Read Time:9 Minute, 6 Second
ARAFAT’IN ARDINDAN…
M. Can YÜCE
M. Can YÜCE
“Sembollerin adamıydı. Sürekli savaş giysileriyle dolaşmasıyla, savaşçı olduğunu gösteriyordu… Filistinlilere de umutlarını ayakta tutacak asmboller sunuyordu.”
Said ABURİSH
Arafat’ın biyografi yazarı
Arafat’ın biyografi yazarı
|
11 Ekim 2004 tarihinde Filistin Direnişinin simgesi Yaser ARAFAT yaşamını yitirdi. Ardından tarihi bir direniş mirasını bırakarak… Yaser ARAFAT’ın kaybı, kuşkusuz Filistin davasını etkileyecek, Filistin iç dengelerinin yeniden kurulmasına vesile olacak, bölgedeki ilişkilere belli etkilerde bulunacaktır. Zaten şimdiden Arafat sonrası süreç tartışılmaya başlandı, Filistin iç dengeleri yeniden kurulma sürecine girdi. Bu sürecin ne kadar sancılı ve sorunlu geçeceği ise ayrı bir tartışma konusudur. Bu kısa değerlendirmemizde Arafat’ın yaşam ve mücadele çizgisi hakkında bazı temel noktalara değinecek ve alınması gereken derslerden en önemli olanlarının altını çizmeye çalışacağız. Önce yaşam serüveninden belli başlı dönemeç noktalarını hatırlayalım:Yaser ARAFAT, 1929 tarihinde Mısır’da doğdu.1958 yılında Kuveyt’te El Fetih örgütünü kurdu. 10 yıl sonra bir “Çatı örgütü” olarak kurulacak Filistin Kurtuluş Örgütü’nün ana örgütü konumunda olan El Fetih, sürgünde bulunan Filistinliler tarafından kurulmuştur. Arafat, El Fetih örgütünü Ürdün’e taşıdı ve oradan İsrail’e karşı eylemleri başlattı. 1968’de FKÖ’nün liderliğine seçildi. Ürdün’de tarihe “Kara Eylül” olarak geçen katliamdan sonra bu ülkeyi terk etmek zorunda kaldı ve Lübnan’a yerleşti. Tarih, 1970.1970’li yıllarda Sosyalist blokun ve “Bloksuzlar” olarak tanımlanan devletlerin siyasal ve diplomatik desteği sonucu, Filistin davası BM’e taşındı, FKÖ, Filistin’in meşru temsilcisi olarak “gözlemci üye” statüsüne getirildi. 1974’te Arafat, Birleşmiş Milletler kürsünde konuştuğunda Filistin Direnişi zirveye çıkmıştı. Kuşkusuz bütün bu gelişmelerin altındaki en önemli nedenlerden biri, Filistin gerillalarının yaptıkları eylemler ve bunların yarattığı etkilerdi.‘70’li yıllarda Sovyet bloku ve Arap devletleri, FKÖ’yü her açıdan destekledi. Öyle ki bu yoğun maddi, politik ve askeri destekler, FKÖ’yü “devlet olmayan devlet” düzeyine getirdi. Bu, aynı zamanda FKÖ’nün bürokratik bir aygıta dönüşmesinin, yozlaşmanın ve Lübnan halkı üzerinde baskıcı bir mekanizma haline gelmesinin kapılarını da sonuna kadar açtı. 1982’de İsrail Lübnan’ı işgal ettiğinde FKÖ’nün durumu buydu, bir devrim ve savaş platformundan çok, bürokratik bir aygıta dönüşmüştü. İsrail işgali karşısında tutunamamasının, hatta çoğu mevzide silah atmadan kaçışın en temel nedeni de buydu.1982 Lübnan işgali, FKÖ ve Arafat için bir dönüm noktasıdır. Bu, aynı zamanda küçük burjuva radikalizmi ile küçük burjuva uzlaşmacılığının nasıl ikiz kardeşler olduğunun da kanıtlanmasıydı. Lübnan işgali ve Beyrut’u yenik bir komutan olarak terk ediş, aynı zamanda Arafat radikalizminin de sonu oldu. Bu tarihten sonra uzlaşma ve diplomasi, “Ortadoğu Reel politiği” olarak tanımlanan denge çizgisi, Arafat’a damgasını vurdu ve Arafat, bu çizginin en usta uygulayıcısı haline geldi. 1982 yenilgisi, kuşkusuz Filistin devrimine büyük bir darbe vurdu. Bu darbe, aynı zamanda Lübnan’ın bölgesel ve uluslararası önemli bir devrimci merkez olma özelliğine de son verdi.Karargahını Tunus’a taşıyan Arafat, bu yıllarda en zayıf dönemini yaşadı. Bu güç koşullarda Filistin davasını yeniden gündeme getiren çok önemli bir gelişme yaşandı. İntifada! Arapça ayaklanma anlamına gelen İntifada, 1987’de Batı Şeria ve Gazze’de başladı. İntifadanın daha önceki eylemlerden farkı, ülke topraklarında, halkın kendi öz eylemi olarak gelişmesiydi. İntifada, Filistin direnişine yeni bir soluk getirdi. Aynı anlama gelmek üzere Arafat’ı da yeniden siyaset sahnesinin en ön saflarına itti. Filistin topraklarında başlayan ayaklanma, İsrail’in tüm bastırma yöntemlerine rağmen ezilmedi, gelişmesini sürdürdü. İntifadada belirgin olan diğer bir özellik de eyleme damgasını vuran örgütlerin niteliğidir. İran Devriminden etkilen İslami gruplar, Hamas, İslami Cihat gibi örgütler, Gazze ve Batı Şeria’da intifada içinde gelişip güçlendiler. Bu, bir bakıma, FKÖ ve Arafat için de bir gerileme nedeni oldu. Paradoksal bir durum var. İntifada ile birlikte Filistin Direnişi yeni bir solukla yeni bir aşamaya geldi. Bundan dolayı Arafat bu eylemleri destekledi, İsrail askerlerine, tanklarına taş atan küçük çocukları “Küçük generallerim” olarak selamladı. Ama öte yandan FKÖ dışında yeni politik güç odaklarının şekillenmesi, Arafat iktidarını ve iktidar alanını daraltan bir olgu anlamına geliyordu.I. Körfez Savaşı döneminde Arafat, tavrını Saddam’dan yana koydu. Bu durum, onun hem uluslararası alanda, hem de o güne dek kendisine çok yönlü destek sunan Arap devletleri nezdinde “yalnızlaşmasına” yol açtı. Sosyalist ülkelerin çöküşü ve bunun dünya ve Ortadoğu dengelerinde yaptığı ciddi değişiklikler Arafat ve FKÖ’nün durumunu da derinden etkiledi. I. Körfez Savaşı bittiğinde Arafat da en zayıf dönemini yaşıyordu. İçte de intifada belli bir doygunluğa gelmiş, bir bakıma tıkanmıştı, artık yeni açılımlara ihtiyaç duyuyordu. Böyle bir dönemde Oslo’da yürütülen “Barış görüşmeleri” belli bir noktaya geldi. Sonra bu görüşmeler Madrid Ortadoğu Barış Konferansı olarak sürdü ve bir anlaşmayla sonuçlandı. Arafat, bu konferansta Filistin tarafının lideri olarak bulundu. Yapılan anlaşma, aslında İsrail’i Filistin ve Arap ülkelerine kabul ettirme, meşruiyetini sağlama, buna karşılık Gazze ve Batı Şeria’daki belli bir toprak parçası üzerinde Filistinlilere özerlik tanımayı, başka bir deyişle Arafat ve FKÖ için yerel bir belediye yönetimini öngörüyordu. Filistin radikal grupları Oslo anlaşmalarını “ihanet” olarak tanımladı ve tanımadı, Bağımsız Filistin hedefleri doğrultusunda mücadelelerini sürdüreceklerini açıkladı. Anlaşma Filistin’in bazı toprakları için özerklik öngörüyordu. Bunun bir sonucu olarak Arafat, 1 Temmuz 1994’te, 27 yıldır giremediği Gazze’ye başkan olarak döndü.Bu sürecin çok ayrıntılı bir tartışma gerektirdiği açıktır. Ancak bunu bu kısa değerlendirmede yapmayacağız. Şu kadarını vurgulamalıyız. Bu analaşmanın yapıldığı dönemde ABD ve İsrail’in en güçlü, Arafat ve intifadanın en zayıf dönemini yaşıyorlardı. Ortaya çıkarılan anlaşma, her şeyden çok bir dayatmadan başka bir şey değildi. Arafat ve Filistin tarafı, bu güç koşullarda yeniden soluklanabileceklerini, yeni bir hamlenin alt yapısını oluşturabileceklerini düşünüyorlardı. Ama bunun için güç olmak, güç biriktirmek gerekiyordu. ABD ve İsrail’in Arafat ve özerk Filistin yönetiminden istediği, kendilerine yerel sopa işlevini görmek idi. Ancak dipten gelişen dinamikler, bu işlevin gerçekleşmesini önledi…Daha sonra yapılanlar, yaşanan süreç, “Ortadoğu Barış Süreci”ni kurtarmaya yetmedi. Begin suikastı, Netanyahu ve Barak dönemleri bu konudaki çelişki ve çıkmazları derinleştirmekten başka bir işlev görmedi. Sonuçta bugün de devam eden 11. İntifada süreci başladı. 11. İntifada süreci, aslında Ortadoğu Barış Sürecinin çöküşünü kanıtladı, bu, aynı zamanda uzlaşıcı, teslimiyet unsurlarını taşıyan politik çizgilerin iflasının kanıtlanmasıydı. İntifada dinamiği, bir bakıma Arafat ve çizgisini de aşmış, hatta intifada ve yaşamın kendisi Arafat’ı zorlu bir direnişe de yöneltmiştir. ABD ve İsrail, onu Ramallah’taki karargahına mahkum ettiklerinde direnmekten başka bir şansı kalmamıştı. Yaptığı açıklamalarda teslim olmayacağını, kendi topraklarını terk etmeyeceğini, direneceğini ve ölüme de hazır olduğunu vurguluyordu. Hasta yatağına düştüğü ana kadar da bu sözlerine sadık kaldı, direndi ve İsrail dayatmalarına boyun eğmedi.Ama geçmeden belirtmeliyiz ki, bizim “Önderlik” yanılsaması ise tuksak alındığında söylediği ilk söz, “anne tarafım da Türk, fırsat verilirse, devlete hizmet etmeye hazırım” oldu. Daha sonra söylenenler ve yapılanlar bu hizmet sözünün bir gereğinden başka bir şey değildir.Arafat’ın politik yaşamı ve çizgisi en kaba hatlarıyla incelendiğinde tutarlı olan ve olmayan öğelerle doludur ve bu iki uç iç içe bulunmaktadır. Tutarlı olan yanı, Filistin davasına bağlılığıdır, radikal ve reformist dönemlerinde bunu göstermiştir. Reel politik ustası olarak Arafat, hep dengeci ve faydacı davranmıştır. Bundan dolayı ezilen ve yurtsuz bırakılan bir halkın önderi olarak başka ezilen halkların yaşadıkları katliamlara, zulümlere kayıtsız kalmış, hatta Halepçe Katliamının yapıldığı gün Saddam ile birlikte olmakta bir sakınca görmemiştir. Bir Arap milliyetçisi olmanın yanı sıra Saddam’ın kendisine sağlayacağı yararlar Halepçe katliamını destekler bir konumda olmasını sağlamıştır. Bu da milliyetçiliğin onulmaz tutarsızlığını anlatmaktadır. Bu, aynı zamanda Filistin davasının açmazını, halkların desteği ile egemenlerle uzlaşma paradoksu içinde bir sarkaç gibi bir o uçtan bir o uca gelip gitmesini koşullamaktadır.Reformist milliyetçiliğin, egemen düzenlerle kol kola olma anlayışının, Ortadoğu reel politiğinin, Filistin halkına, bölge halklarına kazandıracağı bir şey yoktur.Halklarla ortak mücadeleyi esas alan, taktik politikayı bu bağlama oturtan anlayışlar kazandırır. Uzun vadede kazandıracak budur!Arafat’ın yaşam ve siyaset serüveninden çıkardığımız en genel özet budur!Uzun yıllardır süren Filistin ulusal direnişi, bir bakıma ARAFAT adıyla bütünleşti. Her şeye rağmen Y. ARAFAT haklı ve meşru bir davanın simgesiydi.Arafat sonrasında da Filistin Direnişinin yoluna devam edeceğine inanıyoruz.Filistin halkının acısını bir kez daha paylaşır, direnişlerinde başarı ve dayanışma duygularımızı vurgulamak isteriz.
17 Kasım 2004