0 0
Read Time:4 Minute, 52 Second
TÜRKİYE’DE AYDIN OLMAK
Bilinenin tekrarlanması, hatta onaylanması Türkiye’de genel bir çizgidir. Bunun bir örneğini daha geçtiğimiz haftalarda üzerinde çok fırtına koparılan “aydınlar toplantısı”nda yaşadık Bu toplantıda Türkiye devletinin resmi tezleri Başbakan ve görüştüğü “aydınlar” tarafından karşılıklı tekrarlanmıştı. Ancak ne yazık ki birçok çevre tartışmayı yürütenlerin ehliyetsiz vasıflarına rağmen önemli açılımlara vesile olacak ipuçlarına ulaşma becerisini gösterdiler!

Türkiye’deki gerçeklere neden bu kadar şaşı bakıldığı elbette ki çok önemli bir konu. Fakat bu kısa yazıda sorunun bu boyutuna değinmeyeceğiz. Bizim üzerinde asıl durmak istediğimiz bir ad, bir unvan, bir düşüncenin öncüsü kimlikleriyle öne çıkanların durumudur. Gerçek aydın sorumluluğu ile Türkiye’de gerçekleşenin ne olduğudur?
Türkiye’de şovenizmin bu kadar güçlü olmasında, “devlet millet el ele” sloganları etrafında hızla bütünleşilmesinde “aydınların” çok önemli sorumluluğu olduğu bir olgudur. Cumhuriyet aydınları iktidardan aldıkları talimatlar doğrultusunda düşünce oluşturmuşlardır. Hiçbir bilimsel veriye dayanmadan üretilen kaba saba teoriler, memur çabukluğu ile yazılan kitaplar hep birer talimat ürünüdür. Örneğin Türk Tarih Kurumu’nun icraatlarına bir bakalım. Geçtiğimiz sene Latife Hanımın günlüklerinin kamuoyuna açılması gerekiyordu. Ancak birkaç kişinin kararıyla, devlet sırlarının deşifre edilmemesi gerekçesiyle bu belgelerin açılması önlendi. Kısa evliliğinin bedelini bir ömür boyu susturulma ve ev hapsiyle ödeyen Latife Hanım’ın mutlaka söyleyeceği çok şey olmalıydı. Kuşkusuz vardı da. Mustafa Kemal’in kirli işlerinin en canlı tanığıydı. Bu nedenle de kapısını sürekli askerler bekledi, yazı yazması dahi engellendi. Peki, Türkiye’de bu gerçekleri kaç kişi biliyor? Bu kararı alanlar nasıl bir etik anlayışa sahiptirler? Ömrünü yasaklar zinciri içinde geçiren bir insanın öldükten sonra da (yazdıklarına hemen el konulmuştur) yasaklı olmaya devam ettirilmesi Ortaçağ uygulamalarından daha geridir. Bu kararı alan tozlu beyinler vicdanlarına da çoktan kilit vurmuş olmalılar.

Yine Türkiye’de üniversitelerin durumuna kısaca bir bakalım. İstanbul Üniversitesi’nin başında kitap çalarak akademik unvan sahibi olmuş Alemdaroğlu olduğunu görürüz. Bu kişinin açıklamaları, katkılarını hangi alanda sunduğuna ilişkin yeterince fikir vermektedir. Alemdaroğlu en şoven, en geri açıklamaların sahibidir. Elinde Türk bayrağıyla Kıbrıs’ta, Kore’de savaşan bir asker gibidir. Bu anlamıyla da İtalyan mallarını linç eden kalabalığın bir üyesi gibidir.

Basının durumu da hakeza farklı değildir. Geçtiğimiz ay içinde İlker Başbuğ’un “basını bilgilendirme toplantısı” ardından bütün köşe yazarlarının aynı dille yazması gazetecilik anlayışı hakkında yeterince fikir vermeye yetmektedir.

Türkiye’de farklı konuşmak, farklı yazmak, sıra dışı olmak zordur. Bunun bedellerini Sabahattin Ali gibi ya yaşamlarıyla ya da İsmail Beşikçi gibi ömrünü cezaeviyle ödemişlerdir. Bilimsel gerçeklere saygı ve bağlılık gösterenlerin sayısı, bu nedenle sınırlıdır.

Bazıları da ülke gerçekleriyle barışık yaşamayı tercih etmişlerdir. Devletin resmi politikalarının hepsini onaylamadan, ancak temel kırmızı çizgilere de dokunmadan demokrat aydın kimlikleriyle öne çıkmaktadırlar. Devletin reformlara ihtiyaç duyduğunu savunan bu “aydınlar” özünde devletçidir. Ve muhalefet ettikleri kaba inkâr ve ret politikalarının dışına çıkabildikleri kadar yenilikçidir. Bu geçeklere kısaca bir göz attıktan sonra hafızalarımızı tazeleyip Başbakanlık Toplantı salonuna dönebiliriz. Kameralara yansıyanlar hemen şunlardı:

On kadar aydının hemen karşısında hükümet ve Başbakanların danışmanları yerlerini almıştı. Başbakan Erdoğan bakışları ve yanına aldığı maiyeti ile adeta devletin gücüyle ve ihtişamıyla “buradayız” diyordu. On kadar “aydın” da huzura kabul edilmenin verdiği gurur ve devlet ciddiyetinin altında kaldıkları ezilmişlikle Başbakanı görmeye çalışıyorlardı. Son derece resmi ortamda başlayan görüşmede “aydınlar” adına söz alan konuşmacı kelimelerini titizlikle seçerek hatta biraz da ürkekçe bazı önerilerini ve kaygılarını dile getirdi. Kabul edildikleri için de teşekkür etmeyi ihmal etmedi. Basına yansıyan öneriler neydi? Bir kez daha bakmakta yarar var:

1-Diyarbakır’da bir Kürt Enstitüsü’nün açılması,

2- Kürtlere yalnızca asayiş tedbirleriyle yaklaşılmaması,

3- Diyarbakır Belediyesinin de ziyaret edilmesi…

Bir halkın sorunları işte bu şekilde formüle edilmiş olundu. Getirilen önerilerin niteliği herhangi bir Başbakanlık memur raporunu aşmıyordu. Buna benzer sayısız rapor ve önerinin devlete sunulduğunu biliyoruz. Aydınları devlet memurlarından ayıran temel özellikler bağımsız kimlikleri, hiçbir otoriteye bağlı olmayışları, hiçbir güce boyun eğmeden toplumsal ve siyasal sorunlara çözüm üretebilmeleridir. Kürt sözünden ve gerçeğinden yıllarca kaçan insanların, sorun bütün dünyanın gözüne girdikten sonra, “Kürtlere bu kadar sopa da çok oluyor, onlara iş de lazım okul da” demeleri büyük bir saygısızlıktır. Yine “Kürtlerin Enstitüleri de olmalıdır” demeleri de bir lütuf değildir. Ayrıca dile getirilenlerin Öcalan merkezli tezler (Bu da devlet tarafından Öcalan’a hazırlattırılan sözlerdir) olduğunu da belirtmek gerek. Kısacası Kürt halkının tarihi, sosyal ve ulusal gerçeklerini görmeyen, devletin katliamcı ve inkârcı politikalarını deşifre etmeyen bir yaklaşım, aydın sorumluluğundan uzaktır. Bu yaklaşım ancak devlet danışmanlığı ile açıklanabilir. Yine bu görüşmenin eşitler arsındaki bir görüşme olmadığı, kullanılan üslup ve getirilen önerilerden rahatlıkla anlaşılabilir. Oysa aydınlar bağımsız insanlardır. Onları harekete geçiren gerçekler ve ezilenlerin yararı olmalıdır. Aydınlar bütün putları yıkan, zorbaları eleştiren, perdeleri kaldıran olabildikleri sürece değiştiren olabilmişlerdir. Bilimin, sanatın ve edebiyatın tarihsel serüvenine bir bakalım. Buruno ateşlerde yanmayı seçmeseydi, Marks ve Engels’in o muhteşem bilimsel başkaldırıları olmasaydı devrimler nasıl gerçekleşirdi? Bu örnekler daha da çoğaltılabilir.

Gelişme herkesin sorunudur. Bilen ve gören için bu daha da bir böyledir. Çağımızda insanlar giderek bir uzmanlık alanın esiri haline getiriliyor. Bir fizikçinin dünyası yalnızca labratuvarı değildir. Bir bilgisayar programcısı “ben yalnız bilgisayar ile ilgilenirim” diyemez. Çünkü bilimsel araştırmalar ve bulgular her geçen gün toplumları daha fazla ilgilendirir, bilimde ve teknolojideki gelişmeler egemenlerin politikaları için daha fazla kullanılır hale geliyor. Türkiye’de yazan ve çizenler toplumsal sorunlarla uğraşmayı gereksiz, hatta kendileri dışında görmektedirler. Biraz ilgi gösteren de lütufta bulunduğunu düşünmektedir. Aydın her olay ve olgu arasında bağlantı kurmayı başarandır. Emeğinin sonuçlarına yabancılaşmayan, herkes için beyin ve yürek olmasını bilendir. Aydın çevresinde olup bitenlere seyirci kalamaz. Egemenlerin politikalarının onaylayıcısı olamaz. Bu konuda elbette çok şey söylenebilir.

Türkiye’de hasret duyduğumuz çok şeyden birisinin de aydınlar olduğunu biliyoruz. Devlet memurlarının yeterince çok olduğunu da. Resmi unvanların, cüppelerin ardına sığınanlar, ortaçağ kiliselerinin papazları gibi hiçbir iz bırakmayacaktır. Sorgulayan ve acıları hiçe sayan aydınlara olan özlemimizi bir kez daha dile getiriyoruz.

23 Ağustos 2005

Sema Sultan

Happy
Happy
0 %
Sad
Sad
0 %
Excited
Excited
0 %
Sleepy
Sleepy
0 %
Angry
Angry
0 %
Surprise
Surprise
0 %
News Reporter