Mizgîn Dergisi: Röportaj talebimizi kabul ettiğiniz için teşekkür ederiz. Elinizden geldikçe, Kürt ve Kürdistan sorununa ideolojik/subjektif bir şekilde yaklaşmak yerine, bilimsel/objektif temelde bir yaklaşımı esas aldınız. Sonuç olarak ortaya koyduğunuz sağlıklı değerlendirmelerde, esas aldığınız bu bakış açısının katkısı oldukça fazladır. Ve bu sorunun objektif bir şekilde algılanması için yıllarca mücadele verdiniz. Öncelikle bu iki yaklaşımın farklarını kısaca ortaya koyabilir misiniz?
İsmail Beşikçi: İdeolojik/sübjektif bakış açısı eleştiriye kapalı bir bakış açısıdır. Burada devlet veya etkili egemen bir siyasal grup bir düşünce, bir görüş ileri sürer. Bu, "En doğru görüş budur" diye ileri sürülen, bu bakımdan tartışılamaz, doğruluğundan kuşku duyulamaz bir görüştür. İnsanlardan, kitlelerden bu düşünceyi öğrenmeleri, buna uyarlı tavır ve davranış sergilemeleri istenir. Bilimsel, objektif yaklaşımın esası ise eleştiriye açık bir bakış olmasıdır. Burada kesin doğrular, tartışılmaz doğrular yoktur. Her görüş eleştirilebilir, olgular, olgusal ilişkiler eleştirilir. Eleştiri elbette sürekli olmalıdır. Kanımca bugünlerde Kürtler'in en çok eleştiriye ihtiyaçları vardır.
Mizgîn Dergisi: Sizce Kürt sorunu nedir? Bu sorunun hem tarihsel yönü hem de sosyo-politik yönü analiz edildiğinde -gerek Kürt halkı için gerekse diğer dünya halkları açısından- bugün Kürt sorunu karşımıza nasıl çıkar?
İsmail Beşikçi: Kürt sorunu, Kürtlerin 20. yüzyılın ilk çeyreğinde, daha doğrusu I. Dünya Savaşı'ndan sonra, ülkesiyle ve halkıyla bölünmesi, parçalanması ve paylaşılması ve Kürtlerin bağımsız devlet kurma haklarının gasp edilmesidir. Bu, Kürtlerin iskeletinin parçalanması ve beyninin dağılması anlamına gelir. Süreç, Kürtlerde böyle bir etki, böyle bir sonuç yaratmıştır. I. Dünya Savaşı sırasında, bu sürecin yaratılmasında, politikanın saptanmasında ve uygulanmasında rol alan başlıca iki emperyal devlet, Büyük Britanya ve Fransa'dır. Bu devletler, bu sürecin gelişmesinde Arap ve Fars yönetimleriyle, Kemalist yönetimle işbirliği yapmışlardır. 1920'lerde, 1930'larda, 1940'larda Büyük Britanya ve Fransa, daha sonraki dönemlerde de Irak ve Suriye, Kürt isteklerine karşı her zaman Türkiye ve İran'la birlikte hareket etmişlerdir. Sovyetler Birliği'nin Kürt politikası ise Büyük Britanya ve Fransa'nın politikalarından büyük bir farklılık içermemektedir. Kürt sorunu konusunda Moskova'nın politikası da fiilen Kürt karşıtı bir politikadır. Moskova'nın politikası, Londra'nın ve Paris'in politikalarından farklı değildir.
Mizgîn Dergisi: "Kürt Halkının sömürge bile olmayan bir halk; Kürdistan'ın sömürge bile olmayan bir ülke olduğu" tespitiniz, Kürt Halkına ve Kürdistan coğrafyasına yönelik ağır ve acımasız imha politikalarını adeta özetlemektedir. Hocam, sizce neden Kürt Halkı ve Kürdistan Coğrafyası bu ağır ve acımasız politikaların hedefi olmuştur?
İsmail Beşikçi: "Sömürge bile değil" kavramına dikkat çektiğiniz için size teşekkür ediyorum. "Sömürge" ile "sömürge bile değil" veya "alt sömürge" kavramları arasında olgular ve olgusal ilişkiler açısından çok önemli farklar vardır. Kürtleri, Kürdistan'ı en iyi anlatan kanımca "sömürge bile değil" veya "alt sömürge" kavramıdır.
Kürtlerin ağır ve acımasız politikaların hedefi olmasının temel nedeni; Kürdistan'ın doğal kaynakları, doğal zenginlikleri, özellikle petrolüdür. Kürtlerin zaaflarıysa bu politikanın uygulanmasını kolaylaştırmıştır. Böl-yönet politikasının hedefi olan bir halk, toplumsal ve psikolojik bakımlardan zaaf içinde olan bir halktır. Emperyalist ve sömürgeci güçler bu zaaftan yararlanarak böyle bir politikayı yaşama geçirebiliyorlar. Emperyalizm, Kürt sorunu konusunda 1920'lerde belirleyici ve yönlendiricidir. Bu politika; ülkenin ve halkın bölünmesiyle, parçalanmasıyla, paylaşılmasıyla sonuçlanmıştır. Sömürge ülkelerde genel olarak böl-yönet olarak dile getirilen bu politika, Kürtlere karşı böl-yönet-yoket olarak uygulanmaktadır. Kürtler, bu zaaflarının bilincine varmak ve zaaflardan arınmak durumundadırlar.
Mizgîn Dergisi: Zulme ve haksızlığa karşı mücadele verdiklerini iddia eden (Sol ya da İslami) birçok kesimin, Kürtler'in mazlumiyeti söz konusu olunca içine girdikleri çelişkili ve çifte standartlı duruşları "Devletlerarası Sömürge Kürdistan" kitabında oldukça çarpıcı örneklerle ortaya koydunuz. Söz konusu kesimlerin bu son süreçteki söylem ve duruşlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
İsmail Beşikçi: Solcular, Kürt istekleri karşısında her zaman enternasyonalizmi dile getirmişlerdir. Kürtlere, enternasyonalist olmak gerektiğini hatırlatmışlardır. Enternasyonalizm, sadece Kürtlere hatırlatılan bir kavramdır. Bu çevrelerin çok büyük bir kısmının, Kürtlerin uğradığı baskı ve zulüm karşısında enternasyonalist bir tutum sergilediği görülmemiştir. Örneğin; Enfal operasyonları sırasında, Halepçe'deki soykırım sırasında hangi güçler Kürtlerin yanında bir tutum sergileyebilmiştir? Bırakalım Kürtlerin yanında bir tutum sergilemeyi, Saddam Hüseyin Rejimi'nin düşüncelerini ve eylemlerini eleştirebilenler olmuş mudur? Bunun ötesinde Kürtlere enternasyonalizmi hatırlatanlar aslında milliyetçi solculardır. Bu; sadece Türklerde, Araplarda, Farslarda görülen bir durum değildir. Komünist hükümetler dönemi yaşanırken; Arnavutlar, Çinliler, Ruslar da milliyetçiydi: Rus milliyetçiliği, Çin milliyetçiliği, Arnavut milliyetçiliği komünist bir terminoloji içinde gizleniyordu.
Kürt sorunu söz konusu olduğu zaman, Kürt istekleri dile getirildiği zaman Müslümanlar da başka bir enternasyonalist anlayış olan "ümmetçilik"i öne çıkarıyorlar. "Önemli olan insanlıktır, önemli olan kardeşliktir" vs. diyorlar. Kürtlerin somut sorunlarını, Kürtlere uygulanan sınırsız baskıyı ve zulmü bu kavramlarla örtmeye, gizlemeye, bu kavramlar içinde eritmeye çalışıyorlar. Örneğin bugünlerde (Ağustos 2006) Filistin için ve Lübnan için, Sünni Hamas için ve Şii Hizbullah için çok yoğun dayanışma kampanyaları yaşama geçmektedir. Bu kampanyalara solcular da sağcılar da İslamcılar da Aleviler de Müslümanlar da katılmaktadır. Kampanyaların, bu çerçevede gerçekleştiren yürüyüşlerin, mitinglerin, toplantıların sadece ekono-mik değil, siyasal bir içeriği de vardır. Kürtlerin karşılaştığı zulüm ve baskı karşısında bu şekilde kampanyaların düzenlendiğine hiç tanık olunmamıştır.
Kürtler, gerek solcuların gerek sağcıların gerek Müslümanların, Alevilerin bu çifte standardının bilincine varmak ve bunları eleştirmek durumundadır.
Mizgîn Dergisi: Kürdistan'ı kendi aralarında paylaşan ülkeler, Kürt Halkının özgürlük mücadelesine karşı her zaman koordineli bir şekilde hareket ettiler. Fakat son yıllarda Ortadoğu'da meydana gelen gelişmeler ve Güney Kürdistan'da bir Kürt Devleti'nin kurulmuş olması, söz konusu devletleri oldukça zor durumda bırakmıştır. Sizce içine girdiğimiz bu yeni süreç, Kürdistan'ın diğer parçalarındaki Kürtler için neler getirecektir?
İsmail Beşikçi: 1920'lerde Kürtlere karşı kurulan statüko, daha doğrusu Kürtleri statüsüz bırakan statüko 20 Mart 2003'te ABD'nin Irak'a yaptığı müdahale sonrasında çatlamak üzeredir. 1920'lerde Kürtleri halk ve ülke olarak bölen, parçalayan ve paylaşan, Kürtleri statüsüz bırakan, "Kutsal statükoları"ı yaratan, zamanın emperyal güçleriydi. 2000'lerin başında, dönemin emperyal gücünün de bu "Kutsal statükolar"da gedikler açtığı, giderek bu kutsal statükoları parçaladığı görülmektedir. Bu da, tarihin bir ironisidir. Bu süreçte Kürtler, kimlik edinmektedirler. Kürtlerin Irak'ta "Federal bir Irak" anlayışını Araplara kabul ettirmiş olması, anayasanın bu doğrultuda düzenlenmesi, Irak bünyesinde "Federe bir Kürt Devleti"nin ortaya çıkması, günümüzün Ortadoğu'sunda yaşanan çok önemli bir siyasal gelişmedir. İran, Suriye ve Türkiye de bu gelişmeleri kabul etmek durumundadırlar. Bu sürecin zamanla öbür Kürdistan parçalarındaki Kürtleri de etkilemesi kaçınılmazdır.
Mizgîn Dergisi: Kürt Halkı bir taraftan anadilde eğitim vb. kültürel hakları isterken, diğer taraftan birçok Kürd'ün kendi dilini konuşma noktasında gereken o heyecanı yaşamamasını nelere bağlayabiliriz?
İsmail Beşikçi: Kürtlerde milli duygunun az olduğu görülmektedir. Sağlıklı bir dil bilinci ve vatan bilinci Kürtlerde gelişmemiştir. Bir Filistinli'nin İbranice konuştuğu, yazdığı görülen işitilen bir şey değildir. Bir Çeçen'in Rusça konuşması, Rusça yazması da rastlanan bir olay değildir. Katalanlar, Basklar, Tamiller için de durum budur. Ama Kürtler, Türkçe konuşmayı, Türkçe yazmayı bir statü göstergesi olarak algılıyorlar. Modernleşmenin, batılılaşmanın önemli bir göstergesi olarak değerlendiriyorlar. Bu bakımdan "caş, caşık" kavramlarının sadece bir kısım Kürtleri değil, sağcı-solcu, liberal-komünist, İslamcı-ateist, Müslüman-Alevi bütün Kürtleri genel olarak ifade ettiği kanısındayım. Halbuki dil, milletin, halkın ayrılmaz bir parçasıdır. Dil varsa, ayrı bir halk, ayrı bir millet vardır. Kürtlerin de, efendinin diliyle, kültürde ve medeniyette ilerlemeleri, büyük kazanımlar elde etmeleri olası değildir. Kendi diline yabancılaşmanın, sadece Türkiye'de yaşayan Kürtler için söz konusu olduğu da belirtilmelidir. Kendi diline yabancılaşma olayını sağcı-solcu, liberal-komünist, İslam-ateist, Müslüman-Alevi bütün Kürtleri kapsadığı dikkatlerden uzak değildir. Gerek Irak'ta, gerek İran'da gerekse Suriye'de, Kafkasya'da yaşayan Kürtlerin kendi dilleriyle yaşadığı, yani Kürtçe'ye birinci derecede ağırlık verdikleri bilinmektedir.
Mizgîn Dergisi: Verdiğiniz cevaplar için teşekkürler. Son olarak okuyucularımıza iletmek istediğiniz bir mesajınız var mı?
İsmail Beşikçi: 19. yüzyıl sonlarında, örneğin 1880'lerde, 1890'larda dünyada 25 kadar bağımsız devlet vardı. Bugün bu sayı ikiyüzün üzerindedir. 2004 Atina Olimpiyatları'na 204 devlet katıldı. Ortadoğu'da Arap Devletleri'nin sayısı 22'dir. Yakında Filistin Arap Devleti de tarih sahnesine çıkacaktır. Dünyada Müslüman devletlerin sayısı 50'nin üzerindedir. Örneğin İslam Konferansı Örgütü'nün 48 üyesi vardır. Bütün bu gelişmeler İslam'a aykırı görülmemektedir. Ama Kürtler; milli talepler ileri sürdükleri zaman İslamcılar, genel olarak "Bu istekler İslam'a aykırıdır, önemli olan insan olmaktır, kardeş olmaktır, kavmiyet gütmek İslam'a aykırıdır" diye tepki göstermektedirler. Aslında bu istekler, yani Kürt istekleri İslam'a değil, Arap milliyetçiliğine, Fars milliyetçiliğine, Türk milliyetçiliğine aykırı görülmektedir. Daha doğrusu Arap milliyetçiliği, Fars milliyetçiliği ve Türk milliyetçiliği Kürtler'deki bu gelişmeleri böyle değerlendirmektedir. Kürtlerin, özellikle İslamcı Kürtlerin, Müslüman Kürtlerin, bu değerlendirmelerdeki çifte standardın bilincine varmaları gerekir. Yukarıda, dünyada 204 devlet olduğunu söylemiştik. Birleşmiş Milletler'e üye sayısı ise 190'ın üzerindedir. Bu devletlerden çok büyük bir kısmının nüfusu bir milyonun altındadır. Nüfusu 50 binin altında olan devletler bile vardır ve bunların bazılarının ülke genişlikleri, bir Kürt şehri, hatta bir Kürt kasabası kadar bile değildir. Bugün siyasal faaliyet yürüten herhangi bir Kürde, Kürtlerin Ortadoğu'daki nüfusunu sorsak 30 milyondan, 35 milyondan, 40 milyondan söz eder "Ama 40 milyonun, örneğin Birlemiş Milletler'de veya İslam Konferansı Örgütü'nde adı bile yok" dediğiniz zaman kem-küm eder, sağlıklı bir düşünce ileri süremez. Kürtler bu süreçlerin, bu çelişkilerin de bilincine varmalıdır. Kürtler, özellikle Müslüman Kürtler; İslam'ı, Müslümanlığı biraz da Kürtlerin çıkarlarını, güvenliklerini öne alarak, bu çıkarları, güvenlikleri koruyarak değerlendirme yolunda olmalıdırlar.
Soldaki grafîk: Serhad Bapîr
(Kaynak: Mizgîn Dergisi 25. Sayı)
http://www.rizgari.com/ sitesinden alınmıştır.