektedir:

“Hükümlü, ceza infaz kurumunda, işyurtları veya atölyelerde çalışmakla yükümlüdür.

Çalışmanın amacı, hükümlülerin salıvermelerinden sonra yaşamlarını sürdürecek meslek ve sanatları öğrenmelerini sağlamak, çalışma ve üretme güdülenmelerini kişiliklerinde yerleştirmek veya güçlendirmektir. Çalıştırmada hükümlünün yetenek, beceri, eğilim ve zihinsel ve bedensel durumları göz önünde bulundurulur.”

Burada sözü edilen “çalışma yükümlülüğü”, tutsakları angaryaya koşma, boyun eğdirme ve cezaevi düzeninin bir eklentisi haline getirme amacına dönüktür.

Diğer bir kişiliksizleştirme aracı da devrimci ve demokratik kamuoyunun yabancısı olmadığı “Tek Tip Elbise” uygulamasıdır.

 

IV. Kişiliksizleştirme Aracı Olarak Tek Tip Elbise

 

Bilindiği gibi tek tip elbise 1980’lerin ortalarından itibaren birçok zindanda gündeme getirilmiş, sayısız baskı ve işkence eşliğinde uygulama alanına konulmuştu. Ancak devrimci tutsaklar bu uygulamaya karşı direnmiş ve birçok direniş sonucunda bu uygulamayı çöp sepetine attırmayı başarmışlardır. Kuşkusuz bu, kolay olmamış, sayısız bedel ve acı pahasına gerçekleşmişti.

Direnişler sonucu çöp sepetine atılan tek tip elbise uygulaması yeni tasarıyla yeniden gündeme getiriliyor ve yasal bir hüküm olarak dayatılıyor. Bu konu “Hükümlünün giydirilmesi” başlığı altında ve “Madde 64”te şöyle hükme bağlanıyor:

“Kişisel elbisesini giymesine izin verilmeyen hükümlüye, yazlık ve kışlık olmak üzere iklime uygun, sağlığa ve çalışmaya elverişli giysi verilir; hükümlünün bu giysiyi giymesi zorunludur. 55 ve 56ncı madde hükümleri gereğince yapılan nakiller hariç kurum dışına çıkan hükümlü kişisel giysilerini giyebilir.

Bu giysiler, iç ve dış güvenlik personelinin giymekte olduğu üniformalara benzer şekil ve renkte olamaz.”

 

V. Her Türlü Direnişi Yasaklama ve Yaptırım Konusu Yapma Teslimiyet ve Mutlak İtaat Amacının Bir Sonucudur. Tasarı, Bir Disiplin Nizamnamesi Niteliğindedir.

 

Özel savaş kurmaylığı, devrimci tutsakları direniş silahlarından yoksun bırakmak ve irdelerini teslim almak için yasak ve cezai yaptırımları ayrıntılı bir biçimde bu tasarıda sıralamıştır. Her türlü direniş silahından yoksun bırakılan tutsakların kolayca teslim alınabileceği varsayılmaktadır. “Dayatılan her uygulama tartışmasız, itirazsız kabul edilmeli”, işte, yeni tasarının temel noktalarından biri de budur. Direniş silahlarından yoksun bırakılan tutsakların sesleri ve soluklarının dışarıya ulaşmasının önlenebileceği ve böylece kişiliksizleştirme programlarının sessizce yaşma geçirilebileceği düşünülmektedir. Açlık grevi, ölüm orucu, slogan atma gibi protesto ve direnme araçları suç kabul edilmekte ve ağır disiplin cezalarına konu edilmektedir. Bu konu da “Hükümlünün kendisine verilen yiyecek ve içecekleri reddetmesi” başlığı altında ve “Madde 82”de şunlar yazılı:

“Hükümlüler, hangi nedenle olursa olsun, kendilerine verilen yiyecek ve içecekleri sürekli olarak reddettikleri takdirde; bu hareketlerinin kötü sonuçları ile bırakacağı bedensel ve ruhsal hasarlar konusunda ceza infaz kurumu tabibince bilgilendirilirler. Psiko-sosyal hizmet birimince de bu hareketlerinden vazgeçmeleri yolunda çalışmalar yapılır ve sonuç alınmaması halinde, beslenmelerine kurum tabibince belirlenen rejime göre uygun ortamda başlanır.

Beslenmeyi reddederek açlık grevi veya ölüm orucunda bulunan hükümlülerden, birinci fıkra gereğince alınan tedbirlere ve yapılan çalışmalara rağmen hayati tehlikeye girdiği veya bilincinin bozulduğu tabipçe belirlenenler hakkında, isteklerine bakılmaksızın kurumda, olanak bulunmadığı takdirde derhal hastaneye kaldırılmak suretiyle muayene ve teşhise yönelik tıbbi araştırma, tedavi ve beslenme gibi tedbirler, sağlık ve hayatları için tehlike oluşturmamak şartıyla uygulanır.”

Bu maddede açıkça açlık grevi ve ölüm oruçlarına zorla müdahale etmenin gerekçeleri ve yöntemleri sıralanmaktadır. Başka maddelerde zindanlarda hangi davranışların disiplin suçu olduğu tek tek sıralanmaktadır. Bu noktaları gördüğümüzde öngörülen zindan yaşamının ne olduğu daha iyi anlaşılır.

38. Maddede sıralanan şu davranışlar disiplin suçu sayılmaktadır:

“a) İdarenin izni olmaksızın yasak yerlere girmek,

b) Eğitim yerini terk etmek,

c) Eğitimi savsaklamak,

d) Olumsuz davranışa yönelik gruplaşmaya neden olmak veya bu amaca yönelik gruba katılmak,

e) Kurum personeline karşı uygunsuz söz sarf etmek veya kurum görevlerine eşya vermek veya satmak,

f) Çıkar sağlamak amacıyla hükümlülere veya kurum görevlilerine eşya vermek veya satmak,

g) Açlık grevi yapmak.”

Haberleşme veya iletişim araçlarından yoksun bırakma veya kısıtlana cezasını gerektiren davranışlar 40. Maddede sıralanmaktadır:

“a) Protesto amacıyla idarece verilen yemeği topluca almama eylemine katılmak,

b) Kurum işyurdu yönetim kurulunca uygun görülen işte çalışmamak,

c) Herhangi bir şeyi protesto amacıyla veya idareye karşı toplu olarak sessiz direnişte bulunmak,

d) Odalarda, eklentilerinde ve diğer alanlarda ilaç ve gıda stoku yapmak,

e) Gereksiz olarak marş söylemek veya slogan atmak.”

Şu davranışlar da 41. Maddede yazılı ve “Ziyaretçi kabulünden yoksun bırakma” cezasını gerektirmektedir:

“a) Sayım yapılmasına karşı çıkmak,

b) Aramaya karşı çıkmak,

c) Sevke, nakle veya bunlarla ilgili olarak alınacak tedbirlere karşı çıkmak,

d) Kurumda korku, kaygı veya panik yaratabilecek biçimde söz söylemek veya davranışta bulunmak,

e) Hükümlülerin haberleşmelerini, ziyaretçileriyle görüşmelerini, iyileştirme ve eğitim programları çerçevesinde eğitim ve spor, meslek kazandırma ve işyurdu çalışmaları ile diğer sosyal ve kültürel faaliyetlere katılmalarını, kurum tabibince muayene ve tedavi edilmelerini, avukat tayin etmelerini, mahkemelere veya Cumhuriyet başsavcılıklarına gitmelerini, kurum görevlileri ile görüşmelerini, salıverilenlerin kurum dışına çıkmalarını her ne surette olursa olsun engellemek, hükümlü ve tutukluları bu fiillere teşvik etmek, bu yolda talimat vermek, mevzuatın hükümlü ve tutuklulara tanıdığı sair her türlü görüşme ve temas olanaklarını engellemek,

f) Kumar ve benzeri oyunlar oynamak veya oynatmak.”

“Hücreyi koyma ve Koşullu salıverilmenin geri bırakılması” cezalarını “gerektiren” suçlar da tek tek ve ayrıntılı bir şekilde sıralanmaktadır. Bir bakıma disiplin nizamnamesi niteliğinde olan yeni Ceza İnfaz Yasa tasarısı, tutsakları mutlak denetlemeyi, her davranışını belirlemeyi, düzen ve disipline mutlak itaati, teslimiyet ve kişiliksizleştirmeyi, “Devletin vatanı ve milletiyle bölünmez bütünlüğü” ilkesinin sadık bir bendesi haline getirmeyi hedeflemekte; bu hedeflere varmada zor ve işkence ile sıradan yaşam olanakları birer silah ve yaptırım aracı olarak öngörülmektedir. Marş söylemek, slogan atmak, sıradan bir protestoda bulunmak, açlık grevi yapmak, yaşamı birlikte paylaşmak, dayanışma içinde olmak suç sayılmakta, böylece direniş ve direniş araçlarından yoksun bırakmak esas alınmaktadır.

Görüldüğü gibi, özel savaş kurmaylığı zindan deneyimlerini ve direnişlerini ayrıntılı bir biçimde incelemiş ve bunları önlemenin bütün yollarını düşünmüştür. Burada kesin amaç zindan direnişlerini ne pahasına olursa olsun bitirmek ve tutsakları mutlak olarak teslim almak hedeflenmiştir. Dolayısıyla ortaya yasa olarak bir “Deli gömleğinin” çıkması şaşırtıcı değildir. Özel savaş budur; onun zindan ayağı budur! Bunu demokrasi olarak tanımlamak, en hafif deyimle demokrasiden bir şey anlamamaktır.

Kısacası, bu tasarı ve buna yön veren yaklaşımın, Ortaçağ zindancılığını arattığını söylemek bir abartı olarak değerlendirilmemelidir.

 

VI. Sonuç

 

Yukarda da kısaca açmaya, vurgulamaya çalıştık. Cezaların ve Tedbirlerin İnfazı Hakkında Kanun Tasarısı, tutsakları teslim almayı, F Tipi zindancılığı yasal temele bağlayıp kurumlaştırmayı, mutlak itaat ve teslimiyeti hedeflemekte, zindanları toplumsal ve ulusal mücadeleyi bastırmanın caydırıcı bir unsuru haline getirmeyi amaçlamaktadır. Bu tasarıyla sadece tek tip elbise ve zorunlu çalıştırma yükümlülüğü getirilmemektedir, aynı zamanda, zindanda soluk alıp vermek izne, düzene ve disipline bağlanmaktadır. Bu, bir sistemdir ve kesin bir biçimde oturtulmak istenmektedir. F Tipi zindancılığı ile atılan adım tamamlanmak istenmektedir.

Kısacası devletin yapmak istediği çok açık… Devrimci tutsakların yapmak istedikleri de öyle: Direnmek, direnmek, direnişi bir yaşam biçimi olarak benimasmek ve yaşmak. Bugüne kadar yaptıkları bu, bundan böyle de yapacakları bundan başkası olmayacaktır…

Ancak sorun, devrimci tutsakların tutumuyla bitmiyor. Zindan sorunu, esas olarak “dışarının” sorunudur! Dolayısıyla ulusal ve toplumsal mücadelelerin etkili bir zindan politikası olmak ve bu politikayı etkin bir biçimde hayata geçirmek zorundadır. Bu zorunluluk bilinci ve eylemli müdahale ile sonuç almak mümkün olabilir. Zaten sorun da bu noktada düğümlenmektedir.

Bu yaklaşımla harekete geçmek, çok yönlü bir çaba içinde olmak gerekir, mutlaka bir şeyler yapmak şart !.. Yoksa yarın çok geç olabilir!

 

Eylül 2004

Happy
Happy
0 %
Sad
Sad
0 %
Excited
Excited
0 %
Sleepy
Sleepy
0 %
Angry
Angry
0 %
Surprise
Surprise
0 %
News Reporter