0 0
Read Time:11 Minute, 44 Second

ImageGece karanlıktı, zifiri karanlık. Hava ağırdı. Teslimiyet ve ihanet kol geziyordu. Daha çok da zindanın üzerine çökmüştü. Sadece gece değil, ufuk da karanlıktı, kapkara bir katran gibi. 12 Eylül karanlığı çökmüştü, ufuklara, daha çok da yüreklere…

Gelecek o karanlıkta boğulmak isteniyordu. Bunu çok kısa bir zamanda yapmak istiyorlardı. Biliyorlardı ki her zaman böyle zifiri karanlık bir ortamı yakalayamazlardı. Karanlıkta çokça yol almışlar, neredeyse finale yaklaşmışlardı, değerlendirmeleri buydu. Karanlık korku demekti, karanlık ihanet. Karanlık en iğrenç ve vahşi planların gizlendiği ortamdı. Karanlık, kürdün mezarı… Yüreklerin karartılması, ihanet için bitek bir tarla haline getirilmesiydi, ufukların karartılmasıyla ise umudun, hülyanın, düşler ülkesinin, ütopyanın ölümü… Özlemlerin, umudun, ütopyanın ölümü ise insanın, en gelişmiş insan olan devrimcinin ölümü, karanlıklar ülkesinin, karanlıklar krallığının eklentisi olmak, onun kulu kölesi olmaktı…

ImageImageGece karanlıktı, zifiri karanlık. Yatmamıştı daha. Beton sedir üzerindeki yatağında sırt üstü uzanıyordu. Uykusu gelmiyordu. Bütün ışıklar yanıyordu, ama gece yine karanlıktı, hem de zifiri karanlık, göz gözü görmüyordu, daha çok da yürek gözlerinin körelmesine yanıyordu, ama açmak gerekti. Doktor kendisiydi. Arkadaşları da öyle seslenmiyorlar mıydı kendisine. Kemal’in her “doktor” diye seslenişi kulaklarında yankılanıyordu. Doğrusu bu söyleyişte bir sihir vardı sanki, bir büyü… İçi de bir hoş oluyordu o zaman. Ama aynı zamanda göreve bir çağrı, öncü adımları atmaya bir davet… Doktordu, gözlerinde ışık vardı, zifiri karanlığı yırtmalı, görmeyen gözlere ışık, nasırlaşan yüreklere ateş olmalıydı, hem de Newroz ateşi…

ImageGözlerini parmaklıkların arasında gecenin karanlığına dikti, yüreğini ise derin uykularda olan 35’e. Derin bir sessizlik vardı, zaman zaman uzun boylu gelen horlama sesleri bu sessizliği parçalıyordu. Kimi zaman nöbetçi gardiyanların kendi aralarındaki anlaşılmaz bağırtıları bozuyordu gece sessizliğini… Karanlık ve sessizlik, duvarlara, parmaklara sinen korku, vahşet çığlıkları, beyninin kıvrımlarında dolaşan insan çığlıkları, her gece uykularını kaçırıyordu. Bir şeyler yapmalıydı… Bütün zamanların yükü birikmiş o ana sıkışmış, omuzlarına binmişti, bu yükü kaldırmak zorundaydı, bütün gözler ondaydı, bütün yürekler ona kilitlenmişti. Başarmalıydı, başarmak zorundaydı…

ImageKarşı duvardaki pencereden dışarının karanlığına baktı, bu davranışı, iç karartan bir karanlıktan başka bir duyguya yöneltmedi. Orada ölüm sessizliği vardı, fakat biliyordu ki bu sessizliğin ve zifiri karanlığın altında bir yer altı nehri akıyordu, o damarı gün yüzüne çıkarmak da kendi işiydi, güncelde düğümlenen tarih denen büyülü şey, bu yükü de onun omuzlarına bindirmişti, bundan kaçamazdı.

Düşünüyordu. Kafasında sayısız düşünce, duygu, çatışma içindeydi. Düşünüyordu. Mazlum’u, Dörtleri… Omuzlarındaki ağır yükü. Bu bütün zamanların yüküydü. Her aklına geldiğinde omuzlarının çöktüğünü hissediyordu. Ama çöküşe izin vermeyecekti. Kesin kararlıydı. Aslında ne yapması gerektiği belliydi. Mazlum ve Dörtler yapılması gerekenleri çok net biçimde ortaya koymuşlardı. Kürdün kaderi o anda ve o daracık mekanda düğümlenmişti. Bu düğüm çözümlenmeden Kürde gelecek yoktu. İnkar ve imha o anda ve o mekanda sonuca götürülmek, karanlığın hakim olduğu zindan Kürde nihai mezar yapılmak isteniyordu. Bu çok açıktı. Sorun birkaç bin kişinin teslim alınışı, ihanete zorlanışı değil, ölümle cezalandırılması değildi. Sorun daha kapsamlıydı, tarihiydi. Cumhuriyetin uğursuz ulusal imha siyaseti nihai sonuca götürülmek isteniyordu. İşte bunu boşa çıkarmak gerekiyordu. Bu anda geleceği kurtarmak, bu anda özgür geleceği çiçeklendirmek, dört bir yanı saran karabasan karanlığı yırtmak, ufukları aydınlatmak gerekiyordu. Bunun tek bir yolu vardı: Mazlum’un, Dörtlerin Yolu… Ölümüne direniş, ölümlerde ölümsüzlüğü, yaşamı, zaferi yaratan öncülerimizin ateşten yolu…

Kafası son derece açıktı, ama düşünüyordu, kıvılcımı bir direniş yangınına dönüştürmenin yollarını, yöntemlerini, bunları gerçekleştirmenin ayrıntılarını ve daha sonraki olası sonuçları düşünüyor, kestirmeye, kendisini düşünsel ve ruhsal olarak yaman direnişe hazırlıyordu. Biliyordu ki, kendisinin direnişi geçmişten günümüze akan Kürdün tarihsel direnişinin, özgür geleceğe doğru yol alacak özgürlük ve sosyalizm yolunun andaki en yoğun temsili ve kilometre taşıdır… O nedenle her ayrıntısını sayısız kez gözden geçirmeyi kaçınılmaz görüyordu. Uykuları bunun için kaçıyordu, bütün yeteneklerini ayaklandırması bunun içindi, yüreğindeki yoğunluk bunundandı…

Yorgun düşmüştü, ama içi biraz daha rahattı. “Bu kez başarabilir miyim” sorusu çoktan yanıtını bulmuştu, başarmaya mahkumdu, buna her açıdan hazırdı, her şeyi kafasından bir kez daha geçirmiş, yapacakları, atacağı adımlar belliydi. Ama yine de içinde derinden işleyen bir heyecan vardı, korku da karışmış mıydı bu heyecana? Evet, niye gizlesindi ki, heyecanın içine birazcık korku da bulaşmıştı, bunun ayıplanacak bir yanı yoktu ki. Tersine dikkatini, bilincini uyanık tutacak, kararlılığını pekiştirecek bir işlev görecekti. Elinde küçük bir fener zifiri karanlıkta sayısız bilinmeyenle dolu yolda yürüyen yolcular heyecan ve korku yaşamazlar mı? Kaldı ki kendisini düşünmüyordu, milyonların kaderi kendisinin iki dudağı arasından çıkacak sözcüklere, atacağı tarihsel adıma kilitlenmişti. Korkuyla karışık heyecanının nedeni bu büyük adımı başarma zorunluluğu idi. Geçici de olsa bir kez yenilmişlerdi, ama bu kez kesin kazanmalıydı, hem de bu zafer, özgür ülkemizin asmbolik zaferi niteliğinde olmalıydı…

Zaman ilerlemişti, biraz dinlenmeli, her şey güne uygun olmalıydı. Tarihsel güne her hücresiyle güçlü, diri, dinç başlamalıydı… Gözlerini kapattı, uyumuş muydu, yoksa yarı uykulu, yarı hayal mi görüyordu? Mazlum gülümsüyordu, Dörtlerde yükselen alevler kızıl güllere durmuşlardı, gözleri yaşam fışkırıyordu, düşler ülkesindeydiler. Mutluydular, kendilerini bekliyorlardı, çaktıkları kıvılcımların tüm yürekleri tutuşturacağını biliyorlardı, işte geliyorlardı, karanlığı yara yara, nasırlı yürekleri aça aça… Rüya mı görmüştü, yoksa yarı rüya, yarı hayal mı? Ne önemi vardı ki, Onları görmüştü, mutlu, gülen, sevecen yüzlerini, ışıldayan, düşler ülkesine davet eden bakışlarını görmüştü ya, bundan daha önemlisi var mıydı? Böyle tarihsel bir günde Onlarla buluşmak kadar ne güç verebilirdi ki?

Yeni bir gün başlamıştı, diğerlerinden farklı. Temmuzun on dördü. Sıradan bir gün değildi. Bunu derinden yaşıyordu. Omuzları bugün daha kalkık, yürüyüşü biraz daha azametli, göz bebeklerinin içi gülüyordu. Bu, on yıllar sonrasının büyük sevinciydi, özgür ülkeyi bugünden kazanmanın sevinci… Kürdün makus talihini, uğursuz tarihini tersine çevirecek bir adımın arifesinde olduğunu derinden hissediyordu.

Merdivenlerden nasıl indi, işkence ve korku sinen koridorları nasıl geçti, ringe nasıl bindi, nasıl yol aldılar, nasıl indi, nasıl mahkeme salonunda yer aldı pek farkına varamadı, her şey çok hızlı olup bitmişti. “Savunmalar çok önemli, o zamana denk Ortadoğu’nun en büyük davalarından biri görülüyordu. Bizi yargılamak, mahkum etmek ve tarihin derinliklerine gömmek istiyorlar. Bu davayı en iyi bir biçimde savunmak devrimimizin en başta gelen görevidir. Mücadelemizin haklılığını, meşruiyetini, amaç ve hedeflerimizdeki kararlılığımızı net ve kesin bir biçimde haykırmazsak, sömürgecilik, emperyalizm ve her türlü gericiliği bu tarihi kürsüde yargılayıp mahkum etmezsek, tarihsel olarak yargılayan bir konumu yaratmazsak, bunları tarihe altın harflerle nakşetmezsek devrimimizi bırakalım ilerletmek, ayaklar altından ezilmekten kurtarmamız bile mümkün olmayacaktır. Kaldı ki ihaneti dayatıyorlar, mahkeme kürsülerini ihanet kürsüleri, ihanetin dalga dalga halka taşırıldığı bir araca dönüştürmek istiyorlar. Bu normal savunmadan öte bir rol biçiyor savunmamıza. Düşüncelerimizin doğruluğunu, yenilmezliğini, inançlarımızdaki samimiyet ve kararlılığımızı dosta, düşmana, gelecek kuşaklara kanıtlamak zorundayız. Bu, bir mihenk taşıydı. Bu tarihsel sınav sürecidir, bu sınavı kazanmak, tarihi ve geleceği kazanmaktır. Her şey bunda düğümlenmiştir. Bu sınavı başaramayanlar, amaç ve inançlarında tutarlı ve samimi olamazlar. Evet, bu kadar yaşamsal önemde olan savunmalarımızı bugüne dek kısmen yapabildik, olanaklarımızı sonuna kadar zorladık. Ama şimdi ihanet dayatılıyor, ulusal imhamız bizim şahsımızda gerçekleştirilmek isteniyor. Bu noktada buna dur demek, devrimin önünü açmak kaçınılmaz bir zorunluluktur. Bunu başarmalıyım. Bu mahkemede tarihsel adımı atmalı, yoldaşlarıma, halkıma ve gelecek kuşaklara mesajımı çok net vermeliyim, bu kadar önem verdiğim savunmamı da birkaç cümle ile de olsa tamamlamalıyım.” Son kez bu düşünceleri kafasında geçirdi, elini kaldırdı. Duruşma hakimi oralı bile olmadı. Israr etti. Sonunda hakim söz hakkını vermek zorunda kaldı.

Yerinden doğruldu, üstünü düzeltti, bir adım attı, ikincisi, üçüncüsü ve diğerleri birbirini izledi. Ağır ağır, sözcüklerini tane tane seçerek, vurgularına özen göstererek konuştu. Sömürgeci sistemin 12 Eylül karanlık durağını ve Kürt politikasını, üzerimizde uygulanmak istenen ulusal imha oyununu bir bir anlattı. Savunmanın önemini vurguladı. Tarihe, güne, halka, yoldaşlarına ve geleceğe konuşuyordu. Devrime ve sosyalizme inancını vurguladı. Kendi özeleştirisini büyük bir yüreklilik ve alçakgönülükle verdi. Düşüncemiz doğru, ideolojimiz ve programımız doğru, ama bu doğruluk kendi başına yetmez. Bunların gerçekleşmesi için devrimci savaş, silahlı mücadele kaçınılmazdır. Devrimci savaşı düşünmeyen, geliştirmeyen hiçbir hareket ve eğilimin ülkemizde başarılı olması mümkün değildir. Diğer noktaların yanı sıra buna özel bir önem verdi, özel olarak vurguladı. Bu, sadece gerçekliğin hatırlatılması değildi, her türlü reformist ve teslimiyetçi düşünce ve eğilime kesin bir darbe vurma kararlılığı idi. “Teslimiyet İhanete, Direniş Zafere Götürür” broşürünü de kendisi yazmamış mıydı? O Halde tarihi anda herkesin kafasını bir kez daha aydınlatmayı, hamhayallerden uzaklaştırmayı, doğru ve kazandıran yolu vurgulayarak göstermeyi tarihsel bir görev bildi. Kendini borçlu hissediyordu, borcunu kısmen de olsa bir de böyle ödemeyi düşünüyordu…

Mehmet Hayrı DURMUŞ yoldaşımız, tarihi konuşmasını yaptı, büyük bir iç huzur ve sevinçle yerine döndü, yüzünde bahar çiçekleri açıyordu, düşler ülkesinin bütün güzellikleri yüz hatlarında belirmiş davet ediyordu. Kemal PİR, Ali ÇİÇEK ve başka arkadaşlar hemen bu davetin gereklerini yerine getirdiler, o gün Akif YILMAZ ve başka bir arkadaş zindanda bu tarihi yürüyüşe katıldılar…

Başarmıştı, Hayrı beş yoldaşıyla başarmıştı. Ulusal imhayı, devrimi tasfiye planları o anda yenilgiye uğratmış, büyük zaferi o anda kazanmıştı. Bu, bir kilometre taşıydı, ardından nice kilometre taşları dikildi… Ve bugüne geldik…

Yine ufuklar karartılmak isteniyor, kurtuluşun temel yolu konusunda kuşkular yaratılmak, bütün güzelliklerimiz ve değerlerimizle birlikte tarihimiz, geleceğimiz karanlıklar ülkesinin dibine gömülmek isteniyor…

Ama Mazlumların, Hayrilerin, Kemallerin, Akiflerin, Alilerin, Dörtlerin ve binlerde ifadesini bulan şehitler ordusunun öğrencileri ve izleyicileri buna izin vermeyecek, 14 Temmuz’un özünü zafere taşıyacaklardır…

14 Temmuz, ulusal imhaya karşı tarihsel bir barikat, özgürlüğe ve zafere bir çağrıdır…

Devrim yolunda yılmadan, yorulmadan yürüme kararlılığıdır.

Bugün her zamankinden daha fazla 14 Temmuz ruhuna, Mazlumların, Hayrilerin, Kemallerin devrim kararlılığına, feda ruhuna, amaca kilitlenme düzeyine ihtiyacımız var…

Yeminimizdir, durmayacağız, yılmayacağız, yorulmayacağız, sapmayacağız, saptırmayacağız, teslimiyete geçit vermeyeceğiz, düşler ülkesinin güzelliklerini somut olarak yaşayana dek yürüyeceğiz…

11 Temmuz 1999

Happy
Happy
0 %
Sad
Sad
0 %
Excited
Excited
0 %
Sleepy
Sleepy
0 %
Angry
Angry
0 %
Surprise
Surprise
0 %
News Reporter