0 0
Read Time:5 Minute, 18 Second
II. DÜNYA SAVAŞI VE SOSYALİZM…
Nazi Almanya’sının kesin yenilgisi ve II. Dünya Savaşının sona erişinin 60. yıldönümü birkaç gün önce çeşitli törenlerle kutlandı, gün vesilesiyle çeşitli konuşmalar yapıldı; II. Paylaşım Savaşına yönelik birçok değerlendirme yapıldı. Bu törenler ve yapılan değerlendirmeler üzerinde durma eğiliminde değiliz. Sosyalizmden kaçışın genel bir eğilim olduğu bugünkü Kürdistan’da II. Savaşta, kendi içinde sapmalı eğilimler taşısa da genel olarak sosyalizm ve elde edilen kesin zaferde sosyalizmin rolü üzerinde birkaç söz söylemenin yararlı olduğuna inanıyoruz.

Hemen vurgulamalıyız ki, bugün ne söylenirse söylensin, tarihsel gerçekler ne kadar tahrif edilirse edilsin, genel anlamda sosyalizmin ve sosyalist hareketin II. Dünya Savasının zaferindeki rolü belirleyici düzeydedir. Bunu sadece Sovyetler Birliği ve Kızılordu’nun rolü açısından değil, Avrupa’daki partizan direnişlerinde, Çin’deki Japonlara karşı Direniş Savaşında Komünist Partilerin oynadıkları rol açısından da vurgulamak istiyoruz.

Savaş başlamadan önce Faşizmin Avrupa’da yükselişini destekleyen İngiltere ve ABD emperyalizminin hesabı başta ve savaş içinde çok farklıydı. Onlar, İtalyan Faşizmini ve Alman Nazizmi’ni Sosyalizm ve Sovyetler Birliğine karşı en büyük “Panzehir” olarak düşündüler. Sovyetleri dize getirme savaşında yıpranacak Almanya’yı kendilerinin rahatlıkla alt edebileceklerini hesapladılar. Ama Hitler’in en başta Fransa’ya saldırması ve kısa sürede Paris’in düşmesi bu hesaplarını bozdu. “Batı cephesini” kazanan ve burayı sağlamlaştıran Hitler, 1941 yılında Sovyetlere savaş açtı, kısa sürede soluğu Moskova önlerinde aldı… İngiltere ve ABD bir kez daha “umutlandılar”, Sovyetlerin kesin yenilgiye uğrayacağını, Hitler Almanya’sının ise savaşı uzun süre sürdüremeyecek kadar yorgun düşeceğini, son derece yıpranacağını ve sonuçta meydanın kendilerine kalacağını var saydılar… 1939 yılında Hitler ile Saldırmazlık Paktı imzalayan Sovyetler Birliği, bu kez ABD ve İngiltere ile “Demokrasi Cephesi”ni kurma çabaları içine girdi. Bunun için kendisinden istenen tavizleri vermekten de geri durmadı. Komünist Enternasyonalizm’in feshi, kimi ulusal kurtuluş hareketlerinin desteklenmemesi gibi… Batı’dan istediği ise, “2. Cephenin” bir an önce açılmasıydı.

Evet, Demokrasi Cephesi kurulmuştu, ama Stalin’in istediği 2. Cephe bir türlü açılmıyordu. Leningrad kuşatmasında, Moskova önlerinde ve Stalingrad Direnişinde 2. Cephe olmadan direnmek durumunda kaldı. Yalnız değildi elbette. Ama onu her cephede destekleyen Komünist Partilerinin önderliğindeki partizanlardı, direniş hareketleriydi; Fransa’da, İtalya’da, Yunanistan’da, Yugoslavya’da, Balkanlarda, Çin ve diğer sömürgelerde… Andığımız bu alanlarda Komünist Partileri savaşın sonlarına doğru iktidara çok yaklaştılar, kimileri fiili olarak iktidar bile oldu… Sovyetler Birliği, eşine az rastlanır bir fedakârlık ve cesaretle Stalingrad kuşatmasında önce Hitler ordularını durdurdu, sonra ağır bir yenilgiye uğrattı.

Bu, aynı zamanda II. Dünya Savaşının kaderi bakımından bir dönüm noktasıdır.

Hitler Almanya’sı için baş aşağı dönüş ve yenilgi süreci başlamıştır. Önce işgal altındaki Sovyet toprakları kurtarılır, Balkanlar ve Doğu Avrupa ülkelerinin büyük bölümü Hitler ordularından ve işbirlikçilerinden temizlenir, bunda partizan savaşlarının da hatırı sayılır bir payı vardır.

Aslında bir kez daha ABD ve İngiltere’nin hesabı tutmamıştır. Cephe kurdukları Sovyetlerin kesin yenilmesini, yenilirken de Hitlerin güçten düşürülmesini istemektedirler. O nedenle Stalin’in ısrarla istediği 2. Cepheyi açmamakta ve oyalama taktiğini uygulamaktadırlar. Ancak bu kez hesapları Stalingrad direnişi ve zaferinde suya düştü. Hitler orduları yenilgi üstüne yenilgi alıyor, işgal ettikleri toprakları terk etmek durumunda kalıyordu. Sovyetlerin prestiji ve etkinliği somut olarak artıyordu. Bu somut gerçeklik karşısında 2. Cepheyi açmak onlar için kaçınılmaz bir zorunluluk oldu. Peki, 2. Cepheyi kime karşı açıyorlardı, politik ve stratejik hedefleri neydi?

Normandya Çıkarması olarak tarihe geçen bu 2. Cephe, görünürde Hitler ordularına karşı açılmıştır. Ama bu sadece görünürde böyledir, somut askeri hedef bakımından böyledir. Ama politik hedef olarak Sovyetlerin ilerleyişini bir hatta durdurmak, Avrupa’ya “Komünizm Hayaleti”nin egemen olmasını önlemektir! Normandya Çıkarmasının politik özü budur!

Sonraki gelişmeler de bu gerçekliği doğrulamaktadır.

Aslında Stalin ve SBKP, “ulusal sosyalizm” teorisi ve çizgisine sapmamış olsalardı, II. Savaş içinde ve sonrasında kendilerini merkeze koyan, diğer ülke devrimlerini gerektiğinde “feda edilecek parçalar” olarak algılamaz ve pratikte feda etmeseydi, Normandiya Çıkarması ve sonrasındaki askeri ve politik hareketlerin, Batı Avrupa’yı “Komünizm Hayaleti”nden kurtarması çok güçtü. Yunanistan’da Komünist Partisi önderliğindeki hareket, neredeyse ülkenin her tarafını denetliyordu, Atina’nın düşürülmesi ve iktidarın ilanı sadece bir karar sorunuydu. Ama Yunanistan devrimi, Stalin’in Müttefiklerle yaptığı “Nüfuz” anlaşmasına kurban edildi, Yunanistan Komünist Partisi ise Çin ve Yugoslavya Komünist Partileri kadar bağımsız bir çizgi izleme gücüne sahip olmadı. Aynı durum Fransa ve İtalya için de geçerlidir. Bu ülkelerde de Komünistler bir bakıma ellerindeki iktidarı burjuvaziye teslim ettiler… Olan devrimlere, Avrupa Devrimine oldu! Bu tarihsel bir fırsattı, ama büyük bir sorumsuzlukla heba edildi, kaçırıldı…

Aynı dayatmaya boyun eğmeyen Tito ve Mao, ülkelerinde iktidar oldular, bir bakıma Sovyetler ve “Uluslararası toplumun” dayatmalarına rağmen…

Gerçekten de Avrupa’da faşizmi yıkan, bunun için sayısız bedel ödeyen Uluslararası Komünist Hareket, 1920’li yılların ortalarından itibaren harekete damgasını vuran “ulusal sosyalizm” çizgisinin kurbanı oldu, dolayısıyla savaş sürecinde kazandığı mevzilerin büyük bölümünü terk etmek durumunda kaldı.

Savaşı sona erdiren, Avrupa’da Faşizmi yenilgiye uğratan ve en geniş demokratik hak ve özgürlüklerin kurulmasına yol açan sosyalist hareket, bugün en zayıf dönemini yaşadığı için liberaller, Bush gibi arsız emperyalist şefler, emperyalist akıl hocaları, II. Dünya Savaşının tarihsel gerçeklerini bir çırpıda tahrif etmekte, tarihin belli bir kesitine damgasını vurmuş bir hareketi “tarihsel hata” olarak damgalayabilmektedirler.

Oysa faşizmi, Hitler’i yaratan kapitalist emperyalist sistemin kendisidir. Yine bunun palazlanmasında, saldırgan politikalar izlemesinde de İngiltere ve ABD’nin politik yaklaşımlarının çok önemli bir etkisi vardır. Yani tutarlı ve samimi bir Hitler karşıtı duruşları olmadığı gibi, Sovyetlere karşı açtığı savaşta başarılı olmasını da istemişlerdir. Hitler ordularının yenilgisinde belirleyici bir rolleri olmamış, yaptıkları askeri müdahalenin ise amacı Avrupa’nın yeniden kuruluşunda çok daha fazla söz sahibi olma, Sovyetlerin etkisini sınırlandırma amacını taşımıştır.

Yaşadıkları temel teorik hatalar, tarihi politik yanılgılar ne olursa olsun, II. Dünya Savaşının gerçek galipleri sosyalist hareketler olmuştur; en çok kayıp veren, direnen, acı çeken, tarihin en ağır bedellerinden birini ödeyen yine sosyalist hareketten başkası değildir. Bugün Avrupa ve dünyanın diğer alanlarında toplumların gelişiminde, insanlığın bu kadar yol almasında sosyalistlerin bu tarihi başarılarının payı büyüktür! Onlar, sadece insanlığın aydınlık vicdanları değil, gerçek emekçileri, tarih yapıcıları olduklarını da kanıtlamışlardır. Kendi toplumlarını ilk kurma denemelerinde başarısız olmaları, onların bu tarihlerini gölgelemediği gibi, bugün ve gelecek rollerini de ortadan kaldıramaz!

11 Mayıs 2005

Serhat ARARAT

Happy
Happy
0 %
Sad
Sad
0 %
Excited
Excited
0 %
Sleepy
Sleepy
0 %
Angry
Angry
0 %
Surprise
Surprise
0 %
News Reporter