0 0
Read Time:18 Minute, 0 Second

OCAK DİRENİŞİMİZ:

TESLİMİYET VE İHANET

POLİTİKASI BİR KEZ DAHA PÜSKÜRTÜLDÜ VE

YENİLGİYE UĞRATILDI (*)
M. Can YÜCE

DİRENİŞ BİR KEZ DAHA ZAFER KAZANIYOR

Yukarıda da belirttiğimiz gibi, TTE giyildikten sonra baskılar, işkenceler, hak gaspları sona ermedi, devam etti. Gerçi işkencenin dozunda belli bir azalma olmuştu, ama yine de sürüyordu, esas dayatmalarından, programlarından vazgeçmiyorlardı. Eğer esas amaçları TTE olsaydı, doğal olarak giyildikten sonra, hedefe varmanın rahatlığı ile koşulları “normalleştirmeleri” gerekiyordu. Ancak zindan politikalarının odağında teslimiyet ve ihanet hedefi olduğu için, saldırılarına, dayatmalarına, baskılarına devam edeceklerdir. Bu, amaçla araç arasındaki ilişkinin bir gereğidir.

Cezaevi kitlesi fiili olarak ikili konumdaydı. Bir yanda, direnişi sürdüren kitle, öte yanda, kurallara uyan, emir-komuta ilişkilerinin bir parçası olmuş, askeri ve şovenist eğitime uyan, yani öz olarak teslim olan kitle. TTE giyildikten sonra direnenlerden dökülmeler olmadı, ancak öte taraftan yeniden direnişte karar kılıp direniş saflarına katılmalar oldu. Direnişi bırakanlara yeniden direniş çağrıları sürekli yapılıyordu. Tüm bunlara karşın, aşağı-yukarı ikili yapı direniş süreci boyunca donmuş gibiydi. Cezaevinin bu ikili yapısı kuşkusuz bir handikaptı, bağrında sürekli tehlike üretiyordu. İkili bir yapı sürekli olamazdı, tekleşmek zorundaydı, ya öyle ya da böyle. Güçler ve inatçı direnişler, sonucu belirleyecekti. İki yapılı bir cezaevi durumu, cezaevinde direniş gücünün başlangıca göre yarı yarıya düşmesi anlamına geliyordu. Direnenler ile direnmeyenler yarı yarıya idiler nerdeyse.

TTE’nin giyilmesinden sonra ölüm orucu öne çıktı, bütün ilgi ve dikkatlerin odak noktası oldu. Herkesin, her tarafın gözleri ondaydı artık. Kitle direnişine dayanan ve onun tarafından desteklenen ölüm orucu sonucu belirleme konumuna yükselmişti. O bakımdan bu silahın en yetkince kullanılması önemliydi, zaferi belirleyecek etmenlerin başında geliyordu çünkü! Günler geçtikçe ölüm orucu üzerindeki dikkat ve ilgi de artıyordu, dayatıcılığı da yoğunlaşıyordu.

Cezaevi yönetiminin ölüm orucu eylemine karşı yaklaşımı 30’1u günlerin sonlarına kadar kayıtsızlık, “ciddiye almama”, herhangi bir pazarlığa oturmama biçiminde somutlandı. İçten bir çözülmeye ve giderek fiyaskoya umut bağlamıştı. Bu tutumlarında eylemi bırakmaların da belli etkisi oldu. Ölüm orucunu bırakan her birey düşmanı cesaretlendiriyor, kayıtsızlıklarını uzatıyordu.

Öte yandan, ölüm orucu eylemcileri direnen kitleden tecrit ediliyor, soğuk koğuşlara atılıyor, sürekli yerleri değiştiriliyordu. Bu tür baskılara ek olarak sigara verilmiyor, su ihtiyacı yeterince karşılanmıyordu. Buna ek olarak yüksek frekanslı müzik ve gürültü ile sinirler yıpratılmak isteniyor, tam olarak bir sinir savaşı yürütülüyordu. Daha sonraki postalarda eyleme giren arkadaşlar ise ağır işkenceye alınıyor ve vazgeçmeleri dayatılıyordu. Bu ağır işkence ve baskıların yanı sıra, dışardan getirilen dini görevlilere (İmamlara) vaazlar verdiriliyor, bir de bu uygulama ile sonuca gitmek istiyorlardı.
Eylemin 18. gününde bazı arkadaşlar cezaevinden alınarak hastaneye götürüldüler. Bununla direnişi güçsüzleştirmeyi, gücünü bölmeyi hesaplıyorlardı.

Eylemi kırmak için denedikleri bir yöntem de, aileleri devreye sokmak, ailelerin duygularını sömürmek biçiminde gerçekleşti. ÖO’da bulunan arkadaşların ailelerine telgrafla durum bildiriliyor, Diyarbakır’a gelmeleri isteniyordu. Bu haberi alan aileler, büyük bir telaş ve kaygıyla Diyarbakır’a koştular. Direniş süresi boyunca, diğer bir eylem biçimi de ziyareti protestoydu. Bu yüzden direnişçiler görüşe çıkmayı reddediyorlardı. Bunun üzerine, cezaevinde ve hastanede aileleri eylemcilerin yanına alıyorlardı. Gelişmelerin bilincinde olmayan aileler, eylemi bırakma yönünde telkinlerde bulunuyordu. Ancak sorun açıklandığında, eylemin neden ve istemleri açıklandığında ailelerimiz da ikna oluyor ve bu kez idare ve kolordu üzerinde baskı kurmaya çalışıyorlardı. Böylece duygu sömürüsü, eylemi kırmada ailelerin kullanılması manevrası da tutmuyor, tersine döndürülüyordu.
Kısacası ölüm orucu eylemini kırmak için çeşitli yöntemler ve öğeler kullandılar: Açık ve kaba işkenceden iftira ve yalan propagandaya, aileleri kullanmaktan en basit ihtiyaçları (su, sigara vb.) karşıla-mamaya kadar… Gürültü, “müzikli”, imam telkinli sinir savaşını da bunlara eklemek gerekiyor.

Otuzlu günlerin sonlarına doğru eylemcilerde fenalaşmalar başladı. İlk fenalaşan arkadaş Orhan KESKİN’di. Şuur yitimi ile koma halini yaşıyordu. 5 Mart gününe kadar da bu durumu sürecek ve sonunda ölümsüzler katarına katılacaktı. İlk gruptan arkadaşların eylemi 40’li günlere geldiğinde durumu ağırlaşan arkadaş sayısı da artıyordu. Bu durum üzerine, daha önce kayıtsız davranan, pazarlığa oturmayan, ama öte yandan eylemi kırmak için çeşitli yollar ve araçlar deneyen idare, bu kez pazarlığa oturmaya başladı. Pazarlığı, cezaevi müdürü hastanede ve görücülerimizin yanında yürütüyordu. Görüşçülerin varlığını kendi lehine kullanabileceğini varsayıyordu. ‘Biz iyi niyetliyiz, haklarını veriyoruz; ama görüyorsunuz onlar eylemlerinden vazgeçmiyor, eylemi ideolojik nedenle yürütüyorlar” imajını vermek istiyordu, zaman zaman da bunları açıkça ifade ediyordu. Ancak bu manevrası tersine çevrilecek, ailelerin direnişi sahiplenmeleri sağlanacaktır.

Yeri gelmişken şu noktayı birazcık açmakta yarar var: Eylül direnişi ile doğan ve gelişen tutsak aile hareketi, Ocak Direnişinde daha da büyüdü, gelişti, nitelik kazandı. Dolayısıyla baskı gücü, kamuoyu oluşturma yeteneği daha da arttı. Diyarbakır zindanları ocak cehennemi yaşarken ailelerimiz o soğuk-karlı kış günlerinde bizi yalnız bırakmadılar. Sabahın erken saatlerinde, cezaevinin önüne geliyor, akşam karanlığına kadar orada bekliyor, idare ile kolordu arasında mekik dokuyor, çalmayı düşündükleri bütün kapıları çalıyorlardı. Toplu oturma -çadır kuranlar da vardı-, yürüyüş, dilekçe, sözlü girişimler vb. başvurduğu eylemlerdir. Böylece önemli bir güç odağı durumuna gelmişlerdi. İdare bunu her an hissedebiliyordu. Bir grup aile de Ankara’ya giderek parti merkezleri, Başbakanlık, TBMM Başkanlığı nezdinde girişimlerde bulunuyor, bir parti merkezinde kendilerinin terslenmesi üzerine, “Kahrolsun sömürgecilik!”, “İnsanlık onuru işkenceyi yenecek!” vb. sloganlar atarak karşılık veriyorlar. Bu olay, aile hareketinin kaydettiği aşamayı vurgulaması açısından önemlidir. Ankara’da oraya buraya koşuşturarak kamuoyunu oluşturmaya çalışıyorlar. Diyarbakır’daki işkenceleri ve direnişleri anlatıyorlardı.

Öte yandan yurt dışında da direnişimizi destekleme yönünde kampanyalar örgütleniyor, TC’nin teşhir ve tecridi yönünden önemli çalışmalar yapılıyor. Böylece TC üzerinde belli hır dış baskı da oluşuyordu.

Aile hareketinin kazandığı boyut, dış baskılar ve en önemlisi, eylemin ölüm sınırına dayanmış olması gerçekliği, faşist zindan yönetimini anlaşma yapmaya zorlamıştı.

Ailelerimizin de hazır bulunduğu görüşmeler sonucunda ilk planda isteklerimizin esası ve büyük bir çoğunluğu, “tümüne yakını” kabul edildi. Ancak kendileri bazı noktalarda bu kurallara uymama durumunda yasal işlem yapacaklarını söylediler. İdari işlem değil, ifade alındıktan sonra mahkemeye verilecek ve “yasal işlemi” mahkeme görecekti. “Yasal işlem yaptırma” istemlerinin pratik bir değeri ve işleyişi olamayacağını bildiğimiz için istemlerimizin kabul edilmesine karşılık kabul ettik. Yapılan anlaşmanın maddelerini aşağıda açacağız. Ondan önce, anlaşma sürecinde meydana gelen bir iki olay var, onlara değinelim.

Cezaevinin geleceği, statüsü konusunda bir anlaşmaya varmıştık. Ancak her şey bununla bitmiyordu. Eylemi sürdüren ve direnen arkadaşlara durumun (anlaşma ve ayrıntıları vb.) açıklanması, bildirilmesi ve giderek bu temelde eylemin noktalanması sorunu gündemde duruyordu. Bu nokta çok önemliydi, bir oyuna gelip gelmeme açısından önemliydi, güvencelerden biridir. Cezaevi statüsü -yaşam çerçevesi, haklar vb.- konusunda bir anlaşma sağlandıktan sonra, bu durumu, cezaevinde bulunan arkadaşlara duyurmak, onları bilgilendirmek sorunu tartışıldı. Pazarlık ve anlaşma hastanede yapılıyordu. Direnen arkadaşlar 35 ve 36. koğuşlarda bulunuyorlardı. Ölüm orucundakiler ise 25. koğuşta idiler. İdare, anlaşmanın yapıldığını ve eylemin sona erdiğini kendilerinin söyleyeceklerini vurguluyordu ısrarla. Biz ise, bizden arkadaşlar cezaevine gidip durumu arkadaşlara açıklamalıdırlar noktasında ısrar ediyorduk. Sonunda bizim isteğimiz kabul edildi. Varılan anlaşmaya göre bizden iki arkadaş cezaevine gidecek, durumu arkadaşlara anlatacak ve hastaneye döndükten sonra, her şey anlaşma çerçevesinde yürümüşse eylem noktalanacaktı, tersi durumda ise eyleme devam edilecekti. İki arkadaş cezaevine gitti. İlkin bunları idare binasında uzun süre tutuyorlar. Bir dizi engel çıkarıyorlar. İşlerin ters gittiği belli olmuştu. Arkadaşlar ısrarlı davranınca 35. koğuşa götürüyorlar. Arkadaşlar anlaşmadan -ayrıntılarından söz edince görevli subay itiraz ediyor, böyle hır şeyin olmadığını anlatmaya çalışıyor. İdarenin oyunu açığa çıkmıştı. Onlar eylemi kırmak istiyorlardı. Ama başarılı olamadılar. Arkadaşlar hastaneye döndükten sonra eyleme devam kararı alındı, ayrıca taktik olarak bir süre idare ile anlaşmaya oturmama kararına varıldı. Bu oyunun teşhiri gerekliydi, verilen sözlerin belli güvenceleri olmalıydı.
İdarenin eylemi kırma-boşa çıkarma manevrası karşısında ‘eyleme devam” kararı alınınca, başka bir koğuşta bulunan Partizancılar, Kawa ve Rızgari’den eylemciler bu kararımıza itiraz ettiler. ‘Taleplerimiz kabul edildi niye eylemi sürdürüyoruz artık. Burası mı, karar veriyor yoksa 35 mi karar veriyor? Eylemi noktalama görüşündeyiz” diyorlardı. Altına da imzalarını atıp göndermişlerdi bu notlarını. Eylem kritik bir noktaya gelmişti. Anılan grupların eylemi kırma olasılığı belirmişti. Böyle bir olayın gerçekleşmesi oldukça kötü olacaktı. Biz kararlıydık, ölümler pahasına götürecektik. Ancak ölümler, özveri anlamına geliyordu. Bu olumsuz eğilime müdahale etmek, en azından birkaç gün daha beklemelerini sağlamak gerekiyordu. O dönemde yanımızda (aynı koğuşta) bir Partizancı vardı. Durumu ve alınması gereken tutumu açıkladık. Kendisi de bizimle aynı görüşte idi. Yani eylemi sürdürmek ve idarenin oyunlarını boşa çıkarmak kararına katıldı. Gelişmeler, idarenin oynadığı oyun ayrıntılarıyla yazıldı, eylemi sürdürmenin yaşamsal önemi vurgulandı ve idarenin sıkıştığı, birkaç gün içinde mutlaka dize gelecekleri belirtildi. Yazı, Partizancı adına diğer koğuştaki Partizancılara, Kawacı ve Rızgariciye gönderildi. Öyle konuşulmuştu çünkü. Bu müdahale etkili oldu. Bırakma yanlısı olanlar, eyleme devam etti. Kritik durum atlatılmıştı böylece.

Devam ediyoruz. Bizi oyuna getirmek istedikleri günün ertesinde sanki hiçbir şeyden haberleri yokmuş gibi konuşmaya geldiler. Kolordu, Adli Müşavirlik, As. Hastane Baştabibi konuşmaya gelmişlerdi. Oynadıkları oyunlar anlatıldı. Sözlerini tutmadıkları, bu konuda güvenimizin olmadığı, o bakımdan “hiç bir talebimiz yok, sizinle konuşmuyoruz, pratik bir anlamı ve değeri olmadıktan sonra, konuşmanın ve talep ileri sürmenin bir gereği yok. Kesin ölümü kucaklama kararındayız, şimdi gidin, son saatlerimizi rahat geçirmek istiyoruz” biçiminde konuşuldu. Ailelerimiz de tanık oldular bu konuşmaya. Bunun üzerine tedirginlikleri daha da arttı. “Bir yanlış anlama olmuş, nöbetçi subayın işgüzarlığından kaynaklanmış, her şey düzelecek, biz sözümüze sadığız” biçiminde bir konuşmayla günah çıkarmaya başladılar. Saatlerce süren konuşmalar üzerine, ailelerimiz anlaşmanın bir tarafı olarak kabul edildiler, verilen sözün tutulup tutulmadığını denetleyeceklerdi. Cezaevi müdürü, “eğer verdiğim sözün bir tekini dahi yerine getirmezasm aileleriniz gelip yakama yapışsın” diyordu. Ailelerin bu rolünün faz1a bir hukuki değeri olmasa da belli bir siyasal değeri vardı, manevi baskı yönü vardı. O bakımdan ailelerin politikleşmesinde, direnişçi gücümüzü kavramada önemli bir fırsattı. Devletin çözümsüzlüğünü, zavallılığını kendi gözleriyle görebiliyorlardı. Bu son pazarlık cezaevi statüsü üzerine değildi. Verilen sözlerin güvencesi üzerineydi. Anlaşmanın cezaevindeki arkadaşlara duyurulması yöntemi üzerindeydi. En son şu yöntem üzerinde anlaşıldı: İki arkadaş cezaevine gidecek. Direnen koğuşlardan da birer temsilci çağrılacak, cezaevinin uygun bir odasında durum tüm ayrıntılarıyla bu arkadaşlara anlatılacak. Bu arkadaşlar koğuşlara gidip gelişmeleri aktardıktan sonra tekrar gelip “gelişmeleri aktardık” diyecekler. Bu noktadan sonra hastaneden giden iki arkadaş hastaneye dönecek ve böylece eylem sonuçlandırılmış olacaktı. Koğuşlardan çağrılan arkadaşların geri koğuşlarına götürülmeyip tecrit edilmeleri olasılığı da vardı. O bakımdan, “gelişmeleri koğuşa aktardık” diyebilmeleri için, yeniden hastaneden giden arkadaşlarla ikinci kez görüşmeleri gerekiyordu. Bu bir önlem idi, oyuna getirilmemek için alınmış bir önlem. Pratikte bu yöntem gerçekleşti. Tüm direnenlerin anlaşmanın ve diğer gelişmelerin ayrıntılarını öğrendiği -belirlenen yolda- konusunda kesin emin olunduktan sonra, arkadaşlar hastaneye getirildi. Böylece 49 gün sürmüş olan ölüm orucu eylemine 2 Mart günü son verilmiş oldu.
Ocak direnişi zafere ulaşmıştı böylece. Kanla yazılan bir zafer. Direnişin ilk günlerinde Yılmaz DEMİR, Remzi AYTÜRK ve koğuş baskınında Necmettin BÜYÜKKAYA Ocak direnişine kanlarını katık etmişlerdi. Ölüm orucunun zaferinden bir gün sonra (3 Mart 1984 günü) PKK kadrolarından Cemal ARAT, 5 Mart günü ise Devrimci Yol’dan Orhan KESKİN şehit düştüler. Direniş şehitleri zincirine birer halka daha eklediler.

Ocak direnişinin başarısının getirdiği sevinç bu bakımdan buruk oldu. Ancak direnişimizi daha da anlamlılaştırmıştı, görev ve sorumluluklarımızı ağırlaştırmıştı. Onların uğruna dövüştüğü, can verdikleri devrim davası, onur kavgası, siyasal ve ulusal kimlik mücadelesini yükseltmek, geliştirmek, büyütmek, onların anılarına sadık kalmanın ön koşuluydu. Şehitlere verdiğimiz sözün de bir gereğiydi. Şehitlerimizin manevi komutasında davaya, kavgaya, daha bir sarılacak ve onların yolunda kararlıca yürüyecektik. Zindan kavgasına, yaşamına da şehitlerimizin anısı, değerleri ışığında yaklaşacak ve bu temelde politik ve pratik bir tutum alacaktık. Direnişi geliştirmek, daha büyük halkalarla büyütmek ve zenginleştirmek, hep kesintisiz bir direnişçi yaşam tutturmak… İşte onların bağlayıcı emirleri bundan başkası değildi! Anıları onurumuzdur, yolumuzu aydınlatan meşaledir!

Ocak Direnişinin başarısını belgeleyen anlaşma hakkında, içeriği ile ilgili birkaç söz daha söylemek gerekiyor:

Yukarıda da açıkladığımız gibi, Ocak Direnişi sürecinde cezaevinde ikili bir yapı oluşmuştu. Dolayısıyla anlaşmanın içeriği önem kazanıyordu: Öngördüğü statünün salt direnenler için değil, cezaevinin tümü için geçerli olması gerekiyordu. Bu zorunluydu. Çünkü ikili yapının kurumlaşması bağrında hep saldırı ve hak gaspı eğilimini ve olasılığını taşır ve kamçılar; hem de siyasal ve insani olarak bizim için kabul edilmez bir durumdu. İkili yapıya son verecek, yani teslimiyetin tek bir koğuşta dahi yaşam bulmasına izin vermeyecek önlemler alınmalıydı; yapılan anlaşma bu önlemi içermeliydi. Neydi yapılan anlaşmanın içeriği.
Öncelikle vurgulamalıyız ki, Eylül Direnişinin kazanımları, hakları ve değerleri korunmuştur. Anlaşmanın/zaferin özü budur. Anlaşma bunun somut belgesidir. Somut maddeleriyle açacak olursak:

-Tüm cezaevinde işkenceye, baskıya, aşağılanmaya son verilecektir. Şu anda kurallara uyan koğuşlar üzerindeki baskılara, tehditlere, işkence uygulamalarına kesin son verilecektir.

-Tüm cezaevinde hiç bir kimse kurallara (teslimiyet programına) uymaya zorlanmayacaktır. Şu anda zorla kurallara uydurulmuş kişiler, kuralları reddetme hakkına sahiptirler. Kuralları reddedenler hiçbir baskıya ve yaptırıma tabii tutulmayacaklardır.

-İdare ancak yasal işlem yapabilir -İdari işlem değil-; mahkemeye verebilir. Onun ötesinde bir yaptırım ve cezalandırma yoluna gitmeyecektir.

-Hiçbir kimse itirafa zorlanmayacaktır.

-İdare ile tutuklular arasındaki ilişki emir-komuta ilişkisine göre değil, tutuklu -idare ilişkisi temelinde olacaktır. Cezaevinde hiç kimse askeri emir-komuta ilişkisine zorlanamaz.

-Askeri, Kemalist ve dini “eğitime” hiçbir kimse zorlanamaz. Şu anda askeri eğitimin uygulandığı koğuşlar, bunu reddetme hakkına sahiptirler. Bu durumda kendilerine hiçbir baskı ve yaptırım uygulanmayacaktır.

-Hastaların bakımı ve tedavisi en iyi şekilde yapılacaktır.

-Doğal, kültürel ve sosyal ihtiyaçlarımız (havalandırma, yemek, kantin, gazete, kitap, dergi, kırtasiye vb.) karşılanacak; bu ihtiyaçlar bir baskı unsuru olarak kullanılmayacaktır.

-Savunma hakkı hiç hır suretle engellenmeyecek, bunun için gerekli olanaklar sağlanacaktır.

-Görüş süresi ve koşullan uygun hale getirilecektir. Aynı şey avukat görüşleri için de geçerlidir.

-Cezaevinde bulunan yakın akrabalar arası iç görüş belli aralıklarla yapılacaktır.

-Mahkeme gidiş-gelişleri normalleştirilecek, konuşma, sohbet etme ihtiyacı engellenmeyecektir.

-Koğuş mevcutları makul bir düzeye indirilecektir.

-Ocak direnişindeki isyan vb. olaylar gerekçesiyle hiç kimse hakkında dava açılmayacak, disiplin cezası verilmeyecek, vb. vb.

-Buna karşılık haftanın iki gününde (Pazartesi ve Cuma) İstiklal Marşı iki kez söylenecek.

Anlaşmanın ayrıntıları kurallara uyan koğuşlara da genişçe anlatıldı; kuralları ve diğer yaptırımları reddetmeleri istendi. Kendilerine baskı ve işkence yapamayacaklarını, böyle bir durumda karşılarında bizi göreceklerini vb. açıklamalarda bulunuldu. Bu çağrılar ve açıklamalar üzerine daha önce kurallara uyanlar parça parça reddetmeye başladılar ve giderek 1-2 ay sonra ikili yapı da ortadan kalktı. İşkence ve baskı zaten işlemiyordu. Böylece teslimiyet ve ihanet programları püskürtülmüş, yaşama geçme olanağı ve şansı yok edilmiş; insani değerlerimize ve siyasal kimliğimize uygun bir cezaevi yaşamı kurulmuştu. Bazı tavizler ve geri adımlar pahasına da olsa.

Anlaşmanın maddelerinde görüldüğü gibi, İstiklal Marşı gibi teslimiyet döneminin bir kalıntısı varlığını sürdürüyor, Bunun geniş bir açıklamasını burada yapmaya gerek yok. Eylül direnişi ile ilgili bölümde bu konu ayrıntılı açıklanmıştı; orada yazılanlar, ileri sürülen gerekçeler bu direniş için de aynen geçerlidir. O bakımdan yeniden yazacaklarımız, bir önceki bölümde yazdıklarımızın bir tekrarı olacaktır. Ancak şunu vurgulayalım ki, anılan tavizler (İstiklal Marşı, TTE) koşulların belirmesi ve toparlanmanın tamamlanmasıyla birlikte ortadan kaldırılacaktır. Devrimci değerlerimize tıpatıp tıp uygun bir cezaevi yaşama hedefi yakalanacaktır!

İdare anlaşmanın hükümlerini pratikte uygularken işi ağırdan aldı. Anlaşılan o ki siyasal yenilgisini hemen/birden pratikte sergilemek istemiyordu. “Siz kazanmadınız, ben veriyorum!” imajını yaratmak istercesine ağır bir tempo içindeydi. Ancak dayatıcı ve çözümleyici gücümüz enselerindeydi. Anlaşmanın bir tarafı olan ailelerimizin çaba ve girişimleri aralıksız sürüyordu. İlk önce havalandırma konusunda biraz zorluk çıkardılar. Ancak bir süre sonra bu hakkımızı da teslim etmek zorunda kaldılar. Ve Ocak Direnişinin yarattığı temel üzerinde haklar ve kazanımlar bir yandan oturtulup kurumlaştırılırken, öte zandan sürekli geliştirildi ve genişletildi…

7
DIŞIMIZDAKİ GRUPLARIN DİRENİŞ İÇINDEKİ TUTUMLARI VE KONUMLARI

Eylül direnişi içinde ve sonrasında gruplar arası ilişkilerde olumlu bir havanın var olduğunu belirttik. “Ortak düşmana karşı ortak tavır” temelinde var olan olumlu dostluk ilişkilerini belli bir yapıya -biçime kavuşturma çabalarını da özet olarak açıkladık. Ancak bu doğrultudaki çabalar, belli ilk adımları ifade etmekle birlikte zamansızlıktan -saldırı ve işkence erken başlayacak- dolayı sonuçlanamadı. Dolayısıyla, Ocak Direnişine gruplarla sözcüğün gerçek anlamında güç ve eylem birliği ilişkisiyle girmedik. Direniş sürecinde de gruplar arası ilişkiler, ortak yönetim biçiminde bir örgütlülüğe bürünmedi. Bürünemezdi. Koşullar, teknik nedenler vb. buna izin vermiyordu.

Bütün bu olgulara karşın, Eylül Direnişinin yarattığı olumlu havanın bu direnişte -genel olarak- sürdüğünü söyleyebiliriz. Tüm gruplar direniş içinde yer almışlardır. Koğuş düzleminde görüş alış-verişleri, koğuş özgülünde ortak kararlar oluşturulabilmiştir. Partizan, Kawa, Rızgari, DY (son üç grup birer kişi) ölüm orucu eylemine katılmışlardır. Diğer gruplar TTE giyme kararımıza esasta katılmış ve doğru bulmuşlardır. Bazıları salt biçim/yöntem gerekçeleriyle eleştirilerde bulunmuşlarsa da esasa ilişkin değildir bu. Pratikte tümü TTE’yi giymiştir.

Ölüm orucu eyleminin sonuçlandırılması aşamasında, yanımızda bulunan Partizancıların da görüşlerine başvuruldu. Ancak onlar. “En iyisini yapacağınıza inanıyoruz, bir daha bizim görüşümüzü sormaya gerek yoktur. Bu konuda size güveniyoruz” diyorlardı.

Ocak Direnişinin başından sonuna kadar her aşamasında direnişin yürütülmesi, yönlendirilmesi, ölüm orucunun örgütlendirilmesi ve sonuçlandırılması vb. noktalarla ilgili alınan tüm kararlar PKK’nin kesin damgasını taşır. Dolayısıyla sorumluluk da PKK’ye aittir. Diğer gruplar pratik tutum ve davranışlarından sorumludurlar. İlişkiler bir eylem birliği biçiminde örgütlenseydi, doğaldır ki, kararlar da bu çerçevede alınır ve birliğin damgasını taşırdı. Pratikte ilişkiler bu düzeye ulaşamadı. Olanaksızdı zaten, bilinen nedenlerden dolayı. Her şeye karsın, çeşitli düzeylerde de olsa, direnişe ortak katılımları olumlu bir durumdu, başarıya ulaşmada bir etkendi. Bu iyi ve dostça ilişkiler direniş sonrasında da sürecek -bir noktaya kadar- ve belli örgütsel biçimlere ulaştırma isteği somut öneriler halini alacak, somut adımlarda ifadesini bulacaktır. Ancak, örgütlenme biçimi ve esasları hakkında görüş birliği sağlanmadığı için birlik çabaları somut bir yapıya dönüşmeyecektir.

Ocak direnişinde tek tek grupların tutumunu açmayı gerekli görmedik. Genel çizgileri vurguladık. Sanırız bu yeterlidir!

8
DİRENİŞİN SONUÇLARI VE ETKİLERİ

Ocak direnişi, zindan tarihimizde açılmış bir onurlu sayfadır. Düşmanın ağır saldırıları ve işkencelerine karşı kıran kırana süren kavganın adıdır. Teslimiyet ve ihanet politikasını Diyarbakır zindanlarında esas olarak yenilgiye uğratan ve bir daha belini doğrultmasına izin vermeyen onur kavgasının adıdır. Eğer teslimiyet ve ardından ihanet politikaları bir daha Diyarbakır zindanında yeniden gündemleşme fırsatı ve cesaretini bulamayacaksa, bunun altında yatan gerçeklik, Ocak Direnişinin kesin sonuçlarıdır; o temelde kurulan zindan yaşamı ve pratiğidir. Teslimiyet ve ihanetin belinin kırılması, zindanlar bazında yaşamsal bir tehlike, bütünsel bir tehlike olmaktan çıkarılmış olması gerçeği, Kürdistan ulusal kurtuluş mücadelesi açısından da tarihsel önemdedir. Zindan direnişlerini geçmiş kavgamızla yeniden yurda dönüş mücadelemiz, arasında bir köprü, mücadelenin kesintisizliğini üstlenen bir odak olarak kabul ediyorsak -ki, gerçekliğimiz öyledir-, Ocak Direnişi bu rolün son perdesi olması açısından da önem kazanıyor. Geri çekiliş döneminde kavganın bayrağı zindanlarda dalgalanıyordu, Ocak direnişi bayrağı gerillaya (Silahlı Propaganda) teslim etmek onuruna da sahiptir.

Kuşkusuz Ocak Direnişi, tek başına bir direniş değildir. Sağlam kökleri, destanlarla dolu bir temeli olan direniş, zindan direnişleri zincirinin soylu bir halkasıdır. Bu noktada Eylül direnişiyle-Ocak Direnişi arasındaki kesin, şaşmaz dolaysız ve bütünleyen bağlantılara parmak basmamız gerekiyor. Eylül ile Ocak ikiz kardeş gibidir, birbirini bütünleyen, tamamlayan direnişlerdir. Eylül, teslimiyet statüsünü yıkma -devirme eylemliliğidir. Ocak, yaratılan değerleri koruma ve yerleştirme direnişçiliğidir. Zaten Ocak Direnişinin esas özü, hedefi “Eylül Direnişin kazanımlarını, haklarını ve değerlerini korumak” olarak ifade edilmesi boşuna değildir. İki direniş arasındaki bütünlüğü kopmaz ve açık bağlantıları vurgular. Eylül direnişi 14 Temmuz’un, Ocak ise Eylül Direnişinin devamı ve tüm zindan direnişinin en yetkin sentezidir.

Ocak direnişinin sonuçlarına ve siyasal etkilerine biraz daha yakından ve ayrıntılıca bakalım.

Önce zindanlar açısından:

Birincisi, Diyarbakır zindanlarında teslimiyet ve ihanet politikası kesin olarak yenilgiye uğratıldı. Beli kırıldı, öyle ki bir daha belini doğrultamadı. Ulusal imha politikasının somut ifadesi olan teslimiyet ve ihanet politikası ve pratiği yaşamsal ve bütünsel bir tehlike olmaktan çıkarıldı. Kuşkusuz bu olgu, tek tek bireylerin ihanet yolunu seçmeyecekleri anlamına gelmez. Bu, her zaman ve her koşulda mümkündür. Anlatmak istediğimiz anılan politikanın bir bütün ve statü olarak yerle bir edilmesi, kitlesel uygulama şansının olanaksızlaştırılmasıdır.

İkincisi, işkence, baskı ve her türlü insanlık dışı ve onursuzca yaptırım ve uygulamaya kesin son verildi. Bunun sonucu olarak, işkenceye dayanamayarak kurallara uyan kişilerin (koğuşların), teslimiyet kurallarını reddederek onurlu bir yaşama ulaşmaları sağlanmıştır. Böylece cezaevinde oluşan ikili yapı da sona ermiştir, tek asgari insani koşullara uygun bir cezaevi yaşamı kurulmuş ve geliştirilmiştir.

Üçüncüsü, bunların bir sonucu olarak cezaevinde insani değerler ve devrimci kimliğimize denk düşen bir cezaevi yaşam çerçevesi yaratılmış ve giderek geliştirilmiştir. Bu, yalnız kısmen rahat bir “yaşam” anlamına gelmiyor; aynı zamanda, her türlü devrimci faaliyet için uygun /olumlu bir zeminin/ olanağın yaratılması demektir. Buna göre, örgütlenme, toparlanma, geçmişin olumsuzluklarını, tahribatlarını temelli olarak çözme, iç sorunları giderme, bu temelde örgütsel inşayı ve birliği geliştirme olanağı doğdu. Bu yönlü çabalar yoğun bir tarzda gerçekleştirildi. Böylece Diyarbakır zindanı siyasal bir okul durumuna getirildi. Sürekli kadro yetiştiren, kitle ilişkilerini eğiten ve geliştiren, örgütlü bir yapıya kavuşturan bir OKUL…

Dördüncüsü, Ocak Direnişi, Eylül Direnişinde oluşan gruplar arası ortak hareket zeminini daha da geliştirdi ve olgunlaştırdı. Bu olumlu bir noktadır, idareye ve saldırılarına karşı ortak tavır gerekliliğinin bilincinin gelişmesi açısından önemlidir.

Beşincisi, genelde Diyarbakır zindan direnişi, özelde Ocak Direnişi diğer zindanlardaki direnişleri olumlu yönde etkiledi. Onlara örnek oldu, ölüm oruçları deneyi ile diğer cezaevindeki direnişler için önemli bir deneyim oldu. 1984 başlarında başlayan genel cezaevi saldırılarını püskürtmede örnek bir rol oynadı. Bu olumlu etkileşim giderek cezaevleri arasında dayanışma, destek ve ortak hareket etme duygu ve düşüncelerinin zeminini de geliştirecektir.

Direnişimizin, zindanların ötesine taşan sonuç ve etkilerini de şöyle özetleyebiliriz:

Birincisi, ocak direnişi, “demokrasiye geçiş” teranesinin kaba bir aldatmaca, “sivilleşme” perdesi altında yürütülen çabaların faşizmi kurumsallaştırma ve yetkinleştirme operasyonu, ANAP iktidarının 12 Eylülün devamı ve kendisi olduğunu tüm açıklığı ile açığa çıkardı, “demokrasi” perdesini aşağıya indirdi.

İkincisi, ANAP politikalarının 12 Eylül politika ve pratiğinden farklı olmadığı gerçekliğinin böyle erken açığa çıkarılmış olması önemlidir: Rejimin teşhiri ve tecridi açısından belli bir katkıyı ifade ediyor.

Üçüncüsü, işkence ve insan hakları ihlalleri konusunda insan hakları savunucularına somut belgeler ve kanıtlar sundu. Beş arkadaşın Ocak Direnişinde şehit olması işkencenin teşhiri bakımından somut kanıtlardı, bu yönlü teşhir ve tecrit kampanyalarının inandırıcılığını açıklar.

Dördüncü nokta, Eylül Direnişiyle doğan aile hareketinin, bu direnişle genişlemesi ve daha nitelikli bir düzeye gelmesiyle ilgilidir. Eylemlilik, ortak davranış, kamuoyunu oluşturma, baskı gücü vb. öğeler açısından aile hareketi, önemli bir aşama kaydetti. Bu, hem zindan direnişleri için bir dayanak, hem de Kürdistan kurtuluş hareketi açısından hazır bir kitlesel taban anlamına geliyor.

Beşincisi, Ocak Direnişi, diğer direnişlerde olduğu gibi hareketimizin dış faaliyetleri için olanaklar, propaganda araçları sunmuştur. Direnişçi, ulusal kurtuluşçu kimliğimizin daha geniş çevreler tarafından tanınmasına yardımcı olmuştur.

En son olarak da Ocak direnişi, 15 Ağustos Atılımına yönelik hazırlık çalışmalarını kamçılamış, şehitlerin intikamını alma duygularını daha da ayaklandırmıştır.

(Eylül Direnişi ile aynı olan sonuç ve etkilerine değinme gereğini duymadık.)

Görülüyor ki, zindan direnişimizde onurlu bir sayfa olan Ocak Direnişimiz, geniş ve derin boyutları olan bir olaydır, ulusal kurtuluş mücadelemiz tarihinde hep anılmayı hak eden bir olay…

1988-1989

(*) Bu çalışma, M. Can YÜCE tarafından 1988-1989 tarihinde yazıldı ve Ocak 1991 tarihinde Weşanên Serxwebûn yayınlarınca Diyarbakır Zindan Direnişi adı altında yayınlanan kitaptan alındı. Yazının orijinal yapısına hiç dokunulmadı, olduğu gibi korundu. Teslimiyet ve ihanetin revaçta olduğu günümüzde, tarihimizin önemli sayfalarından biri olan Ocak Direnişini yeniden okuyucunun dikkatlerine sunmak önemlidir.

Bülten Yayın Kurulu

Happy
Happy
0 %
Sad
Sad
0 %
Excited
Excited
0 %
Sleepy
Sleepy
0 %
Angry
Angry
0 %
Surprise
Surprise
0 %
News Reporter