Read Time:6 Minute, 24 Second
SINIFLAR VE SINIF SAVAŞIMI (3)
Ali Engin YURTSEVER
Ali Engin YURTSEVER
Sınıf partisi ve parti içi demokrasi ;
;
Parti, işçi sınıfının siyasal mücadelesinin merkezi olarak varlığını korur. Bu siyasal mücadele ekonomik, ideolojik ve politik olarak tanımlanmıştır. Siyasal mücadele örgütlü bir yapı olmadan verilemez, Sınıf savaşımı haline dönüşemez.
Merkeziyetçilik aynı zamanda partinin yapısal özelliğini de oluşturur. Merkeziyetçiliği iki ana ilke çerçevesinde açıklayabiliriz. Bunlar;
1-) Demokratik merkeziyetçiliği savunan parti örgütlenme ilkesidir. Yukarıdan aşağıya doğru örgütlenmeyi savunur.
2-) Devrimci eylemliliğin merkezi olma anlamında bir merkeziyetçiliktir.
Bu ilkelerin irdelenmesine gelince, ilk ilkeden yola çıkarak;
İşçi sınıfından ayrı, onların mücadelesini yadsıyan, onlara söz hakkı tanımayan bir ilke olarak anlaşılmamalıdır. Sınıf mücadelesinin yükseldiği dönemlerde merkezi bir yönetime gereklilik kendini dayatacaktır. Merkeziyetçi yönetimi reddettiğini büyük bir iftiharla utanmadan söyleyen günümüz “demokrasilerinin” kriz merkezleri, MGK toplantıları ve daha nice bilinmeyen merkezi yerleri bu yalanlarının ardındaki gerçeğin birer ifadesidir.
İkinci ilkeye bakacak olursak, eylemliliklerin merkezi bir disiplin altında olması kaçınılmazdır, aksi takdirde başıboş ve amacından ayrılan eylemler ortaya çıkar ki sonucun ne olacağı bilinmez. Fakat, şu nokta gözden kaçırılmamalıdır. Parti taktik, eylemlilik ve kararları alabildiğine geniş ve demokratik katılımlar sağlanarak alınır, alınmalıdır. Alınan bu kararlar aynı şekilde geniş katılımın sağlandığı bir şekilde uygulanmalıdır. Merkeziyetçilik benzetme yerindeyse tek bir beden değildir. Yani tek kafa, tek yürek gibi değildir. Böyle bir bakış açısı Marksist bir bakış açısı değildir. Olsa olsa tartışılmaktan kaçınılan dogmatik bir bakış açısıdır. Partinin ideolojik netliği ve birlikteliği bütün üyelerin katılımının sağlandığı açık bir tartışma ile sağlanır. Sadece merkezi elinde bulunduranların bakışı ile görmek, dayatılan fikirleri tartışmasız kabul etmek, diğerlerini tartışmadan reddetmek Marksist bir bakış değildir. Böyle bir anlayış sergilenen partiler kaçınılmaz olarak çürümeye mahkûmdurlar. Örneğin PKK Öcalan’ın yönetimi altında parti içindeki bütün fikirleri tartışmadan reddetmiş, Öcalan’ın fikirlerini ilahi bir söylem gibi benimasmiş sonuçta da çürümüştür. “Hayat, teori gibi değildir. Teori siyah ve beyazdan oluşur ama hayat sonsuz derecede gri renge sahiptir.”
Burjuvazi kendi sistemini demokratik ve mükemmel, sosyalist sistemi ise despotik olarak gösterme politikasında kabul etmek gerekir ki epey yol katetmiştir. Bütün sınıflı toplumlar özünde diktatörlüğe dayanırlar. Temel sorun bu yönetim biçiminin hangi amaçlar doğrultusunda gerçekleştirildiğidir. Hiç kuşkusuz burjuva demokrasisi sömürünün ve buna bağlı olarak da bir avuç kapitalisti korumanın “demokrasisi” unvanını elden bırakmayacaktır. Bu kaçınılmazdır. Bu demokraside sömürüye karşı çıkmanın demokratik bedeli günün koşullarına göre değişir. Kimi zaman işkence, baskı, ölüm gibi bedeller ödetilir, kimi zamanda hep olduğu gibi devrimci yayınlara (sınıf mücadelesinin bir parçası olarak) yapılan yıldırma saldırısının bedeli olan ağır para cezasıdır. Kendi şirketlerinin halkı soymasının ve soygun paralarının ortak bir şekilde bölüşüldükten sonra bedelinin halka ödetilmesi olan bu demokratik yönetim, bu haksızlığa ve sömürüye karşı çıkan komünistleri ise yukarıda yazılan yöntemlerle yıldırmaya çalışmaktadır.
Sosyalist sistem ise sömürünün olmadığı, sömürüye dayalı sistemlerin tasfiye edildiği, bu tür örgütlenmelere -doğal olarak- izin verilmediği bir sistemdir. Demokratiklik ile merkeziyetçiliğin birbirinden ayrı iki kavram gibi görülmesi, birbirine farklı iki fikir gibi görülmesi yanlıştır. Merkeziyetçiliğin karşısında demokratiklik değil; federalizm yer alır.
Burjuva devletinin demokratik devlet kavramı güçler ayrılığına dayanır. Yasama ve yürütme diye ikiye ayrılan bu sistem, belli şeyler için halen daha tartışılan şeyler ister. Örneğin, mahkeme için neden zorunlu olarak avukat gereksinimi duyulur, neden hâkim olabilmek için sınırlama getirilir; anlaşılmaz gibi görünür. Oysa amaç düzenin büyük olduğu, ona ulaşmak için aracı gerektiği fikrinin kabul edilmesidir. Yargının ve savunmanın yine kendilerinin belirlediği koşullarda yapılacağını dayatmaktır.
Burjuva demokratik düzende yasama erken seçim olmadığı sürece dört ya da beş yılda bir değişmektedir. Bunun dışında seçildikleri andan itibaren dokunulmazlık zırhıyla kuşanan, kültür ve ideolojik bakışlarıyla saygınlık ve itibar kazanan insanlar değil, yazılı yasalar tarafından yukarıda yazılanları kazanan insanlar yasama organına seçilmektedir. Halk bu süre içinde denetimde bulunamaz, seçilenleri geri çağıramaz. Adeta kutsanmış bir görevin kutsanmış üyeleridirler.
Yürütme ise bağımsız görünse bile denetime tabiidir. Devletin temsil ettiği sınıfın çıkarları neyi gerektiriyorsa ona uygun kararlar verirler. Sömürü sisteminin devamı için gerekeni yapmakla yükümlüdürler. Bugünlerde basına yansıyan Çakıcı, Peker gibi yeraltı isimlerinin arkasında bulunan himayeci devlet görevlileri sistemlerinin bekası için hiç kuskusuz sosyalist yayınlara karşı yine yürütme ile kolkola çalışmaktadırlar. Bugün polisin, kapatılan ama varlığı başka bir şekilde devam eden DGM’lerle ortak çalışarak verdikleri kararların ne derece hukuki olduğu bizler tarafından bilinmektedir.
Marksist devlet anlayışında ise yasama ve yürütme gücü tek bir organda birleşir. Bu organa seçilenler seçmenlerin her an geri çağıracakları bir yapının(organın) üyesidirler.
Demokrasi illegal partilerde bile gerçekleşir, hayata geçer. Demokrasiyi seçimlerin yapılması, parti binalarının ve toplantılarının yeri geldiğinde halka açılması olarak görmek eksik bir anlayış olarak değerlendirmek gerekir.
Demokratik merkeziyetçilik çoğunluğun azınlığa kendini dayatması değildir, böyle anlaşılmamalıdır. Fikirler tartışılarak oluşturulmalı, azınlığa dayatılmamalıdır. Azınlık kendi fikirlerini diğer parti üyelerine özgürce duyurabilmeli, onlarla paylaşabilmelidir. Burada temel sorun azınlık fikirlerini değiştirmediği sürece karşılaşılacak sorunun nasıl çözüleceğidir. Tasfiye edilmeli midir, kararlara karşı çıksa bile uymalı mıdır, ayrılıp başka bir platformda mı dile getirmelidir? Bir parti doğal olarak kendi içinde ayrışma yaşar, fikri ayrılığı yaşar. Eğer son noktada çözüm yoksa taraflar ikna olmuyorsa ayrılmak doğaldır. Bu süreç içinde çoğunluk azınlığı hizipçi, hain olarak görmemelidir, elbetteki provokatörler hariç. Azınlık parti içinde bulunduğu sürece özgürce ifade edilmekten kaçınıp korkmamalıdır.
Disiplin adı altında tasfiye yaşanmamalıdır. Bir örgütün karakteri eylemin içeriğini de belirler. Kitlelere mesajını bu yolla iletir. Kendi içinde despot olan bir parti kaçınılmaz olarak kitlelere karşı da aynı yöntemi benimseyecektir.
Bitti…