0 0
Read Time:71 Minute, 12 Second
‘ Köylü hareketlerinin ideoloji sorunu örtük olarak liderlik

sorunuyla ilişkilidir .’

Rodney H. Hilton

‘ Dünya devriminin çıkarı Sovyetlerin çıkarıdır, Sovyetlerin çıkarı Rusların çıkarıdır, Rusların çıkarı Sovyet partisinin çıkarıdır, Sovyet partisinin çıkarı merkez komitenin çıkarıdır, merkez komitenin çıkarı genel sekreterin çıkarıdır. Son tahlilde, her şey genel sekreterin durumuna göre ayarlanmak zorunda! Ve genel sekreterin tükenişi de sosyalizmin tükenişi oldu. Ortaya bu gerçeklik çıkıyor .’

Abdullah Öcalan

PKK eski Genel Sekreteri

 

BİR LİDER ‘YARATMAK’

Ya da

KÜRTLERİN DÜŞÜNSEL SÜREÇLERİNİ KAVRAMAK ÜZERİNE (*)

-II-

Devrimci sınıf mücadeleleri ve ulusal kurtuluş

savaşlarında haksız olarak hainlik damgasıyla

katledilenlerin anısına…

 

 

 

Gürdal Aksoy (**)
BIR SIYASET BICIMI OLARAK ‘BABA-MERKEZCILIK’ (PATRICENTRISM)

ve ÖCALAN’I ‘ANLAMAK’ UZERINE

Öcalan’in benlik kurgusunun yapıtaşlarından biri, hemen her konuda ‘tarzı’nın farklı olduğu ve hiç anlaşılmadığı vurgusudur. Hiç değilse bir konuda, siyaset tarzı bağlamında bu ‘farklılığı’ mercek altına almaya, farklı olduğunu düşündüğü yaklaşımını ‘anlamaya’ çalışabiliriz.

Bir siyasal özne olarak özgürleşme programını temel almış partiler, pek tabiidir ki diğer özneler gibi verili koşullardan hareket edeceklerdir; ancak, onları bu koşulların üzerine çıkaracak olan ideolojik programlarıdır. Yalnızca bu da değil; şimdiden kurmaya çalıştıkları, kurdukları ilişki biçimleri ve buna donuk uygulamalarıdır verili koşulların ağırlığını hafifleten.

Toplumsal özgürleşmeyi esas alan parti ve liderler, devrimci mücadeleyi ya da buradaki örneğiyle ulusal mücadeleyi, Paulo Freire’nin önemle üzerinde durduğu gibi, öncelikli ve esaslı olarak ezilenlerle bir diyalog halinde sürdürmelidirler; çünkü, diyalog karşıtı eylem özelde devrimci, genelde özgürleşmeci praksisin bileşeni değildir. Bu nedenle, mücadele bir monologa dönüştüğünde, özgürleşmeci olduğu savıyla hareket edenler ezme yanlısı praksisin öznelerine, yani yeni ezenlere dönüşürler. Kuzey Kürdistanlı Kürt egemen siyaseti değerlendirildiğinde, Öcalan ve PKK’nin diyalog yerine siyaseti bir monologa çevirmiş olduğu, solist olarak da liderin öne çıktığı görülecektir. Dikkat edilirse, Öcalan yalnızca ‘direktifler listesi’ hazırlamakta ve buyurmaktadır: Yapın, edin, vurun, kirin, barisin, savaşın, böyle yapın, şöyle yapın! Böylece, özgürleşmeyi umut eden Kürdistan halkları düşünemeyen, yalnızca yapan, eden salt aktivistler olarak görülmektedir. Oysa, devrimci praksiste önderler ezilenlere kendi mallarıymış gibi davranamazlar; davranırlarsa, birer alt-ezen (ezilenler içinde ezenler) haline gelerek, halka ‘medeniyet ya da ilim irfan’ götürmeye çalışan fetihçilerle benzeşirler.

Haktan çok görev diliyle donatılmış bir siyasal çizgi, bu zihniyetin bir urunudur. Elbette yapılması gereken pek çok şey vardır, olabilir; ama bunlar diyalog içinde birlikte yapılmalıdır. Verili koşulların da bazı bakımlardan –sözgelimi, cinsel politik düzey (babanın/erkeğin konuşma tekeli)- kışkırttığı monologcu tavır çoğunlukla mücadelenin baslarında ezilenlerin örgütlerini ve liderlerini birer ezene dönüştürebilmektedir. Öcalan’ın monologcu, insani usandıran söylevci ve buyrukçu tutumunun açık baskıcı görünümleri, galiba Roland Barthes’i bir kez daha doğrulamaktadır. Şöyle ki, College de France’daki başlangıç dersinde ‘söylev vermek,’ diyordu Barthes, ‘çoğu zaman söylendiği gibi iletişim kurmak değildir, egemenlik altına almaktır.’ (Clément 1996: 311). Özetle;

 

‘…halkla ilişkilerinde diyalogcu şekilde davranmayan devrimci önderler ya egemenlerin karakter özelliklerini benimasmişlerdir ve gerçek devrimci değillerdir; ya da kendi rollerini yanlış anlamışlardır ve kendi sekterliklerinin tutsağıdırlar, dolayısıyla yine devrimci değillerdir. Belki iktidara ulaşırlar. Fakat diyalog karşıtı eylem sonucu gerçekleşen herhangi bir devrimin değeri hayli şüphelidir.’

(Freire 1991: 98)

 

Liderlik anlayışı ve tarzının farklı olduğunu özellikle vurgulayan Öcalan, muhtemelen bir yandan kendi iç dünyasının, diğer yandan somut düşünüşün taklitçi özelliğinin etkisiyle, daha çok ezen liderlere öykünmüş, onlar gibi olmaya çalışmıştır. Zaman zaman Mustafa Kemal’le arasında bazı benzerlikler bulmuş olması bununla ilgilidir. Öyle ki, 1990’larin başında Bekaa’daki kayalıkların üzerinde çekilen bir fotoğrafında, Mustafa Kemal’in Anafartalar’daki pozuna öykündüğü üzerinde duranlar olmuştu. Bunu bir yana bırakırsak; Öcalan, aslında elinde tespihiyle sürekli emirler yağdıran, küfreden, aşağılayan bir ağa, halkın zihniyetine yerleştirmeye çalıştığı mistik, mitolojik düşünüşle bir şeyh, hemen herkesin emeğini bir kalemde hiçleyerek tek kutsal değer olarak kendi ‘emeği’ni öne çıkaran tavrıyla kapitalist birpatron olarak yeteri kadar ezen, baskıcı lider tipolojilerini içselleştirmiştir (13).

Fanon’u hatırlayalım; ‘en azından bir günlüğüne kendini sömürgecinin yerine koymanın hayalini kurmayan tek bir yerli yoktur.’ Freire, ayni tespitin daha genel bağlamda ezilenler acısından geçerli olduğunu vurgular ve ezilenlere göre insan olmak, içlerindeki yakıcı bir duyguya göre ezen olmaktır, der (bkz. Fanon 1994: 32, 42; Freire 1991: 23). O halde, Öcalan’ın ezen liderlere özenmiş olması yalnızca somut düşünüşün taklitçiliğiyle izah edilemez (14). Son tahlilde, lider olusu Onun diğer sömürge insanları gibi sömürgecisinin yerinde olmayı düşlemiş olmasına engel değildir. Bunun da ötesinde, sömürge insanına ait bir başka özellik de göze çarpar Öcalan’da; sömürgeciler karsısında kendisini suçlama özelliği. Öyle ki, eski alışkanlıklarından vazgeçmediği surece, sömürge insani konuşmasına kendini suçlamakla baslar (Sartre’dan akt. Zahar 1999: 58, dn. 17).

Ezenlere özenip, onları taklit etmesi bağlamında, yoksul bir köylü ailesinin mensubu olusu, benzer bir bicimde Onun ağalara özenmiş olması gerçeğini geriye itmez. Şurası açık bir gerçek ki, hala bazı bakımlardan aşiret kültürüne özgü mantaliteyi koruyan, öte yandan yer yer bir tarikatı çağrıştıran özellikler taşıyan Kürtlerde, liderler de ayni ölçüde ağa ile şeyh arasında ikisine de benzeyen karmaşık bir rol oynayabilmektedir. Buna, liderlerin ola ki negatif özellikleri ve kotu niyetleri eklendiğinde, tablo korkunç olmaktadır.

Öcalan bağlamında liderin bir babaya dönüştürülmesinde, muhtemelen bir kısım Marksistlerin ‘tarihte bireyin rolü’nü yanlış değerlendirmelerinin de payı olsa gerektir (15). Öyle ki, PKK salt köylülerden oluşan bir parti olmayıp, içindeki siyasal elitin de liderin babalığına ‘ikna’sı şarttır ve hiç kuskusuz, bu amaç için belli aşamalarda devreye sokulabilecek daha uygun bir ideolojik meşrulaştırma aracı yoktur.

Somut düşünüşün bir başka özelliği olan taklitçi düşünüş, yalnızca tekrarlayacağı davranış kalıpları değil, ayni zamanda kalıp söz ve düşünceler de yaratır. Sozlu kulture sahip olmanin da otesinde, ezilen bir halk olarak Kürtler ve Kürdistanli diger halklar slogan, dua ya da etki gucu yuksek benzeri klise sozlere yatkindirlar. ‘Aglayan gozden olur, dovunen dizden olur’, ‘alcak yerde yatma sel alir, yuksek yerde yatma yel alir’, ‘baga bak gozun olsun, yemeye yuzun olsun’, ‘anasina bak kizini al, kenarina bak bezini al’ gibi halk ozdeyislerine benzer kalip sozler PKK lideri tarafindan sıkca uretilmistir ve bu imalat hala surmektedir (Mukemmel bir ornek icin bkz. Öcalan 1999). Fakat, bunun kaynaginda dogrudan sozlu kulturu bulabilir miyiz, bundan emin degilim. Boyle keskin, ‘buyuk’ sozlerin Öcalan’in ic dunyasiyla daha sıkı bir bagi olsa gerektir. ‘Zaferi olmayanın ask yoldaşı olamaz’, ‘savaşan güzelleşir, güzelleşen sevilir’, ‘Ankara’dan çıktık partileştik, Ortadoğu’ya çıktık ordulaştık, dünyaya çıktık devletleşeceğiz’ gibi aforizma biçiminde sözler, hiç kuskusuz halk nazarında etkileyici olabilirler; ama, önemli olan halkı sloganlarla fethetmek, manipüle etmek ya da sloganlarla ‘düşünür’ hale getirmek değildir (16). Tersine, önemli olan toplumsal bilinci süreç içinde mümkün olduğunca sloganlardan arındırmaya çalışarak, insanların özgürce düşünmelerinin ve düşüncelerini özgürce ifade etmelerinin zeminini yaratmaktır. Kaldı ki, bu ucu sivri köşeli cümleler olay ve olgular hakkındaki başka cümleleri parçalayıp etkisizleştirecek keskinliktedirler. Bu ise, başka düşüncelerin özgürce ifadesinin önüne geçerek, düşünce sığlığına yol açmaktadır. Dolayısıyla, sloganlaştırma diyalog karşıtı olusu itibariyle özgürleşmeci bir praksisin bileşeni olamaz (Freire 1991: 98). Ayrıca, ticari klişeler gibi politik klişeler de sıklıkla kaba ve gurultucu olup, ifadeleri büyük bir abartı üzerine kuruludur. Bu şekilde onlar halkı sok etmeye, sarsmaya çalışarak istenilen hedefe yöneltirler (Zijderveld 1979: 66). Sonuçta, neredeyse bütün bir siyasal dili teslim almış olan Öcalan’ın slogan ve klişe sözleri, düşünce özgürlüğünün yanı sıra kolektif benliği parçalarken, tam da bunun aksine, etkileyicilikleri ölçüsünde Öcalan’ın karizmasını ise perçinlemektedirler.

Ne yazık ki, bugün Kuzey Kürdistan’daki Kürt siyaseti ağırlıklı olarak hala Öcalan’ın klişe sözleri ve sloganlarıyla boğulmuş bir siyaset olarak islemez haldedir. Derinleşmek, yoğunlaşmak, sureci anlamak, çağı yakalamak, büyük düşünmek, dayatmak, belirlemek gibi fiillerin yanı sıra, bazı belirli terimlerden oluşan yaklaşık 50 ila 100 kelimelik ‘Apocu jargon’ bütün siyasal düşünceyi teslim alarak, herhangi bir okuma sürekliliği olmaksızın bunları öğrenen herkesi birer ‘politik düşünür’ olarak siyaset sahnesine sürmüştür. Sonuç, tek kelimeyle faciadır. Eleştiri mekanizması gelişmediği gibi, farklı düşüncelere tahammül hemen hemen yoktur. Ve entelektüel toprak genel olarak siyasetin yanaşması olarak sadece onun emrindedir; çünkü, siyasetin bir özne olarak katılımcısı yerine yanaşması olduğundan, o da gözünü, kulağını egemen siyasete cevirmiş ve emir-komuta zincirinin bir halkası olmuştur; yalnızca basit bir halkası…

Lideri bir baba olarak gören ve bir baba olarak dinleyen topluluğun kendi kültürel gerçekliği burada devreye girmekte, söylenen bu aforizma formundaki sözler eleştirel olarak değerlendirilmek yerine, ezberlenmektedir. Bu tarzın ustası olan, ancak aforizmalarını Öcalan’ın aksine kendi felsefi görüşleri bağlamında söyleyen Nietzsche’nin de vurguladığı gibi, özdeyişlerle yazan okunmak değil, ezberlenmek ister. Ezber ise, bilindiği üzere sözlü kültürün psikoz-sosyal dinamiklerindendir ve taklitçilikle içicedir. Dengbej ya da cirokbejlerin anlattıkları hikayeleri dinleyen topluluklar gibi, onlar da bir ‘baba’ olarak ‘ezber’den konuşan lideri dinlemekte ve onu taklit ederek söylediklerini ezberlemektedirler. Ancak, bir farkla; tanık olmamakla birlikte, cirokbejlerin dinleyicileri Öcalan’ın dinleyicilerinin aksine, Afrika dinlerinde olduğu gibi pasif birer alici değillerdir (bkz. Booth 1978: 84).

 

‘Sözlü kültürde dinleyiciyi anlatıya katmak, dinleyiciden çoğu kez heyecanlı bir karşılık almak zorunlu olduğu için, her anlatışta öyküye yepyeni bir ortamda yepyeni bir bicimde başlamak gerekir.’

(Ong 1995: 58)

 

Oysa, Öcalan ve PKK ya da Öcalan ve Kürtler söz konusu olduğunda, bir aktif konuşmacı/anlatıcı, bir de pasif dinleyiciler vardır. Konuşan yalnızca Öcalan, dinleyen ise bütün bir halktır. Halk soru soramaz, eleştiremez, farklı düşünemez. Yalnızca Öcalan’ın ‘anlaşılamayan’ konuşmalarını ezberleyip tekrarlamak, buyruklarını ise yerine getirmek zorundadır. Kısacası, O burada kudretli bir baba-öğretmen, halk ise zavallı, cahil çocuk-öğrencilerdir. Mümkün mü ki, Öcalan halktan ya da aydınlardan bir şey öğrenebilsin. Böylece Öcalan, Paulo Freire’nin Ezilenlerin Pedagojisi’nde belirttiği gibi, anlatılanları mekanik olarak ezberlemelerine neden olarak halkı, kendisi -yani yüce öğretmen- tarafından doldurulması gereken ‘bidonlar’a, ‘kaplar’a dönüştürmüştür. Oysa, diyalog yanlısı pedagojik modelde ‘öğrenciler’ artik uysal dinleyiciler değillerdir, ‘öğretmen’le diyalog içinde eleştirel araştırma ortaklarıdır.

 

‘Öğretmen öğrencilere malzemeyi, üzerinde düşünmeleri için sunar ve öğrenciler kendi düşüncelerini ifade ederlerken o da önceki değerlendirmelerini yeniden gözden geçirir.’

‘Diyalog aracılığıyla, öğrencilerin öğretmeni ve öğretmenin öğrencileri ortadan kalkar ve yeni bir terim doğar: Öğrenci-öğretmen ve öğretmen-öğrenciler.’

(Freire 1991: 55 ve 54)

 

Diyalog yanlısı eylemin karşıtı bir tutum da, herhangi bir başarısızlık döneminde faturanın halka çıkarılmasıdır. Sömürge insanları arasında iç şiddete varan diyalog bozukluğu (aşağılayıcılık, tepkicilik, kendilerini/birbirlerini suçlayıcılık) Öcalan’ın halkla kurduğu otoriter, anti-demokratik ilişkilerde de kendini göstermektedir. Öcalan bütün sorumluluklardan bağımsız olarak, bir yandan halkı sürekli aşağılayıp suçlamakta, öte yandan yalnızca kendisini kusursuz görerek yüceltmektedir. O bu yaklaşımla yalnızca halkın değil, PKK mensuplarının da özgüvenlerini parçalayarak öznel yanlarını iğdiş etmekte ve onları bir anlamda siyasal olarak ‘kendinde varlıklar’a dönüştürmektedir. Uç noktada bunun ‘sado-mazoşist’ politik ilişkilere dönüştüğü söylenebilir (bkz. Fromm 1985: 32-51). Söz konusu mekanizma içinde hemen herkes kendinden aşağıdakileri ezip bastırırken, kendinden yukarıda olanlara karşı ise, yalvarıp yakararak kişisel öz yıkımlara varan ‘özeleştiriler’de bulunmaktadır. Öcalan bu ilişkiler ağının tepesindedir. Onun yakarabileceği tek bir Kürt yoktur, ama yalnızca bir baba figürü olan Türk devleti karsısında yakarışta bulunabilirdi. Öyle de oldu; ancak, İmralı öncesinde ayni tutumun örneklerine çokça rastlanmaktadır. Bu nedenle, İmralı’yı bugün saf bir kopuş olarak değerlendirenlerin, bu iddiaları üzerinde yeniden düşünmeleri gerekmektedir.

Öcalan ve PKK, Freire’nin üzerinde önemle durarak eleştirisini yaptığı ezenlere ait ‘halkın cehaleti’ mitini bırakın eleştirmeyi, ‘halkımız bunu anlamaz’, ‘halkımız henüz buna hazır değil’ ya da ‘halkımızın gerçekliğine uymuyor’ gibi esnek argümanlarla onu sağlamlaştırarak daha bir öteye taşımışlardır. Öcalan’ın retoriğinde kendisi güçlü, çalışkan, çözümleyici, ileriyi gören, cesur ve iradeli iken, halk ise zayıf, aciz, tembel, anlayamayan, onunu dahi göremeyen, korkak ve iradesizdir. Kendi dava arkadaşları bile, ona göre en hafifinden birer ‘lümpen’, ‘serseri’, ‘alçak’, ‘çorbacı’ ya da ‘eşek’, kısacası, ‘adam değiller’dir. Siyasal jargonu küfürle karışık klişe cümlelerle kendisini abartıp yüceltmeye dayanan söylemiyle ‘babalaştırılmış’ bu lider, ulusal iradenin özgürce şekillenmesinin ciddi bir engelleyicisi durumundadır. Tek ‘özeleştirisi’ni bir zamanlar düşman olarak tanımladığı Türk devleti karşısında yapan ve büyük oranda müritleştirmeyi başardığı bir kısım topluluğu hala özgürleşmenin katlayıcısı olarak kullanmaya kalkışan Öcalan, elbette diyalog yanlısı bir devrimci praksisin eylemcisi değildir. Ve bunun faturası da asla bütünsel olarak halka ya da kültürel/toplumsal koşullara havale edilemez. Halkın tutumu yalnızca bir faktör olarak hesaba katılabilir.

 

Son olarak; Öcalan’ın basta Kürt halkı olmak üzere, çeşitli gruplar, bölgeler hakkında klişeleştirilmiş değer yargıları olan stereotipler üretme eğiliminden söz etmeliyim. Bilindiği üzere, stereotipler etnosentrizmle örtük olarak ilişkilidirler. Bir toplumun başka bir toplum ya da kültür hakkında gözleme dayanıyor olsun ya da olmasın, inanç, görüş ve sıfatlar gibi değer yargıları olan stereotipler, toplumun kendi benliğini kurmasında psikolojik bir öğe sayılmaktadır; çünkü, topluluklar karşı karşıya geldiğinde, kendilerine ayrı bir benlik duygusu formüle etme ihtiyacı duyarlar (bkz. Cohen 1999: 131). Bu yanıyla Kürtlerin de kendi ‘Ötekileri’ hakkında bazı stereotipleri vardır ve artik bu ‘doğallaşmış’ bir kültürel prosestir. Buraya kadar her şey olağanmış gibi görünüyor. Fakat, sorunun başlangıç noktası burasıdır; çünkü, halkları sürekli stereotiplere bağımlı kılmanın da özgürleşmeci bir yani yoktur. Üstelik, Öcalan’daki haliyle bu, Kürtlerin kendi benlik duygularını oluşturmaya yönelik değil, aksine parçalamaya yöneliktir. O bir yandan Kürtlerin Türkler karsısındaki ulusal farklılıklarını nötrleştirmeye çalışırken, ote yandan Kürt ulusal benligini parcalayan ‘sura kisiligi’, ‘bura kisiligi’ gibi kavramlar kullanmaktadir. En meshur olani ‘Dersim kisiligi’dir. ‘Gerici, asiretci, feodal ve ilkel milliyetci’ Guneyli Kürtler stereotipi de ayni olcude siyasette islevsellesmistir. ‘Kürt kisiligi’ne gelince, o zaten baslibasina bir felakettir; kadinlastirilip dusurulmus olmanin yaninda, bir de cocuklastirilmistir ki, mutlak surette bir babaya muhtactir! Ve bu babanin adi da Abdullah Öcalan’dir.

Babaya muhtac olma duygusu, ayni zamanda Kürtlerin ‘cocuklastirilmis’ ve ‘kadinlastirilmis’ olduklari soylemiyle uretilmektedir ki, erkek egemenliginin butun bicimleri bu iki toplumsal kategorinin ezilisi uzerinde insa edilmektedir. Bir ulusun bir cocuk ya da bir kadin olarak –cinsiyetlendirilmis- toplumsal portresi (‘kadinlastirilmis’), genellikle baska ulusal bir bakisin bir ifadesi, bir yansimasidir. Bu bakimdan feminen ulus imgeleri, fetihci, pekcok kez somurgeci erkek ulus imgelerinin golgeleridirler. Dolayisiyla, Öcalan’in Kürt ulusunu ‘kadinlastirilmis’ olarak niteleyen bakisi, iceriden degil, disaridan bir bakistir. Ozu, ozeti somurgeci bir bakisdir. Bunu, sozkonusu iddianin tersini uretmek icin vurgulamiyorum; yalnizca bir tespit olarak kaydediyorum.

Öcalan, bir yazisinda bu deyimi Hitler’den aldigini ve Hitler’in isci sinifini bir kadina benzettigini belirtmekteydi. Bu zihniyette yalnizca siniflar degil, ‘vatanina tecavuz edilmis’, boyunduruk altina alinmis uluslar da kadinlastirilmis sayilmaktadir. Belirtildigine gore, daha 19. yy’in irkci dusuncesinde ideal Anglo-Saksonlar eril karakteristikle, iktidar, zeka, cesaret, bagimsizlik ve yigitlikle aciklaniyordu. Oysa, siyah irk ise, tersine dişil karakteristikle fazlaca iliskilendirilmisti (Bay 2000: 221). De Gobineau ise, sari irki eril, siyah irki dişil olarak nitelerken, beyazlari ise soylu ve yaratici tek irk saymaktaydi (Boas 1931: 100). Hernekadar Öcalan’in referansi Hitler olsa da, Fanon gibi anti-somurgeci aydinlar da paradoksal olarak ozgurlesmeyi maçolukla es tutmuslardir; cunku, somurgecilik pekcok kez bir ‘kadinlastirma tarihi’ olarak algilanmistir (Yuval-Davis 2003: 107). Ancak, tekrar vurgularsam, Öcalan’in bakisi, yanlis da olsa iceriden degil, disaridan bir bakistir. Ve yine bir kez daha; gerek cocukluk, gerekse kadinlik kategorileri hala sosyalist soylemin negatif unsurlari olarak goze carpmaktadirlar. Buna, iktidar sahibi bir yetiskin olarak Lenin’in ‘sol cocukluk hastaligi’ da dahildir. Siyasal dunyada babaligin defedilebilmesi icin, toplumsal olarak cinsiyetlendirilmis kimlik kurgularini guclendiren ve onu sol adina yeniden ureten bu tur soylemlerden kacinmak gerekir (Sozkonusu kavramlar hakkinda sol ici bir elestiri icin bkz. Aksoy 1994).

 

SOZLU ZIHNIYETIN DUALIZM EGILIMI

ve ÖCALAN’IN MANIPULATIF ZIHNIYETI

 

Öcalan’in sozlu kulturlerin bir baska ozelligiyle bulusan karakteristigi, kutupsal olan Maniheist dunyasidir. Sozlu kulturlerin bilinen bir ozelligi olarak, gelgitlere dayanan bu zihniyet, siyah-beyaz gibi karsitliklardan hareketle pekcok durumda hemen herseyi kutuplastirarak izah etmektedir. Pekcok durumda diyorum, cunku bu ikili kavramlarin bir karsitliga baglanmasi mutlak degil, baglamsaldir. Bir karsitlik icerdigi dusunulen iki olgu ya da kavramin, baska bir baglamda tersine bir islevle donatildigi gorulebilir. Ornegin, R. Needham’a kalirsa, Bati Afrika’da yasayan Nyorolarin simgesel siniflandirmasi, ‘kisirligi’ kadinla, ‘uretkenligi’ ise erkekle denklestirmisken, Goody’nin belirttigine gore, boyle bir ozdeslestirmenin sozkonusu olmadigi bircok baglam gostermek mumkundur; dolayisiyla, bu ikili karsitliklar bir mutlaklik icermemektedirler (Goody 2001: 78-81).

Sozlu kulturlerde gorulen bu kutuplastirma egiliminin, giriste yaptigim kategorik ayrim esas alinirsa, modern donemde baska duzeylerce de beslendigi gorulur; ancak, burada sozlu kulturle icice bir baska antropolojik duruma dikkat cekmeliyim. Kürdistan’da asiret birliklerini bolen toplumsal karsitliklar baglaminda, kimi asiretlerin ozellikle iki klandan olustugu, bu nedenle asiret insaninda gelismemis olsa da, belli bir dualistik dunya gorusunun olabilecegi dusunulmustur (17). Bunun yanisira, genel olarak köylülerin dunyevi deneyimlerinden dolayi dualistik olmaya egilim gosterdikleri de vurgulanir (Van Bruinessen ty: 98-100; Wolf 1971: 273).

 

Kutupsal dusunce (antagonizma) baska duzeylerce de desteklenmektedir. Herseyden once, ideolojik-politik duzeyden sozetmek gerekir. Genel olarak siyasetin baska araclarla surdurulmesi olarak gorulen savas, dogasi geregi boyle ikili karsitliklara (hain-kahraman, dost-dusman gibi) zemin hazirlarken, somurge bilinci ise, Fanon’un onemle uzerinde durdugu uzere, Maniheist, yani ikiye bolunmus bir bilinctir. Ideolojik-politik duzeyde Marksizmin de etkisi olmalidir. Zira, Kuzey Kürdistanli orgutler genellikle Marksist kokenli oldugundan, en azindan Marks’in ideoloji anlayisinda gorulen boylesi bir kutuplastirma dikkate alinabilir. Bunun yansimasi cok kaba bicimde ‘tersinden dusunmek’, ‘tersini dogru kabul etmek’ ya da ‘basasagi cevirerek ayaklari uzerine oturtmak’ olarak ozetlenebilir. Cemil Gündoğan, bu saplantili egilime Kürt tarihyaziciligi acisindan dikkat cekmisti (bkz. Gündoğan 1994).

Dualizmle icice bir baska etken ise, daha cok Islam’la ifade edilebilecek dinsel duzeydir. Islam, diger bazi dinler gibi pekcok seyi birbirinin ziddi olarak kurgulayan (gunah-sevap, helal-haram, mahrem-namahrem, cennet-cehennem) kavramsal bir degerlendirmeye sahiptir.

Kürtlerin ezilen bir ulus olmalarindan kaynakli savunma psikolojileri ise, dualizmi besleyen psikolojik duzey baglaminda degerlendirilebilir. Burada neredeyse bir otomatiklesme vardir; Kürtler bir yandan somurgecilerin one surdugu hemen herseyin mutlak olarak yanlis olduguna ve ancak onun tersi ya da zıddının dogru olacagina inanma egilimi gosterirlerken, diger yandan somurgeci iddialar karsisinda genellikle kendilerini aklama ihtiyaci duyarlar. Bu egilimin sekillenmesinde rol oynayan politik duzey, somurgecilerin uyguladigi tehdit politikasi ile suclayip yargilama tutumundan olusmakta ve karsiligini somurge insaninin dunyasinda bulmaktadir. Boyle bir suclama ve tehdit politikasinin hedefi, tehdit edilen tarafi kendi sinirlarina hapsetmeye ve gittikce geri cekilmeye zorlamak; dahasi, saldiri karsisinda karsi tarafi guvensizlestirerek, benligini siliklestirmesine zemin hazirlamaktir. Bu tur bir saldirinin muhatabi muhtemelen gittikce geri cekilip, ancak cekildigi sinirlari muhafaza ederken, farkinda olmaksizin muhafazakarligin sıkı bir adayi olacak; ayni sekilde karsi iddialar ile kendi iddialarindan olusan bir dunya meydana gelecektir.

 

Kendi sinirlarina cekilmis olan somurge insani ise, surekli olarak iddialarinin hakliligini –ki bu iddialar somurgeciler tarafindan manipule edilerek olusturulmus olsa dahi- anlatmak, aciklamak istenci tasir. Anlatinin ya da dogru bir ifadeyle, kendi mesruiyetini somurgeci nazarinda benimsetmeye yonelik aciklayiciligin, efendilerine surekli ifade vermek zorunda birakilan ezilenlerin dunyasinda guclu bir psikodinamigi vardir; hele ki, somurge dunyasinda. Cunku, somurge insani saldiran degil savunan, yargilayan degil yargilanan, suclayan degil suclanandir. Suclanan, yargilanan ve savunan konumuyla kendini anlatmaya kosullandirilmistir. Bu baglamda, somurgeciler Kürtlere ayrilikci ya da bolucu diyorsa, hemen devreye giren savunma zihniyetiyle ‘hayir biz ayrilikci degil, birlestiriciyiz,’; isyan ediyorsunuz diyorsa, ‘direniyoruz’; Kürtce diye bir dil, Kürtler diye bir halk yoktur diyorsa, hayir vardir ya da sozgelimi, bazilari Kürtler bir azinliktir diyorsa da, ‘cogunluguz’ denilmektedir. Gelgitlere dayali bu dusunce oyle tehlikeli bir girdap yaratmaktadir ki, MIT mustesari bundan iki yil once gayet net bir ifadeyle, ‘herkes Öcalan’i kullandi, biz de kullanalim,’ seklinde bir aciklama yaptiginda, bu Turk kamuoyuna yonelik ‘Onu asmiyoruz, ama kullaniyoruz’ seklinde bir teselli mesaji iken, Kürtlere ise yine ayni niyetle atilmis bir zarfti; yani, “ey Kürtler! Sizce soylediklerimin tersi dogru olduguna gore, biz nasil olur da sizin ‘Baskan’i kullanabiliriz!”

 

Son yillarda Kürtlerin savunmaci zihniyeti surekli uyarilarak, ulusal mucadele cok daha savunmaci bir pozisyona, cok daha geriye itilmeye calisildi. En acik orneklerinden biri, 60’li, 70’li yillarda yapilan ve artik coktan geri birakilmis olmasi gereken ‘Kürtce bir dil mi, degil mi?’ seklindeki arkaik tartismaydi. Tartismanin tetiklenmesiyle Turk TV’lerine cikan pekcok Kürt hararetle Kürtce’nin ayri bir dil oldugunu ispatlamaya calisarak, aslinda mevcut sistemin onlar icin tayin ettigi geri konumu bir kez daha onaylamaktan ote birsey yapmamislardir.

Diger ornege donersek; isyan etmedik, direndik seklindeki savunmaci soylemin onemi yalnizca savunma psikolojisiyle sinirlandirilamayacaktir (bir ornek icin bkz. Anter 1996: 137); bu ayni zamanda karsi tarafin iceriklendirdigi kavramin, oldugu gibi benimsenmis olduguna isarettir. Soyle ki; kotu olan isyan yerine iyi olan direnisi sectiginiz vakit, pek kolay olmasa da kendinizi mevcut hukuki gerekcelerle (mesru mudafaa) savunabilirsiniz. Bu ise, mevcut durumun, yani savunma pozisyonunun ve buna bagli olarak mevcut hukuk sisteminin mesrulastirilmasindan ote birsey olmadigi gibi, sozkonusu kavramlarin -isyan, baskaldiri ya da ayaklanma- ezenlerin ona verdigi negatif icerikle (haksiz saldirganlik) kavrandigini gosterir. Boylece, somurgeciler somurge insanini dusunsel bir kiskaca, bir gelgite hapsetmektedir. Oysa, burada pek tabiidir ki, baska kavramlar yaratilabilecegi gibi, mevcut diger kavramlar da kullanilabilir. Bir baska secenek olarak, isyan ve direnis kavramlarinin kendi verdiginiz anlamlarla kullanilabilecegidir. Bu baglamda, 70’li yillarda Komal yayinlari arasinda cikan Kocgiri Halk Hareketi adli yapita secilen baslik dikkat cekicidir. Bu degerlendirme baglaminda son olarak, Turk devletinin ayaklanma ya da isyan terimini kullanmasindaki amaclardan birinin de –ki PKK’nin mucadelesi Turk resmi jargonunda 29. Kürt ayaklanmasi olarak da adlandiriliyordu -, ‘28 defa yenilen’ topluluga yenilgi travmasinin hatirlatilmasiydi.

 

Dualizme donersek; son yillarda ozellikle PKK tarafindan yandaslarina ve Kürt halkina empoze edilmeye calisilan savas-politika karsitliginin altinda da boylesi bir sucluluk duygusu var gibidir. Aslinda tamamen bir manipulasyon olan ve halktaki dualistik egilimi kiskirtan bu bakis, savas ile siyasetin birbiriyle olan iliskisini yadsiyarak, ikisini karsit seyler olarak kurgulamakta ve halki somut kosullari da abartarak iki secenekten kendi istedigini tercih etmeye zorlamaktadir. Oysa, savasin genel hatlariyla siyasetin baska araclarla surdurulmesi oldugu biliniyor. O halde, ‘bugune kadar savastik, ama artik siyaset yapmak istiyoruz’ diyenler, acaba dun apolitik olduklarini mi dusunmektedirler? Benzer bicimde baris ve savas arasinda mutlak bir karsitlik kurulmus ve ayni manipulasyon burada da asmeresini vermistir. Oyle ki, Öcalan’in yuruttugu ve icerigi Turk devletince belirlenen ‘baris’ siyasetini elestirenler, derhal savas yanlisi olarak damgalanmaktaydi. Tarihin cilvesine bakin ki, bu suclamalari kiskirtan ve yapanlar ise, dun savasarak guzellestiklerini soyleyenlerdi! Oysa, onlarin soylediklerinin aksine, her baris genellikle bir onceki savasin sonundaki kosullara gore sekillenmektedir; dolayisiyla bir onceki savasin kosullandirmasi altindadir, ondan bagimsiz degildir. Eger PKK, bir askeri savas yenilgisi sonucu bir ‘baris’ siyaseti yurutuyorsa ki, genel hatlariyla soyledikleri budur, o halde sozkonusu ‘baris’in bir pax Turcica oldugu soylenebilecektir.

Sozlu kulturlerin psiko-sosyal dinamigi, savas-baris orneginde goruldugu uzere, kurgulanmis bazi siyasal zitliklari kuskusuz bir yere kadar kabullenebilir kilar. Fakat, burada onemli olcude siyasal oznenin manipulasyonu, aldatmacasi sozkonusudur. Öcalan, bazen de halkin bilinen iki karsit, iki uç secenegine deginerek, kendisinin bu uç tutum ve dusunceler yerine baska bir secisde bulundugunu belirterek, yine manipulasyona basvurmaktadir. Ornegin, kendisine ihanet ya da kahramanligin ‘dayatildigi’ni, fakat akilli bir stratejiyle iki secenegin disinda ‘demokratik tarz’i sectigini soylemektedir. Her iki secenegi de negatif duzeyde boyle abartarak, kendinizi merkeze alip elbette ‘mesruiyetiniz’i kurabilirsiniz. Bu, bir zamanlar bir arkadasimin devrimci oznelerin kendilerini merkeze koymalariyla ilgili soylemlerine iliskin sıkça telaffuz ettigi bir sozunu animsatiyor: ‘Sagimdaki sag sapma, solumdaki sol sapma, onumdeki aktivist, arkamdaki pasifist’. Sonuc; ne aktivist ne pasifist, ne sag ne sol sapma olarak ‘biz’ dogru olani temsil ediyoruz. Öcalan’in denklemi de boyledir. O da surekli kendisini merkeze alarak tarihi dondurmaktadir. Bu amacla bazen dualistik dunyasi konusmakta, bazen de ‘mesruiyeti’ni izah edebilmek icin baska seceneklerden sozetmektedir.

Öcalan’in Maniheist dunyasi da dahil, pekcok faktorun bileskesi olarak PKK’nin ve onemli bir kisim Kürdün bu dualistik dusunme egilimi, Kürt asiretlerinin siyasal tavirlarinda da gorulmektedir. PKK, ’ilkel milliyetci’ ya da ‘asiretci’ olarak damgalamaya calistigi Guney Kürdistanli kimi partilerin otesinde, burada kendisi asiret karakteristigi gosterir gibidir. Asiretci dualizme ornek olarak, Kürt tarihinin donum noktalarindan biri olarak gorulen 16. yy’in ilk yarisindaki olaylarda, Kürt asiret liderleri taraflari kisiler baglaminda somutlarsak, Sah Ismail (Safeviler)-Sultan Selim (Osmanlilar) arasindaki karsitligi esas alarak konumlanmislardir. Once Sah Ismail’e bagliliklarini bildirmek isteyen asiret sefleri, onun olumsuz politik tutumu karsisinda saskina donerek, bu kez Sultan Selim’in yaninda yeralmislardir. Burada birbirinin karsiti iki tutumun temelinde, ayni zamanda Kürdistan’in iki buyuk imparatorlugun periferisinde kalmis olmasi etken olmustur.

Ayni tavir modern zamanlarda dahi gozlemlenebilmektedir. Oyle ki, 1954 yilinda Burukilerden DP Van milletvekili secilen Hamit Kartal, 1957 secimleri arefesinde DP tarafindan veto edilince, belirtildigine gore ‘asiret’ buna tepki gostererek CHP’nin kazanmasini saglamistir (Özer 1990: 115).

Egilimsel de olsa sozkonusu kutupsal dusunce ve buna uyarlanmis tavir, dusunsel baglamda seceneklerdeki cesitliligin onune gecmekte ve siyaseti kisirlastirarak fasit bir daireye hapsetmektedir. Bunun bir izdusumu olarak Kürtler de duruma gore terazinin bir bu ucunda, bir diger ucunda yeralarak, hep baskalarinin olceklerinde tartilmaktadirlar.

Bu degerlendirmeye tabi kilinan kisiler oldugunda ise, mutlaka uclarda konumlandirilarak bazen hain, bazen kahraman sayilabilmektedirler. J. C. Rich, unlu Naksibendi seyhi Mevlana Halid’in Suleymaniye’den kactiktan sonra, taraftarlarinin ona nasil kufrettigini anlatir ve Kürtlerin ona karsi takindiklari bu tavrin onceden gosterdikleri hurmet ve itibarin karsiti oldugunu belirtir (Jwaideh 1999: 101).

Fethi Naci, bir yazisinda Yaşar Kemal’in bir anlamda birbirlerini tamamlayan uclemesi Yer DemirGök Bakir, Ortadirek ve Ölmez Otu adli romanlarini bir mit ya da bir ‘evliya’ yaratmak acisindan degerlendirirken, yaratilan ‘evliya’nin köylülerce bir sure sonra nasil yokedildigine deginmis ve ortuk olarak bu kutupsal gelgite isaret etmistir. Naci gereksiz bulsa da, Yaşar Kemal’in Ölmez Otu’ndaki kahramanlarindan birine soylettigi su sozler, yukaridaki durumsal karsitlik baglaminda onemlidir:

‘Mahvedecekler seni. Sen bir oyuncaksin bundan sonra Taşbaş. Sen bir köylü oyuncağisin. Şimdi ağzina sıçarlar, üç gün sonra sıkışırlar, gene ermiş yaparlar seni, taparlar. Sonra bolluga erişirler, götüne parmak atarlar, çünkü sana tapmalari ağırlarına gider…’

(Naci 1990: 31) (18)

 

Bu baglamda, Kürt siyasetindeki bugunku mevcut durumu bir problem olarak tanimlayip, konuyu daha da acabiliriz. Soyle ki; bugun Öcalan Kürtlerin bir kesimince hain, diger kesimince kahraman olarak gorulmektedir. Bu durumda onu hain olarak degerlendiren politik orgut ya da kisileri, kutupsal gelgite bagli köylüler gibi mi degerlendirmek gerekir? Sorunun yaniti olumsuz olacaktir. Zira, burada bir kutupsallik olsa da, kutupsal dusunmenin mutlaklastirilmasi yanlisligi, bu ikili seceneklerden ikisinin de mutlaka yanlis olacagina delalet etmez. Meselenin ozu baska bir yerde dugumleniyor, o da su: Olay, olgu ya da kavramlarin analizinde, surekli olarak birbirinin karsiti olduguna inanilan ikili seceneklerden hareket etmenin yanlisligidir; cunku, herseyden once toplumsal hayat buna her zaman imkan tanimaz. Bununla birlikte, kutupsal seceneklerden biri dogru olabilecegi gibi, ikisi de yanlis olabilir; ama, onemli olan dusuncedeki cogulculugu saglamak, siyasette somurgeciler tarafindan onceden bilinen ikili klise seceneklerin disina cikabilmek ve dogru ile yanlisi yazi tura denklemine esitlememektir.

Konuyu Öcalan baglaminda degerlendirirsek, Onun Kürtlere dusmanca olan siyasal goruslerini aklayabilme sansi malesef bulunmamaktadir. O burada butun seceneklerin icinde yazik ki, negatif tarafta konumlanmistir. Kutuplastirici dusunce tarzinin en azindan mutlaklastirilmasinin yanlisligi, seceneklerin her kosulda yanlis oldugu anlamina gelmediginden, Öcalan’in Kürtlerin ulusal ideallerine ve mensubu oldugu partinin kurulus ideolojisine olan karsitligi, kendisine malesef aklanabilir bir secenek birakmamaktadir.

 

Baglamsal da olsa sozlu kulturlerdeki kutupsal gelgitler, Öcalan’in Maniheist tutumuna uygun aciklamalariyla uyumlu oldugundan, Kürtler siyasetteki ters akintilari pek kavrayamaz duruma dusmuslerdir. Zengin bir ornek listesi cikarmak mumkun. Sozgelimi, birey-toplum kutuplasmasi yaratilarak, insanlarin grup tavri icinde bireylesme surecleri ketlenmis ve kendi ‘kaderi’ni tayin edemeyenler halkin ‘kaderi’ni tayin etmeye aday olmuslardir. Dusunsel emek, somut dusunusteki algilanisina parallel olarak pekcok kez maddi emek karsisinda neredeyse yoksayilmis, siyasetin de sartlandirmasiyla suclanan itaatkar aydinlar tebaasi yaratilmaya calisilmistir. Yalçın Küçük gibi liderle somut ‘kardeslik’ bagi kuran somurgeci kasifler, asiret zihniyetinde oldugu gibi ‘Kürt dostu’ olarak vaftiz edilmis, bunu elestirenler ise ‘uvey evlat’ sayilmislardir.

Dualistik dusunus siyasal elestirinin de olcegi olunca, cogunlukla onu islemez hale getirmistir; cunku, dogru ve yanlis catisan iki kutup (burada ‘biz’ ve ‘Turk devleti’) uzerinden anlam bulmus ve elestirinin icteki yapici islevi engellenerek, yalnizca dista dusmana yoneltilebilecek bir savas baltasi, bir saldiri araci olarak kullanilmistir. Bu nedenle, ola ki ‘biz’e ait klise dusuncelerin disina cikanlar, hatta siyaseti, orgutluluk anlayisi ve sosyal davranis bicimiyle ‘biz’i elestiri konusu yapanlar ‘devletin agzi’yla konusuyor sayildiklarindan, genellikle karsi tarafin yandasi olmakla yaftalanip hain ilan edilerek, bu iki uclu baltanin hismina ugramislardir. Boylece, siyasal zeminde dogru bilgi uretebilmenin ic dinamikleri yokedilerek, gelismenin ve ozgurlesmenin yolu tikanmis ve elestiri yalnizca ovup sovme ikilemi uzerinde sekillenmistir. Oyle ki, sozlu topluluklarin dualizmle iliskili bir ozelligi olan birine sovup sayarken, bir baskasini ise ovme artik alisilagelmis bir siyasal tutuma donusmustur (bkz. Ong 1995: 61). Elestiri ozgurlugunun olmadigi bir yerde, pek tabiidir ki ancak yagcilar ve sagcilar boygosterir ve boylesi ortamlarda ancak sloganlar, methiyeler ve propagandalarla yurunur. O nedenle, ornek olsun diye yaziyorum, ‘Padisahim cok yasa!’ ile ‘yasa Mustafa Kemal Pasa!’ sloganlari arasinda bir yaniyla onemli bir fark varken, diger yaniyla hicbir fark yoktur. Fark, Mustafa Kemal ile Padisah’in kimliklerinde, tarihsel misyonlarinda dugumlenmektedir. Fakat halka gelince, her iki klisenin son tahlilde islevi ayni oldugundan, belki de aralarinda hicbir fark yoktur. Sonunda gelip dusulen tuzak acaba hep ayni mi olmaktadir? Kral oldu, yasasin kral!

Aslinda ezilen insanlarin, genel olarak hala buyuk olcude sozlu kulturun karakteristik dusunusune sahip olduklari soylenebilir. Dualistik dusunus bunlardan biri olmalidir. Zira, ezenlerin ezilenlere karsi uyguladigi basarili temel politikalarin vazgecilmezleri arasinda havuc-sopa politikasi goze carparken, bunun polis karakollarina yansiyan bilinen bicimi ise, iyi polis – kotu polis uygulamasidir.

 

PRATIK ve MISTIK DUSUNUS

 

Somut/pratik dusunusun maddi kosullari esas alan, insanlari duruma gore tutum almaya yonelten, dolayisiyla ‘halk gercekligi’ ya da ‘dunya gercekligi’ olarak formule edilen sosyo-politik kosullar karsisinda ideolojiyi hemen her zaman hiclemeye hazir olabilen ozelligi, liderin politik pragmatizmiyle birlesip oportunizmi tesvik ederek Kürtleri teslimiyete ve yokolusa surukleyebilmistir. Dunya ezilenleri genellikle gundelik yasama hapsedilen ‘kendinde varliklar’ olarak yonetilmektedirler. Gundelik hayatin dusunce ve davranislari ise, Heller’in vurguladigi gibi ozellikle pragmatiktir (Heller 1984: 166). Pragmatizm kosullar karsisinda ideolojik programi egemenlere kurban olarak sunmaktadir. Öcalan’in pragmatik tutumu, siyasal benligini yokederek gundelik hayata hapsettigi halkin pragmatik dusuncesiyle ortustugunden, itirazsiz bir lider olarak konumunu daha da pekistirmistir. Buna, son zamanlarin ‘Apocu’ mistik dusunce boyutu da eklenince, bir kisim Kürtler siyasette hala Barzanli Seyh Abdulselam Barzani’nin muritleri gibi tutum alabilmektedirler (19):

“Barzanli Seyh Abdulselam Barzani uzerine gonderilen Fadil Pasa komutasindaki Osmanli gucleri, seyhin muritleri tarafindan pusuya dusurulerek olduruldu ya da esir alindi. Muritlere karsi kullanilan toplardan yalnizca biri calismis; diger top daha catismanin basinda bozularak sessiz kalmisti. Kazandiklari zaferden sonra calismayan topun basinda toplanan muritler, Seyhe karsi savasmayi reddeden bu topun gercek bir inanan ve sehit oldugunu soyluyorlardi. Ihanet etttigi varsayilan diger topu ise, vadiye yuvarlayarak cezalandirdilar ve parcalanmasini seyrettiler. ‘Gercek inanan’ olan topun basindaki askerler hediyeler verilerek serbest birakilirken, ‘kafir’ topu kullananlarin esareti devam etti.”

(Jwaideh 1999: 70)

 

Barzanli Seyh Ahmed’in muritleri ise, seyhlerinin domuz eti yemeleri yonunde garip istegini bile, Islamiyette domuz eti yemenin haram sayiliyor olmasina ragmen, sorgulamadan yerine getirmislerdir (Jwaideh 1999: 100).

Öcalan, karakteristigine uygun olarak mistik yorumlardan ya da kutuplastirmalardan kacinmazken, bunlar kolaylikla sozkonusu kulturel tabana hitap edebilmekte, boylece 180 derecelik ideolojik donuslerini bile anlasilir kilmaktadir. Ornegin, kendisine karsi yapilan komplonun bir Dunya savasina yolacacagini, ABD’nin Hirosima’dan daha buyuk bir operasyonla kendisini yakaladigini soyleyebilmekte, takipcileri tarafindan ise inandirici bulunmaktadir. Bu mistik dusunce oyle bir hal almistir ki, Öcalan yakalandiginda “ ‘Baskan’in Imrali’da Turk devletini ‘ikna’ edecegi”ni soyleyenlere bile tanik oldugumu soyleyebilirim. Tipki tarihin unlu Yahudi mistigi Sabatay Sevi’nin muritleri gibi. Mesih olduguna inandiklari liderlerinin sikayet uzerine Osmanli sadrazami tarafindan tutuklattirilmasina ragmen oldurulmemesi, muritlerince Osmanli padisahinin da Sabatay tarafindan ikna edilerek onun Mesihligine inanmis olduguna yorulmustur. Oysa, gercekte olan bunun tam tersidir. Sabatay divana cikarilmis; hayati ile iddialari arasinda bir secis yapmasi istenmistir. O ise, hayatini kurtarmak icin Muslumanligi secmis ve gerek diger Muslumanlar ve gerekse Yahudilerin onemli bir cogunlugunca ‘dönme’ olarak damgalanmistir (Zorlu 1998: 13).

Mistik katilimin bir nedeni, Kürt dunyasinin bir felsefe gelenegine sahip olmayisi olsa gerektir. Kente ozgu olan yazili bilgi birikiminin zayifligi, somut dusunusun baskinligi ve epistemolojik suphenin zayifligi, kuramsal bir bilgi turu sayilan felsefi bilgiyi olusturabilmenin ciddi engelleri olmuslardir. Osmanli Kimligi adli yapitinda, ‘modern dusuncenin aksine,’ diyor Taner Timur, ‘Osmanli dusuncesinin temelinde suphe degil, inanc yatmaktadir.’ (Timur 1986: 12). Kürt dusunsel dunyasi da inanca gore suphenin zayifligiyla sekillenmistir. Yine de burada yalnizca supheci tutumu esas almak yaniltici olabilir; zira, pekcok gozlemci sozgelimi Afrikali sozlu topluluklari ozellikle buyu, kehanet ve benzeri konularda supheci olarak betimlemistir. Oyleyse, Robin Horton’un yaptigi gibi, geleneksel dusunce (Afrika) ile bilimsel dusunceyi ‘yerlesik fikirler’e yonelmis ‘temel suphecilik’ noktasinda birbirinden ayirmak yerine, Goody’nin yaptigi gibi supheciligin birikimini ya da yeniden uretimini esas almak daha gercekci olur.

 

“Sozlu (‘geleneksel’) toplumlarin uyeleri, ornegin maddenin dogasi ya da insanin Tanriyla iliskisi uzerine supheci bir dusunce hatti olusturmakta zorluk cekiyorlarsa, bunun nedeni basitce, surekli bir elestirel gelenegin bulunma olasiliginin azligindandir. Cunku, supheci dusunceler kaydedilmedikce, zaman ve uzam icinde aktarilmadikca, insanin ozel olarak ayni zamanda da icra sirasinda bunlari dusunmesi saglanmadikca bunun olusmasi olanaksizdir. Bircok durumda, karsilastirilmasi gereken ‘geleneksel’ ve ‘modern’ degil, ‘sozlu’ ve ‘yazili’dir. Alterbatiflerin farkinda olma durumu aciktir ki, daha cok yazili toplumlari niteler.”

(Goody 2001: 55)

 

Mistik dusunusu yalnizca dine fatura etmeye kalkismak da, dogru olmasa gerektir. Zira, ‘bilimsel sosyalizm’ dahi cogunlukla dinsellestirilmis ve adeta tanrilar, peygamberler, melekler ve seytanlardan olusan ozel bir kult haline getirilmistir. PKK bu acidan carpici bir ornektir. Marksist bir retorige bagli kalinsa da, lider kultunden ‘tanricalar’a dek pekcok yerde dinsellestirilmis bir soylem ve buna uygun bir siyasal ibadet sozkonusudur. Bu nedenle, dogmatizm ve mistisizm modern kiliflar icinde pekala varligini surdurmustur. En azindan laik fikirlerin bile Öcalan ve Öcalanci PKK tarafindan her gecen gun daha da mitolojilestirildigi ortadayken… Son donemin postmodern kiskirtmasi sonucu belirsizlesen toplumsal gelecegin yani sira, bazi bulanik imgeleri araciligiyla gecmis de bataga suruklenmis ve bu surecte revac bulan tarihsel roman modasiyla Hasan Sabbah’lar, Gilgames’ler, Mani’ler, diger butun devrimci oznelere ve politik kategorilere gore cok daha etkin olabilmislerdir. Bunun bir uzantisi olarak Öcalan, bazen kudretli kral Gilgames, bazen koca devletleri titreten Hasan Sabbah, bazen carmiha gerilen bir Isa, bazen atese atilan bir Ibrahim, bazen de bilgi kuyusunun diplerinde gezinen bir Mani olarak Kürtlerin butun mistik egilimlerini kiskirtan merkezi bir figur olmustur. Aslinda bu ozdeslesmelerin tetikleyicisi postmodernizmle birlikte, Öcalan’in kisisel dunyasidir ve her ikisi bir yerde bulusmustur. Sonucta, butun bu ozdeslesmeler/ozdeslestirilmeler, daha once vurguladigim gibi, hicbir seyi bir turlu anlayamayan yiginlar ile hicbir yonuyle bir turlu anlasilamayan bir lider ortaya cikarmistir (Aksoy 2000). Burada lider ve takipcileri arasindaki iliski bir caddeye benzetilecekse, caddenin iki yonundeki trafigin akisinda pekcok etkenden sozedebiliriz ki, bu iki yonlu trafik, belirtildigine gore liderin psikolojik durumuna ya da izleyicilerin baskisina gore tikanabilmektedir (Volkan 1993: 73). Bugun Kürt siyasetindeki tikaniklik -baska etkenler haric- boyle iki yonlu bir trafigin sonucu olarak karsimiza cikmaktadir.

Butun bunlar Oktavio Paz’in su sozunu hatirlatir: ‘Fikirler bugunun fikirleri, tavirlar dunku tavirlar. Bunlarin atalari Aziz Thomas adina yemin ediyorlardi, kendileri de Marx adina yemin ediyorlar…’ (bkz. Shayegan 1993: 81). Bunu yukaridaki trajik tabloya uyarlarsak, herhalde sunu soylememiz gerekecektir: ‘Fikirler bugunun fikirleri, tavirlar dunku tavirlar. Bunlarin atalari Muhammed ve Ali adina yemin ediyorlardi, kendileri ise Öcalan adina yemin ediyorlar.’

Kürtlerde bir felsefe geleneginin eksikligine donersek, tipki epistemolojik suphenin uretimi ve aktariminda oldugu gibi, bu da kuramsal bilgi olusturma ve bunu surekli ureterek aktarabilme kosullariyla ilgilidir. Kuramsal bilgi daha cok kent yasaminin kosulalarinda uretilip aktarilabilmektedir. Uzunca bir donem yari gocebe asiretci bir toplumsal yapinin baskin oldugu Kürtler icin bunun toplumsal imkani yetersizdir. Bugun bile, butun teknolojik yeniliklere ragmen, kuramsal bilgi kente ozgulugunu yitirmemis gorunmektedir; cunku, köylü dunyasinda bilginin degeri daha cok pratik islevine baglanmaktadir. Pratikte herhangi bir islevi yoksa, bir anlamda degeri olmayan boyle bir bilgiye ihtiyac da yoktur. Oysa, kuramsal bilginin dogmasi icin, bilginin pratikten gorece bagimsiz olmasi gerekmektedir (Oizerman 1988: 76). Felsefenin koyde degilde, kentte ortaya cikmis olmasi bununla ilgili bir surectir; cunku felsefe, ayni zamanda ‘kuramsal bilginin tum bicimlerinin en soyutu’ olarak gorulmektedir. Kisacasi, ‘bosu bosuna anlama musibetinin bile saygiya deger’ oldugu fikri (F. Bacon) köylüce degil, olsa olsa filozofcadir. Platon’un aktardigi su anekdot butun bunlari tamamlar gorunmektedir:

 

‘Zeki Trakyali hizmetcinin, Thales gokteki yildizlara bakarken bir cukura dustugu zaman soylenen nukteyle meramimi anlatacagim. Hizmetci, Thales’in gokte neler olup bittigini ogrenmeye, ayaginin dibinde ne oldugunu goremeyecek denli merakli oldugunu soyler.’

(Oizerman 1988: 84)

 

Kuramsal bilginin uretilebilmesi icin pratikten gorece bagimsiz olma gerekliligi, bir baska noktaya, Brian Fay’in ‘iceriden epistemoloji’ dedigi anlayisa spot tutmayi gerektiriyor; zira, nedenlerinden birinin de somut/pratik dusunus oldugu bu anlayis Kürtler arasinda da bir bicimde yasam bulup siyaseti etkileyebilmektedir. Okuryazar olmayanlar arasinda dusuncenin daha cok pratige bagli olusu, animsanacagi uzere Luria’nin köylülerinde gozlemlenmisti. Nitekim, Luria’nin ‘hic araba olmayan bir yere gittin diyelim; oranin halkina arabayi nasil tarif edersin?’ sorusu, okuryazar olmayan birince soyle yanitlanmistir: “Ama arabanin tam ne oldugunu bilmek isteyene, ‘arabaya bin dolas, ne oldugunu anlarsin’ derim”. Luria’nin arastirmasinda, en somut nesnelerin bile tanimlanmasi istegine karsi gelinmistir. ‘Agac nedir? Aciklamaya calisin’ sorusu, 22 yasindaki okuryazar olmayan bir köylü tarafindan soyle bir tepkiyle karsilik bulmustur: ‘Ne gerek var ki, herkes agac nedir bilir, benim soylememe hacet yok’. Yine yukarida aktardigim ve ayilarin rengiyle ilgili soru da benzer bicimlerde yanitlanmistir. Boylece, okuryazar olmayan köylü dunyasi, bir keresinde bir PKK yandasinin beni suclayarak soyledigi gibi, kitaplarda bildigim gibi olmayan bir ‘gercek yasam’dir. Bu nedenle de, Ong’un soyledigi gibi, ornegin ‘gercek yasam’da kutup ayisinin rengini kim dusunurdu ki? (Ong 1995: 70-1).

Bir bakima pratik baglamindan kopamayan bu dusunce, bilgi ile etkinlik ya da bilgi ile ozne arasindaki mesafeyi de iyi ayarlamayarak, belirli bir etkinlik ya da ozne hakkindaki bilgi uretimini ve soz soyleme hakkini, yalnizca o etkinligin oznesine ya da sozkonusu ozneye bahsetmektedir. Buna gore, bir etkinlik hakkinda en dogru bilgiyi, ancak o etkinligin oznesi; bir ozne hakkinda en dogru bilgiyi de, ancak sozkonusu ozne uretebilir. Kisacasi, bir deneyimin bilinmesi, ancak onun yasanmasiyla mumkun gorulur; dolayisiyla, belli bir grup ya da sinifin deneyimlerini sadece bu grup ya da sinifin uyeleri bilebilir. Brian Fay, ‘birisini bilmek icin o olmalisiniz’ diyerek elestirdigi tekbenci bu anlayisin son zamanlarda cok populer olduguna dikkat cekmektedir.

‘Afro-Amerikali olmanin ne demek oldugunu gercekten sadece Afro-Amerikalilar bilebilir ve dolayisiyla da Afro-Amerikali olmanin ne demek oldugunu yalnizca Afro-Amerikalilar soyleyebilir. Bu her grup icin boyledir: Isci sinifi, faydali bicimde sadece isci sinifinin uyelerince arastirilabilir; yalnizca Ingiliz tarihciler iyi bir Ingiltere tarihi yazabilir; kadinlarin eylem, duygu ve iliskilerini sadece kadinlar tarif ve tavzih edebilir. Her grup kendi kendisinin sosyal bilimcisi olmalidir.’

(Fay 2001: 26)

 

Somut dusunus bir yana birakilirsa, bu anlayisin temel nedenlerinden biri, etnik, cinsel, irksal, dinsel, sinifsal ve kulturel farkliliklari vurgulayan ve insanlarin kendi tikelliklerini kesfetme ve koruma cabasinda olduklari cokkulturlu bir dunyada toplumsal bilginin parcalanmasi sureciyle iliskilidir (Fay 2001: 16). Ayni nedenlerin etkisiyle, Kürtler arasinda tarihyaziciligindan siyasete dek benzer bir anlamlandirma hayat bulmaktadir. Kürtler baglaminda bir kimlik savunusunun zorunluluguyla, Kürt tarihinin oncelikle Kürtlerin kendilerince yazilmasi gerekliligine hala inanmaktayim; ancak, bu gorusumun iceriginde, onu tipik tekmerkezci/tekbenci anlayistan uzaklastiran baska onemli ogeler var. Birincisi, Kürt olmayanlarin da pek tabiidir ki, Kürtler uzerine ya da Kürt tarihi uzerine soz soyleme haklarina olan inancimdir ki, bazen bir ‘yabanci’nin gorebilecegi, saptayabilecegi onemli dogrular olabildigi gibi, bir Kürdün bilincli carpitmalari ya da basit yanlisliklari da mumkundur. Ikincisi, Kürtler hakkinda soz soyleyen ve bilgisi olan Kürt olmayan kimselerin de, bu bilgiyi sunma, paylasma bicimleridir. Eger, baskalarinin bilgi uretme ya da soz soyleme hakki, bugun kimi siyah gorunumlu beyaz Turk Marksistlerinin yaptigi gibi, kendilerini Kürtlerin yerine ikame ederek, onlarin gelecekleri hakkinda madde madde programlastirilmis metinler sunabilecek kadar ileri gidiyorsa, filmi burada durdurmak gerekecektir; cunku, bir halk hakkindaki bilgiyi onlarla paylasmanin da otesinde, onun yerine kendisini ikame ederek, kendi gelecegi hakkindaki karar alma iradesini teslim almaktadir. Bu dusunsel cercevede Dersim tarihyaziciligi da degerlendirilebilir; cunku, burada da hala baskalarinin bilgisine kapalilik ya da bir tepki sozkonusudur.

 

Baglamindan ya da oznesinden koparilamayan bilgi, Kürt siyasetinde tehlikeli yaklasimlara konu olmustur. Oyle ki, gerilla savasina iliskin elestirel bir bilgi derhal reddedilerek, ‘dogrusunu biliyorsan sen daga cik!’ gibi tepkisel yanitlar verilmekte ve boylece, dogrularin karsisina dagin siyasal agirligi cikarilmaktadir. Burada, gerillalar ya da gerilla savasi hakkindaki bilgi, ancak gerilla tarafindan uretilebilir diye dusunulmektedir; bu ise, son tahlilde ‘en dogrusunu gerilla bilir’e donusmektedir. Ayni sekilde PKK ve Öcalan hakkindaki elestirilerin karsisina da, partinin ve baba olarak liderin agir imgeleri cikarilmaktadir. Oysa, bilgi uretme surecleri baglaminda bir etkinligin icinde olmakla disinda olmak, birbirlerine karsit degil, birbirlerini tamamlayan konumlardir. Siyasal bilgi acidan bu tur ic ve dis bakislarin butunlugu son derece hayati bir onem tasimaktadir. Dolayisiyla, ne tekmerkezcilik ne de ikamecilik; bunun yerine diyalogcu yaklasim esas alinmalidir. Tam da bunun aksine, eger devrimci bir parti kendisini sinifin ya da ulusun yerine ikame ederse, burada diyalogcu bir ozgurlesme pedagojisinden sozetmek mumkun olmayacaktir. Bu bakimdan, Öcalan ve PKK’nin kendilerini ulusun yerine ikame ederek, Kürtlerin ve Kürdistan’in gelecegi hakkindaki iradeyi teslim aldiklari aciktir. Sonucta, Orwell’in 1984 adli romaninda gosterdigi gibi, ‘tarih durma noktasinda; hep partinin hakli oldugu sonsuz bir simdiki zamani yasiyoruz’ (Assmann 2001: 75). Eliade ayni tespiti tanrilarinin ilk eylemini tekrarlayan ‘ilkeller’ hakkinda yapmistir:

 

“Ilkel insan, tipki bir mistik ya da genelde dinsel insan gibi kesintisiz bir simdiki zaman icinde yasar. (Ve, bu anlamda dindar insanin bir ‘ilkel’ oldugu soylenebilir; baska bir insanin jestlerini tekrarlar ve bu tekrarlama araciligiyla daima zamandisi bir simdiki zaman icinde yasar.”

(Eliade 1994: 89)

 

COKLU ETKENLER BAGLAMINDA BIR TRAJEDI

 

Öcalan ve PKK’nin yarattigi tarikatlara ozgu zihniyet, ne yazik ki buna zaten acik olan Kürt halkina onemli olcude zerkedilmistir. Bu zihniyet, bir ‘kara delik gibi’ icine atilan tum dogrulari yutan bir ozellige sahiptir. Bilimin dogrulama prensibinin de, Popper’in bir yerde yabana atilamayacak yanlislama prensibinin de notrlestirildigi bu zihniyette, ne hikmetse hicbir sey Öcalan’i yanlislayamamaktadir! Tek irade, tek dogru, tek gerceklik, tek yargilayici buyuk şef, yani Öcalan’dir. Kur’an’da gectigi gibi, butun dogrular Ona (yani, Allah’a), butun kusurlar ise Kürtlere (yani, kullara) aittir (20). Bu denklemi besleyen sayisiz mitos yaratilmis ve hala yaratilmaktadir. Sozgelimi, bir donem Öcalan’in ciddi ciddi ‘6000 cozumlemesi’ oldugundan bile sozedildi ki, burada Kuran ayetleri hakkindaki sayi mistisizminin referans alindigi aciktir; ayetlerin yerini ‘cozumleme’ler aliyor. Sonuc; Öcalan tanrinin cisimlesmis bicimi olarak karsimiza cikmakta ve tum karizmatik otoritesiyle Kürdistanlilarin kendi geleceklerini belirlemelerinin ve ozellikle de bagimsizlik umutlarinin karsisinda durmaktadir.

Bu karizmatik otorite, artik bir muritler toplulugu haline gelmis bir grubun ya da toplumun, bir kisinin kutsal biri ya da bir kahraman olarak ornek alinacak kisi olduguna inanarak, onun yaptiklarina olagandisi bicimde kendilerini adayislarina dayalidir. Bu nedenle, bir kez daha vurgularsam, kavramin gundelik hayattaki populerlestirilmis anlaminin aksine, karizma herhangi bir politik liderin sahip oldugu gucten cok, toplulugun liderin ustunlugu ve kahramanligina olan inanma gucuyle ilgilidir (Sennett 1992: 27-8; Wilson 1975: 14). Sozlu kulturun sinirlarini hala ciddi bicimde asamamis köylü zihniyeti dikkate alindiginda, bunu ‘baba’nin karizmasi olarak etiketlendirmek pekala mumkundur. Bu baglamda, ornegimize donersek; gerek mitik, gerekse gercek Öcalan’in bir ‘baba’ olarak insasi, Onun diger vatan tasarimlari gibi ‘gender’li bir kavram olarak Kürdistan’in uzerinde her turlu tasarrufunu da olanakli kilmistir. Boylece, Kürtler pekcok kez ‘ananin namusu’ (vatan) ile kendi bireysel gururlariyla ozdeslestirdikleri ‘babanin serefi’ (lider) arasinda bir tercihe zorlanmislardir (21).

Karizmatik liderligin buyuk ya da yuzyuze iliskilerin hukum surdugu kucuk capli sozlu topluluklarla olan iliskisi irdelenmeye deger bir konudur (bkz. Wilson 1975). Bir an icin varsayalim ki, karizmatik liderler daha cok bu toplumlarda gorulen ya da yalnizca onlara ozgu bir liderlik tipolojisidir. Yine de bu durum, Öcalan’in Kuzey Kürdistan’da bir ‘kader’ haline gelisinde biricik oge olarak degerlendirilemez. Verili kosullar butunuyle yadsinamayacagina gore, kuskusuz etkili olmustur; ama, burada daha da onemlisi, sozkonusu kosullari degistirmek yerine icsellestiren ve kotuye kullanan orgutlu bir siyasal iradenin varligidir. Dolayisiyla, coklu etkenler baglaminda dikkate alindiginda bile, self-determinasyonu katleden ya da imkansizlastiran sozlu kulturlere ozgu zihniyet degildir. Hele ki, yazinin kendisi tek basina bilincin yapilanmasinda sihirli bir degnek degilken ve de yeryuzunde bagimsizliklarina kavusmus sozlu karakteristigi agir basan baska uluslar varken…

 

Buna ragmen, arastirmada yazililik-sozellik ya da okuryazar olup olmama gibi olcutlerin uzerinde durulmasini gerektiren bazi nedenler var. Bunlarin basinda, halkin kendi anadiliyle okuryazar olmasinin ve okuryazarligin gelismesinin, yukaridaki olumsuz tabloda bir etken olarak degerlendirilen sozkonusu durumun (sozlu zihniyet) hic degilse bugunkune oranla daha az etkili olabilecegi yeralmaktadir; cunku, bu olcekteki ‘ulusal zihniyet’ self-determinasyonun daha farkli sekillenmesine vesile olabilir.

Bir baska neden ise, toplumsal meselelerin anlasilmasinda her zaman sosyo-politik analizin yeterli olmayacagi, kulturel analizin de gerekli olabilecegidir. Bu baglamda, Kuzey Kürdistanli Kürtlerin ulusal iradesinin Öcalan ve muritleri tarafindan isgal edilmis olmasinin, dahasi Kürtlerin dusunme sureclerinin mistik bir bataga saplanmasinin tek basina toplumsal analizle (ezen-ezilen sinif ya da ulus; somurgeci-somurge insani) anlasilamayacagidir; burada sozlu-yazili kultur ayrimi uzerinden yapilmaya calisilan kulturel analiz, basta Paulo Freire olmak uzere, Franz Fanon ve Albert Memmi’nin toplumsal analizleriyle iceriklendirilmistir. Kaldi ki, Freire okuryazar topluluklarin okuryazar olmayan topluluklara gore ezenlere karsi direnclerinin daha sıkı olacagi kanisindadir (Harris 1989: 334-5) (22). Fakat, kusku yok ki, kesin bir bicimde farkli olarak; cunku, baskalarinin da vurguladigi gibi, Freire’ye gore okuryazarlik, basitce ve sadece okuma yazmayi becerebilmeye esitlenmis bir teknik kabiliyetin kazanilmasi degildir; aksine, toplumun duragan, degismez olmadiginin anlasilmasina yarayabilen araclardan biridir (bkz. Bee 1980: 39-56). O okuryazar olmayanlarin pekcok kez goruldugu uzere, ‘sozcuklere susamis’ ya da ‘harflere ac’ insanlar olarak nitelenmesine karsi cikmaktadir. Freire’ye gore, bu tur nitelemeler bu insanlari ogrenmenin pasif varliklari olarak yiyecek ya da su kablari gibi doldurulmasi gereken nesnelere donusturmektedir. Aksine O, ‘analfabet’ insanlarin alfabeyi ogrenme sureclerinin, temel yapiti olan Ezilenlerin Pedagojisi’nde betimledigi diyalogcu kulturel devrim temeli uzerinde insa edilmesi gerektigini dusunur (bkz. Freire 1970: 207-8, 212).

Bununla birlikte, sozlu-yazili kultur/bilinc ayriminda dikkat edilmesi gereken onemli noktalar var. Bunlardan biri, sozlu kulturden yazili kulture geciste -diger etkenler sakli kalmak kaydiyla- bilincin yapisinin yazili kulturun duzeyi ve onunla kurulan iliski olcusunde degisebilmesidir; yani, bu donusum sihirli ya da mucizevi degildir. Oyle ki, sozlu mentalitenin dusunme surecleri kendisini metinsel olarak bile surdurebilir ve nitekim oyle de olmustur. Bu nedenle yazi, bilinci belli olculerde degistirebilen faktorlerden yalnizca biri sayilabilir (23). Yaziyla iliskinin (okuryazarligin) surekliligi, iliskinin icerigi ve kulturel kosullari elbette onemlidir. Eger cevre, Kürtlerde oldugu gibi hala baskin olarak sozlu kulturun kodlarini tasiyorsa, yazinin ve okuryazarligin toplumsal bilincteki etkisi istenilen duzeyde gerceklesmeyebilir. Oyle ki, yapilan arastirmalar da bu bulguya isaret etmektedir. Sozgelimi, Sylvia Scribner ile Michael Cole, Alexander R. Luria’nin Orta Asya’daki arastirmasina ozenerek, Liberya’nin Vai kabilesi (tribe) hakkinda benzer bir arastirma yapmislardir. Sonuc carpicidir: Okuryazarlik bu toplumda daha cok sepet ormek ya da comlek yapmak gibi bir maharet sayilmis, dolayisiyla, Scribner ve Cole’un belirttikleri gibi dusunme biciminde niteliksel donusumler yaratamamistir; cunku, o burada geleneksel matrise kolayca adapte edilebilmistir; tipki yazinin muska gibi dinsel uygulamalara konu olusu gibi (24). Belirtildigine gore, bu donusumu ancak okullar saglayabilmistir (Eklof 1986: 7-8).

Kuskusuz, toplumlarin kendi ozgullukleri baglaminda, yazinin, okuryazarligin ve okulun toplumsal ya da bireysel bilinc uzerindeki etki dereceleri farkli olabilir. Ayrica, yazi ve okul pozitif yanlariyla birlikte kimi tehlikelere zemin hazirlamaktadir. Yazinin hic degilse bellegi tembellestirdigi, agaclarin toplu kiyimlarina yolactigi ya da burokrasiyi guclendirdigi bilinmektedir (25). Dahasi, siyasal iktidarlarin sozlu kulturun olanaklarini kotuye kullanmasinda oldugu gibi, yazili kulturlerde de iktidarlarin sansur, yoketme, tahrif etme gibi negatif uygulayimlarina vesile olmakta ve cogunlukla egemen sinifin bir silahina donusmektedir. Okullarin sistemin ideolojik aygitlari arasinda nitelendirilisi bu baglamda degerlendirilebilir. Burada, sozlu ve yazili zihniyeti bir teraziye koyup tartma amacindan uzak olarak, yine de sunu hatirlatmak isterim; yazinin insanin bireylesme surecine belli olculerde katkida bulundugu arastirmacilarca vurgulanmaktadir (bkz. Ong 1995: 71-2; Booth 1978: 85) (26). Destanlarin genellikle topluluklari, romanlarin ise bireyi anlatiyor olmasinin arkasinda boyle bir neden olmalidir. François Furet ve Jacques Ozouf, Fransa’da okuryazarligin tarihi uzerine yazarlarken, henuz yayginlasmamis (restricted) okuryazarligin geleneksel yapilar uzerinde cok az etkide bulunmasina ragmen, okuryazarligin yayginlasmasiyla birlikte topluluktan ‘birey’in cikisinin goruldugu sonucunu cikarmislardir (Eklof 1986: 7). Sanders bunun dilbilimsel gecmisine dikkat cekmektedir. Buna gore;

 

“Ingiltere’de artan okuryazarlik, self sozcugune bagimsiz bir yasam kazandirma zorunlulugunu ortaya cikardi. 1300 yilinda, self, ‘my own self’ (‘kendi kendim’), ‘your dear self’ (‘kendi kendiniz’) ya da ‘our two self’ (‘ikimiz kendimiz’) deyislerinde kullanilan bir isim haline geldiginde, okuryazarlik kilisenin sinirlarini asmis ve toplumun farkli katmanlarina yayilmisti.”

(Sanders 1999: 37)

 

Yazi ve okuryazarlik, insanin kendi dusunceleriyle daha ‘somut’ ve sistemli olarak diyaloga girmesine olanak tanimaktadir. Kisinin yazi araciligiyla dissallastirdigi ve gorsellestirdigi dusunceleri uzerinde yeniden dusunme sansi vardir. Insanlar yazinin bu diyalogcu yaniyla bireysel iliskilerini sureklilestirdiklerinde (okuryazarligin surekliligi), gorece ‘acik bir zihniyet’e sahip olabileceklerdir (27). Yazi ayni olcude kulturlesip okuma yazma yayginlastiginda, Levi-Strauss’un butun sozlu kulturlere ozgu gordugu, ancak Goody’nin gosterdigi gibi yalnizca baglamsal olan ‘ikili karsitliklar’ dusuncesini de gevseterek, zamanla farkli dusunme seceneklerinin oldugunu gosterebilecektir. O halde, insanin okuyup yazmayla olan iliskisi siyasal sonuclari da olan bir etkinliktir. Fakat, sonucta Harris’in eski Elen uygarligi baglaminda isaret ettigi gibi, o kelimenin degisik anlamlariyla demokrasi icin de isleyebilir, ona karsi da (Harris 1991: 10) (28).

Sozlu zihniyette oldugu gibi, yazi da iktidarin elinde ezilenlere karsi kullanabildigi bir silaha donusmustur. Yasalari bir yana birakirsak, sozgelimi tarihyaziciligina olanak tanimakla birlikte, tarihin farkli amaclarla yazilmasina araci olmaktadir. Zira, tarih cok degisik amaclarla yazilabilir; gecmisi yuceltmek, gecmisi korumak, hatta gecmisi unutmak icin bile…(Tekeli 1995: 10). Boyle oldugu icindir ki, yazi tek basina kurtarici bir Mesih olarak vaftiz edilemeyecegi gibi, salt okuryazarlik da siyaseti kurtaracak bir masal perisi olarak gorulemez.

Tartismayi bir baska eksen uzerinden yurutursek; sozgelimi, bilim de cogunlukla iktidarin emrindedir, ancak bu, bilimsel dusuncenin onemini ortadan kaldirmaz. Su ya da bu siyaset, bilim ve teknolojiden elbette yararlanacaktir. Dolayisiyla, yazi da bilim gibi baskici rejimlerin dayanaklari haline gelebilir/getirilebilir ki, Öcalan’in kisisel iktidari icin yalnizca sozlu zihniyetin elverisli yanlarindan yararlandigi soylenemez. Onemli olan, kisilerin ve toplumlarin bilimsel dusunce sistematigi gibi, metinsel dusunce sistematigiyle olan iliskilerini saglam ve dogru temellerde kurabilmesidir.

 

Yazi, Ong’un calismasina baslik olarak sectigi gibi ‘sozun teknolojilesmesi’ olarak gorulup, Goody’nin ifadesiyle ‘kulturel uretim araci’ olarak etiketlendirildiginde bile

-ki daha dar anlamda, entellektuel ya da dusunsel/bilissel uretim araci da denebilir-, onun tarihsel/toplumsal bakimdan degistirici etkisini teknolojik determinizme vardiracak duzeyde yorumlamamak gerekir. Aksi gecerli olsaydi, Öcalan’in hic okuma yazma bilmeyen kimi insanlarin bile reddettigi apacik carpitmalari karsisinda, Kürt entellektuellerinin buyuk bir cogunlugunun hala bu denli sessiz kalmalari anlasilmayacakti. Kisacasi, yazinin ve okuryazarligin etkisi, ne politika, din ya da daha genel olarak uretim bicimi baglaminda notralize edilmeli, ne de butun bu faktorlerin uzerinde bir yere konulmalidir. Yine de, Goody’nin de isaret ettigi gibi, iletisimsel eylemin arkasindaki sosyal yapi genellikle temel oneme sahiptir (Goody 2001: 63).

Okuryazarligin etki derecesi toplumla ya da bireyle olan iliskisi, bu iliskinin kosullari ve tarzi baglaminda degerlendirilmelidir. Toplumdaki yeri ne olursa olsun, bireylerde yarattigi bazi psiko-sosyal donusumleri yadsimamak gerekir. Okuryazarligin ezilen uluslar icin onemi ise suradadir ki, o ‘ulusal benlik’i kurabilme ve yasatabilmenin en onemli araclarindan biri durumundadir.

Uluslarin ortaya cikis surecleri ve bicimleri pekala ortak ve farkli kimi ozellikler tasir. Bu nedenle, Benedict Anderson’un daha cok Avrupa olcutlerinde matbaa ile ulusun ortaya cikisi arasinda kurdugu iliskiye benzer olarak, yazi ve okuryazarlik ile ulus arasinda birebir bag kurmamakla ve de genel olarak mevcut duzenin deger tasiyicilari ve birer isletmeleri olarak okullarin varligini icime sindirememekle birlikte, Kürtlerin ve Kürdistanli diger halklarin kendi dillerini ivedilikle okullar duzeyinde kurumsallastirmalarinda ve anadilleriyle okuryazarligi gelistirmelerinde, kulturlestirmelerinde hayati bir onem vardir (29); cunku, hic degilse yaziyla standardize olacak Zazaca, Kurmancca ve Soranca uzerinden yapilan egitim araciligiyla ulusal kimlik pekcok acidan kanonize edilerek, belli kirilgan ya da esnek noktalari somurgecilere ve onlara oykunenlere gorece kapatilabilecektir; en basinda da Kürt dusunce dunyasi somurgeci entellektuellerin, siyah gorunumlu beyaz Turk Marksistlerin isgal sahasi olmaktan kurtarilarak, Kürtleri koyu karanlik kuyulara dusmekten alikoyabilecektir.

 

SONUC

 

Bu makale toplumsal ve kulturel analiz baglaminda, total bir cozumden ziyade Kürt siyasetindeki sorunlarin ana hatlarini saptamak amaciyla yazildi. Sorunlarin gerek sosyo-politik (sosyolojik, ‘siyasetbilimsel’ vs), gerekse kulturel kaynaklari (antropolojik) anlasilmaya calisilirken, bazen dolayli, bazen dogrudan cozume iliskin onerilerde bulunuldu. Kürtlerin hala onemli olcude sozlu kultur karakteristigini tasiyan mentaliteleri, somurgeciler ile PKK ve Öcalan’in birbirini aratmayan uygulamalari sonucu nasil koturum bir hale getirildigi, ulusal iradenin kurumsallasmasi surekli engellenerek nasil lidere bagimlilastirildigi, boylece temel bir sorun olarak tanimlanan ‘ulusal mentalite’ ile self-determinasyon arasindaki trajik iliskinin hangi duzeylerde ve nasil gerceklestigi kismen aciklanmis oldu.

Tam da burada, arastirmanin kavramsal icerigine donerasm; neden burada tarihsel bir ayrim yerine, antropolojik olani esas aldigim sorulabilir. Bunun yalnizca bir zorunluluktan kaynaklanmadigini belirtmek isterim; cunku, sozlu zihniyet yerine, sozgelimi ‘feodal’ zihniyet gibi tarihsel bir kavramlastirmayi esas almis olsaydim; bu, bir yandan ‘feodalite’ oncesini kapsamayacagindan, paradoksal da olsa tarihsel acidan yetersiz kalacakti, ote yandan ise gercekligi yeterince yansitmayacakti (30). Tarihsel olmayan bir baska ayrim olan gelenekselmodern akil gibi bir ayrim ise, yine yeteri kadar belirgin ve aciklayici olamayacakti. Somurge akli ise, bir yere kadar yararli olabilirdi ki, arastirmada aciklayiciligi olcusunde atifta bulunulmus, basvurulmustur. Bir baskasi, Rokeach’in acikkapali akil ayrimidir (bkz. Levinson 1968: 26); ancak, bu ayrim daha cok tarikatlar gibi disa kapali olan kucuk topluluklar icin gecerli olmalidir. Eger sozkonusu olan yalnizca PKK olsa, dogmatizmle bulusan ‘kapali akil’ buyuk olcude dikkate alinabilir. Fakat, sozkonusu olan yalnizca PKK degil, Kürtlerin onemli bir bolumudur. Dolayisiyla, kismen gecerliligi olsa da, bu kavramlastirma temel referansimiz olmadi. Yine toplulukcubireyci zihniyet seklindeki ayrim, hic degilse buradaki sorunun analizi icin cok elverisli bir kavramlastirma degildir. Arastirmada bazi yonleriyle köylülük kategorisi ya da köylü zihniyeti dikkate alindi; cunku, köylülerin genel olarak gorme, okuma, anlama ve dusunme bicimleri farkli oldugundan, siyaset yapma bicimleri de farklidir. Fakat bu tasvir, cogunlukla kentmerkezli olculerle asiri bir bicimde negatiflestirilmis ve köylüler neredeyse modern dunyanin barbarlari ya da ‘ilkeller’i olarak portrelendirilmislerdir. Belki de bu nedenle, Köylüler adli yapitinda Eric Wolf, köylünün ‘ilkel’le ayirtedilmesi gerektigini vurgulamaktadir. Bu hassasiyet, köylü mentalitesinin siyasal dunyadaki olumsuz yansimalarini yadsimayi gerektirmez. Kürt siyasetinde de köylülügün olumsuz yansimalari olmustur; ancak, yukaridaki diger ayrimlar gibi, köylü-kentli mentalitesi ayrimi da tek basina sorunu anlamaya yetmemektedir. Sonucta, genel bir Kürt zihniyetinden sozedilecekse, farkli duzeylerden beslenen asgari ortak dusunce bicimine bakmak gerekir. Köylülük, Kürtlük icinde baskin bir kategori oldugundan, elbette onun bu genel zihniyet icinde payi olacaktir.

Hernekadar arastirmada antropolojik bir olcutten (sozlu kultur) hareket edildiyse de, yazinin, okullarin ve okuryazarligin sorunu cozecek tek ve temel faktor olmadiklari uzerinde de duruldu (31); zira, son bir kez vurgularsam, sozlu zihniyette oldugu gibi, okuryazarligin da toplumsal/kulturel yanı kadar siyasetle olan iliskisi ve bu iliskinin icerigi onemlidir. Boyle olmakla birlikte, kisisel kanaatim okuryazarligin yayginligi olcusunde bazi degisikliklere yolacabilecegi ve siyasette yansimalarinin olacagidir. Bu ise bir gercege, Turk somurgeciliginin kışla ile okul arasinda sıkıştırdığı bir halkin, ozgurlesme programini esas alan ve onu halkla birlikte diyalogla uygulamaya calisan orgutluluge (okul ve parti) ihtiyaci olduguna isaret ediyor.

 

(*) Bu çalışma 2002’de yayımlanan ‘Halklar Hapishanesi Anadolu. Kürtlerde Anadolu merkezci Yabancılaşma’ adli çalışmamın daha geniş taslağının bir bölümünün (‘Kürt Siyasal Akli Üzerine’) yeniden yazımına dayanıyor. İki arkadaşımın farklı zamanlarda dikkat çektiği temel bir sorun -ki değerlendirmelerini aldığım diğer arkadaşlarla birlikte kendilerine müteşekkirim-, o dönem metnin yayımını ertelememe vesile oldu. Yeni okumalarla üzerinde kısa bir zaman çalışarak tekrar gözden geçirdim. Konuyla ilgili araştırmaları teşvik edeceğini umuyorum. Fakat, her seyden önce Kürt siyaseti üzerinde yapabileceği herhangi pozitif bir etki, bu taslağın ‘yasayan bir metin’ olarak önemini artıracaktır.

**Farklı siyasi dergilerde makaleleri yayımlanan yazarlar siyasal kültürümüze özgü bazı sorunlarla karsılaşmaktadırlar. Okuyucularca çoğunlukla siyasi taraf değiştirmekle algılanabilen bu durum söz konusu yazarlara yönelik olumsuz bakışlara, yakıştırmalara vesile olmaktadır. Çeşitli internet sitelerinde, devrimci, muhalif dergilerde makaleleri yayımlanan Gürdal Aksoy’un bu duruma ilişkin hassasiyetini dikkate alarak böyle bir dipnot düşmeyi zorunlu gördük. Aksoy’un burada yayımlanan makalesi daha önce www.rizgari.org’da yayımlanmıştı. Makalenin dergimizde yayımlanan hali, yazarı tarafından üzerinde bazı düzeltmeler yapıldıktan sonra bize iletilmiştir.

Dipnotlar

(13)Öcalan, bir yandan Guney Kürdistan’daki Kürt liderlerini ‘ilkel milliyetci’, ‘asiret lideri’, ‘feodal’ olarak nitelerken, ote yandan paradoksal olarak kendisi asiret agalariyla kimi ortak ozellikler tasimaktadir; PKK ust duzey komutanlarinin, merkez komite uyelerinin, yani yoldaslarinin ozelestiri denilen ve baslica amaci kendi otoritesini percinlemek olan ‘arinma rituelleri’, onlari bir aganin karsisinda tir tir titreyen topraksiz köylüleri cagristiriyor. ‘Arinma rituelleri’nin gerektiginde TV araciligiyla halkin ve tum dunyanin gozleri onunde yapilmis olmasi da ayni amaca yoneliktir. Bu baglamda, Van Bruinessen’in Kürdistan’da kaldigi yillardaki gozlemlerinden biri, yeteri kadar aciklayici olabilmektedir: ‘Birkac kez kaldigim aganin evinde, yeterince sık dua etmedigim icin bir kez azarlandim. Daha once ogretmenin sinifin onunde yaptigi gibi utandirildim. Tabii bunu kalabalik bir ortamda yapti, benim daha rahat konustugum yalniz oldugum ortamlarda konuyu acmadi. Cunku bu durumda yeterince etkili olamayacakti.’ (Van Bruinessen ty: 107).
(14) Öcalan’in, kaynagi kendi ic dunyasi mi, sozlu kultur mu ya da ikisinin bileskesi mi oldugunu saptayamadigim taklitci bir dusuncesi de sinirlarin artik kalktigi, onemsizlestigi yonundeki dusunsel carpitmasidir. Daha cok Avrupa burjuvazisi acisindan, belli olculerde de Avrupali emekciler acisindan sinirlarin gevsetilmis olmasi hemen taklit edilip, Kürdistan sorunu ayni olcege vurularak, Kürtlerin vatanlariyla olan bagi koparilmaya calisilmaktadir. ‘Sinir onemli degil, Avrupa bile sinirlari kaldiriyor,’ anlayisi, bugun bile bir kisim Kürdü tehlikeli bir bicimde etkilemistir. Zaten, vatan konusunda ‘muhafazakar’ olmayan halk, Bati’dan esen liberalizme de acik hale getirilerek, koklerini barindiran cografyayi yine efendilerine peskes cekmeye davet edilmektedir.
(15) Plehanov’un ‘Tarihte Bireyin Rolu’ baslikli incelemesi, pop Marksist yorumlara konu olarak pekcok sosyalist liderin babalastirilmasinin ideolojik ya da teorik temellerinden biri olabilmistir. Oysa Plehanov’a gore, bireylerin kisisel ozelliklerinin topluma ya da tarihe yon verebilmesinin bir etken olarak olusumu ve yayginligi, toplumun orgutlenisi ve toplumsal guclerin iliskileri tarafindan belirlenmektedir. "Bireyin kisiligi, ancak toplumsal iliskiler izin verdigi zaman ve bu iliskiler izin verdigi olcude, toplumsal gelismenin bir ‘etken’i olur. (…) etkili bireyler, akil ve yeteneklerinin ozgun nitelikleri sayesinde, olaylarin tikel ozelliklerini ve belirli kismi sonuclarini degistirebilir, ama baska kuvvetler tarafindan belirlenen genel yonelimini degistiremezler." (Plehanov 1982: 35, 41).
(16) Öcalan, Imrali’dan PKK 7. Genel Kongresi’ne gonderdigi politik raporda ise, bu kez ‘savas cirkinliklerin yikilmasi, baris guzelliklerin yaratilmasidir,’ diyordu (bkz. Serxwebûn, Mart-2000, yil 19, sayi 219).
(17) Bazi antropologlar en eski toplumsal orgutlenmenin dualistik oldugu kanisindadirlar. Bu cogunlukla kozmik dualizmle icicedir. Sozgelimi, Molugues adalarindan biri olan Ambryna’da koy iki kisma ayrilmistir; ancak, bu bolunme yalniz sosyal bir bolunme degil, ayni zamanda kozmik bir bolunmedir; cunku, dunyanin butun olaylarini ve esyalari kusatmaktadir. Nitekim, sol, kadin, asagi, bati, genc, kiyi vs. saga, erkege, yukariya, doguya, yasliya ve daga muhaliftir (bkz. Eliade 1990: 172).
(18) Hasan Cemal, Kürtler adli kitabinda, Öcalan’la olan gorusmesinde, Onun kendisine ‘Istanbul’a dondugunde Yaşar Kemal’e soyle, gelsin benim romanimi yazsin! PKK’nin, Kürdistan’in romanini’ dedigini belirtiyor (Cemal 2003: 37).
(19) Yakin bir tarihte 45 yaslarindaki köylü bir Kürt kadiniyla yaptigim bir soyleside, okuryazar olmayan Kürt köylülerinin toplumsal ve siyasal afetleri mistik olarak anlamlandirip yorumlamaya olan egilimlerine iliskin bazi ipuclarini yakalamistim. Ornegin, anlattigina gore Herekol daginda bir ejderha olduguna ve Dr. Baran’in onu gordugune inanilmaktaymis.
(20) Paul White, Graham Lint’in Weberyen analizden hareketle urettigi psiko-sosyal lider tipolojisini esas almakta ve Öcalan’i ‘narsistik’ ya da ‘ilham verici’ (inspirational) lider tipine yerlestirmektedir (bkz. White 2000: 11-2, 210). Sosyal bilimciler bugune dek farkli lider tipolojileri gelistirmislerdir. Bir baska acidan demokratik-otoriter lider tipolojisinden sozedilmektedir. Hararetle ‘Demokratik Cumhuriyet’ tezini savunan Öcalan’in kendisi, ‘sosyalist bir monark’ olarak ne Cumhuriyetci, ne de demokrattir. O ancak otoriter lider kategorisine sigmaktadir; cunku, otoriter lider kendisi tek basina grubun siyasetini tayin eder; buyuk planlari o yapar; grubun etkinliklerindeki bir sonraki asamalari tumuyle bilen yalniz odur; grup uyelerinin etkinliklerine ve uyeler arasindaki davranis bicimlerine yalnizca o karar verir; o tek basina nihai temsilci, yargilayici, mukafatlandirici ve cezalandiricidir; buna bagli olarak, gruptaki herbir bireyin kaderi de onun ellerindedir (Krech-Crutchfield-Ballachey 1962: 434). Bir noktayi ozellikle vurgulamak gerekir ki, basta lider ve partisi olmak uzere pekcok etken sonucu, Kürt toplumunun da gittikce otoriteryan ozellikler edindigidir. Nitekim, otoriteryan karakterin temel ozelliklerinden biri, baba imajli, sert-otoriter nitelikli tarihi kisiler ile kendini ozdeslestirme egilimi iken, bir digeri ise, zayiflarin siddet yoluyla kaldirilmasi seklindeki anlayisa olan inanctir (bkz. Teber 1990: 46).
(21) Kitabinin sunusunda, ‘bireysel milliyetci gururlarinin aksine,’ diye yaziyor Jwaideh, ‘yakin zamana kadar kendilerinden daha buyuk ve daha iyi organize olan komsularina tabi bir rol oynamaya razi gorunmuslerdir.’
(22) Harris, ‘daha fazla yazi, daha fazla ozgurluk’ denilemeyecegini belirtmekle birlikte, Freire’nin dusuncesini felsefi olarak tartisilabilir bulmaktadir (Harris 1989: 334).
(23) "Eric Havelock’un ‘Yazinin ruhundan felsefenin dogusu’ adli eserinin tezi olarak son derece inandirici bicimde gosterdigi gibi, dusunce dunyasinin ‘disipline sokulmasi’ yazi sayesinde degil, yazinin harflerden olusan bir alfabeye baglanmasi sonucu gerceklesti." (Assmann 2001: 254). Ancak Assmann, diger bazi baglamlarda ise, alfabetik yazinin onemine inanan Havelock’a katilmamaktadir.
(24) Christine Allison, arastirmasi icin Behdinan bolgesinde yaptigi alan calismasi sirasinda, Kürdistan’in pekcok yerinde uygulandigi uzere, Kuran ayetlerinin kotuluge karsi bir tilsim olarak bazi kimselerce giysilerine ilistirildigine, yine Yezidiler arasinda seyhleri tarafindan yazilmis olan kimi buyusel simgelerden olusan muskalarin kullanildigina tanik olmustur (Allison 1996: 31, 45, dn, 4).
(25) Bu degisim pozitif yaniyla hatirlama yukunu hafifletisi olarak yorumlandiginda, zihnin yeni dusuncelere yonelmesini sagladigi gercegi yadsinmamis olur (bkz. Ong 1995: 58).
(26) Sozlu ve yazili kultur antropolojisinin onemli isimlerinden Jack Goody, bir calismasinda yazinin bireylesmeye (individuation) olan etkisinden sozeder ve onun bireycilikle (individualism) zorunlu olarak ayni olmadigina vurgu yapar (Goody 1986: 124).
(27) Aslinda Barthes’in yaziyi ‘kapali’ olarak nitelemis olmasi, kanimca bir tartismaya isarettir (bkz. Olson 1996: 148). Yapisalcilik bir yana, bu tartismanin standardize edilmis kural, davranis ya da kurumsallastirilmis inanc ve dusunce anlaminda kanon kavrami araciligiyla yurutulmesi yararli olabilir. Bu baglamda, sozkonusu ayrim (yazi-soz) degerlendirildiginde, sozlu kulturlerdeki dinlerin yazili kulturlerdekiler kadar kesin sinirlara hapsedilmedikleri, ornegin Afrika dinlerinin herhangi kesin bir sinirdan mahrum olarak genellikle eklektik olduklari soylenebilecektir. Sozlu topluluklarin teknolojik olarak daha yavas degistikleri biliniyorken, sozgelimi pre-kolonyal Afrika’da komsu gruplarin tarim sistemlerinin cok benzer olmasina ragmen, diger yandan buyusel rituellerinin hatiri sayilir olculerde cesitli olmasi, sozlu kulturlerdeki bu ‘acikligi’ gostermektedir. Oysa, yazili kulturlerde teknoloji siddetle degisirken, sozgelimi din daha az degismektedir; bu fark ise, kanonizasyon sorunu ile iliskilidir (Goody 1998: 5-9). Sozlu ve yazili kanonlarin otesinde bir adim daha ilerleyip, acik-kapali kanon ayrimina basvurabiliriz. Kanonlar butunuyle acik olmasalar da, kapali kanon aciklamaya cok fazla gereksinim duymadigindan ozgurlugu sinirlar ve daima bir iktidar etkinligi olarak karsimiza cikar. O acik kanonlara gore daha kesin olup, cok az esnektir. Esneklikten mahrumiyet ise, otorite tarafindan aciklanarak telafi edilmeye calisilir (bkz. Ter Borg 1998; ayrica, Assmann 2001: 95-129). Barthes’a donersek; yazi bu aciklamalar cercevesinde mutlak olarak kapali degildir; o acik kanonlara da, kapali kanonlara da vesile olabilir. Bundan oturu, yazili ve sozlu kulturlerin mutlak bir bicimde acik-kapali akil kavramlastirmasiyla iliskilendirilmesi, gercekligi yeterince ifade etmeyecektir.
(28) Antik Elen ve Roma dunyasinda yazinin siyasal islevine deginirken, ‘fakat,’ diyor Harris, ‘okuryazarlik (literacy) ve demokrasi arasinda bir bag vardi.’ (Harris 1991: 63).
(29) ‘Okulsuz Toplum’ (Deschooling Society) adli bilinen yapitindaki radikal onerisiyle toplumun okulsuzlastirilmasini savunan Ivan Illich, kendilerini devrimci olarak nitelendiren bazi kimselerin de okulun kurbanlari oldugunu belirtir; cunku onlar, Illich’e gore ozgurlesmeyi bile kurumsal bir surecin uretimi olarak gormektedirler (Illich 1976: 52). Politik-kulturel devrim ayrimini dondurarak, kulturel devrimi savunan dusunur, Kuba’nin bu problematikten bagimsiz olmadigini belirtip, Fidel Castro’yu da okulcu/akademik piramitci egitim politikasi ve okullarda ogrencilere ogretilen ‘Fidelismo’ nedeniyle elestirmektedir. Illich, politik devrimcilerin ulusal okul pramidini yaratan egitim politikalariyla yalnizca uluslararasi sinif yapisinin ve burokratik kast sisteminin modernize edilmesine katkida bulunduklarini savunur (Illich 1973: 6; Illich 1972: 44-6). Politik ve kulturel devrim seklinde bir ayrim yapip, bunlardan birini gecici ya da nihai olarak rafa kaldiran anlayis ve tutuma katildigimi soyleyemem. Bir baska ifadeyle, kulturel devrim olarak politik devrimi ve politik devrim olarak kulturel devrimi icice goruyorum. Sorunu Kürtler baglaminda degerlendirdigimde ise, mevcut dunyevi burokrasi ilk elden yokedilemeyecegine gore, somurgecilerin asimilasyoncu okullari yerine, Kürtlerin kendi okullarini kurmalari yadirganamayacaktir. Burada, kendimce bir kayit dusmek istiyorum; kurulacak sozkonusu okullar, hic degilse farkli bir egitim iliskisini, ozgurlesmeci, diyalogcu bir egitim iliskisini esas almalidir; yoksa, somurgecilerin taklit edilecek egitim sistemini degil; cunku, aslolan toplumsal ve siyasal iliski bicimlerini degistirebilmektir. Bu konuda umutlu olmasam bile, gerek Freire’nin yapitlarinin Zazaca, Kurmancca ve Soranca’ya cevrilmesi, gerekse fon olusturularak ya da bunun icin cesitli uluslararasi kuruluslara muracaat edilerek, lokal de olsa Onun egitim modelini esas alan uygulamalara baslanmasi ve yayginlastirilmasi dilegimdir. Kürdistan bu konuda henuz bakirdir. Bu dipnotu bir baska endiseye ragmen yazdigimi da belirtmeliyim. Zira, bakarsiniz Öcalan bu kez de ‘Illich gibi bir dusunur dahi toplumun okulsuzlastirilmasini savunurken, Kürtler neden okul kursun ki?’ ya da ‘Turklerin okullari var da ne oldu?’ diyerek, dedirtilerek, Kürtlerin egitimdeki orgutlenme idealleri oldurulebilir.
(30) Boyle bir ayrim yapilabilir mi, mumkun. Hatta, bir anlamda ve daha dar bir baglamda ‘feodal bilgi’-‘kapitalist bilgi’ ayrimi da. Bu ayrim, her iki toplum biciminin ekonomik isleyisiyle olan benzerlikleri uzerinden kavramlastirilmistir. Soyle ki; bilgi burada sermayenin somutluk-soyutluk derecesiyle olculmustur. O, ‘feodal toplum’da yastik altina saklanan altinlar gibi somut, ama gorece duragan iken, kapitalist toplumda ise, senetler, bonolar, borsa islem belgeleri gibi daha yuksek bir soyutlama duzeyi icermekte ve gorece daha effektif olabilmektedir. Bilginin niceliksel ile niteliksel birikimi de bu ayrimda dikkate alinmistir (Belge 1986: 314-5). Yine de sozgelimi ‘feodal bilgi turu’ olarak gorulen bilginin, yalnizca feodal donemlere ozgu olmadigi bilindiginden, bu ayrim dipnotun baslangicinda soyledigim gibi, belki cok dar bir baglamda dikkate alinabilir. Son bir nokta; metin boyunca feodaliteyi tirnak icine almam, onu dar anlamda asiret agasi ile asiret mensubu arasindaki iliskiyi, bazen de ondan da genis sosyal iliskiyi kapsamak uzere kullanmamdan oturudur.
(31) ‘Ilk kursun’, PKK baglaminda idealize edilip tek nedenli analizlere zemin hazirlayan boyle bir tez olmustur. Bu nedenle, gec de olsa bir yanlisliga deginmek sart. Birincisi, Kemal Burkay’in da vurguladigi gibi, bu teori Kürdistan kosullarina tam olarak uymamaktadir. Zira, PKK oncesinde de Kürtler Turk devleti ve Osmanliyla silahli olarak mucadele etmislerdir. Uzun bir sessizlik doneminden sonra, PKK’nin ‘ilk kursunu’ sıkması hic kuskusuz buyuk bir onem tasimakla birlikte, somurge kisiligini hemen oldurdugu ya da yok ettigi soylenemez. Belli baglamlarda onemli bir degisim elbette ki olmustur; ancak, somurge insaninin tutumunda cok fazla bir degisim gozlenmemektedir. Herseyden once, PKK eski genel sekreteri Öcalan ile PKK uyeleri; Öcalan ile Kürtler ve PKK ile Kürtler arasindaki iliskiler somurge insaninin psikolojik ve davranissal kodlarini buyuk olcude korudugu gibi, pekcok yaniyla daha ileri boyutlarda kulturlesmistir. Bunun da otesinde, topluluklarin psikolojisi, dusunme ve davranis bicimleri pekcok faktorun bir bileskesi olarak o denli karmasiktir ki, onun degisimi tek bir faktor baglaminda, hele ki idealize edilmis bicimiyle ele alinamaz.

Bibliyografya

Aksoy, Gürdal (2002) Halklar Hapishanesi Anadolu. Kürtlerde Anadolumerkezci Yabancilasma, Istanbul: Komal
Aksoy, G. (2000) ‘Stalin Ekenler ya da Gorbacev Bicenler’, Sterka Rizgari, Eylul-Ekim/Ilon-Ciriya 2000 Pesin, yil/sal 6, sayi/hejmar 19
Aksoy, G. (1996) Insan, Kultur ve Uygarlik, Istanbul: Avesta
Aksoy, G. (1994a) ‘Ezilenler Icinde Ezilenler’, Ozgur Bilim, sy. 3, Subat 1994
Aksoy, G. (1994) ‘Cocuklara Ovgu’, Ozgur Ulke, 15/11/1994 (Makalenin asil basligi ‘Cocukluga Ovgu’ idi)
Allison, Christine (1996) ‘Old and New Oral Traditions in Badinan’, in Kurdish Culture and Identity, ed. by Philip Kreyenbroek and C. Allison, London and New Jersey: Zed Books Ltd.
Altan, Cetin (2001) ‘Atip Tutmak Uzerine’, Sabah, 27/8/2001 (bu yazi 40 once Milliyet’te yayimlanmistir)
Anter, Musa (1996) Ulke ve Gundem Yazilari, Istanbul: Avesta yayinlari
Assmann, Jan (2001) Kulturel Bellek. Eski Yuksek Kulturlerde Yazi, Hatirlama ve Politik Kimlik, cev. Ayse Tekin, Istanbul: Ayrinti
Banfiled, Edward (1958) The Moral Basis of a Backward Society, with the assistance of Laura Fasano Banfiled, Illinois: The Free Press
Barth, Fredrik (2001) Kürdistan’da Toplumsal Orgutlenmenin Ilkeleri, cev. Serap Ruken Sengul-Hisyar Ozsoy, Istanbul: Avesta
Barthes, Roland (1987) ‘Gunumuzde Soylen’, cev. Ragip Ege, in Yazi Nedir? , yayina hazirlayan Enis Batur, Istanbul: Hil yayin
Bay, M. (2000) The White Image in the Black Mind. African-American Ideas about White People 1830-1925, New York: Oxford Univ. Press
Beck, Lois (1983) ‘Revolutionary Iran and its Tribal People’, in Sociology of ‘Developing Societies’. The Middle East, ed. by Talal Asad-Roger Owen, Hong Kong: Macmillan Press
Bee, Barbara (1980) ‘The Politics of Literacy’, in Literacy and Revolution. The Pedagogy of Paulo Freire, ed. by Robert Mackie, Bristol: Pluto Press
Belge, Murat (1986) Tarihten Guncellige, 2. bs, Istanbul: Alan yayincilik
Beşikçi, İsmail (1992a) Dogu Anadolu’nun Duzeni. Sosyo-Ekonomik ve Etnik Temeller, Ankara: Yurt Kitap-Yayin
Beşikçi, İ. (1992) Dogu Mitinglerinin Analizi (1967), Istanbul: Yurt-Kitap-Yayin
Boas, Franz (1931) The Mind of Primitive Man, New York: The Macmillan Company
Booth, Newell S. (1978) ‘Tradition and Community in African Religion’, Journal of Religion in Africa, Vol. IX, fsc. 2, Leiden: Brill
Ter Borg, M. B. (1998) ‘Canon and Social Control’, in Canonization and Decanonization Papers presented to the International Confrence of the Leiden Institute for the Study of Religions (LISOR) held at Leiden 9-10 January 1997, ed. by A. van der Kooij-K. van der Toorn, Leiden: Brill
Bourguignon, Erika (1979) Psychological Anthropology. An Introduction to Human Nature and Cultural Differences, USA: Holt, Rinehart and Winston
Van Bruinessen, Martin (1992) Kürdistan Uzerine Yazilar, cev. N. Kirac-B. Peker-L. Keskiner-H. Turansal-S. Somuncuoglu-L. Kafadar, Istanbul: Iletisim yayinlari
Van Bruinessen, M. (ty) Aga, Seyh ve Devlet, cev. Remziye Arslan, Ankara: Ozge yayinlari
Burke, Peter (1994) Tarih ve Toplumsal Kuram, cev. Mete Tuncay, Istanbul: Tarih Vakfi Yurt yayinlari
Calder, J. (1977) Heroes. From Byron to Guevara, London: Hamish Hamilton
Cemal, Hasan (2003) Kürtler, Istanbul, 7. bs.: Dogan Kitap
Clement, Catherine (1996) Seytanin Orospusu, cev. Rifat Madenci, 2. bs, Istanbul: Telos yayincilik
Cohen, Anthony P. (1999) Toplulugun Simgesel Kurulusu, cev. Mehmet Kucuk, Istanbul: Dost kitabevi
Connerton, Paul (1999) Toplumlar Nasil Animsar?, cev. Alaeddin Senel, Istanbul: Ayrinti yayinevi
Çelik, Selahattin (2000) Agri Dagini Tasimak. Cagdas Kürt Halk Direnisi; Siyasi, Askeri, Ekonomik ve Toplumsal Sonuclari, Frankfurt: Zambon Verlag
Dike, K. O. – Ajayi, J. F. A. (1968) ‘Historiography; African Historiography", International Encyclopedia of the Social Sciences, Vol. 6, Ed. by David L. Sills, USA: The Macmillan Company and the Free Press
Dogan, Mazlum (1992) Toplu Yazilar, Istanbul: Melsa yayinlari
Eickelman, D. F. (1977) ‘Time in a Complex Society: A Moroccan Examples’, Ethnology, January 1977, Vol. XVI, No. 1, University of Pittsburgh
Eklof, B. (1986) Russian Peasant Schools. Officialdom, Village, Culture and Popular Pedagogy 1861-1914, Berkeley and Los Angeles: University of California Press
Eliade, Mircea (1994) Ebedi Donus Mitosu, cev. Umit Altug, Ankara: Imge kitabevi
Eliade, M. (1991) Kutsal ve Dindisi, cev. M. Ali Kilicbay, Ankara: Gece yayinlari
Eliade, M. (1990) Dinin Anlami ve Sosyal Fonksiyonu, cev. Mehmet Aydin, Ankara: TC. Kultur Bakanligi yayinlari
Fanon, Franz (1994) Yeryuzunun Lanetlileri, Jean Paul Sartre’in Onsozu’yle, cev. Sen Suer Kaya, Istanbul: Sosyalist yayinlar
Fay, Brian (2001) Cagdas Sosyal Bilimler Felsefesi. Cokkulturlu Bir Yaklasim, cev. Ismail Turkmen, Istanbul: Ayrinti
Freire, Paulo (1991) Ezilenlerin Pedagojisi, cev. Dilek Hattatoglu-Erol Ozbek, Istanbul: Ayrinti
Freire, P. (1970) ‘The Adult Literacy Process as Cultural Action for Freedom’, Harvard Educational Review, Vol. 40, No. 2, May 1970
Fromm, Erich (1985) Insandaki Yikiciligin Kokenleri, C. II, Istanbul: Payel yayinlari
Goody, Jack (2001) Yaban Aklin Evcillestirilmesi, cev. Koray Degirmenci, Ankara: Dost Kitabevi
Goody, J. (1998) ‘Canonization in Oral and Literate Cultures’, in Canonization and Decanonization Papers presented to the International Confrence of the Leiden Institute for the Study of Religions (LISOR) held at Leiden 9-10 January 1997, ed. by A. van der Kooij-K. van der Toorn, Leiden: Brill
Goody, J. (1986) The Logic of Writing and the Organization of Society, Cambridge: Cambridge Univ. Press
Gökalp, Ziya (1975) Kürt Asiretleri Uzerine Sosyolojik Tetkikler, Ankara: Komal yayinlari
Göregenli, Melek (1995) ‘Kulturumuz Acisindan Bireycilik-Toplulukculuk Egilimleri: Bir Baslangic Calismasi’, Turk Psikoloji Dergisi, C. 10, sy. 35, Aralik 1995
Gündoğan, Cemil (1994) ‘Kürt Tarih Yaziminin Metodolojik Sorunlari’, 1924 Beytussebap Isyani ve Seyh Sait Ayaklanmasina Etkileri, Istanbul: Komal
Hallpike, C. R. (1979) The Foundations of the Primitive Thought, Oxford: Clarendon Press
Harris, W. V. (1991) Ancient Literacy, USA: Harvard Univ. Press
Heller, Agnes (1984) Everyday Life, translated from the Hungarian by G. L. Campbell, London: Routledge & Kegan Paul
Hilton, Rodney H. (1974) ‘Peasant Society, Peasant Movements and Feudalism in Medieval Europe’, in Rural Protest: Peasant Movements and Social Change, edited by Henry A. Landsberger, Edinburg: Macmillan
Hoebel, E. A. (1958) Man in the Primitive World. An Introduction to Anthropology, New York: McGraw Hill Book Company, Inc.
Ilin, M. – Segal, E. (1991) Insan Nasil Insan Oldu, Rusca’dan cev. A. Zekerya, Istanbul: Say yayinlari
Illich, Ivan (1976) Descooling Society, Mancesther: Pelican Books
Illich, I. (1973) After Deschooling, What? , London: The Writers’ and Readers’ Publishing Cooperative
Illich, I. (1972) ‘De Noodzaak van een Kulturele Revolutie’, in Niet-Schoolse Permanente Educatie, de Ideeen en methoden van Paulo Freire en Ivan Illich, Symposium in de serie ‘Kerk en Ontwikkelingssamenwerking’ van de Hogeschool voor Theologie en Pastoraat, Heerlen, Winterasmester 1971/1972
Dr. Izoli (1992) Ferheng. Kurdi-Tirki/Tirki-Kurdi, Istanbul: Deng yayinlari
Jwaideh, Wadie (1999) Kürt Milliyetciliginin Tarihi. Kokenleri ve Gelisimi, cev. Ismail Cekem-Alper Duman, yay. haz. Nevzat Kirac, Istanbul: Iletisim yayinlari
Kabacali, Alpay (1991) Tarihimizde Kürtler ve Ayaklanmalari, Ilhan Selcuk’un onsozuyle, Istanbul: Cem yayinevi
Katsumi, F. (1989) ‘Peasant Culture and Consciousness in Togugawa Japan: The Life and Consciousness of Small Peasant Families’, Peasant Studies, Vol. 17, No. 1, Fall 1989
Krech, David – Crutchfield, Richard S. – Ballachey, Egerton L. (1962) Individual in Society. A Textbook of Social Psychology, USA: McGraw-Hill Book Company, Inc.
Kundera, Milan (1989) Roman Sanati, cev. Ismail Yerguz, Istanbul: Afa yayinlari
Kutlu, Muhtar (1985) ‘Dogu Anadolu Gocer Topluluklarinda Yapilacak Halkbilimi Arastirmalarinin Onemi ve Tunceli’de Savaklilar’, Dogu Anadolu’nun (Sosyal, Kulturel ve Iktisadi) Meseleleri Simpozyumu Tebligleri, 13-15 Mayis 1985, Ankara
Levinson, Daniel J. (1968) ‘Personality, Political: Conservatism and Radicalism’, IESS. Vol. 12
Memmi, Albert (1996) Somurgeci ve Somurgelestirilen Insan, Ankara: Oteki yayinevi
Naci, Fethi (1990) ‘Bir Evliya Yaratmak’, Yeni Dusun, Kis 1990
Niemi, Jeanne Knutson (1973) ‘Political Socialization’, in Handbook of Political Psychology, San Francisco: Jossey-Bass Publishers
Nikitin, Basil (1986) Kurtler. Sosyolojik ve Tarihi Inceleme, cev. H. D. ve A. S. , yy: Ozgurluk Yolu yayinlari
Olson, David R. (1996) ‘Literate Mentalities. Literacy. Consciousness of Language, And Modes of Thought’, in Modes of Thought. Explorations in Culture and Cognition, ed. by David R. Olson-Nancy Torrance, New York: Cambridge University Press
Oizerman, Theodor (1988) Felsefe Tarihinin Sorunlari, cev. Celal A. Kanat, Istanbul: Amac yayincilik
Ong, Walter J. (1995) Sozlu ve Yazili Kultur. Sozun Teknolojilesmesi, cev. Sema Postacioglu Banon, Istanbul: Metis yayinlari
Ortiz, Sutti (1971) ‘Reflections on the Concept of ‘Peasant Culture’ and ‘Peasant Cognitive Systems’ ", in Peasant and Peasant Societies, ed. by Theodor Shanin, London and Victoria: Penguin Books
Öcalan, Abdullah (2001a) ‘Halkla Hukukun Birlestigi Yerde Demokrasi Olur’, Serxwbun, Temmuz 2001
Öcalan, A. (2001) ‘Savas Cirkinliklerin Yikilmasi, Baris Guzelliklerin Yaratilmasidir’, Serxwebun, Mart 2000, sy. 219
Öcalan, A. (1999) ‘Devrim Guzellik Yaraticisi Bir Eylemdir’, Serxwebun, Mart 1999
Özer, Ahmet (1990) Dogu Anadolu’da Asiret Duzeni, Istanbul: Boyut yayinevi
Plehanov, G. V. (1982) Tarihte Bireyin Rolu, cev. Ibrahim Altinsay, Istanbul: Kaynak yayinlari
Sanders, Barry (1999) Okuzun A’si. Elektronik Cagda Yazili Kulturun Cokusu ve Siddetin Yukselisi, cev. Sehnaz Tahir, Istanbul: Ayrinti
Scribner, Sylvia (1988) ‘Thinking in action: some characteristics of practical thought’, in Practical Intelligence. Nature and Origins of Competence in the Everyday World, ed. by Robert J. Sternberg-Richard K. Wagner, Cambridge: Cambridge Univ. Press
Sennett, Richard (1992) Otorite, cev. Kamil Durand, Istanbul: Ayrinti
Sertel, Ayse Kudat (1979) ‘Peasant Political Cognition. A Methodology’, in Political Anthropology. The State of the Art, editors S. Lee Seaton-Henri J. M. Claessen, New York: Mouton Publishers
Shanin, Teodor (1971) ‘Peasantry as a Political Factor’, in Peasant and Peasant Societies, ed. by Theodor Shanin, London and Victoria: Penguin Books
Shayegan, Daryush (1993) Yarali Bilinc. Geleneksel Toplumlarda Kulturel Sizofreni, cev. Haldun Bayri, Istanbul, 2. bs : Metis
Teber, Serol (1990) Politik-Psikoloji Notlari, Istanbul: Ara yayincilik
Tekeli, Ilhan (1995) ‘Tarih Yaziminda Kuram ve Dilin Kullanimi Uzerine’, Toplumsal Tarih, Mayis 1995, sy. 17
Thomas, William I. (1937) Primitive Behaviour. An Introduction to the Social Sciences, New York: McGraw Hill Book Company, Inc.
Timur, Taner (1986) Osmanli Kimligi, Istanbul: Hill yayin
Toprak, B. (1990) " ‘Karanfil ve Pranga’ya ya da Dokunulmazliga Dokunmak", Yeni Dusun, Yaz 1990
Vansina, Jan (1969) Oral Tradition. A Study in Historical Methodology, translated by H. M. Wright, reprinted, London: Routledge and Kegan Paul
Volkan, Vamik D. (1993) Politik Psikoloji, Ankara: AU. Rektorlugu yayinlari
White, Paul (2000) Primitive Rebels or Revolutionary Modernizers? The Kurdish National Movement in Turkey, London and New York: Zed Books
Wilson, Bryan (1975) The Noble Savages, Berkeley and Los Angeles: University of California Press
Wolf, Eric (1971) ‘On Peasant Rebellions’, in Peasant and Peasant Societies, ed. by Theodor Shanin, London and Victoria: Penguin Books
Wolf, E. (1966) Peasants, New Jersey: Prentice-Hall, Inc.
Yildiz, Hasan (2000) Muhatapsiz Savas, Muhatapsiz Baris, Istanbul: Doz yayinlari
Yuval-Davis, Nira (2003) Cinsiyet ve Millet, cev. Aysin Bektas, Istanbul: Iletisim yayinlari
Zahar, Renat (1999) Somurgecilik ve Yabancilasma, cev. Bayram Doktor, Istanbul: Insan yayinlari
Zijderveld, Anton C. (1979) On Cliché’s. The Supersedure of Meaning by Function in Modernity, London: Routledge & Kegan Paul
Zorlu, Ilgaz (1998) Evet, Ben Selanikliyim. Turkiye Sebatayciligi, 4. bs, Istanbul: Belge yayinlari

 

Happy
Happy
0 %
Sad
Sad
0 %
Excited
Excited
0 %
Sleepy
Sleepy
0 %
Angry
Angry
0 %
Surprise
Surprise
0 %

News Reporter