0 0
Read Time:10 Minute, 7 Second
Irak ve Güneyde 15 Aralıkta genel seçimler yapılacak. Bu seçimlerle Federal Irak’ın ve Federe Kürdistan’ın yönetim organları belirlenecek, böylece “yeni” Irak yasal bir zemine ulaştırılmaya çalışılacak…
Bu “yeniden yapılandırma” sürecinin ABD’nin işgali temelinde, işgalin gölgesinde, denetim ve yönetiminde olacağı açıktır. Bu, olayın temel bir boyutudur. İşgal, Irak devlet örgütlenmesinin yıkılmış olması ve devletin yeniden kurulması süreci böylece yeni bir aşamaya gelmiş bulunuyor. Bugüne kadar bu konuda çok yazılıp çizildi. Dolayısıyla bundan sonraki aşamalarda olabilecek gelişmelere ve gelişme eğilimlerine değinmek daha gerekli ve yararlı olacaktır kanısındayız.

Kuşkusuz işgal temelinde de olsa Irak gibi sömürgeci bir devlet yapısının, Saddam gibi kanlı bir diktatörlüğün yıkılmış olması, ABD’nin iradesine ve stratejisine rağmen, objektif olarak yeni ulusal, dinsel-mezhepsel, etnik, politik ve toplumsal grupların sahneye çıkması açısından elverişli bir zemin, nesnel fırsatlar yaratmıştır. ABD emperyalizminin bölgesel hesapları, bunun dünya egemenlik stratejisi içindeki yeri biliniyor. Buna rağmen bu süreçten en kazançlı çıkanların başında ise Güney Kürtlerinin geldiği bir olgudur. Bu, aslında konjonktürel bir durum olduğu gibi, Kürtlerin on yılları bulan ve çok yönlü direnişlerinin de bir sonucudur.

15 Aralık seçimlerinin ABD açısından anlam ve önemi, Irak üzerindeki egemenliğini yasal bir zemine oturtarak meşrulaştırmak, açık işgali yerel ayaklara kavuşturarak bunu, “gizli işgal” haline getirmek ve sonuçta belli bir plan çerçevesinde “askerlerini geri çekmek” biçiminden özetlenebilir.

Geçen yıl yapılan seçimler ve bu seçimler sonucunda oluşturulan organlar eliyle yapılan anayasa ve bunun onaylanmasından sonra gelinen yeni adım 15 Aralık seçimleridir. Bu seçimlerle “yeni” Irak, anayasada öngörülen federal Irak “yasal zemine” ve “kalıcı organlara” kavuşmuş olacak… Bu durum bölgesel dengeleri olduğu kadar, Türkiye’yi, onun bölgesel dengelerini etkileyecek, daha da önemlisi TC’nin Güney Kürdistan politikasında “yeni” bir aşamanın açılmasına vesile olacaktır. Bu, TC’nin bir tercihi değil, tersine ilan etiği “Kırmızı çizgilerin” çiğnenmesi pahasına gerçekleşen zorunlu bir durumdur.

Son bir yıl içinde Federal Irak Anayasası onaylandı, bu temel çerçevede Federe Kürdistan’ın Irak ile olan ilişkileri ortaya konuldu, Federe Kürdistan yönetim organları belirlendi, Meclisi, başkanı seçildi, “Bölge” hükümeti kuruldu. Celal Talabani Irak devlet Başkanı, Mesut Barzani Federe Kürdistan’ın başkanı seçildi. Bu gelişmeler uluslar arası ilişkilerde meşruiyet kazandı, Talabani ve Barzani yeni konumlarıyla tanındı.

Bu durum, TC’nin istemediği, ama değiştirme veya etkileme gücünde de olmadığı gelişmelerdi. ABD’ye kafa tutmak yerine ona boyun eğme temelinde, temel politikasına ve stratejisine uyum sağlama anlayışı içinde bir politika yürütüme zorunluluğunu hissetti; bunu basına da yansıtılan “Milli Siyaset Belgesi”nde açıkça ortaya koyma gereğini duydu. Bir daha 1 Mart Teskere kazasına uğramak ve daha ciddi faturalar ödemek istemiyordu.

“Güney Kürdistan ve Federal Irak artık bir olgu olduğuna ve bunu değiştirme şansı olmadığına göre yapılması gereken, ABD stratejisiyle uyumlu, bu olguyu tanıyan ve tanıyarak etkileme olanakları yaratmayı benimseyen bir politik yaklaşım içinde olmak gerekir” biçiminde özetlenebilecek bir politikaya yöneleceklerinin işaretlerini verdiler. MİT Müsteşarı ve iki üst düzey yöneticisinin M. Barzani ile görüşmesi, basına yansıyan bilgilere bakılırsa, bu görüşmede karşılıklı isteklerin iletilmesi ve bunun yazılı olmayan bir uzlaşma olarak benimsenmesi, anılan bu yeni yaklaşımın güçlü ipuçları olarak değerlendirilebilir. Bu, fiili olarak kendi sınırlarının güneyinde kurulan Kürt devletini tanıma anlamına geliyor. Kuşkusuz burada temel hedef, Güneyle işbirliği içinde onu etkileme ve gücü ölçüsünde denetleme isteminden başka bir şey değildir. Bu tanımanın resmi düzeye çıkma olasılığı da güçlüdür. Ya da gelişmelerin yönü bu temeldedir… 

Ancak Güneyi tanıma tutumu, TC için paradoksal bir çıkmaz anlamına da gelmektedir. Kürt sorunu dinamik ve denetlenmesi çok güç bir sorun, aynı zamanda bölgesel ve uluslar arası boyutları olan bir sorundur. Bir parçadaki herhangi bir gelişme diğer parçaları da etkilemektedir. Kürdistan’ın en büyük parçasını inkâr ve imha sistemi altında tutan TC’nin Güney Kürdistan’ı tanımasının çok yönlü politik ve psikolojik sonuçları olacaktır. Güney Kürtlerini tanı, ama “Kendi Kürdistan’ını” bastır! Peki, bu paradoksal çıkmazı uzun süre yönetmek olanaklı mı? Olanaklı olmadığını en iyi kendileri biliyorlar, ama gelinen noktada başka bir şansları da yok! Şimdilik zaman kazanmaya, politik dengeleri kendi lehlerine etkilemeye, Kuzey Kürdistan konusunda ABD ve İsrail’i kendileriyle aynı çizgide tutmaya çaba gösteriyorlar.

Federal Irak’ın geleceği de sayısız belirsizlikle doludur. Evet, 15 Aralık seçimleriyle “yeni” yapının oturması ve istikrar kazanması bekleniyor. Ancak iç çelişkiler de derinleşme eğilimindedir. İç çelişkiler mezhepsel boyutlar kazanma eğilimindedir. Şiilere dönük gerçekleştirilen, kimi zaman kitlesel katliamlar boyutunu kazanan saldırılar bu eğilimin kedisine işaret etmektedir. Bu mezhepsel saldırıların devam etmesi ve çelişkilerin derinleşmesi Federal Irak için dağıtıcı bir etken haline gelebilir.

Öte yandan işgal karşıtı “direniş”, dar bir alana, “Sunni üçgeni” denilen dar bir bölgeye sıkışmış bulunmaktadır. Bu nedensiz değildir, salt eylem tarzları ve gerici ideolojik çizgileriyle açıklanabilecek bir durum değildir. Ulusal bir hareket haline gelebilmek için, gerçekten, ulusal, en geniş ve tam anlamıyla demokratik bir programa sahip olmak şarttır. En başta da Kürt halkının kendi kaderini belirleme hakkına, Şiilerin kendilerini ifade etme ve devlet yönetiminde söz sahibi olma haklarına saygılı olmaları gerekirdi. Ancak anılan hareketin böyle bir programdan uzak olduğu, hatta tam karşıt bir konumda oldukları çok açıktır.  Onlar, sömürgeci ve Sunni damgalı Irak’ı istiyor ve özlüyorlar. En sıradan demokratik bir programları ve eğilimleri yok. Bu hareketin en temel özellikleri dün bastırılan, temel hakları gasp edilen halkların, mezheplerin politik haklarını tanımaması, bunları programlaştırmaması ve Saddam rejiminin yıkılmasıyla birlikte kaybedilen ayrıcalıkları geri getirme istemlerine sahip olmalarıdır. Bunda bağlı bulundukları ideoloji kadar, Baas kalıntılarının “geçmişi geri getirme” istemleri de önemli bir rol oynamaktadır. Bu ideoloji ve politik duruşlarıyla, gerici eylem anlayışı ve yöntemleriyle “Sunni üçgene” sıkışan hareketin “bir ulusal direniş hareketi” haline gelmesi, Irak ve Güney Kürdistan’da yaşayan halkların temel haklarını tanıyan bir programı benimasmeleri mümkün değildir. Dolayısıyla Irak genelinde başarılı olmaları son derece güçtür. Mevcut program ve eylem anlayışlarını sürdürmeleri durumunda var olan genel “üçlü bölünmeyi” daha da derinleştirip kemikleştirecekleri kesindir. Aslında El Kaide türü İslamcı hareketlerin “anti-emperyalizm” veya en dar anlamda Anti-Amerikancı yafta altında kendilerini tanımlamaları ve varlıklarını sürdürmeleri, Ortadoğu’da ve dünyada gerçek devrimci anti-emperyalist güç ve hareketler açısından tarihsel bir şanssızlık anlamına gelmektedir.

Mevcut bölünme daha da derinleşirse bu, Federal Irak’ın dağılmasını bile getirebilir. Bunun aynı zamanda her ucu açık bir savaş anlamına geleceği de açıktır. Bu, TC’nin de en büyük korkusudur. Dolayısıyla gelinen noktada Federal Irak’ı dağılmaktan ve “bölünmekten” kurtarmak TC’nin en önemli stratejik tercihlerinden biridir.

Irak’taki Sunnilerle sınırlı İslamcı hareket en genel çizgileriyle böyle olmakla birlikte ABD’nin Irak ve Ortadoğu politikaları önünde belli tıkayıcı ve engelleyici rol oynamaktadır. Bu etken, ABD’nin İran ve Suriye politikalarının araçlarını, bunun şiddetini belirlemede hesaba katılan önemli bir olgudur.

Toparlamak gerekirse, Irak birçok çelişik gelişmeye gebedir.

Güney, 15 Aralık seçimleriyle birlikte mevcut düzeyini ve konumunu daha da güçlendirmiş, uluslar arası meşruiyetini yeni bir aşamaya taşımış olacaktır. Bu, TC’yi de “yeni” yönelimler ve ilişkilere zorlayacaktır. Ancak TC ile ilişkilerde geçmişten derslerin de çıkarılması şarttır. Kendi parçasının çıkarlarını her şeyin üstüne çıkarmak, diğer parçalardaki mücadelelere karşı olumsuz bir tutum içinde olmak, aslında kendi hareket alanını daraltmaktan, kötü bir konuma düşmekten başka bir anlama gelmeyecektir. TC ve diğer sömürgeci devletlerle ilişkilerde, “büyük devletlerle” ilişkilerde bütün parçalarıyla Kürdistan’ı, onun en temel ulusal demokratik haklarını esas almak yurtseverliğin, akılcı politikanın da bir gereğidir! Bu konuda ne yazık, Güney partilerinin “sicilleri” pek parlak değildir. Dolayısıyla bunların ilişki ve politikalarına karşı kuşkucu ve uyarıcı bir duruş içinde olmak, ülke içinde yürüttükleri politikalar karşısında eleştirel bir yaklaşımı elden bırakmamak, emekçileri, en geniş halk yığınlarını bu temel noktalarda sürekli uyarmak, devrimci ve emekçilerden yana olmanın kaçınılmaz gereğidir!

                                                                                                 14 Aralık 2005

                                                                                       SOSYALİST-ŞOREŞGER

                                                                               (Kürdistan Devrimci Sosyalistleri)

Happy
Happy
0 %
Sad
Sad
0 %
Excited
Excited
0 %
Sleepy
Sleepy
0 %
Angry
Angry
0 %
Surprise
Surprise
0 %
News Reporter