2006 yılı her açıdan önemli gelişmelere sahne oldu. Bu gelişmeler, aynı zamanda 2007 yılında yaşanabilecek gelişmelerin habercisi niteliğindedir. Bu nedenle 2006 yılının genel politik bir panoramasını çıkarmak önemli ve yararlı olacaktır.
2007 yılında yaşanabilecek gelişmeleri bugünden doğru kestirebilmek, doğru ve sağlıklı öngörülerde bulunabilmek ve bunlara dayanarak düşünsel ve politik olarak hazırlıklı olmak için 2006 yılı muhasebesini doğru, bütünlüklü ve sağlıklı yapmak gereklidir! Gelişmelerin yönünü doğru okuyabilmenin başka bir yolu da yoktur…2006 değerlendirmelerinde "bizi" ilgilendiren noktaların öne çıkması, ağırlıklı olarak bunların üzerinde durmamız anlaşılırdır. Çünkü 2007'yi doğru öngörme çabasında bizim için gerekli olan "bizi ilgilendiren" noktalardır. Bu bağlamda emperyalizm ve Ortadoğu, emperyalist devletler arası ilişkiler ve çelişkiler, bunların bölge, Türkiye ve Kürdistan'a yansımaları, "muhalif" güçlerin durumu ve konumları, güçleri ve sorunları vb. değerlendirmemizin ana çizgilerini oluşturacaktır.
1.
2006 yılı, ABD'nin "21.yüzyıl stratejisi" için bir "başarısızlık" ve "kararsızlık" yılı oldu.
Bilindiği gibi, ABD emperyalizmi, 21. yüzyılı "Pax Amerikana" yüzyılı ilan etmişti. 11 Eylül saldırısını bunun temel gerekçesi ilan etmiş ve dünyaya tek başına egemen olmanın hesaplarını yapıyordu. Hesap şuydu:
ABD, dünyaya tek başına egemen olmalı, bütün stratejik bölgeleri, stratejik kaynakları, stratejik yolları tek başına kontrol etmelidir. Dünyayı tek başına yönetmek için ABD'nin ekonomik, siyasal, askeri ve kültürel gücü ve olanakları vardır; zaten bu dört alanda ABD'nin hegemonyası tartışma götürtmez bir olgudur. Sovyetlerin dağılmasından sonra ABD "Tek süper güç" kaldı. Bunu korumak ve sürdürmek önemli… Bunun için bu aşamada ABD ile çok yakın gelecekte boy ölçüşecek bir dünya gücü yoktur. Ama bu, orta vadede böyle bir gücün veya güç blokunun ortaya çıkmayacağı anlamına gelmez. Bu nedenle içinden geçilmekte olunan zamanı çok iyi değerlendirmek gerekiyor. Tek başına dünya imparatoru olarak kalmanın yolu, başka bir güç veya güç blokunun ortaya çıkmasını önleyici bir strateji izlemektir. Dünya gücü haline gelmemek koşuluyla, bunun önleyici tedbirlerini almak koşuluyla kimi devletlere veya devlet topluluklarına "bölgesel güç olma" şansı tanınmalı, bunlarla bölgesel güç bağlamında bir uzlaşma ve işbirliği de geliştirilebilir. Ancak dünya hegemonyası için stratejik önemdeki alanlar, kaynaklar ve yolların mutlak denetimi şimdiden sağlanmalı ve güvenceye alınmalıdır. Dünya hegemonyası için stratejik alan Avrasya'dır; stratejik kaynaklar, petrol ve doğal gaz kaynaklarıdır; stratejik yollar ise bu kaynakların batı ve diğer merkezlere akışını sağlayan boru hatları, su ve düğer yollardır. Bütün bunlar öncelikle Ortadoğu ve Orta Asya'yı anlatmaktadır. ABD emperyalizmi böyle düşünüyor ve hesabını buna göre yapıyor, stratejisini buna göre çiziyordu…
1. Körfez Savaşı, Balkanlar, Afganistan ve Irak işgal hareketi, anılan bu stratejinin hayata geçirilmesin kanlı adımları niteliğindedir.
Genel olarak 2003 Irak işgaline kadar ABD "liderlik" konumunu AB, Rusya, Çin ve diğer devletlere kabul ettirmişti. Bu kabul ediliş, aslında, güçleri oranında bölgesel ve küresel düzlemde hegemonya ve paylaşımda söz sahibi olma ilkesine dayanıyordu. ABD, Irak işgal hareketine kadar bu "ilkeye" önemli ölçüde uydu. Bunun bir gereği olarak Afganistan savaşında ve sonrasında NATO şemsiyesi altında "bu rol bölüşüşünün" gereklerine uydu. Diğer emperyalist devletler de bu "işbirliğinden" memnundular.
Ancak 2003 Irak işgal hareketinden önce ABD, bu "dostlarından" mutlak itaat istiyordu, hiçbir şeyi başkalarıyla paylaşmak, hegemonyasını paylaşmak ve tartışma konusu yapmak istemiyordu. Bu yaklaşım, Fransa, Almanya, Rusya, Çin gibi devletleri kızdırdı; bu anılan devletler bu konudaki hoşnutsuzluklarını açıkça dile getirmekten geri durmadılar. Bu yaklaşımları bugün de devam ediyor. Ancak bu tavır alışları, henüz dünya çapında radikal ve çatışmalı bir kafa tutuşa tırmanmış değildir; bunun da henüz olanakları yok. Ancak öyle de olsa bu eğilim, orta ve uzak gelecekte küresel çapta bloklaşmalara kapıları sonuna kadar açabilecek özelliklere sahiptir.
Bölge ve dünya hegemonyası çerçevesinde Irak işgaline ve Irak'a egemen olmaya çok büyük bir önem verdiler. İşgal hareketi çok büyük bir dirençle karşılaşmadan ilk adımı gerçekleştirildi. İşgalden hemen sonra Saddam rejimini, onun ordu, polis, istihbarat ve önemli devlet kurumlarını, Baas Partisini dağıttılar. Bu, aslında Irak'a tam ve mutlak hâkim olma anlayışının bir gereğiydi. Onlar bölgede ve küresel hegemonyada yeniden kuracakları Irak'ı bir model olarak göstermek istiyorlardı. Zaten "demokratik ve özgür Irak" hedefinde olduklarını, bu yapılanların da bunun bir gereği olduğunu her defasında tekrarladılar. Bu çizgilerini ve uygulamalarını uluslar arası düzlemde meşrulaştırmak için BM'yi devreye soktular. BM'nin politik ve pratik bir rolü yoktu, sadece aldırılan kararla işgali meşru bir zemine çekmeye çalıştılar. Bunun yanı sıra daha sonra adı Genişletilmiş Ortadoğu Projesi olan Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) ile hegemonyalarının bölgesel ayaklarını inşa etmeyi ve diğer emperyalist devletlere de belli roller biçerek küresel bir kabule oturtmayı hesaplıyorlardı.
Ancak "Evdeki hesapları Bağdat'tan döndü". "Sünni Üçgeni" olarak tanımlanan bölgede gelişen işgal karşıtı hareket bastırılamadığı gibi, çatışmalar bir iç savaşa doğru tırmandı. Sünni-Şii çatışması biçiminde süren bu iç savaş, aynı zamanda devleti yeniden kurma ve işgali yerel ayaklara kavuşturup istikrarı sağlama hesaplarının sonu anlamına geldi. Hazırlanan Anayasa, gerçekleştirilen seçimler ve bir dizi pazarlıklar sonucunda kurulan hükümet, ABD açısından beklentileri karşılamaya yetmedi. Üç yılı aşkın bir sürede kat edilen yol başarısızlıktan başka bir şey olmadı.
Bu başarısızlığın ABD iç siyasetine yansıyan sonuçları ve etkileri oldu. Cumhuriyetçi Parti Kongre seçimlerini kaybetti ve Kongre'de üstünlüğü Demokratlara kaptırdı. Bütün siyasal gözlemcilerin ve yapılan değerlendirmelerin birleştiği ortak nokta, seçimlerdeki bu başarısızlık, genel olarak Bush yönetiminin Irak politikasındaki yenilginin bir sonucu olduğu yönündedir!
Daha da önemlisi Kongre nezdinde kurulan Irak Çalışma Grubunun Irak'taki durum ve çözüm önerilerini içeren raporudur. Bu raporda açıkça Iraktaki başarısızlık ve izlenen politikanın iflası itiraf ediliyor. Bu itiraf, diğer noktaların yanı sıra dünyayı tek başına yönetme stratejisinin büyük yara almış olmasını içeriyor olması önemli bir noktadır! Gerçi genel stratejinin temel hedef ve çizgilerinden vazgeçilmiyor, ama bu stratejinin revizyonun kaçınılmazlığı vurgulanıyor. Buna göre Irak çıkmazında kurtulmak için diğer emperyalist devletlere ve bölge devletlerine, bu bağlamda İran ve Suriye'ye belli bir rol verilmesi gerektiği belirtiliyor. ABD siyaset kurumunda yaşanan bu eğilimin nerede duracağı da belli değildir.
Kuşkusuz, ABD Irak çıkmazını bir biçimiyle aşmaya çalışırken, öte yandan küresel hegemonyasını güçlendirmenin diğer araç ve olanakları üzerinde duracaktır. Ancak içine girdiği bu gerilemenin devam edeceğini, Irak'taki yenilginin tam bir bozguna dönüşmesi durumunda küresel egemenliğinin de tamiri çok güç bir yara alacağı kesindir! Başka bir ifadeyle ABD'nin küresel egemenlik planları, Irak işgalinde düğümlenmiştir. İşgalin kaderi ABD'nin 21. yüzyıl stratejisinin kaderini büyük ölçüde etkileme niteliğini kazanmıştır.
2007'e iki gün kala gerçekleştirilen Saddam'ın idamı, anılan çıkmazı derinleştirmekten başka bir etkide bulunmayacaktır.
Irak'taki çıkmaz olgusu, diğer olası küresel hegemonya peşinde olan devletleri de yakından ilgilendirmektedir. Açıktan ifade etmeseler de Fransa, Almanya, Rusya ve diğerleri ABD'nin Irak başarısızlığından son derece memnundurlar. Bu başarısızlığın kendileri için yeni fırsatlar, güç kazanma olanağı ve manevra yeteneğini kazandırdığını biliyor ve düşünüyorlar.
2006 yılı içinde yine ABD emperyalizminin küresel hegemonyası için önemli bir ülke olan Afganistan'da işler pek istedikleri gibi gitmedi. Taliban bu süreç içinde daha da güçlendi, etkinlik alanlarını geliştirdi ve derinleştirdi, Afganistan'ın geleceğinde hatırı sayılır bir güç olduğunu kanıtladı.
2006 yılında diğer önemli bir olgu da NATO'nun resmi olarak "Dünya jandarma gücü" olarak kabul edilmesidir. Afganistan'da NATO tarafından verilen rol, böylece genelleştirilmiş oldu!
ABD, bölgesel ve küresel hegemonya mücadelesinde Lübnan'daki Hizbullah'ın tasfiye edilmesi savaşına önemli bir rol atfetmişti. Ancak her açıdan desteklediği İsrail, Hizbullah karşısında başarılı olamadı, 34 gün süren direniş karşısında geri çekilmek durumunda kaldı. Bu beklenilmeyen durum, hem İran ve Suriye politikalarının başarısını etkiledi, hem de BOP'a büyük bir darbe vurdu. Irak'taki başarısızlık Lübnan'da devam etti. Bu ikisi bölgesel ve küresel hegemonya kavgasında başlayan gerilemenin iki somut göstergesi ve tetikleyicisi oldu.
Bu nedenle İran ve Suriye üzerinde uygulanmak istenen tecrit ve teslim alma politikasını zamana yaymak durumunda kaldılar. Bu da bölgesel bir güç olma hedefinde olan İran için önemli bir soluklanma fırsatı oldu. Gerçi nükleer program konusunda büyük bir baskı altındadır, ama bu baskılar emperyalist devletler arasındaki çelişkilerden dolayı çoğu zaman sulanmak durumunda kalıyor. İran da bunu bildiği için uyguladığı politika ve programlardan taviz verme eğiliminde olmadığı tekrarlıyor.
2006 yılında AB, daha önceki yıllarda var olan sorunlarını yaşamaya devam etti. 2005 yılında reddedilen anayasa taslağı yeniden gündeme getirilmedi. 2007 Ocak'ından itibaren Romanya ve Bulgaristan'ın katılımıyla sayısını 25'ten 27'ye çıkaran AB, dış politika ve ABD ile ilişki ve çelişkilerinde parçalı varlığını sürdürdü. Bu, onun aynı zamanda en önemli zaafı niteliğindedir. Bu zaafına rağmen AB, bölgesel ve küresel hegemonyada alternatif (rakip) bir blok olma hedefini kovalıyor. Sahip olduğu olanaklar ve potansiyeller onun böyle davranmasını koşulluyor. AB küresel bir güç veya blok haline gelmek için iç sömürü ve baskıları, bu bağlamda sosyal saldırı, kısıtlama politikalarını geliştirerek sürdürdü. Buna karşılık Fransa, İtalya, Yunanistan gibi ülkelerde belli bir işçi ve toplumsal direnişler olmasına rağmen diğer ülkelerde sosyal ve ekonomik saldırılara karşı ciddi ve sonuç alıcı direnişler sergilenmedi. Bir kez daha görüldü ki neo liberal politikalarla sendikalar iğdiş edilmiş, işçi ve emekçilerin mücadele araçlarına büyük bir darbe vurulmuştur. Oysa bu ülkelerde toplumsal çelişkiler her geçen gün derinleşmekte ve büyümektedir, bu, yeni toplumsal mücadelelerin zeminini güçlendirmektedir…
2007 yılında Rusya sahip olduğu nükleer gücün yanında denetlediği doğal gaz rezervleri sayesinde önemli bir politik güç olduğunu bir kez daha kanıtladı. Gerçi ABD karşısında birçok mevzisini yitirmek durumunda kaldı, Ukrayna, Gürcistan gibi… Ancak 2007 yılı için bir "toparlanma" sürecine girdi. Hemen belirtmeliyiz ki, bu sadece bir belirti ve eğilimdir. Küresel bir güç olma potansiyeline sahip Rusya'nın politik ve ekonomik gelişmeler bakımından daha kat etmesi gereken uzun bir yol var. Aynı değerlendirme Çin için de geçerlidir.
2006 için kaydedilmesi gereken bir eğilim de Latin Amerika'da öteden beri yaşanan ABD karşıtı, sol eğilimli gelişmelerdir. ABD, bu "arka bahçesinde" güç ve prestij kaybetmeye devam ediyor. Bu bölgedeki sol eğilim, politik ve sosyal programında birçok belirsizlik olmasına rağmen devrimci ve halk hareketlerinin gelişmesi açısından politik ve moral bir etken konumundadır.
Kısacası 2006, ABD için bir gerileme, emperyalist devletler arsındaki hegemonya mücadelesinin çeşitli biçim ve düzeylerde devam ettiği, ulusal, sınıfsal ve diğer çelişkilerin daha da geliştiği bir yıl oldu. En önemli gelişme ise ABD'nin küresel ve bölgesel hegemonya stratejisinin Irak'ta aldığı yenilgidir. Bu yenilginin etkileri ve sonuçları 2007'ye damgasını vurmaya aday görünüyor, bu, şimdiden somut olarak gözlemlenebiliyor.
Devam edecek…
2 Ocak 2007
SOSYALİST-ŞOREŞGER
(Kürdistan Devrimci Sosyalistleri)