0 0
Read Time:35 Minute, 44 Second

Lacandona Ormanından Altıncı Deklarasyon

Subcommandante Marcos

Pazartesi, Temmuz 04, 2005

Zapatista Ulusal Kurtuluş Ordusu-Meksika…
Bu, bizler gibi mütevazı ve basit insanlara, ama bizler gibi saygın ve asi insanlara basit sözümüzdür. Bu sözü yolumuzun ne olduğunu, şimdi nerede olduğumuzu, dünyayı ve ülkemizi nasıl gördüğümüzü açıklayabilmek, ne yapmayı ve bunu nasıl yapmayı düşündüğümüzü açıklamak ve başka insanları, adına Meksika denilen bu büyük yerde ve dünya denilen daha da büyük yerde birlikte yürümeye çağırmak için söylüyoruz.

Bunlar, tüm dürüst ve soylu yüreklere, Meksika’da ve dünyada neyi istediğimizi bildirmek üzere söylediğimiz basit sözler. Bu, bizim yalın sözümüz, çünkü fikrimiz, bizim gibi olanlara seslenmek ve yaşadıkları ve mücadele ettikleri her yerde onlarla buluşmak.

I-) BİZ NEYİZ?

Bizler, EZLN Zapatistalarıyız; bize “neo-Zapatistalar” dendiği de oluyor. Biz, EZLN Zapatistaları, bizi yalnızca aşağılayan, yağmalayan, hapseden ve öldüren güçlülerin getirdiği kötülüğün ne kadar yaygınlaştığını ve kimsenin bir şey söyleyip yapmadığını gördüğümüz için Ocak 1994’te silahlarımızla ayaklandık. Bu nedenle, onların bizleri aşağılamasına ya da hayvanlardan daha kötü davranmalarına artık izin vermeyeceğimizi göstermek için “Ya Basta!” dedik. Ve Yerli halklar üzerinde yoğunlaşmış olsak da, tüm Meksikalılar için demokrasi, özgürlük ve adalet istediğimizi söyledik. Çünkü biz, EZLN hemen tümüyle Chiapas’lı yerlilerdik, ama yalnızca kendi iyiliğimiz ya da Chiapas yerlilerinin iyiliği, ya da yalnızca Meksika’nın yerli halklarının iyiliği için mücadele etmek istemiyorduk. Bizler gibi mütevazı ve basit olan, ihtiyaçlar içinde olan ve burada, Meksika’da ya da dünyanın öteki ülkelerinde zenginler ve kötü hükümetlerin hırsızlığına maruz kalan herkesle birlikte savaşmak istiyorduk.

Ve küçük tarihimiz öyleydi ki, güçlülerin sömürüsünden yorgun düşmüştük ve kendimizi savunmak ve adalet için savaşmak üzere örgütlendik. Başlangıçta sayımız azdı, bu yolda giden, bizim gibi olanlarla konuşup onlara kulak veren birkaç kişiydik. Bunu yıllar boyu yaptık ve kıpırtısız, gizlice yaptık. Bir başka deyişle, sessizce güçlerimizi birleştirdik. 10 yıl kadar böyle yaptık, ve sonra büyüdük, ve binlere ulaştık. Siyaset ve silahta kendimizi iyi eğittik ve birden, zenginler Yılbaşı partileri verirken kentlerine girip onları ele geçirdik. Ve herkese, burada olduğumuz ve bizi fark etmeleri gerektiği mesajını verdik. Ve zenginler harekete geçip bizi hâlletmek için üzerimize büyük ordularını gönderdiler – tıpkı sömürülen asilere her zaman yapıldığı gibi: hepsinin hâlledilmesini emrederler. Ama biz hâlledilmedik, çünkü savaştan önce iyi hazırlanmış ve dağlarımızda güç kazanmıştık. Ve ordular geldi, bizi arıyorlar ve üzerimize kurşun ve bomba yağdırıyorlar ve tüm yerlileri birden öldürmeyi tasarlıyorlardı, çünkü kimin Zapatista olup kimin olmadığını bilmiyorlardı. Ve tıpkı atalarımız gibi bir yandan kaçıyor, bir yandan savaşıyor, bir yandan savaşıyor, bir yandan kaçıyorduk. Vazgeçmeden, teslim olmadan, yenilmeden.Ve kentlerden insanlar sokaklara çıkıp savaşa son verilmesi için bağırmaya başladılar. Ve bizden, sorunun katliam olmadan çözülebilmesi için kötü hükümetlerle bir anlaşmaya varmamızı isteyen kentli kız ve erkek kardeşlerimizin sözüne kulak vererek, biz savaşımızı durdurduk. Onların sözüne kulak verdik, çünkü onlar “halk” dediklerimiz, Meksika halkı. Böylece ateşi bir kenara bırakıp söze sarıldık.

Ve öyle oldu ki hükümetler iyi davranacaklarını, diyaloga girişeceklerini ve anlaşmaya varıp buna uyacaklarını söylediler. Ve biz bunun iyi olduğunu söyledik, ama aynı zamanda savaşı durdurmak için sokağa dökülen insanları tanımamızın iyi olduğunu da düşündük. Ve kötü hükümetlerle diyaloga girdiğimizde, o insanlarla da konuşuyorduk ve çoğunun bizler gibi basit ve mütevazı insanlar olduğunu gördük ve onlar da, biz de neden savaştığımızı gayet iyi anlıyorduk. Ve bu insanlara “sivil toplum” dedik, çünkü çoğu siyasal partilere ait değildi, daha çok, bizler gibi, sıradan, her gün karşılaşılan insanlardı ve basit ve mütevazı insanlardı.

Ama öyle oldu ki, kötü hükümetler iyi bir anlaşma istemediler; daha çok, konuşup anlaşmaya varmak istediklerini söylerken bizi topyekûn yok etmek için saldırı hazırlıklarını yürütüyorlardı. Ve bize birkaç kez saldırdılar ama bizi yenemediler, çünkü iyi direndik ve dünyada pek çok insan harekete geçti. Ve kötü hükümetler sorun çok sayıda insanın EZLN’yle neler olup bittiğini görmesinde olduğunu düşünüp, hiçbir şey olmuyormuş gibi davranma planlarını uygulamaya koydular. Bu arada bizleri hızla kuşattılar, dağlarımız gerçekten de uzakta olduğu için, insanların çok uzaklardaki Zapatistaları unutacağını umuyorlardı. Ve kötü hükümetler sık sık bizi deniyor ve bize ihanet etmeye ve saldırmaya çalışıyorlardı, tıpkı dev bir orduyu üzerimize saldıkları Şubat 1995’te olduğu gibi. Ama bizi yenemediler. Çünkü, o zaman söyledikleri gibi, yalnız değildik ve pek çok insan bize yardım etti ve biz iyi direndik.

Ve kötü hükümetler EZLN’yle anlaşmaya varmak zorunda kaldılar ve bu anlaşmalara “San Andrés Anlaşmaları” denildi, çünkü bu anlaşmaların imzalandığı yerin adı “San Andrés” idi. Ve kötü hükümetlerden insanlarla konuştuğumuz bu diyaloglarda yalnız değildik. Meksika’nın yerli halkları için mücadele eden pek çok insanı ve örgütü çağırdık ve herkes sözünü söyledi ve herkes kötü hükümetlerle nasıl konuşacağımız konusunda bir anlaşmaya vardı. Ve diyalog böyle oldu, salt bir tarafta Zapatistalar, öbür tarafta hükümetler değil. Bunun yerine Meksika’nın yerli halkları ve onları destekleyenler, Zapatistalarla birlikteydi. Ve kötü hükümetler bu anlaşmalarda Meksika’nın yerli halklarının haklarını tanıyacaklarını, kültürlerine saygı göstereceklerini, ve her şeyi Anayasa’da yasa hâline getireceklerini söylediler. Ama, imzalar imzalamaz kötü hükümetler söylediklerini unutmuş gibi davrandılar ve çok yıl geçti ve anlaşmalar hiç yerine getirilmedi. Tersine, hükümet yeniden mücadeleye çekebilmek için yerliye saldırdı; tıpkı Zedillo’nun Chiapas’ın ACTEAL adlı kentinde 45 erkek, kadın ve çocuğun katledilmesini emrettiği 22 Aralık 1997’de olduğu gibi. Bu korkunç cinayet o kadar kolay unutulmadı ve kötü hükümetlerin haksızlıklara karşı ayaklananlara saldırıp onları katletmek için kalbini nasıl boyadığının bir kanıtıdır. Ve tüm bunlar olup biterken, biz Zapatistalar her şeyimizi anlaşmaların yerine getirilmesine koyuyor ve Meksika’nın güneydoğusundaki dağlarda direniyorduk.

Ve Meksika’nın öteki yerli halkları ve örgütleriyle konuşmaya başladık ve onlarla aynı amaç, yerli hakları ve kültürünün tanınması için birlikte mücadele etme kararını aldık. Artık tüm dünyadan pek çok insan ve Meksika ya da dünyanını yer yanından büyük aydınlar, sanatçılar ve bilimciler oldukları için saygı gören ve sözleri büyük sayılan kişiler bize yardım ediyordu. Ayrıca uluslar arası encuentro’lar (buluşmalar) da düzenledik. Bir başka deyişle, Amerika’dan ve Asya’dan ve Avrupa’dan ve Afrika’dan ve Okyanusya’dan insanlarla buluşup konuştuk ve onların mücadelelerini ve tarzlarını öğrendik ve, sadece budala olmak için, ve başka gezegenlerden olanları da çağırdığımız için bunlara “galaksiler arası” buluşmalar dedik, ama galiba gelmediler ya da belki geldiler ama bunu belli etmediler.

Ama kötü hükümetler sözlerini tutmadılar ve pek çok Meksikalıyla, bizlere yardım etmeleri için konuşmayı planladık. Ve sonra, önce 1997’de Mexico City’ye “1111’lerin Yürüyüşü” dediğimiz yürüyüşü düzenledik, her bir Zapatista kasabasından bir compañero ya da compañera yola çıkacaktı, ama kötü hükümet buna da kulak vermedi. Sonra, 1999’da ülke çapında bir consulta (danışma toplantısı) düzenledik ve burada çoğunluğun yerli halkların taleplerini paylaştığı ortaya çıktı, ama kötü hükümetler yine kulak asmadılar. Nihayet, 2001’de, Meksikalı yerlinin tanınmasını talep etmek üzere, milyonlarca Meksikalı’nın ve öteki ülkelerden insanların desteklediği ve milletvekilleri ve senatörlerin olduğu Birlik Kongresi’ne kadar uzanan “Yerli Saygınlığı Yürüyüşü”nü yaptık.

Ama öyle oldu ki, PRI, PAN ve PRD’li politikacılar kendi aralarında anlaştılar ve yerli hakları ve kültürünü tanımadılar. Bu, Nisan 2001’deydi ve politikacılar hiçbir saygınlıkları olmadığını, yalnızca iyi para kazanmayı düşünen domuzlar olduklarını, ve kötü politikacılar olduklarını gösterdiler. Bu unutulmamalı, çünkü yerli haklarını tanıdıklarını söylediklerini göreceksiniz ama size söyledikleri, onlara oy vermeniz için bir yalan. Bu konuda bir şansları oldu ve sözlerini tutmadılar.

Ve sonra, Meksika’nın kötü hükümetleri ile diyalog ve müzakereleri sürdürmede bir yarar olmadığını açıkça gördük. Politikacılarla konuşmayı sürdürmek bizim için bir zaman kaybıydı çünkü ne yürekleri ne de sözleri dürüsttü. Çarpıktılar ve sözlerini tutacaklarına dair bize yalan söylediler, ve tutmadılar. Bir başka deyişle, PRI, PAN ve PRD’den politikacılar işe yaramaz bir yasayı onayladıklarında, diyalogu hepten öldürdüler ve neyi kabul edip imzaladıklarının önemi olmadığını, çünkü sözlerini tutmadıklarını açıkça belli ettiler. Ondan sonra federal organlarla hiç temas etmedik. Çünkü diyalog ve müzakerenin o siyasal partiler yüzünden başarısızlığa uğradığını anladık. Kanın, ölümün, acıların, hareketlerin, consultaların, çabaların, ulusal ve uluslar arası demeçlerin, encuentro’ların, anlaşmaların, imzaların, taahhütlerin onlar için önemli olmadığını gördük. Ve böylece siyaset sınıfı yalnızca kapıyı yerli halklara kapatmakla kalmıyor, savaşın,diyalog ve müzakere yoluyla barışçıl çözüme ulaşmasına da ölümcül bir darbe indiriyordu. Anlaşmaların elinde herhangi bir şeyle çıkagelecek biri tarafından yerine getirileceğine de artık inanılamaz. Bunu görmeleri gerek ki, bize olanların deneyimlerinden ders çıkartabilsinler.

Ve sonra biz tüm bunları gördük, ve yüreklerimizde, ne yapacağımızı düşündük.

Ve gördüğümüz ilk şey, yüreklerimizin eskisi, mücadeleye başladığımız zamanki gibi olmadığıydı. Daha genişti, çünkü pek çok iyi insanın yüreğine dokunmuştuk. Ve yüreklerimizin daha acılı, daha yaralı olduğunu gördük. Ve kötü hükümetlerin ihanetleriyle yaralanmamıştı, ötekilerin yüreklerine dokunduğumuzda, onların üzüntülerine de dokunmuştuk. Sanki bir aynada kendimizi görüyorduk.

II-) ŞİMDİ NEYİZ?

O zaman, Zapatistalar olarak hükümetle diyalogu kesmenin yeterli olmadığını, tembel politikacı asalaklara rağmen mücadeleye devam etmek gerektiğini düşündük. EZLN böylece yalnız başına ve tek taraflı olarak (“tek taraflı”, çünkü öbür taraf yoktu) yerli hakları ve kültürüne ilişkin San Andrés Anlaşmaları’nı yerine getirmeye karar verdi. 2001 ortasından 2005 ortasına, dört yıl boyunca kendimizi buna ve size söyleyeceğimiz başka şeylere adadık.

Evet, bundan sonra-halkın yönetmek ve kendini yönetmek için örgütlendiği- özerk isyancı Zapatista belediyelerini daha güçlenmeleri için teşvik ettik. Bu özerk yönetim biçimini EZLN keşfetmiş değildi, bu tarz, birkaç yüzyıllık yerli direnişinden ve Zapatistaların kendi deneyimlerinden gelir. Cemaatlerin kendilerini yönetmesidir. Bir başka deyişle, yönetmek üzere dışarıdan kimse gelmez ama insanlar, kendi aralarında kimin yöneteceğine karar verirler ve onlar boyun eğmezlerse, yerlerinden alınırlar. Yöneten kişi halka boyun eğmezse, onu izlerler ve görevden alınır, yerine başkası getirilir.

Ama sonra Özerk Belediyelerin aynı düzeyde olmadığını gördük. Bazıları daha ileriydi ve sivil toplumdan daha fazla destek alıyordu, diğerleri daha fazla ihmal edilmişti. Onları birbiriyle denk hâle getirecek bir örgüt yoktu. Ve siyasal-askerî bileşeniyle EZLN’nin, demokratik otoritelere, söylendiği gibi “sivillere” ait olan kararlara müdahil olduğunu gördük. Ve burada sorun şuydu ki, EZLN’nin siyasal-askerî bileşeni demokratik değildi, çünkü o, bir orduydu. Ve tepede ordunun, altta demokratik olanın olmasının iyi olmadığını gördük, çünkü demokratik olan askrî olan tarafından kararlaştırılmamalı, bunun tersi geçerli olmalıydı: demokratik-siyasal olan yukarıdan yönetmeli, askerî olan altta boyun eğmeliydi. Ya da belki aşağıda hiçbir şeyin olmaması, her şeyin aynı düzeyde olması, askeriyenin bulunmaması daha iydi; Zapatistalar artık kimsenin asker olmaması için asker olmuşlardı. Pekâlâ, bu sorun konusunda şunu yaptık: siyasal-askerî olanı Zapatista cemaatlerdeki örgütlenmenin özerk ve demokratik veçhelerinden ayırmaya başladık. Ve böylece, önceleri EZLN tarafından alınan karar ve yapılan eylemler yavaş yavaş köylerdeki demokratik biçimde seçilmiş otoritelere devredilmeye başladı. Tabii bunu söylemek kolay, ama yapması çok zor oldu, çünkü -ilkin savaş hazırlıklarında, sonra da savaş sırasında- uzun yıllar geçmişti ve siyasal-askerî veçheler alışkanlık hâline gelmişti. Ama buna rağmen, bunu yaptık, çünkü bizim yolumuz söylediğimizi yapmaktır, çünkü bunu yapmazsak, yapmayacağımız şeyleri neden söyleyelim ki?

İyi Yönetişim Hükümetleri, 2003 Ağustosu’nda böyle doğdu ve onlar aracılığıyla, kendini yetiştirme ve “boyun eğerek yönet” uygulaması devam etti.

O zamandan 2005’in ortasına dek, EZLN önderliği sivil konularda emir vermedi ama halklar tarafından demokratik biçimde seçilen otoritelere eşlik ve yardım etti. Bunun yanı sıra, halkların ve ulusal ve uluslar arası sivil toplumun sağlanan yardım ve bunun kullanımı konusunda bilgilendirilmesini gözetti. Şimdi geçici yönetim görevlerinin, herkesin bu işi öğrenip yürütebilmesi için dönüşümlü olduğu iyi hükümetin korunması görevini Zapatista destek üslerine devrediyoruz. Çünkü yöneticilerini denetlemeyen bir halkın köleleşmeye mahkûm olduğuna inanıyoruz ve biz özgür olmak için mücadele ettik, altı yılda bir efendilerimizi değiştirmek için değil.

EZLN bu dört yıl boyunca, savaş ve direniş sırasında tüm Meksika’dan ve dünyadan edindiği yardımı ve ilişkileri de İyi Yönetişim Cuntalarına ve Özerk Belediyelere devretti. EWLN aynı zamanda bu süre içerisinde Zapatista cemaatlerin özerkliklerinin inşasında ve yaşam koşullarının iyileştirilmesinde ilerleme kaydederken daha az güçlükle karşılaşmalarını sağlayacak ekonomik ve siyasal desteği de inşa etmişti. Belki pek fazla bir şey değil, ama Ocak 1994’te isyanın başlamasından önceki günlere göre durumları çok daha iyi. Hükümetin yaptırdığı incelemelerden birine bakarsanız, -eğitim, sağlık ya da konut açısından- yaşama koşullarında düzenleme kaydeden yerli cemaatlerin yalnızca Zapatista bölgesinde olanlar olduğunu görürsünüz, buradaki köylere biz böyle diyoruz. Ve tüm bunlar Zapatista köylerinin kaydettiği ilerleme ve “sivil toplumlar” adını verdiğimiz iyi ve soylu insanlardan ve örgütlerden aldığımız çok geniş destek sayesinde mümkün oldu. Bütün bu insanlar “başka bir dünyanın mümkün olduğunu”, sözlerle değil, eylemlerle gösterdiler.

Ve köyler iyi ilerlemeler kaydetti. Artık yönetmeyi öğrenen daha fazla compañero ve compañera var. Ve -azar azar da olsa- daha çok kadın bu işe girişiyor, ama hâlâ compañera’lara yeterince saygı gösterilmiyor ve mücadeleye daha fazla katılmaları gerekli. Ve yine, İyi Yönetişim Cuntaları aracılığıyla, Özerk Belediyeler arasındaki eşgüdüm daha iyi bir duruma geldi ve diğer örgütlerle ve resmî otoritelerle ilişkilerdeki sorunlar çözüme kavuşmakta. Cemaatlerdeki projelerde ilerlemeler kaydedildi ve tüm dünyadan sivil toplumun sağladığı projeler ve yardımın dağılımı daha adil bir hâl aldı. Henüz olması gereken duruma erişilmemesine rağmen, sağlık ve eğitimde düzelmeler sağlandı. Aynı durum konut ve besin için de geçerlidir, ve bazı yerlerde, finquero’lardan (kahve plantasyonlarının sahipleri -ç) el konulan topraklar dağıtıldığı için, toprak sorununda çok ilerleme kaydedildi. Ama hâlâ ekilecek topraklardan yoksun bölgeler var. Ayrıca ulusal ve uluslar arası sivil toplumdan gelen destekte de büyük ilerlemeler kaydedildi, çünkü önceden isteyen istediği yere gidiyordu, şimdi İyi Yönetişim Cuntaları en fazla gereksinim duyan bölgelere yönlendiriyor. Ve benzer biçimde, heryerde artan sayıda compañero ve compañera Meksika’nın ve dünyanın başka yerlerinden gelen insanlarla ilişki kurmayı öğreniyor. Saygı göstermeyi ve saygı talep etmeyi öğreniyorlar. Bir çok dünyanın olduğunu ve herkesin kendine ait bir yeri, zamanı ve tarzı olduğunu ve bu nedenle de herkesin birbirine saygı göstermesi gerektiğini öğreniyorlar.

Biz EZLN Zapatistaları bu kez esas kuvvetimizi bizi destekleyen insanlara adadık. Ve durum biraz iyileşti. Zapatista örgütlenme ve mücadelesinin boşuna olduğunu kimse söyleyemez. Bizi yok etmeyi başarsalar dahi, mücadelemiz yarar sağladı.

Ama büyüyen yalnızca Zapatista köyleri değildi – EZLN de büyüdü. Çünkü bütün bu süre içinde yeni kuşaklar tüm örgütümüzü yenilediler. Ona yeni güç kattılar. 1994 ayaklanmasının başlangıcında olgunluk çağlarında olan kadın ve erkek komutanlar artık savaşta ve tüm dünyadan binlerce erkek ve kadınla kurdukları diyalogdan edindikleri bilgeliği taşıyorlar. Zapatista siyasal-örgütsel önderliği CCRI üyeleri artık mücadelemize yeni giren kişilere ve önderlik konumunda olanlara danışmanlık yapıp onları eğitiyor. “Komiteler” (onları böyle adlandırıyoruz) bir süredir yepyeni bir erkek ve kadın komutanı hazırlıyor. Onlar bir eğitim ve sınanma döneminin ardından örgütsel önderlik işini öğrenip görevlerini yerine getirmeye başlıyorlar. Ayaklanmanın başlangıcında genç olan erkek ve kadın isyancılarımız, militanlarımız, yerel ve bölgesel sorumlularımız ve destek üslerimiz, artık olgun erkek ve kadınlar, birim ve cemaatleri içinde mücadele veteranları ve doğal önderler oldular. Ve Ocak 94’te çocuk olanlar, direnişte büyüdüler ve bu 12 yıllık savaş boyunca büyüklerinin yükselttiği isyancı saygınlığı içinde yetiştiler. Bu genç insanların, Zapatista hareketini başlatan bizlerin sahip olmadığı bir siyasal, teknik ve kültürel donanımı var. Bu gençlik, artan ölçüde birliklerimizi ve örgütteki önderlik konumlarını beslemekte. Ve gerçekten de hepimiz Meksika siyaset sınıfının ihanetlerine ve eylemlerinin ülkemizde neden olduğu yıkıma tanık olduk. Ve neo-liberal küreselleşmenin tüm dünyada neden olduğu büyük adaletsizlikleri ve katliamları gördük. Ama size bunlardan daha sonra söz edeceğiz.

EZLN böylelikle 12 yıl boyunca savaşa, askerî, siyasal, ideolojik ve iktisadî saldırılara, kuşatmaya, tacize, kovuşturmalara direndi ve bizi alt edemediler. Ne sattık ne de teslim olduk, ve ilerleme de kaydettik. Pek çok yerden artan sayıda compañero mücadeleye girdi ve böylece, bunca yılda, zayıflayacak yerde güçlendik. Tabii siyasal-askeri alanla sivil-demokratik alanın birbirinden ayrılmasıyla çözülebilecek sorunlar var. Ama başka şeyler, uğruna mücadele ettiğimiz taleplerimiz gibi daha önemli konular var ki, bunlar tam olarak elde edilemedi.

Düşünme tarzımıza göre ve yüreklerimizde gördüklerimize göre, daha fazla ileri gidemeyeceğimiz bir noktaya ulaştık ve buna ek olarak, olduğumuz gibi kalırsak ve ileri doğru gidebilmek için bir şey yapmazsak, her şeyi yitirmemiz mümkün. Bir kez daha risk alma ve tehlikeli ama buna değecek bir adımı atma zamanı geldi. Çünkü, belki bizimle aynı yoksunluğu paylaşan öteki toplumsal kesimlerle birleşirsek, ihtiyacımız ve hakkımız olanı elde etmemiz mümkün olur. Yerli mücadelesinde ileriye doğru yeni bir adım, ancak yerlinin işçilerle, campesino’larla (köylüler -ç.), öğrencilerle, öğretmenlerle, memurlarla… kır ve kent emekçileriyle bir araya gelmesiyle mümkün olabilecektir.

III-) DÜNYAYI NASIL GÖRÜYORUZ?

Şimdi sizlere biz Zapatistaların, dünyada olup biteni nasıl değerlendirdiğini açıklayacağız. Kapitalizmin şu anda en güçlü hâlinde olduğunu düşünüyoruz. Kapitalizm toplumsal bir sistem, toplumun şeyleri ve insanları, kimin mülk sahibi olup kimin olamayacağını ve kimin emir verip kimin itaat edeceğini örgütleyiş tarzıdır. Kapitalizmde para ya da sermaye sahibi olan insanlar ve hiçbir şeyleri olmayıp yalnızca çalışacak güce ve bilgiye sahip olan insanlar vardır. Kapitalizmde parası olanlar emreder, çalışma yetisinden başka bir şeyi olmayanlar itaat eder.

Şu hâlde kapitalizm büyük servet sahibi olan az sayıda insanın varlığı demektir, ama bunlar bu parayı bir ödül kazanarak, bir define bularak ya da bir ebeveynden kalıtarak elde etmemişlerdir. Bu serveti çok sayıda insanın emeğini sömürerek elde etmişlerdir. Şu hâlde kapitalizm işçilerin sömürülmesi üzerine temellenir, bu onların işçileri sömürüp alabilecekleri kadar kârı aldıkları anlamına gelir. Bu adaletsiz bir şekilde yapılır, çünkü işçiye çalışmasının değeri ödenmez. Bunun yerine, ona biraz yiyebilmesini ve biraz dinlenebilmesini sağlayacak bir ücret verirler ve ertesi gün, ister kırda olsun ister kentte, sömürüldüğü işinin başına döner.

Ve kapitalizm servetini yağma ya da hırsızlıktan sağlar, çünkü istediklerini başkalarından alırlar, örneğin toprak ya da doğal kaynaklar. Böylelikle kapitalizm soyguncuların özgür olduğu ve takdir görüp örnek sayıldıkları bir sistemdir.

Ve sömürü ve yağmaya ek olarak, kapitalizm baskıcıdır da, çünkü haksızlığa başkaldıranları cezaevlerine atar ve öldürür.

Kapitalizm en çok metalarla ilgilidir, çünkü bunlar alınıp satıldığında, kâr edinilir. Ve kapitalizm her şeyi metaya dönüştürür, insanları, doğayı, kültürü, tarihi, vicdanı. Kapitalizme göre her şey alınıp satılabilmelidir. Ve her şeyi metaların arkasına gizler ki varolan sömürüyü görmeyelim. Ve metalar piyasada alınıp satılır. Ve piyasa, alıp satmanın dışında işçilerin sömürülmesinin gizlenmesinde kullanılır.Örneğin piyasada küçük paketi ya da şık kavanozu içindeki kahveyi görürüz ama, o kahvenin hasadı için ıstırap çeken campesino’yu, emeğine karşılık ona az ücret ödeyen coyote’u, büyük şirkette, kahveyi paketlemek için yüreklerini tüketen işçileri görmeyiz. Ya da cumbias, rancheras veya corridos gibi müzikleri dinlemede kullanılan cihazları görürüz ve iyi ses verdiği için onu beğeniriz ama, kabloları ve cihazın parçalarını bir araya getirmek için saatlerce uğraşan ve bunun karşılığında eline ancak üç-beş kuruş geçen, işinden çok uzakta oturduğu için yolda saatler geçiren ve Meksika’da Ciudad Juárez’de olduğu gibi, kaçırılma, tecavüze uğrama ve öldürülme riskiyle karşı karşıya olan maquiladora’daki işçiyi göremeyiz.

Böylece, piyasada metayı görürüz ama onu imal eden sömürüyü göremeyiz. Ve kapitalizmin bir çok piyasaya ihtiyacı vardır… ya da çok geniş bir piyasaya, bir dünya piyasasına.

Böylece günümüz kapitalizmi, zenginlerin kendi ülkelerindeki işçileri sömürmekle yetindiği eskisiyle aynı değildir, şimdi, Neo-liberal Küreselleşme denilen yola girmişlerdir. Bu küreselleşme kapitalistlerin, bir ya da birkaç ülkedeki işçiyi denetlemekle yetinmeyip dünyadaki her şeyi tahakküm altına almaya çalıştıkları anlamına gelir. Ve dünya, ya da yeryüzüne “küre” de dendiği için, bu sürece “küreselleşme” ya da bütün dünya deniliyor.

Ve neo-liberalizm kapitalizmin tüm dünyayı tahakkümü altına almada özgür olduğu fikridir; öyle kabadayıdır ki, sizin payınıza teslim olup boyun eğmek ve sorun çıkarmamak, yani isyan etmemek düştüğünü düşünür. Şu hâlde neo-liberalizm, kapitalist küreselleşmenin kuramı ya da planı gibidir. Ve neo-liberalizmin kendi iktisadi, siyasal, askeri ve kültürel planları vardır. Bu planların hepsi herkesi tahakküm altına almayla ilgilidir ve boyun eğmeyen herkesi, isyancı fikirleri başkalarına bulaşmasın diye baskı altına alır ya da tecrit ederler.

Şu hâlde, neo-liberal küreselleşmede, ABD gibi güçlü ülkelerde yaşayan büyük kapitalistler tüm dünyayı metaların büyük bir piyasa gibi üretildiği büyük bir teşebbüse çevirmek isterler. Tüm dünyanın alınıp satılabileceği ve tüm sömürünün dünyadan gizlenebileceği bir dünya pazarı. Bunun için küresel kapitalistler büyük işlerini çevirmek, büyük sömürüyü gerçekleştirmek için kendilerini heryere, bütün ülkelere eklemlerler. Hiçbir şeye saygı göstermezler ve diledikleri şeye karışırlar. Başka ülkeleri fethedermişcesine. Bu nedenledir ki Zapatistalar neo-liberal küreselleşmenin, kapitalizmin küresel tahakküm için verdiği, tüm dünyayı fethetme savaşı olduğunu söylüyorlar. Bu fetih kimi zaman bir ülkeyi istila edip zor yoluyla fetheden ordular eliyle yürütülüyor. Ama kimi zaman da, ekonomi yoluyla; bir başka deyişle, büyük kapitalistler paralarını başka bir ülkeye yatırıyor ya da ona borç veriyorlar – ama söylediklerini yapması koşuluyla. Ve ve piyasanın meta, kâr kültüründen başka bir şey olmayan kapitalist kültürle birlikte fikirlerini de dayatıyorlar.

Böylece fetih savaşı yürüten kapitalizm, dilediğini yapıyor, beğenmediğini tahrip edip değiştiriyor ve yoluna çıkanı tasfiye ediyor. Örneğin, modern metaları üretmeyenler, alıp satmayanlar çıkıyor yollarına, ya da bu düzene başkaldıranlar. Ve işlerine yaramayanlardan nefret ediyorlar. Yerliler bu nedenle karşılarına çıkıyor ve onlardan bunun için nefret edip tasfiye etmek istiyorlar. Ve neo-liberal kapitalizm sömürmelerine ve kâr etmelerine engel olan yasalardan da kurtulmanın yolunu buluyor. her şeyin alınıp satılabilir olmasını talep ediyorlar ve kapitalizmin parası olduğu için her şeyi satın alıyorlar. Kapitalizm fethettiği ülkeleri neo-liberal küreselleşmeyle tahrip ediyor ama aynı zamanda her şeyi kendi tarzına, kapitalizme yarayacak ve yoluna çıkmayacak bir tarza dönüştürmeyi istiyor. O zaman, neo-liberal küreselleşme kapitalizmi bu ülkelerde varolanı tahrip ediyor, kültürünü, dilini, iktisadî sistemini, siyasal sistemini, bu ülkede yaşayanların birbirleriyle ilişkilenme tarzını tahrip ediyor. Böylece bir ülkeyi ülke yapan her şey tahrip ediliyor.

Şu hâlde neo-liberal küreselleşme dünya uluslarını yıkıp tek bir Ulus ya da ülkenin kalmasını istiyor, paranın, sermayenin ülkesi. Ve kapitalizm her şeyin kendi istediği gibi olmasını istiyor ve farklı olana tahammül edemiyor ve onu kovuşturup saldırıyor ya da bir köşeye koyup yokmuş gibi davranıyor.

Şu hâlde, kısacası, neo-liberal küreselleşme kapitalizmi sömürü, yağma, aşağılama ve reddedenlerin bastırılması üzerine temellenmektedir. Tıpkı eskiden olduğu gibi, ama bu kez küreselleşmiş, dünya çapındaki hâliyle.

Ama işler neo-liberal küreselleşme için pek kolay değil, çünkü her ülkede sömürülenler hoşnutsuzlar arasına katılıyor ve “eh, ne yapalım, çok kötü” diyip oturmak yerine, ayaklanıyorlar. Ve kapitalizmin yolu üzerinde olanlar direniyor, kendilerinin tasfiye edilmesine izin vermiyorlar. Bu nedenledir ki, tek bir ülkede de değil, tüm dünyada, kaderlerine razı olmayıp ayaklananları görüyoruz. Tıpkı neo-liberal küreselleşme gibi, isyan da küreselleşiyor.

İsyanın küreselleşmesinde boy gösterenler yalnızca kır ve kent emekçileri değil; aynı nedenlerden ötürü, tahakkümü reddettikleri için aşağılanan, kovuşturmalara uğrayan başkaları da var, kadınlar, gençler, yerliler, eşcinseller, lezbiyenler, transseksüeller, göçmenler ve dünyada varolmalarına karşın, aşağılanmaya karşı “Ya Basta!” diye haykırana dek göremediğimiz, ancak ondan sonra görüp, duyup, tanımaya başladığımız gruplar.

Ve bütün bu grupların neo-liberalizme, kapitalist küreselleşme planına karşı, insanlık için mücadele ettiklerini görüyoruz.

Ve savaşları ve sömürüleriyle tüm dünyayı tahrip etmek isteyen neo-liberallerin aptallıklarını gördüğümüzde şaşırıyoruz, ama direniş ve ayaklanmaların her yerde patlak verdiğini görmek, bizleri mutlu ediyor; tıpkı bizimkisi gibi, belki küçük, ama işte buradayız. Ve bunu tüm dünyada görüyoruz ve yüreğimiz yalnız olmadığımızı öğreniyor.

IV-) ÜLKEMİZİ, MEKSİKA’YI NASIL GÖRÜYORUZ?

Şimdi Meksika’mızda olup bitenleri nasıl gördüğümüzü anlatacağız. Gördüğümüz, ülkemizin neo-liberaller tarafından yönetildiğidir. Yani, daha önce de açıkladığımız gibi, liderlerimiz ulusumuzu, Meksika Patria’mızı tahrip ediyorlar. Bu kötü liderlerin halkın refahıyla bir ilgileri yok, tek kaygıları kapitalistlerin refahı. Örneğin, Serbest Ticaret Antlaşması gibi yasalar çıkartıyorlar ve bunlar, büyük tarım-sınaî şirketlerinin “yuttuğu” pek çok Meksikalı’yı çaresizlik içine sürüklüyor. Aynı zamanda işçileri ve kimse hiçbir şey demeden, hatta teşekkürler arasında gelip düşük ücretleri ve yüksek fiyatları tesis eden büyük çokuluslularla rekabet edemeyen küçük işletmecileri de. Böylece Meksika’mızın kıra, sanayiye ve ulusal ticarete dayanan iktisadi temellerinden bazıları yıkıma uğruyor ve -hiç kuşkusuz ki satışa sunacakları- bir moloz kalıyor geride.

Ve bu, Patria’mız için büyük bir rezalet. Çünkü artık kırda besin üretilemiyor, sadece büyük kapitalistlerin sattıkları tüketiliyor ve güzelim topraklar hile yoluyla ve politikacıların yardımlarıyla çalınıyor. Kırda olanlar, tıpkı Porfirismo döneminde olanlara benziyor, ama artık hacendado’lardansa (büyük çiftlik sahipleri -ç.) campesino’nun çanına ot tıkayan birkaç yabancı şirket var. Eskiden kredi ve fiyat kontrolünün olduğu yerde, şimdi sadece hayırsever yardımları var… bazen o da yok.

Kentteki işçiye gelince, fabrikalar kapanıyor ve işsiz kalıyorlar, ya da ya da yabancı ve uzun çalışma saatleri karşılığında birkaç kuruş ödeyen maquialdora’lar ver. Ve insanların ihtiyaç duyduğu maddelerin fiyatının bir önemi yok, kimsede para olmadığı için ucuz, pahalı fark etmiyor. Ve eskiden küçük ya da orta boy işletmelerde çalışanlar, artık çalışmıyorlar çünkü onlar kapatılıp büyük işletmelere satıldılar. Ve küçüş iş sahiplerinin işletmeleri de yok oldu, ya da onları feci şekilde sömüren ve küçük çocukları bile çalıştıran büyük işletmeler için kayıtdışı çalışmaya başladılar. Ve işçi yasal hakları için sendikaya üye olmuşsa, şimdi aynı sendikalar ona ücretlerinin düşürülmesine, çalışma saatlerinin uzatılmasına, sosyal haklarının budanmasına razı olmasını, yoksa işin kapanıp başka bir ülkeye taşınacağını söylüyorlar. Ve böylece, hükümetin bütün kentli işçileri sokak köşelerinde ciklet ya da telefon kartı satmaya yönelten ekonomik programı “microchangarro” ortaya çıkıyor. Bir başka deyişle, kentlerde mutlak iktisadi yıkım.

Ve böylece olan şu ki, hem kır hem de kentte ekonomilerinin çanına ot tıkanınca çok sayıda Meksikalı erkek ve kadın Patria’dan, Meksika topraklarından ayrılmak ve iş aramak için başka bir ülkeye, ABD’ye göçmek zorunda kalıyor. Ve onlara orada iyi davranılmıyor, sömürülüyor, kovuşturuluyor, aşağılanıyor, hatta öldürülüyorlar. Kötü hükümetlerin dayattığı neo-liberalizmde, ekonomi iyileşmedi. Tam tersi, kırsal kesim ihtiyaç içinde ve kentlerde iş yok. Öyle oldu ki, Meksika artık insanların yabancıların, çoğunlukla da zengin gringo’ların serveti için çalıştığı bir ülke, kısa bir süre için doğup, kısa sürede öldüğünüz bir yer hâline geldi. Bu nedenle Meksika’nın ABD’nin tahakkümü altında olduğunu söylüyoruz. Ama salt bu değil. Neo-liberalizm Meksika’nın siyaset sınıfını da değiştirdi, onları her şeyi çok ucuza satmak zorunda olan tezgahtarlara çevirdiler. Ejido ve ortak toprakların satılabilmesi için Anayasa’nın 27. maddesini ortadan kaldırmak üzere yasaları değiştirdiklerini gördünüz. Bu, Salinas de Gortari’nin dönemiydi ve çetesiyle birlikte, bunun kırsalın ve campesino’nun iyiliği için olduğunu söylüyordu, böylece zenginleşip iyi yaşayacaklardı. Öyle mi oldu? Meksika kırsalının durumu her zamankinden daha kötü ve campesino’lar Porfirio Diaz döneminden daha kötü bir durumdalar. Şimdi de halkın refahı için Devlet’in elindeki şirketleri özelleştireceklerini -yabancılara satacaklarını- söylüyorlar. Çünkü, diyorlar, bu şirketler iyi çalışmıyor ve modernleştirilmeleri gerekiyor, onları satmak en iyisi. Ama 1910 devriminde kazanılan toplumsal haklar, iyileşecek yerde artık insanı üzüyor… ve daha cesaretli kılıyor. Ayrıca sınırların yabancı sermayeye açılması gerektiğini söylüyorlar, böylece Meksika iş dünyası onarılabilecek ve her şey düzelecekmiş. Ama artık ulusal bir girişimcilikten söz etmenin mümkün olmadığını, yabancıların hepsini yuttuğunu ve satılan şeylerin, Meksika’da imal edilenlerden daha kötü olduğunu görüyoruz.

Ve Meksikalı politikacılar şimdi de tüm Meksikalılara ait olan petrolü, PEMEX’i satmak istiyorlar; aralarındaki tek fark, bazıları hepsinin satılmasını savunurken, diğerleri bir kısmının satılmasını istiyor. Ve sosyal sigortaları, elektriği ve suyu da özelleştirmek istiyorlar; ta ki Meksika’dan geriye hiçbir şey kalmasın ve ülkemiz bomboş bir arazi olarak kalsın ya da bütün dünyadan zenginler için bir eğlence merkezine dönüşsün ve biz Meksikalı erkek ve kadınlar da onların bahşettiklerine bağımlı -kötü konutlara mahkûm, köklerinden kopmuş, kültürünü yitirmiş, hatta Patria’sız kalmış- hizmetkarlar olalım.

Böylece neo-liberaller Meksika’yı, Mexsika Patria’mızı öldürmek istiyorlar. Ve siyasal partiler yalnızca onu savunmamakla kalmıyorlar, kendilerini yabancıların, özellikle de ABD’lilerin hizmetine ilk sunanlar onlar oluyor ve bizlere ihaneti onlar üstleniyor, ve her şey satılıp kendi ceplerini doldururken bizim dikkatimizi başka taraflara çekmeye çalışıyorlar. Şu an mevcut bütün partiler, yalnızca birkaç tanesi değil. Hiç iyi bir şey yapıldı mı, düşünün, göreceksiniz ki hayır, hırsızlık ve yolsuzluk dışında hiçbir şey. Ve bakın, politikacıların hepsinin güzel arabaları var, lüks içinde yaşıyorlar. Ve hâlâ kendilerine teşekkür edip oy vermemizi istiyorlar. Ve utanmadıkları o kadar açık ki. Utanmıyorlar, çünkü onların Patria’ları yok, sadece banka hesapları var.
Ve uyuşturucu kaçakçılığı ve suçun da hızla arttığını görüyoruz. Ve kimi zaman suçluların şarkılarda ve filmlerde gösterildikleri gibi olduklarını ama gerçek reisler olmadıklarını düşünüyoruz. Gerçek reisler pahalı giysiler içinde dolaşıyor, yutdışında eğitim görüyor, çok şık giyiniyorlar, saklanmaya gerek duymuyorlar, iyi restoranlarda yemek yiyip gazetelerde, şık giysileriyle partilerde boy gösteriyorlar. Onlar, söyledikleri gibi “iyi insanlar”, hatta kimi zaman yüksek dereceli memurlar, milletvekilleri, senatörler, bakanlar, zengin iş adamları, emniyet müdürleri ve generaller.

Siyasetin hiçbir işe yaramadığını mı söylüyoruz? Hayır, söylediğimiz, O politikanın bir işe yaramadığı. Bir işe yaramıyor, çünkü halkı hesaba katmıyor. Onlara kulak vermiyor, dikkat etmiyor, sadece seçimler yaklaşınca yanına gidiyor. Artık oy dahi istemiyorlar, çünkü kamuoyu yoklamaları kimin kazanacağını söylemek için yeterli. Ve ardından şunun ne yapacağı, berikinin ne yapacağına dair vaatler ve sonra da eyvallah, görüşürüz; ama bir daha onları görmüyorsunuz – yalnızca çok miktarda para çaldıklarında basında görünüyorlar ve yanlarında kalıyor, çünkü -aynı politikacıların yaptığı- yasalar, onları koruyor.

Çünkü, başka bir sorun daha var; Anayasa tümüyle çarpıtıldı ve baştan aşağıya değiştirildi. Artık çalışan insanların hakları ve özgürlükleriyle ilgili değil. Artık, devasa kârlar sağlamaları için neo-liberallerin hak ve özgürlüklerini koruyor. Ve yargıçlar bu neo-liberallere hizmet etmek için var, çünkü hep onlara hizmet eden kararlar veriyor ve zengin olmayanların payına adaletsizlik, cezaevi ve mezarlıklar düşüyor.

Ama neo-liberallerin yarattığı bu pislikte dahi örgütlenip direnen Meksikalı erkek ve kadınlar var.

Ve gördük ki, toprakları bizden çok uzakta, Chiapas’da olan yerliler var ve özerkliklerini kuruyor, kültürleri için mücadele ediyor, toprakları, ormanları ve sularlını savunuyorlar.

Ve kırsal kesimde, kredi ve kırsal kesime yardım için örgütlenen ve yürüyüşler, kampanyalar düzenleyen campesino’lar var.

Ve kentlerde, haklarının ellerinden alınmasına, işlerinin özelleştirilmesine izin vermeyen işçiler var. Ellerinde kalan pek az şeyin alınmaması, tıpkı elektrik, petrol, sosyal güvenlik, eğitim gibi kendisinin olan ülkenin ellerinden alınmaması için protestolar düzenliyor, gösteriler yapıyorlar.

Ve eğitimin özelleştirilmesine geçit vermeyen ve onun özgür, halkçı ve bilimsel olması için, parasız olması için, herkesin öğrenebilmesi için, okullarda aptalca şeylerin öğretilmemesi için mücadele eden öğrenciler var.

Ve kendilerine bir süs eşyası gibi davranılmasına ve salt kadın oldukları için aşağılanmaya karşı çıkan ve kadın oldukları için hak ettikleri saygı için örgütlenip mücadele eden kadınlar var.

Ve uyuşturucuyla budalalaştırılmaya karşı çıkan ya da tercihleri yüzünden kovuşturulmayı reddeden ve kendilerini müzikleri ve kültürleriyle, başkaldırılarıyla ortaya koyan genç insanlar var.

Ve aşağılanmaya, alay edilmeye, itilip kakılmaya, hatta salt tercihi farklı olduğu için öldürülmeye, patolojik ya da suçlu muamelesi görmeye karşı çokop, farklı olma hakkını savunmak için kendi örgütlerini kuran eşcinseller, lezbiyenler, transseksüeller ve başka farklı tarzlar var.

Ve zenginlerin yanında saf tutmayıp, kadere boyun eğmeyip halkın mücadelesine eşlik etmek üzere örgütlenen rahipler, rahibeler, kilise görevlileri var.

Ve tüm ömürlerini sömürülen insanlar için mücadeleye adamış, toplumsal eylemci dediğimiz erkek ve kadınlar var ve onlar büyük grevlere ve işçi eylemlerine omuz veriyor, büyük yurttaş hareketlerine, köylü hareketlerine katılıyor, baskılara uğruyor ve artık bazıları yaşlanmış da olsa, teslim olmadan devam ediyorlar ve mücadelenin, adaletin peşinde heryere gidiyor, sol örgütler, sivil toplum kuruluşları, insan hakları örgütleri, siyasal tutuklular ve kaybedilenler için örgütler, sol yayınlar, öğretmen ve öğrenci örgütleri, toplumsal mücadele örgütleri, hatta siyasal-askerî örgütler kuruyorlar; susup oturmuyorlar ve çok şey görüp yaşadıkları, çok mücadele ettikleri için çok şey biliyorlar.

Ve böylece, Meksika denen ülkemizde olayların akışına kendini kaptırmayan, teslim olmayan, satmayan pek çok insan olduğunu görüyoruz. Saygın olan. Ve bu, bizi çok hoşnut ve mutlu ediyor, çünkü böyle insanlar oldukça neo-liberallerin kazanması o kadar kolay olmayacak ve belki de Patria’mızı gerçekleştirdikleri büyük hırsızlıklara ve yıkıma karşı korumak mümkün olabilecek. Ve “biz”imizin belki de tüm bu başkaldırıları kucaklayabileceğini düşünüyoruz.

V-) NE YAPMAK İSTİYORUZ?

Şimdi size dünyada ve Meksika’da ne yapmak istediğimizden söz edeceğiz, çünkü durduğumuz yerde oturup gezegenimizde olup bitenlere seyirci kalamayız.

Dünyada yapmak istediğimiz, kendi tarzlarında direnip savaşanlara, yalnız değilsiniz, biz Zapatistalar, küçük de olsak, sizi destekliyoruz ve mücadelelerinizde size nasıl yardımcı olacağımızı araştıracağız ve öğrenmek için sizinle konuşacağız, çünkü bizler öğrenebilmeyi öğrendik, demektir.

Ve Latin Amerika halklarına sizin küçük de olsa bir parçanız olmaktan gurur duyuyoruz, demek istiyoruz. Yıllar önce bu kıtanın nasıl aydınlandığını gayet iyi hatırlıyoruz ve bu ışığın adı Che Guevara’ydı; tıpkı daha öncesinde Bolivar olduğu gibi; çünkü bazen insanlar bir bayrağı devraldıklarını söyleyebilmek için bir ad alırlar.

Ve yıllardır direnen Küba halkına, yalnız değilsiniz, ve size dayatılan ambargoyu desteklemiyoruz ve direnişiniz için size bir şeyler göndermeye çalışacağız – bu yalnızca mısır olsa da, demek istiyoruz. Ve Kuzey Amerika halkına, sahip olduğunuz ve tüm dünyaya zarar veren kötü hükümetlerinizle, ülkelerinde mücadele eden, başka ülkelerdeki mücadelelere omuz veren Kuzey Amerikalılar ayrı şeyler demek istiyoruz. Ve Şili’deki Mapuche kardeşlerimize mücadelelerinizi izliyor ve ondan öğreniyoruz, demek istiyoruz. Ve Venezüellalılara, egemenliğinizi, olanlar üzerinde ulusunuzun karar verme hakkını ne kadar iyi savunduğunuzu görüyoruz demek istiyoruz. Ve Ekvator ve Bolivya’daki yerli kardeşlerimize Tüm Latin Amerika’ya iyi bir tarih dersi veriyorsunuz, çünkü neo-liberal küreselleşmeyi durduruyorsunuz, demek istiyoruz. Ve Arjantin’in piquetero’larına ve genç insanlarına, sizleri seviyoruz, demek istiyoruz. Ve daha iyi bir ülke isteyen Uruguaylılara, sizleri beğeniyoruz, demek istiyoruz. Ve Brezilya’daki topraksızlara, size saygı duyuyoruz demek istiyoruz. Ve Latin Amerika’nın tüm genç insanlarına, yaptığınız şey iyidir, bize ümit veriyorsunuz demek istiyoruz.

Ve sosyal Avrupa’daki erkek ve kız kardeşlerimize saygın ve isyankar olanlara, yalnız değilsiniz demek istiyoruz. Neo-liberal savaşlara karşı büyük hareketleriniz bizi sevindiriyor, demek istiyoruz. Sizin örgütlenme biçimlerinizi ve mücadele yöntemlerinizi, belki bir şeyler öğrenebiliriz diye dikkatle izliyoruz, demek istiyoruz. Mücadelenizde sizlere nasıl destek olabileceğimizi düşünüyoruz, ama euro göndermeyeceğiz, çünkü Avrupa Birliği’nin kargaşası nedeniyle değer yitimine uğrayacağını biliyoruz, demek istiyoruz.. Ama belki size el sanatları ve kahve gönderebiliriz, siz de onları pazarlayıp geliri mücadeleniz için kullanabilirsiniz. Belki size bir miktar pozol da gönderebiliriz, bu direnişinizde size kuvvet katar; ama gönderip göndermeyeceğimizi kim bilir, çünkü pozol, bizim tarzımız, ya midenizi hasta edip mücadelelerinizi zaafa uğratır, neo-liberaller karşısında yenik düşmenize neden olursa?

Ve Afrika, Asya ve Okyanusya’daki kardeşlerimize sizlerin de mücadele ettiğini biliyorzu ve fikirlerinizi ve pratiklerinizi daha yakından tanımaya istekliyiz, demek istiyoruz.

Ve dünyaya, onu içine, tüm bu dünyaları, direnen dünyaları sığdırabilecek kadar genişletmek istediğimizi söylemek istiyoruz. Onlar neo-liberalleri yok etmek için mücadele veriyorlar ve insanlık için mücadele etmeyi bırakamıyorlar.

Şu hâlde, Meksika’da yapmak istediğimiz, sadece sol kişi ve örgütlerle bir anlaşmaya varmak, çünkü neo-liberal küreselleşmeye karşı direnme ve herkes için adalet, demokrasi ve özgürlüğün hüküm sürdüğü bir ülke yaratma fikrinin yalnızca siyasal solda bulunduğuna inanıyoruz. Adaletin yalnızca zenginler, özgürlüğün yalnızca büyük iş sahipleri için olduğu ve demokrasinin yalnızca seçim propagandası için duvarlara yazı yazmadan ibaret olduğu günümüzdeki gibi değil. Ve Patria’mız Meksika’nın ölmemesi için bir mücadele planının yalnızca soldan çıkabileceğine inanıyoruz.

Ve düşünüyoruz ki bu sol kişi ve örgütlerle birlikte, Meksika’nın, bizler gibi mütevazı ve basit insanların yaşadığı her yerine gitmek için bir plan yapabiliriz.

Ve onlara ne yapmaları gerektiğini söyleyip emirler vermeyeceğiz.

Bir adayı desteklemelerini de istemeyeceğiz, mevcut olanların hepsinin neo-liberaller olduğunu biliyoruz.

Ne de onlardan bizim gibi olmalarını, ya da silaha davranmalarını isteyeceğiz.

Sadece onlara yaşamlarının, mücadelelerinin, ülkemiz hakkındaki düşüncelerinin ne olduğunu ve yenilgiye uğramamak için ne yapmamız gerektiğini soracağız.

Basit ve mütevazı insanların görüşlerini dikkate alıp belki de orada Patria’mıza duyduğumuz sevginin aynını bulacağız.

Ve belki de biz basit ve mütevazı insanlar anlaşmaya varacağız ve tüm ülkede örgütlenip, şimdi birbirimizden ayrı, yalnız başımıza sürdürdüğümüz mücadeleleri birleştirmeye, bütün isteklerimizi karşılayan bir programa benzeyen bir şey bulmaya, ve “ulusal mücadele programı” denilen bu programı nasıl gerçekleştireceğimize dair bir plan yapmaya karar verebiliriz.

Ve kulak vereceğimiz bu insanların çoğunluğunun onayı ile, herkesle, yerliler, işçiler, campesino’lar, öğrenciler, öğretmenler, memurlar, kadınlar, çocuklar, yaşlılar, erkekler ve iyi yürekli olan ve adına Meksika denen, Rio Grande ve Rio Suchiate arasındaki, bir ucu Pasifik Okyanusu’na, bir ucu Atlantik Okyanusu’na dayanan bu Patria’mızın tahrip olup satılmaması için mücadeleye gönüllü bütün iyi yürekli insanlarla birlikte mücadeleye girişeceğiz.

VI-) BUNU NASIL YAPACAĞIZ?

Ve Meksika’nın ve dünyanın bütün mütevazı ve basit insanlarına basit sözlerimiz şu ki, bugünkü sözümüzü söylüyoruz.

Lacandona Ormanından Altıncı Deklarasyon:

Ve basit sözlerimizle, diyoruz ki…

EZLN saldırgan bir ateşkese bağlılığını sürdürmektedir, hükümet kuvvetlerine saldırıda bulunmayacak ve saldırgan askeri hareketlere girişmeyecektir.

EZLN sürdürmekte olduğumuz barışçıl girişim aracılığıyla siyasal mücadele yolu üzerinde ısrarını sürdürmektedir. EZLN bu nedenle ne ulusal siyasal-askerî örgütlerle ne de başka ülkedekilerle hiçbir gizli ilişki kurmama kararlılığını sürdürmektedir.

EZLN kendisini oluşturan ve en yüksek komuta organı olan Zapatista cemaatlerini savunma, destekleme ve itaat etme ve, -iç demokratik süreçlerine müdahale etmeksizin- özerklerinin, iyi yönetimlerinin güçlenmesi ve yaşam koşullarının iyileşmesi konusunda elinden geleni yapacağına taahhüdünü bir kez daha yeniler. Bir başka deyişle, Meksika’da ve dünyada yapacağımız şeyi, silahsız olarak, sivil ve barışçıl bir hareket aracılığıyla ve kendi cemaatlerimizi ihmal etmeden ve desteklemeyi elden bırakmadan yapacağız.

Bu nedenle…

Dünyada…
1. Neo-liberalizme karşı, insanlık için direnen ve mücadele eden kişi ve örgütlerle karşılıklı saygı ve desteğe dayalı yeni ilişkiler kuracağız..

2. Yapabildiğimiz kadarıyla, tüm dünyada mücadele eden kız ve erkek kardeşlerimize yiyecek ve el sanatları gibi maddi yardım göndereceğiz.

Başlamak için, La Realidad İyi Yönetişim Cuntası’ndan, “Chompiras” adlı, 8 ton yük taşıyan kamyonlarını ödünç vermelerini istiyoruz. Ona mısır ve belki, eğer isterlerse 200 varil petrol yükleyip, Kuzey Amerika ambargosuna karşı direnişlerine Zapatistalardan bir yardım olarak Küba halkına göndermeleri için Meksika’daki Küba elçiliğine teslim edeceğiz. Ya da belki teslimatı buraya daha yakın bir yerdeyapabiliriz; çünkü Mexico City çok uzak ve “Chompiras” yolda bozulursa işimiz zorlaşır. Bunu hasattan sonra yapacağız, ürün şimdi tarlalarda yeşeriyor ve tabii bize saldırmazlarsa, çünkü önümüzdeki birkaç ay içinde gönderirsek mısır koçanlarından başka bir şey gönderemeyiz ve bunlar tamale’de (bir çeşit mısır yiyeceği -ç.) bile kullanılamaz. En iyisi Kasım ya da Aralık’ta göndermek.

Ve kadınların el sanatları kooperatifleriyle de bir anlaşma yapıp henüz hâlâ Birlik olamamış Avrupalara çok sayıda el işi göndereceğiz belki yanında Zapatista kooperatiflerinden bir miktar organik kahve de gönderebiliriz, bunu satıp mücadeleleri için biraz para sağlayabilirler. Satamasalar bile, afiyetle bir fincan kahve içip neo-liberalizme karşı mücadeleden söz edebilirler ve eğer hava soğuksa elle ve taşla yıkanmaya karşı dirençli Zapatista işlemeli battaniyelerine bürünebilirler. Bunların rengi yıkandıkça solmuyor.

Ve Bolivya ve Ekvator’daki yerli kardeşlerimize de biraz transgenik-olmayan mısır göndermek istiyoruz ama ellerine ulaşması için tam olarak nereye gönderebileceğimizi bilmiyoruz, ama bu küçük yardımı yapmaya istekliyiz.

3. Ve dünyada direnen herkese, başka kıtalararası encuentro’ların (buluşmalar -ç.) düzenlenmesi gerektiğini söylüyoruz; bir tane dahi olsa. Belki bu yılın Aralık ya da önümüzdeki yılın Ocak ayında; bakmamız gerek. Sadece ne zaman olacağını söylemek istemiyoruz, çünkü aynı zamanda nerede, ne zaman, nasıl ve kim üzerine, her şey üzerine anlaşmak gerek. Ama birkaç kişinin konuşup geri kalanların dinlediği bir sahne değil, herkesin eş bir düzlemde ama düzenli bir biçimde konuştuğu bir yer olmalı, aksi durumda kargaşa olur ve sözler anlaşılmaz ve herkesin başkalarının direniş sözcüklerini duyupnot edebileceği iyi bir örgütlenme olmalı ve herkes dünyalarındaki compañerolar ve compañeralarla konuşabilmeli. Ve çok büyük bir hapishanesi olan bir yer olmalı, çünkü bizi bastırıp cezaevine koymak isterlerse ne olacak; öyle ki üst üste yığılmayalım, ve hapishanede de neo-liberalizme karşı, insanlık için buluşmamızı sürdürebilelim. Nasıl anlaşacağımız konusunda anlaşabilmek için neler yapacağımızı size ileride söyleyeceğiz. Bunlar dünyada yapmak istediklerimiz konusundaki düşüncelerimiz. Şimdi sıra…

Meksika’da

1. Meksika’nın yerli halkları için savaşmayı sürdüreceğiz, ama artık yalnızca onlar için ve yalnızca onlarla birlikte değil, Meksika’nın tüm sömürülenleri ve mülksüzleştirlenleri için ve tüm ülkede. Ve Meksika’nın tüm sömürülenleri dediğimizde buna, iş aramak ve hayatta kalabilmek için ABD’ye giden kız ve erkek kardeşlerimizi de dahil ediyoruz.

2. Meksika halkının basit ve mütevazı insanlarına kulak verip aracı olmadan doğrudan onlarla konuşacağız, ve duyup öğrendiklerimize göre, bizim gibi basit ve mütevazı olan insanlarla birlikte, ulusal bir mücadele programı geliştireceğiz; ama bu sol, ya da antikapitalist ya da neo-liberalizm karşıtı ya da Meksika halkının adalet, demokrasi ve özgürlüğü için bir program olacak.

3. Tıpkı geçmişteki sol militanların darbeler, cezaevi ya da ölümle durdurulmadıkları ya da satın alınmadıkları zaman yaptıklarına benzer tarzda, siyaset yapmanın, başkalarına hizmet ruhuna sahip, maddi çıkar gütmeyen, özverili, adanmış, sözüne sadık, dürüst, tek ödülü görevini yerine getirmenin kıvancı olan başka bir tarzını inşa ya da yeniden inşa etmeye çalışacağız.

4. Meksika halkının konut, toprak, iş, yiyecek, sağlık, eğitim, bilgilenme, kültür, bağımsızlık, demokrasi, adalet, özgürlük ve barış taleplerini hesaba katan yeni bir Anayasa ve yasalar talebi için mücadeleyi yükselteceğiz. Halkın hak ve özgürlüklerini tanıyan ve güçlü karşısında zayıfları koruyan bir Anayasa.

BU AMAÇLAR İÇİN…

EZLN önderliğinden bir heyeti ulusal topraklarda bu işi gerçekleştirmesi için belirsiz bir süreyle görevlendirecektir. Zapatista heyeti,Lacandona Ormanları Altıncı Deklarasyonu’na katılan diğer sol örgüt ve kişilerle birlikte, açıkça davet edildikleri yerlere gidecektir.

EZLN’nin kuramda ve pratikte, aşağıdaki koşullar uyarınca kendilerini sol olarak tanımlayan seçime-yönelik-olmayan örgüt ve hareketlerle bir ittifaklar politikası oluşturacağını da duyuruyoruz.

Tepeden aşağıya dayatılacak anlaşmalar yapmayıp, öfkeye kulak verip onu örgütlemek üzere birlikte davranmaya yönelik anlaşmalar yapmak. Kendilerini oluşturanların arkalarından müzakere edilecek hareketler oluşturmayıp katılımcıların görüşlerini her zaman dikkate almak. İktidardan ya da onu ele geçirmeye çalışanlardan armağan, konum, avantaj, kamusal görev beklemeyip seçim takviminin ötesine geçmek. Ulusumuzun sorunlarını tepeden çözümlemeye kalkışmayıp, neo-liberal yıkıma karşı bir alternatifi, Meksika için solun alternatifini TABANDAN VE TABAN İÇİN geliştirmek.

Evet, örgütlerin özerkliği ve bağımsızlığına, mücadele yöntemlerine, özgütlenme tarzlarına, iç karar alma süreçlerine, meşru temsillerine karşılıklı saygıya evet. Ve ulusal egemenliğin ortak ve eşgüdümlü savunusuna, elektrik, petrol, su ve doğal kaynakların özelleştirilmesine uzlaşmaz bir karşı-duruşa evet.

Bir başka deyişle, kayıtdışı sol siyasal ve toplumsal örgütleri ve kayıtlı partilere üye olmayan sol iddiasındaki kişileri, ulusal bir kampanya örgütlemek, halkımızın sözüne kulak verip onu örgütlemek üzere Patria’mızın her köşesini ziyaret etmek üzere, zamanı gelince önereceğimiz zaman, yer ve tarzda bizimle buluşmaya çağırıyoruz. Evet, bu bir kampanyaya benziyor ama aynı zamanda çok farklı, çünkü seçimle ilişkili değil.

Kardeşler:

İlan ettiğimiz sözümüz şudur ki:

Dünyada neo-liberalizme karşı, insanlık için direniş mücadelelerine daha fazla omuz vereceğiz.

Ve verebileceğimiz pek az şey olsa da, bu mücadeleleri destekleyeceğiz.

Ve karşılıklı saygı temelinde deneyimleri, tarihleri, fikirleri, düşleri paylaşacağız.

Meksika’da ise, tüm ülkeyi, neo-liberal savaştan geriye kalan yıkıntıları ve bu yıkıntılarda yeşermekte olan direnişleri dolaşacağız.

Bu toprakları, bu gökyüzünü bizler kadar seven insanları arayıp bulacağız.

La Realidad’dan Tijuana’ya, örgütlenmek, mücadele etmek ve belki de bu Ulus’un ölmeme konusundaki, en azından kartalın yılanı yemek üzere nopal üzerine konduğu günden beri süregelen son umudu olacak şeyi inşa etmek isteyenleri arayacağız.
Yoksun bırakılanlarımıza demokrasi, özgürlük ve adalet adına gidiyoruz.
Bir başka siyasetle, bir sol program ve yeni bir Anayasa için gidiyoruz.
Tüm yerlileri, işçileri, campesino’ları, öğretmenleri, öğrencileri, ev kadınlarını, esnafı, küçük işletme sahiplerini, mikro-işletme sahiplerini, emeklileri, engellileri, dindar erkek ve kadınları, bilim insanlarını, sanatçıları, aydınları, genç insanları, kadınları, yaşlıları, eşcinselleri ve lezbiyenleri, erkek ve kız çocukları, bireysel ya da kolektif olarak, başka tarzda bir siyasetin inşasına, solun ulusal mücadele programı ve yeni bir Anayasa oluşturmaya yönelik bu ULUSAL KAMPANYA’ya, Zapatistalarla birlikte doğrudan katılmaya çağırıyoruz.

Ve ne yapacağımıza ve nasıl yapacağımıza dair sözümüz bu. Katılmayı isteyip istemediğinize sizler karar vereceksiniz.

Ve bu sözümüzle aynı fikirdeki, ve korkmayan, ya da korkup da korkusunu denetleyebilen iyi yürekli ve iyi niyetli erkek ve kadınları, sunduğumuz bu fikri uygun bulup bulmadıklarını açıklamaya çağırıyoruz ki, mücadeledeki bu yeni adımın kiminle, ne zaman, nasıl, ne zaman ve nerede atılabileceğini görelim.

Sizler bunun üzerine düşünürken, size, bugün, 2005 yılının altıncı ayında, Zapatista Ulusal Kurtuluş Ordusu’nun erkek, kadın, çocuk ve yaşlılarının, Lacandona Ormanlarından Altıncı Deklarasyonu kabul edip benimsediklerini ve imza atmayı bilenlerin imzaladığını, bilmeyenlerin ise parmak bastığını bildirelim. Ama bugün okuma-yazma bilmeyenlerin sayısı daha az, çünkü eğitim, insanlık için neo-liberalizme başkaldıran bu bölgede, yani Zapatista torakları ve göklerinde ilerleme kaydetti.

Ve tüm dünyada haksızlıklara başkaldıran ve direnen bütün basit ve mütevazı insanların soylu yüreklerine gönderdiğimiz basit sözümüz, budur.

Demokrasi!

Özgürlük!

Adalet!

Meksika Güneydoğusu dağlarından.

Gizli Devrimci Yerli Komitesi, Zapatista Ulusal Kurtuluş Ordusu Genel Komutanlığı.

Meksika, 2005 yılının altıncı ayı.

Çeviren:Sibel Özbudun

www.sendika.org sitesinden alınmıştır!

Happy
Happy
0 %
Sad
Sad
0 %
Excited
Excited
0 %
Sleepy
Sleepy
0 %
Angry
Angry
0 %
Surprise
Surprise
0 %
News Reporter