0 0
Read Time:25 Minute, 0 Second

 FERHAT ÜÇOLUK 
Demokratik Toplum Partisi, 24–25 Ekim tarihlerinde yapılan toplantıyla parti yapısına kavuşturuldu. Üzerinde yoğun tartışmaların geliştiği, yeni paradigma söyleminin tavan yaptığı oluşum süreci, politik savruluşun, KUKM’den kopuşun resmileşmesiyle sonuçlanmış oldu. Başında ölü doğmuş proje adlandırması mevcut realiteyi tanımlıyor. Sıklıkla vurgulanan yeni paradigma, İmralı tasfiyeciliğinin son altı yıldır kendi gerçekliliğini gizleme, teslimiyetçiliklerini örtme, halkımızı sömürgeci düzenle bütünleştirme politikalarının genelleştirilmiş biçimidir.

 Yeni paradigma ülke ve dünya gerçeklerinden kopuk, soyut değerlendirmelerin bilinçli olarak zoraki karşılaştırmalarla empoze edildiği, emperyalizme demokrasi yaftası yapıştıran, sahte barış stratejisinin programatik ifadesidir. Anlaşıldığı gibi ortada yeni paradigma yok. İmralı’da üretilen bu kavram Kürt halkı için politik ve pratik hiçbir değer taşımıyor. Süslü kelimelerin altında ulusal kazanımlarımız yok edilmek, devrimimiz yok edilmek isteniyor. Tasfiye, teslimiyet süreci derinleştiriliyor.

Öcalan’ın çarpıtmalarla kurguladığı çağ değerlendirmesi yasal partideki dönüşümde rengini vermiştir. AİHM savunmalarında, 20.yy’ın despotik, bürokratik rejimleri yıkılmış, demokrasi galip çıkmıştır denilerek emperyalist-kapitalizm sistemi, onun küreselleşmeci barbarlık ideolojisi kutsanmıştır. Aslında Öcalan böylelikle  Amerika’yı yeniden keşfe çıkmış oldu. Ezen, ezilen dünya çelişkisini bilinçli olarak görmemezlikten gelen çağ değerlendirmesi globalizmi tek seçenek görüyor. Eğer onun karşısındaysan gerici olur aşılırsın deniyor. 21.yy’ın ilk yılında İmralı’da şöyle tespitler yapıldı; reel sosyalizm çözüldü artık iki kutuplu dünya olmadığına göre şiddet anlamını yitirdi. Emperyalistler evrensel düzeyde yaşadıkları yapısal krizlerini demokratik açılımlarla onaracaklardırlar. Verilen mesajlar böyleydi. REALİTEYİ PERDELEYEN iyimserlik rüzgârının ömrü çok kısa sürmüştür. Dünya dengeleri İmralı tespitlerini anında çürütmüş, iflas eden projeyi sahiplerine iade etmiştir. İmralı açıklamaları ve onun stratejisi ezilen dünya halkları safından çıkma, emperyalist-kapitalizm çarkına girme stratejisidir. Ülke özelinde bizim açımızdan Kürdistan devriminin genelde de halkların özgürlük ve bağımsızlık mücadelelerinin baş düşmanı sömürgecilere, emperyalistlere hizmet esas çıkar yol olarak anlatılıyor. Globalizm ideolojisi, paradigma yalanlarıyla meşrulaştırılmaktadır. Geldikleri aşamada uluslar arası karşı devrim cephesinden uygarlık, çağdaşlık beklemekteler. İmralı’da hazin son böylelikle tamamlanmıştır.

Reel politikanın diliyle özetleyelim. Ezen, ezilen bölünmesi derinleşmektedir. Dünya gelirinden en büyük payı emperyalistler almakta, ezilen ülke halkları her geçen gün daha fazla sömürülmekte, yoksullaşmaktadır. Emperyalistlerin sömürge araçlarından IMF’nin kendi belgelerinden yola çıkarak örnekler verelim; ABD, tek başına dünya gelirinin yüzde 21,1’ine sahip. Onu yüzde 15,9’ile EURO bölgesi, yüzde 7 ile Japonya, yüzde 3,2 ile İngiltere ve yüzde 1,9’ile Kanada izliyor. G–7 de G-20’lerde somutlaşan aç gözlülük, gelir getirisi emperyalist tekellerin devletlerinin başarısıdır. Bu tabloya bakarak emperyalist kapitalizmin nasıl bir adaletsizlik sistemi olduğunu görebilirsiniz. Onların hanesine yazılan her kazanç, ezilen dünya halklarının başına yeni felaketlerin gelmesinin ölçütüdür. Liderliğini ABD’nin çektiği emperyalist barbarlık, dünyayı sömürge imparatorluğuna çevirmek istemektedir. Uluslar arası sermaye gücünü elinde tutan emperyalistler pazar alanlarını her yönüyle ele geçirmek, denetlemek peşindedir.

21.yy’da tekelci sermaye sınıfı yayılmacığını hangi araçlarla, politikalarla sürdürüyor? Doğru çağ değerlendirmesinin anahtarı siyasal duruşa yön veren ideolojinin bakış açısıyla yansıtılır. Bilimsel sosyalizm bize bu birikimi ve kuvveti vermektedir. Somut koşulların tahlili göstermektedir ki, emperyalist kapitalizm yayılmacılılığını barbarlık ve haydutlukla ilerletmektedir.11 Eylül olaylarını, kendi beslemeleri El-Kaide’yi bahane ederek nasıl saldırganlaştıkları ortada. Neo-liberal hegemonya kurumlaştırılmaktadır. Temel yasaları terör ve zor yasasıdır.11 Eylül öncesinde, Yugoslavya’nın NATO şemsiyesinde parçalanmasıyla başlayan, Afganistan’ın, Irak’ın işgaliyle genişleyen saldırganlık artmaktadır. Klasik sömürgecilik yeniden başvurulan savaş pratiklerinin çözüm yöntemi durumundadır. Emperyalizme ikinci bunalım döneminin ürünü, yeni sömürgecilik ilişkileri yeterli gelmiyor. Açık işgallerle, gözü dönmüşlük örneği olan militarist politikalarla halkları teslim almayı hedefliyorlar."Ya bizden yanasınız ya da onlardan" dayatmasıyla tehditler savuran emperyalistler, ezilenlerin meşru şiddetini "terörizm" demagojisiyle çarpıtmakta, antiemperyalist, devrimci, ulusal kurtuluş hareketlerini kuşatarak tecrit edip ezmek bitirmek konusunda hemfikirdirler.

21.yy, emperyalizme onun işbirlikçilerine karşı ulusal ve sınıfsal kurtuluş savaşlarının yüzyılıdır. Yani "çağımız emperyalizm ve proleter devrimler çağıdır." Ezilen halkların özgürlük, bağımsızlık savaşları bilimsel sosyalizmin rehberliğinde zafere yürüyecektir. Ülkemiz Kürdistan’da İmralı tasfiyeciliğinin duymak istemediği gerçeklik budur. Kürdistan ulusal kurtuluş devrimi mücadele dinamiklerini koruyor. Olgunlaşan devrimci emekçi çizgi, enternasyonalist devrim cephesinin önemli bir parçası olacaktır. Yeri gelmişken belirtelim; tasfiyeciler ısrarla dünyada ve bölgede çok şey değişti bizde değiştik diyorlar. Kendilerinin değiştiği fikrine katılıyoruz. Ancak yenilgilerine Kürt halkını alet etmelerine, yaratılan bütün kazanımları düşmana sunmaya soyunmalarına izin vermeyiz. Yaşanan basit bir değişim değildir. KUKM’yi tasfiye, teslimiyet saldırısıdır. Karşı devrim güçlerine hizmet, halkımıza ihanet sürecidir. Diğer yandan emperyalist-kapitalizm en zor yüzyılını yaşamaktadır. Evet, ezilen halkların öfkesi birleşik kanala akıyor, sarsıcı patlamalara dönüşüyor. Netleşme ve saflaşma hızlandıkça savaşın şiddeti de büyüyecektir. İmralı tezlerinin aksine, emperyalist-kapitalizm özünü korumaktadır. Değişmesi söz konusu olamaz. Zaten değişmesi sınıf karakterinin mantığına terstir. Ancak yıkılırsa tarih sahnesinden silinir. Sonrasında da sınırsız, sınıfsız. Sömürüsüz dünya ütopyası olgunlaştığı aşamada realiteye dönüşür, hakim olur. İmralı tasfiyeciliğinin reel sosyalizmin çözülüşünü, bilimsel sosyalizmin yenilgisi olarak göstermesi kabul edilemez. Uyduruk manifestolar icat ederek sosyalizmin geçersizleştiğini ispatlama uğraşları kendilerini traji-komik gerici konuma düşürmüştür. Özellikle altını çizelim; malum hızla DEĞİŞEN, iflas eden AŞILAN, İmralı ihanetiyle YENİLEN yarattıkları zaafiyetlerle, çelişkilerle örülü önderlik sistemidir. Adı manifesto ya da paradigma olsun fark etmez ideolojik ve politik anlamda savruldukları yer ortadadır.

Yasal parti DTP’de baş döndürücü eğilime ayak uydurmak zorunda. Kürdistan’daki sömürgecilik ilişkilerine dokunmayarak, Kürt halk gerçekliğinden uzaklaşarak tasfiyeciliğin yasal dayanağı olma işlevine sahip olabilir. Bu misyonu taşıma konusunda gayet istekli gözüküyorlar. Karşımıza globalizme evet diyen, özelleştirmelere karşı çıkmayan, AB emperyalizmini savunan, Kemalizm’le kucaklaşmış, misak-i milli’ci, TC’nin birliği ve dirliğini düşünen, üst kimlik saçmalığıyla Kürtleri Türkleştirmeyi amaçlayan, kültürel kırıntılarla yetinen, sosyal demokratlığı bile tartışmalı liberal bir parti vizyonu çıkıyor.

DTP’yi ve programını, Türkiye’deki diğer düzen partileriyle kıyasladığımızda farklı bir şey görmüyoruz. Kürtlerin AKP’si, ANAP’ı olma yolundalar. PEKİ TUTAR MI? Başından söyleyelim, tutmaz. TC’nin sömürge düzeninin potasında iyice erimeleri, Kürtlüklerinden eser kalmaması gerekiyor. Tekelci kapitalizmin piyasa ekonomisini tekellerin lehine tekrardan öğrenmeleri lazım. Tekçi cumhuriyet ilkelerine koşulsuz bağlanılmalıdır. Daha da uzatabiliriz, şimdilik yeterlidir.

Gelelim DTP’nin programının Türkiye sorunlarına "yeni paradigma"lı çözüm öngörülerine. Sırasıyla paradigma neleri öngörmüş birlikte bakalım.

DTP programında "oligarşik sistemi demokratik dönüşümle aşmayı amaçlıyor. Bunun için de cumhuriyetin (TC) başlangıçtaki farklı etnik ve kültürel yapıya dayanan KURULUŞ FELSEFESİNE dönmesi gerektiğini savunuyor."

Tarihi çarpıtarak yola çıkılmış, TC’nin resmi tarih siyaseti onaylanmıştır. Yaptıkları tek kelimeyle inkârcılıktır. Böylelikle İmralı mahkemelerindeki tarih tezi programda açıktan başköşeye oturtulmuştur. Öcalan "beni anlamıyorlar" diyordu. DTP kurucuları ne iyi anladıklarını ispatlamışlardır. Amacı sömürgeci düzene eklenmek olan tasfiye hareketi inkârcılılığa sarılarak pragmatizme yöneliyor.

Bağımsız politik çizgisi, ilkeleri olmayan her düzen içi gücün öznel yapıları, yönelimleri neyse bunlarında böyledir. Kendilerine düzeni kabullendirme işinde, her anı belgelerle kanıtlanmış tarih üzerinde bilinçle çarpıtmaya gidilmiştir. TC’nin resmi tarih ideolojisi tasfiyeciler eli ile Kürtlerin bilinçaltına enjekte ediliyor. Halkımız korsokof’lu hale dönüştürülüp, tarihsel olgular unutturulmaktadır. Ama TC sömürgeciliği kuruluşundan, günümüze her yanıyla teşhir olmuştur. Bugün halkımız üzerindeki sömürgeci saldırganlık, ırkçı ve şoven politikalar gıdasını o "kuruluş felsefesinden" almaktadır. Kürt halkı, seksen iki yıllık cumhuriyet tarihini, onun uygulamalarını, talan ve katliamlarını yaşayarak öğrenmiştir.

TC’nin "kuruluş felsefesinin" tarihini nasıl gelişmiştir?

Birinci (paylaşım) dünya savaşına Almanya’nın safında Osmanlı imparatorluğu da dahil olmuş, hegemonya savaşından paylanmak istemiştir.19.yy’ın başlarında hızla düşüşe geçen Osmanlı, bu sürecin sonunda batılı kapitalist devletlerin yarı-sömürgesi olmuştur. Eski şatafatlı günler artık çok gerilerde kalmıştır. Çürüyen ve yozlaşan hanedanlık, batılı büyük devletlerin çıkar çatışmaları için kullanılan basit bir kuklaya, araca çevrilmiştir. 20.yy’la birlikte dağılma, haritadan silinme kaygısı Osmanlıcıları paranoyak etmiştir. Müslümanlık da para etmiyordur. Tabii Osmanlıdaki mevcut daralma, Kürdistan’da vergilerin ağırlaştırılması, zorla orduya alma, halkın yaşam koşulların fazlasıyla zorlaşmasına yol açmıştır. Osmanlı’nın zulmüne yer yer direnilse de, parçalı yapı, Ortadoğu jeo-politiği, ayaklamaların burjuva ulusal önderlikten yoksun oluşu vb. nedenlerle sonuçsuz kalınmıştır. Osmanlı, başkaldırıları engellemek, devlet hiyerarşisini, tahakkümünü sağlamak amacıyla "Hamide Alayları "örneği gibi kendisine bağımlı işbirlikçi tabakayı güçlendirmiştir. Kendisine itaat eden aşiret reisi, toprak ağalarını korumuştur. Ermeni katliamlarında da bu Kürt işbirlikçilerini kullanmışlardır. Osmanlı egemen sınıfı, elde kalanı korumanın daha önce "küfür "saydıkları Türk etnisitesini politik çıkış unsuruna ulaştırmakla mümkün olacağını görmüşlerdir. Batıdan ithal ulusçu düşünceler siyasal cazibe merkezidir. Pan-Türkist akımlar ordu ve bürokrasinin desteğini alarak hızla genişlemişlerdir. Yukarıdan dayatmayla herkese Türklükleri hatırlatılmıştır. Bir oldubittiyle Türk ulus modeli ve onun siyasal örgütlenmesi var edilmiş oldu. Günümüzdeki Türklük hassasiyetleri geçmişlerindeki yapay, zoraki ve sağlıksız şekillenişin ürünüdür. İttihat ve Terakki oluşumuyla da, ırkçılık politika arenasında kendisine zemin bulmuştur. M. Kemal de bu oluşumun ateşli savunucularındandır. TC’nin "kuruluş felsefesi"nin temelini atan ve yükselten de bu anlayıştır. Birinci dünya savaşından yenik çıkan Osmanlı imparatorluğu tarihin kara sayfalarına gömülmüş,"hasta adam" ölmüştür.

Savaşın galibi devletler, imzalanan antlaşmayla Osmanlının elindeki son toprakların bir bölümünü paylaşmışlardır. Fakat pratikte büyük askeri işgal harekâtına girilmemiştir. Orduları savaş yorgunu batılı kapitalist devletler iki plan arasında bocalamaktadır. Ya askeri işgalle toprakları ilhak etme, ya da işbirlikçi Osmanlı’nın devamcısı Türk yönetici elitini güçlendirerek kendisine bağımlı manda devlet. Uluslar arası koşullar, dünyadaki ilk işçi, emekçi halklar cumhuriyeti Sovyetler Birliğinin kurulmuş olması, ikinci seçeneği tercihini akla uygun kılmaktadır. Yine de daha çok keşif amacıylada olsa Türkiye ve Kürdistan’a askeri birlikler gönderilmiştir. Bu da halkın öfkesini çekmekte, dağınık da olsa silahlı direniş grupları oluşmaktadır.

Padişahın izniyle Türk yurdu için iç ve dış tehditleri yerinde görme, halifeliği koruma parolasıyla M. Kemal ve arkadaşları 1919 yılında Samsuna gitmişlerdir. O tarihten itibaren de inisiyatifi ele geçirmiş oldular. DTP’nin programında atıf yapılan Amasya protokolünde, mandacılığında seçenekler arasında tartışıldığı gündemler üzerinde yoğunlaşılmış, yerel güçlerin ağırlığıyla bu ve buna benzer öneriler kabul görmemiştir. Antiemperyalist çizgisi olmayan Kemalistler bir takım hile ve oyunlarla stratejilerini toplantının katılımcılarına kabullendirmişlerdir. Planları şöyledir; "uzlaşmacı kurtuluş siyaseti yürütülecek, bütün örgütlenmeler tek çatı altında birleştirilecekti". Böylece Türkün geleceğinin pratiği taslakla garantilenmiştir. Kürtler bu sürecin ortağı değildir. Amacı Türk devleti yaratmak olan Kemalistler, Kürtlerin ulusal kimliğinin hedeflerinin önünde engel olduğunu bilerek yaklaşmışlardır. Bir yere kadar faydalanma taktiği gütmüşlerdir. Cumhuriyetin ilk yıllarındaki Kürt katliamları imha ve inkâr politikasının stratejik olduğunun kanıtıdır.

DTP’nin Amasya protokolü takıntısı Kemalistliklerini ispatlamanın yansımasıdır. Türkiye’de MEB izniyle bugün liselerde okutulan resmi tarih kitabında o dönem bakın şöyle özetlenmiştir: "19 Mayıs 1919’da Samsuna çıkarak milli mücadeleyi başlatan Mustafa Kemal  Paşa, yayımladığı AMASYA TAMİMİ ile kurtuluş hareketini ilk çerçevesini çizdi. Bundan sonra Anadolu’nun düşmandan kurtarılması için alınan kararlar adım adım uygulanarak 23 Nisan 1920 tarihinde açılan Türkiye Büyük Millet Meclisi, TÜRK ULUSUNUN geleceğine el koydu"

Lozan antlaşmasıyla da emperyalist devletlerin onayıyla Kürt’ün  yok sayılmasının tarihi tescillenmiş oldu. Kuzey Kürdistan topraklarında vahşi Türk sömürgeciliğinin talan, asimilasyon ve katliamlarının azgınca yaşandığı karanlık günler başlamıştır. TC’nin "kuruluş felsefesi", DTP kurucuların iddia ettiği gibi "farklı etnik ve kültürel yapıya" dayanmamıştır. Farklıkları ezme, bastırma, yok sayma zihniyetiyle inşa edilmiştir. Kemalizm’e göre; Türkiye Türklerindir, bu topraklar üzerinde yaşayan herkes Türk’tür ve Türkün Türk’ten başka dostu yoktur. DTP programındaki, Türkiye, Kürt ve Türklerin ortak vatanıdır tespiti bir aldatmacadan ibarettir. Kürtlerin dört parçaya bölünmüş olsa da, sömürgeci boyunduruk altında tutulsa da kendi ülkesi vardır. Unutmak ve unutturmak isteyenlere hatırlatalım. Bu ülkenin adı KÜRDİSTAN’dır.

DTP programındaki "oligarşik sistem" tanımlaması, Kürdistan’ın sömürge yapısını perdeleyen bir kavramdır. İmralı çizgisinin kabul görmesiyle de popüler tanım haline getirilmiştir. Kürdistan ulusal sorunu bağlamında değerlendirme konusu yapılamayacak kadar ağırlığı vardır. Yine de asgari ölçülerde bakarsak, Kürdistan’da oligarşik yapı belirleyici durumda  ise (ki değildir) bu da devrim sorunudur. Reformlarla değil, devrimle alt edilir. Konu bölümünü toparlarsak diyeceğimiz; TC’nin "kuruluş felsefesi" ve Kemalizm, vahşet, zulüm, ezilenlere düşmanlık ve Kürt varlığını imha, inkâr ideolojisidir. Kemalizm+Faşizmdir.

DTP programında, Kürt sorunu çözümünü nasıl aramış? Okuyalım; "Kürt sorunun çözümünü, Türk ve Kürtlerin tarihsel olarak birlik ve kardeşlik  ilişkilerinde arıyor. Kürt kimliğinin anayasal güvenceye kavuşturulması, anadilde eğitim, radyo, TV yayını ve serbest kültürel faaliyeti savunuyor. Bölgenin ekonomik-sosyal geri kalmışlığının kaldırılması için de bölgesel kalkınma merkezlerinin oluşturulması öngörüyor."

Tam da AB standardında çözüm yaklaşımı. Kürt ulusal sorunu kültürel kırıntılar meselesiymiş gibi bir hava verilmiş. Belirtilen başlık yöntemleriyle sorunun, sorun olmaktan çıkartılacağı hesaplanmış. Alternatifliklerinin sınırı böyle çizilmiştir. İmralı referanslı çözüm sistematiği, çözümsüzlüğün adresidir. Model alınan İmralı stratejisi son çeyrek yüzyıllık ulusal kurtuluş mücadelesinin, gerilla savaşının kazanımlarını erozyona uğratıyor. Kürt halkının, TC sömürge düzenine entegrasyon süreci, tasfiye politikaları aracılığıyla pekiştiriliyor. Düzen içileşme eğilimi, geçmişin hata ve yanlışlarını eleştirel bakma söylevini sık sık vurgulayarak yılgınlık ve pasifikasyonu dayatmaktadır. Son yedi yıldır olup bitenlere bakın, propagandalarını izleyin doğurduğu sonuçları analiz edersiniz.

Duygusal temalarla şişirilen, psiko-politik açılımlar iki noktada birleşiyor. Birincisi, ulusal bilinç dumura uğratılarak, özürlük ve bağımsızlık amacı ciddi tahribata uğratılmakta, halkımızın direniş potansiyeli zayıflamaktadır. Siyasal karşılığı olmayan gündemler yaratarak, kampanya organizasyonlarıyla moral, motivasyon birikimi tali meselelerle yıpratılmaktadır. Var olanı kabullenme (yetinme), ulusal mücadeleye yabancılaşma eğilimi hız kazanıyor.

İkincisi de, Kürdistan’ın sömürge yapısı, TC devletinin ulusal kurtuluş mücadelemize yaklaşımındaki yorumlamalar üzerinden şekillenmektedir. Altı boş Türkiyeleşme, Türkiye vatandaşlığı kavramları genel eğilimlerini yansıtmaktadır. Ülkemizin sömürge statüsü ve sömürgeciliğin yapısı, üzerini kapatarak, tasfiye projelerini düzen cephesinden karşılık bulacağını düşünüyor olmalılar. Kürdistan’da son otuz yıldır PKK öncülüğündeki KUKM’ni ezmek adına, sömürgeci devlet kendi otoritesini bütünlüklü olarak dayatmaktadır. Türk egemenleri çıkar ilişkileri temelinde farklı özellikler, ittifaklar içersine girmekten sakınca görmezler. Bunların bir kesimi muhafazakârlık maskesi takarken, diğer bir kesimde liberallik görüntüsü vermektedir. Yerli sermaye ve yabancı sermaye ortaklığı tartışmalarında bütün toplumu suni saflaşmalara itiyorlar. Öcalan’ın, ilerici dediği TÜSİAD ya da OYAK, Müsiad gibi sermaye güçleri konjonkturel durumlara göre vitrini düzenlemekteler. Özellikle faşist ordunun OYAK’ı sermaye birikimini, Kürt halkına karşı yürütülen özel savaş sürecinde katlayarak büyüttüğü biliniyor. Ordu yine uluslar arası gizli uyuşturucu ticaretinden de paylanmaktadır. Vatan kurtaran (soyan) ordu, özel savaşın kirli nimetlerinden yaralanırken, Kürdistan’ın sömürge yapısı, kendilerine politik ve ekonomik çok yönlü fırsatlar, olanaklar sağlamaktadır. Tarihsel Kürt düşmanlığıyla örtüşen politikalarını aynen sürdürüyorlar. Türk egemen sınıfın kendi içindeki nüans farklılıklarını konu Kürtler, Kürdistan olunca hemen siliniyor. Tek koro halinde "çakıl taşı" edebiyatı yaparak transa geçmekteler. Düzenin sağı-solu, yeşili-beyazı "Kuvayi milliye" ruhuyla kuşanıp, halkımıza duyulan sömürgeci kinlerini dökmekteler. Altı çizilmelidir ki, sol cenahtan da bazı çevrelerin son dönemdeki sosyal-şoven çıkışları da oldukça düşündürücüdür.

DTP hemen klasik mesaj verme, alma moduna girmiştir. T. Erdoğan’ın AKP’sinden çözüm denilen adımlar atmasını istiyor. TC’nin bölünmez bütünlüğü, ortak vatan, bayrak hassasiyetiyle genelkurmaya mesaj iletiyor. AB savunuculuğuyla, özelleştirme yanlılığıyla işbirlikçi sermaye sınıfına göz kırpmaktadır. Sömürgeci düzene yedeklenmek amacı yol kazalarına uğrasa da, dün kötü dediklerine bugün iyi diyerek, ya ondadır ya bunda oyunu oynamaktadır.

DTP, Kürt sorununun çözümünü tarihsel Kürt ve  Türk birliği ile kardeşliğinde aramakla neyi savunuyor? Kültürel kırıntıların tanınması ve af edilmek karşılığında, dibe vurmuş nakaratlar tekrarlanmaktadır. Halkların kardeşliğine, ezilenlerin enternasyonal dayanışmasına, sosyalistlerin ilkesel ve evrensel açıdan güç verme ve destekleri temel yaklaşımıdır. Halkların devrim mücadelesini desteklemekle sınıf savaşının kazanımlarını büyütmüş oluruz. Emperyalist-Kapitalist sisteme vurulacak her darbe, ezilen halkların lehinedir. Kürtlerin diğer halklar gibi Türk halkıyla da sorunu yoktur.

DTP’nin tarihsel Kürt ve Türk birliği türündeki yakıştırmaya gitmesi bu açıdan anlamsızdır. Ve niyetler başkadır. İki ulusun da tabiî ki ayrı şekillenen tarihsel, sosyal, kültürel farklılıkları vardır. Anlaşılıyor ki birlikten misakı milli sınırlarının çatısı çiziliyor. TC’nin ülkemizdeki sömürgeciliği, halkımızın tanımadığı, tanımayacağı bir birliktir. Kürdistan ulusal kurtuluş devriminin temel hedefi de bu zoraki sömürgeci birliği parçalamak olduğunu belirtmeliyiz. Kürdistan’ı sömürgeleştiren TC devleti "karşı savaş örgütü" olarak halkımıza her türlü baskıyı ve terörü reva görmektedir. Her gün uygulanan Kürde ölüm fermanları varlık gerekçeleri olmuştur. Sömürü düzenlerinin yıkılışına sebep olacak fay hattı Kürdistan coğrafyasıdır. Kemalizm yani TC’nin zayıf halkası, onun kırılmasının önünü açan da Kürdistan’dır. Türk halkının da kendi egemen burjuva sistemine karşı yürütülen devrim mücadelesi ortaklaştığımız noktadır. İki halkın kurtuluşu devrimde, sosyalizmdedir. İkinci veya üçüncü bir yol yoktur.

DTP düzen partilerinden de duyduğumuz, aşina olduğumuz kardeşlik, birlik vurgularıyla, yumuşatılmış çözüm maddeleri ile Kürt sorununa hangi çerçeveyle baktığını, sınırladığını deklare etmiştir. İmralı tasfiyeciliğin parti enflasyonu cenderesinde miladını doldurana kadar, yürütecekleri çalışmalar bellidir. Hassasiyet gösterilen konular sıralaması, DTP’nin kırmızıçizgileri olacak. Yakın gelecekten itibaren politikalarının tezahürünü nasıl pratikleştireceklerini göreceğiz. Soyundukları rolün, tasfiyecilik olacağını bir kez daha hatırlatalım.

Kürt ulusal sorununu kültürel serbestlik, dil kursu, TV, radyo boyutuna indirgeyen politik anlayış, Kürdistan’ın sömürge statüsünü muğlâklaştırarak sömürgeci Türk devletine yedeklenmektedir. Sistemi demokratik dönüşüme uğratma savı mevcut ülke konjonktüründe inandırıcılıktan yoksundur. Reformist politikalarla, parlamenterist çizgiyle sorunu çözmek hayali taşımak safdilliktir. En çok da sahiplerini etkiler ve egemen sistemin bataklığına, karanlığına savurur. DTP kurucuları daha yolun başında sömürgeci düzene uyum kararlılığıyla, Antep Belediye Başkanı Celal Doğan’a yeşil ışık yakmıştır. Eski solcu, devletçi, burjuva siyasetçisi, C. Doğan karşısındaki tasfiyecilerin zayıflıklarını bildiğinden, dilediğince konuşmuş, ölçünün kaçmasıyla da tabandan gelen tepki üzerine birlik görüşmeleri şimdilik durdurulmuştur. Yine kamuoyuna yansıdığı kadarıyla DTP merkezi yapı içersinde görev almış tanınmış siyasetçilerin bu karara çok üzüldüğü biliniyor. Ne diyelim üzülmesinler, C. Doğan’da ileri, tabanı olan devletçilerde var. Ne de olsa "demokratik dönüşümü" gerçekleştirmek büyük ittifaklarla mümkün olur.

DTP, sınıf gerçeğinden kopartılmış devlet-birey ilişkisiyle koordinatör devleti hedefliyormuş. Kürt sorununun çözümü de böylelikle sağlayacakmış. Diyeceğimiz AB’ye baka baka iyice karardılar. TC devlet mekanizmasını tanımadan söylenen sözler değil bunlar. Yaşananlar bilinçli seçilmiş tasfiye sürecinin gerekliliklerini oluşturmanın, meşrulaştırmanın, genelleştirmenin adımlarının hedeflenmesidir. Yapılanlar Kürt halkının geleceğini kurtlar sofrasında halkımızın düşmanlarının insafına terk ediştir. TC’nin, ordusu, işbirlikçi burjuvaları, meclisi, bürokrasisi ve tüm kurum, kuruluşlarıyla Kürt halkının özgürlük, bağımsızlık mücadelesinin karşısındadır. Halkımıza tarihsel, güncel yaklaşımları yok sayma, tanımama üzerinden pratikleşen imha ve inkâr etmektir. Kurulurken de, bugün de böyledir. TC’de esneme aramak, esnetmeye çalışmak aklıselim değildir. DTP, koordinatör devlet perdesiyle kapitalist burjuva devlet modelini savunmaktadır. Anti-sosyalist teoriler somutlaştırılarak alenileştirilmiştir. DTP’nin politika sistematiği Kürt emekçilerinin, yoksullarının talep ve özlemleriyle kesinlikle uyuşmuyor. Çıkarlarını sömürgeci devlette gören Kürt orta burjuva kesimin beklentileri kıstas alınmış, DTP projesi ile yeni bir rotaya girmiştir. DTP’nin temsiliyet sınırı programıyla gün gibi ortadadır. Demokratik mücadelede alternatif çözüm dediklerine bakın görürsünüz. Bölgesel, ekonomik-sosyal kalkınma, işte çapı, çerçevesi böyledir. İlginçtir bu tanımlama Genelkurmayın, KUKM’le savaşırken "terörü doğuran etkenler" sıralamasında hükümetlerin önüne koyduğu ve bugün de sıklıkla vurgulandığıdır. Kürdistan’da halkımızın açlık, sefalet koşullarında yaşamasının sorumlusu sömürgeci devlettir. Sömürgeciliğin topraklarımızdaki bütünüyle ilişkilenmesi kesilmeden ekonomik-sosyal sorunlarımız da çözülmeyecektir. Ulusal ve sınıfsal esaretimize son verecek olan Kürdistan ulusal kurtuluş devrimidir. Kürt ulusal sorununun tek çözümü vardır. O da devrimdir. Tarihin akışı ülkemiz Kürdistan’da o aydınlık yöne ilerliyor.

Yasal partinin, (DTP)’nin belediyecilik deneyimi ayrı bir yazı konusudur. Yine de şunlar söylenebilir, lokal düzeyde de olsa Belediyeciliklerinin halkın yönetime katılımı, halkın sorunlarıyla ilgilenme temelinde deneyimleri olumsuzluklarıyla ne kadar "demokratik" olduklarını göstermiştir. Uzun sözün kısası, fikirleri neyse zikirleri de öyledir.

DTP çözüm mevzisi değildir. Çünkü onların çözüm dedikleri, önüne konulana rıza gösteren, bağımsızlıktan vazgeçmiş, suskunlaşmış halk yaratmaktır. Tasfiye ve teslimiyet politikaları halkımızın geleceğini tehdit ediyor.

Toparlarken son sözü onurlu tarihimizin silinmeyecek kalesi, Diyarbakır zindanında,12 Eylül koşullarında TC’nin vahşeti altında ölümüne direnen Kürdistan devrimcilerine bırakalım:

“Teslimiyet İHANETE direniş ZAFERE götürür!”

                                                                                                    Aralık 2005

                                                                                    

Happy
Happy
0 %
Sad
Sad
0 %
Excited
Excited
0 %
Sleepy
Sleepy
0 %
Angry
Angry
0 %
Surprise
Surprise
0 %
News Reporter