0 0
Read Time:65 Minute, 21 Second

Cumhuriyet tarihi boyunca, özellikle son on yıllarda, Türkiye metropollerine göç eden, göçertilen Kürtlerin kesin sayısı bilinmemektedir. Ama bunun milyonlarla ifade edildiği de bir olgudur. Kimileri Kürtlerin üçte birinin, kimileri yarısının, kimileri de yarısından fazlasının Türkiye'ye göç etmiş olduğu iddiasını dile getirmektedir.  Göç edenlerin, göçertilenlerin sayısı ne olursa olsun bu bir olgu ve bunun çok yönlü etkileri ve sonuçları olmaktadır. Kürt sorunu ele alınırken bu gerçekliği es geçmenin işin başında tökezlemek olduğu açıktır. Osmanlı dönemini[2] bir yana bırakırsak Türkiye'ye göç eden veya göçertilen Kürtlerin durumlarını ve konumlarını iki kategoride değerlendirmek mümkündür.

Bir: Zamanla ekonomik, politik ve toplumsal nedenlerle göç etmiş, ülkesi, doğduğu büyüdüğü yerlerle belli bir ilişkisi sürse de yerleşmiş, kendine göre bir yaşam kurmuş, görece "yerleşik" bir düzen oluşturmuş kategori… Buna rağmen bu durumları nihai sonucuna varmış, mutlak istikrar kazanmış değildir… Bunlar işçi, kamu çalışanı, esnaf, tüccar, avukat, doktor vb. toplumsal konumlara sahiptir. Bu kategoridekilerin hem Kürt olmalarından kaynaklanan sorunları, hem de ekonomik ve toplumsal konumlarından kaynaklanan sorunları vardır. Aslında bu iki kategorideki baskı ve sorunlar bir bütünlük oluşturuyor, birbirini besliyor ve büyütüyor. Bu kategoridekilerin yurtseverlik karşısındaki duruşları homojen değildir, toplumsal konumlarına, ülke ile var olan bağların düzeyine göre bu değişkenlik göstermektedir.

İki: 1980'lerden sonra, özellikle 1990'lardan sonra kitlesel düzeyde göçertilen Kürtler… Bu kategoridekiler, gerçek anlamda yaşam kavgasını vermekte, konut, beslenme, geçim, konut, sağlık gibi temel yaşam sorunlarıyla boğuşmaktadırlar. Bunların çoğu işsizdir. Ya da gündelik geçici işlerle uğraşmaktadır. Seyyar satıcılık, inşaat işçiliği, mevsimlik meyve toplayıcılığı, tarlalarda çapa gibi ağır, sosyal haklardan yoksun, güvencesiz, sağlıksız koşullarda çalışmak zorunda kalmaktadır. Ticaret, orta büyüklükte esnaflıkla uğraşanlar ise son derece sınırlıdır. Araştırmaların da ortaya koyduğu gibi daha çok Adana, Mersin, Antalya, İzmir, İstanbul, Bursa, Ankara gibi metropollere göç etmek durumunda kalan bu Kürtler açlık sınırında yaşamlarını sürdürebilmektedirler. Bunlar mücadelenin sıcak alanlarından geldikleri için yurtseverlik duyguları diridir; yeniden mücadele istekleri veya mücadeleye devam istekleri vardır, ancak toparlanmaları, doğru mücadele seçeneklerinin önüne konulması koşuluyla… Yaşadıkları bütün sorunların temel nedeni sömürgeci sitem ve onun özel savaş politikalarıdır. Dolayısıyla sorunları öncelikle politiktir, bu politik sorunun bir toplumsal projeye oturması, dost ve düşman güçlerin net olarak belirlendiği doğru bir stratejiye dayanması gerekiyor. Bu genel çerçevenin yanında günlük ekonomik ve toplumsal, siyasal görevlere dönük bir mücadele perspektifinin olması bir o kadar zorunludur.

Yukarda iki kategoride özetlemeye çalıştığımız Kürtler, tek başına, tecrit bir yaşam yaşamıyorlar. Emekçiyse başka emekçilerle etkili bir ilişki içinde yaşamını sürdürüyor, diğer kesimler de çevresindeki başka insan ve toplum kesimleriyle ilişki içinde oluyorlar. Ezici çoğunluğu ezilen ve sömürülen, yoksulluk sınırında duran emekçilerin diğer halklardan emekçilerin yaşamlarına, sorunlarına kayıtsız kalması, ortak dertlerine ilgisiz davranması mümkün değildir. Ortak sorunlar, ortak çıkarlar, aynı istemler, kaçınılmaz olarak ortak davranışlara yönlendiriyor. Tarihsel olarak ortak çıkarları, ortak davranma reflekslerini katleden birçok etken var, engel var, ama bunlar aşılmaz değildir. Bu konunun ayrıntılarına girmek bu çalışmanın genel planının dışındadır. Başka bir çalışmada ele alacağımızı belirtmekle yetinelim. Göçertilen Kürtler sorunlarının çözümüne daha geniş bir perspektifle yaklaşmak, diğer emekçilerle, ezilenlerle var olan ortak paydaları görmek ve bunu ortak mücadele platformuna temel haline getirmek durumundadırlar; hem günlük ekonomik ve sosyal mücadelede, hem de devrim maratonunda bu, gereklidir… {asmpagebreak}

V. Göçertme hareketinin ortaya çıkardığı sorunların devrimci mücadelenin önüne koyduğu güncel ve uzun vadeli görevler…

Devrimciler, göçertilmiş, barınma, geçim, açlık, sağlık sorunlarıyla boğuşan binlerin, milyonların sorunlarına karşı kayıtsız, ilgisiz durabilir mi?

Verilecek yanıt, tartışmasız hayırdır!

Peki, bu yanıt nasıl olmak durumundadır? Genel geçer sloganların tekrarlanması tek başına bir şey ifade edebilir mi?

Bu konuda formüle edilen politikalarından biri, "Köye dönüş projesidir." İktidar perspektifinden yoksun böyle bir yaklaşımın pratik bir değer kazanması mümkün değildir. Her şeyden önce geride bırakılan köy ve yerleşim alanları eski olanaklara bile sahip değildir. Daha önce köyde evi, hayvanları, tarım aletleri, tarıma uygun tarlaları, otlakları vardı. Bunların yerinde şimdi yeller esiyor. Kimilerine de Korucular el koymuştur. Genel olarak da ekonomik yapı büyük ölçüde ç&;;ouml;kmüş ve anılan projeye alt yapı sunmaktan uzaktır. Bir de göçertme politikasının temel amacını unutmamak gerekiyor. Bu da inkâr ve imha sisteminin stratejik bir parçasından başka bir şey değildir. Dolaysıyla sömürgeci sistemi, onun egemenliğini hedeflemeyen, bu bağlamda ona geri adım attırmayı amaçlamayan kendi başına "Köye dönüş projesi" gibi yaklaşımların reformist bir değeri bile yoktur.

Öncelikle göçertme, tehcir politikalarının sömürgeci, ulusal inkârcı ve soykırımcı özünü kavramak ve kavratmak, ülkeye dönüş yaklaşımlarını bu kavrayış üzerine oturtmak gerekiyor. Devrimci bir programa ve iktidar perspektifine oturtulmuş, bütün boyutları düşünülmüş ve hesaplanmış bir anti-tehcir politikası devrimci bir anlam ve değer ifade edebilir. Sömürgeci sistemin geriletilmesi çerçevesinde böyle bir politikanın başarı şansı olabilir. Sömürgeci sistemin geriletilmesi ise bir dizi devrimci mücadele ve halkımızın gerçek anlamda politik güç düzeyini kazanmasıyla olanaklıdır.

Aslında günlük mücadeleyi, günlük ekonomik, sosyal ve kültürel ihtiyaçlar ve istemler için geliştirilecek mücadeleyi de bu perspektife oturtmak gerekiyor. Güncel planda göçertilen halkımızın konut, geçim, iş, sağlık, beslenme, eğitim sorunları vardır. Bu ihtiyaçlar için yine iktidar perspektifini göz ardı etmeden devrimci demokratik bir örgütlenme geliştirmek ve mücadele vermek gerekiyor. Bunun için tüm devrimci demokratik sendikaların, emekçi kuruluşlarının, devrimci örgütlerin ortak mücadele platformunu geliştirmek önemli ve gereklidir.

Burada başarı için ilk koşul, devrimci bir program ve mücadele çizgisine sahip olmak, ikincisi, Kürdistan ve Türkiye devrimci, demokratik, sendikal ve toplumsal örgüt ve güçlerinin ortak mücadele perspektifine sahip olmak, bu hedefin önündeki tarihsel ve güncel engelleri aşma kararlılığını ve pratik çabasını sergilemektir…

Bunların bugünden yarına gerçekleşmeyeceğini biliyoruz, ama gerçekleşebilmesi için de önemli bir deneyim, birikim, ilkesel ve politik zorunluluklar var.

Güncel mücadeleyi, örneğin iş, konut, sağlık, beslenme gibi güncel sorunlara dönük mücadeleyi devrimci bir programa bağlama görevinin Türkiye'de ve Kürdistan'da somutlanışı farklılıklar gösterir. İkisini birbirine bağlama ve aynı dalgada buluşturma anlayışı da bu farklılıkları görme ve ortak noktalarını doğru formüle etmeye bağlıdır. Metropollerdeki Kürt halkı temel ve güncel istemlerine ilişkin mücadele ederken kendisini Türkiye emekçilerinden tecrit ederse, en azından anlayış düzeyinde Türkiye emekçileriyle ortak mücadelede buluşmayı gözetmezse güncel ve genel mücadelesinde başarılı olması çok güçtür. Örneğin göçertilenlerin konut, iş, beslenme, sağlık gibi sosyal sorunlar Türkiye emekçilerinin de sorunudur. Neo-liberal politikaların dayattığı sosyal yıkım, sendikasızlaştırma, işsizlik, sömürü ve yoksullaşma aynı zamanda son göçertilenler de dahil Kürdistan emekçilerinin de sorunudur. Burada ulusal ve sosyal sorunlar ve bunların çözüm programları arasındaki farklılıklar ile kopmaz ortak bağları görmek gerekiyor. Doğru bir formülasyon ve mücadele perspektifi ile güncel ekonomik ve demokratik mücadelelerden başlayarak daha geniş kapsamlı iktidar hedefli mücadele birlikteliklerine ulaşmak mümkündür, gerekli olan da, doğru olan da budur![3]

Kürdistan kentlerine göçertilen halkımızın sorunları yukarda kısaca özetlemeye çalıştık. Bunların çözümü de bir devrim sorunudur. En sıradan reform ve düzeltme hareketi bile devrimci bir perspektife bağlı mücadeleyi zorunlu kılmaktadır. Deneyimler bunu doğrulatmaktadır. Eğer halkımızın oylarıyla kazanılan belediyeler, devrimci iktidar anlayışına, meşruiyeti halkımızın oylarında gören bir perspektife sahip olsalardı bu konuda da kimi adımlar atabilirlerdi, belki bu adımları hemen kesintiye uğrardı, ama çözüm perspektifi konusunda halkımıza önemli bir deneyim sunarlardı. Ama onlar geleneksel düzen belediyeciliğini tekrarladılar, onların kirliliklerini yaşadılar, devletle barışık yaşamayı "büyük siyaset" sandılar…

Kürdistan'da özel savaş rejimi devam ediyor, koruculuk, yayla yasağı ve diğer uygulamalarıyla… Bu özel savaş altında yalvarmalarla, af dilenciliğiyle en sıradan sosyal sorunun dahi çözülmeyeceği son İmralı teslimiyeti ve tasfiyeciliği süreciyle fazlasıyla kanıtlanmıştır. Dolayısıyla halkımızı içi boş "barış" hayalleriyle avutmak yerine, devrimci mücadele perspektifiyle donatmak, güncel ekonomik ve sosyal sorunlarının çözümünü bu perspektife bağlamak sonuç alıcı, doğru yoldur!

VI. Sonuç

 Bu yazının ortaya koyduğu düşüncelerin, gösterilen kanıtların ve verilerin ortaya çıkardığı temel gerçeklik şudur:

Kürdistan sorunu, bir devrim ve emekçiler sorunudur; ulusal ve toplumsal olarak ezilen, açlık sınırında tutulan, yerinden yurdundan edilen, edilmeye çalışılan yoksul bir halkın devrimci kurtuluş sorunudur!

Emekçiler ve ezilen halkımız sorunlarına sahip çıktığı, çözümü kendi ellerine aldığı zaman, bunun örgütlerini ve politik gücünü geliştirdiği zaman en sıradan güncel sorunlarından en temel sorunlarına kadar sorunlarını çözebilir, çözüm sürecine sokabilir…

Bu noktada ulusal kurtuluş programı ile toplumsal kurtuluş programını bir bütünün birbirini tamamlayan parçaları olarak algıladığı ve uyguladığı zaman başarı yolunda ilerleyebilir…

Ancak bu perspektifle mücadele dostlarıyla buluşabilir, ulusal sınırlarını aşarak büyük, güçlü enternasyonal birliklerin etkili bir üyesi olabilir…

Yine doğru devrimci ulusal ve sosyal kurtuluş programı ve çizgisiyle kendisiyle ortak bir dizi ekonomik ve sosyal sorun yaşayan Türkiye emekçileriyle etkili mücadele ortaklıklarını geliştirebilir, onlardaki ırkçı şoven önyargı ve şartlanmışlıklara ölümcül darbeler vurabilir…

Kürdistan emekçileri bu devrimci çizgisiyle Kürt egemen sınıflarının içi boş "Kürt programlarını" deşifre edebilir, İmralı teslimiyeti çizgisini boşa çıkarabilir…

Bütün bunların özü ve özeti şudur:

Devrim ve devrimci çizgi, Kürdistan sorununda herhangi bir çözüm değil, biricik seçenektir!

Tarihsel deneyimlerin ve güncel pratiğin kanıtladığı budur!

 

 

                                                                                                Ocak 2006

 

 

 


 

 

[1] Uluslaşmada, Batıda gerçekleşen örnekler için genelde ulus-devlet kavramı kullanılmaktadır. Türkiye'de gerçekleşen Türk uluslaşması devlet eliyle gelişen bir uluslaşmadır. Bu nedenle ulus-devlet kavramı yerine, devlet-ulus kavramı daha doğru ve tarihsel gerçeklere denk düşmektedir.

 

[2] Osmanlı döneminde, özellikle 19.yüzyılda Anadolu içlerine -Haymana, Konya, Kırşehir gibi- kitlesel olarak göçertilen Kürtler var, bunlar hala ulusal özeliklerini korumaktadırlar. KUKM'ye de çok yönlü katı sunmaktan geri durmamışlardır.

 

[3] Bu konuyu da içine alan daha geniş kapsamlı bir çalışmanın, Türkiye ve Kürdistan devrimleri arasındaki stratejik ilişkiler konusunun önümüzdeki dönemde gündemimizde olduğunu belirtmekle yetinelim.

 

Happy
Happy
0 %
Sad
Sad
0 %
Excited
Excited
0 %
Sleepy
Sleepy
0 %
Angry
Angry
0 %
Surprise
Surprise
0 %
Pages: 1 2
News Reporter