Sermaye düzeni ile medyadaki "görevli"leri ırkçı-faşist histeriyi körüklemek için her fırsatı değerlendiriyorlar. Ortamı zehirleyen bu kampanyanın başını çeken düzenin resmi kurumları ile "sivil" uzantıları, Hrant Dink'in katledilmesine yüzbinlerin tepki göstermesi karşısında iyiden iyiye zıvanadan çıkmışlardı.
Şimdi ise PKK'ye karşı sınır ötesi operasyon, Kerkük kentinin statüsünün belirlenmesi, Abdullah Öcalan'ın zehirlendiği iddiasına gösterilen tepkiler etrafında koparılan fırtınalarla ırkçı-şoven kampanya tırmandırılıyor.
Irkçı-inkarcı politika can çekişiyor
Beyaz Saray'ın kapılarını aşındıran düzenin askeri, siyasi, diplomatik kurum şeflerinin girişimleri, Kerkük kentinin statüsünü belirleyecek referandumu engellemeye yetmedi. Bush liderliğindeki savaş çetesi, PKK'ye karşı sınırötesi bir askeri saldırıya da şimdilik "yeşil ışık" yakmadı. Hatta Washington'da sağlam haber kaynakları bulunan bazı "gazeteci"ler, ışığın giderek kırmızıya dönüştüğünü söylüyorlar.
Kürt halkının haklarını savunduğundan değil, fakat saplandığı Irak bataklığından çıkış yolu bulamadığından dolayı Kürtlerle karşı karşıya gelmeyi göze alamayan ABD emperyalizmi, Ankara'daki sadık işbirlikçilerinin isteklerine destek veremiyor. Bu durum, ırkçı-inkarcı politikayı sürdüren egemenleri ciddi bir açmazla yüzyüze bıraktı. Sermaye devletinin şefleri, efendi-uşak ilişkisinin kaçınılmaz sonucu olarak ABD dayatmalarını sineye çekerken, ırkçı-faşist histeri eşliğinde Kürt halkına saldırıyı sürdürüyor.
Yılları bulan kirli savaş döneminde Kürt halkına karşı en vahşi yöntemleri kullanmaktan geri durmayan sermaye devleti, zorbalığın çıkar yol olmadığını biliyor olmalı. Ancak iflas eden politikanın yerine ne koyacağına henüz karar veremeyen egemenler, geleneksel politikada uzatmaları oynuyorlar. Sokaklara salınan linççi güruhlar, kolluk kuvvetleri, medya cephesindeki apoletsiz mücahitler, düzen yargısı, kısacası, düzenin tüm kurumları saldırganlıkta birbiriyle yarışıyor. Medya ırkçılık eşliğinde kin kusarken, kolluk kuvvetleriyle savcılar Demokratik Toplum Partisi (DTP) yöneticilerini hapse atmakla meşguller. Sokaklara salınan faşist sürüler ise cinayet işlemekten geri durmuyor.
Egemenler arası çatlak
Geleneksel ırkçı-inkarcı politikanın iflası egemenler arasındaki çatlağı da derinleştirdi. Bunların bir kesimi Kürt devletine karşı çıkmanın faydasız olduğunu teslim ederek, artık bu gerçeğin kabul edilmesi gerektiğini savunuyor. Bunlara göre "Kürt federe devleti" kurulabilir, ancak Türkiye'nin "himayesi" altında olmak şartıyla. Henüz pek kabul görmeyen bu görüşe göre, Türk burjuvazisi stratejik derinliğe, yeni sömürü alanlarına, en önemlisi de petrole kavuşacak. Tabii böyle bir tercih savaş kundakçılarının planlarına da uygun olacağı için, işbirlikçi burjuvazinin emperyalist yağmadan pay alma hevesleri de kısmen karşılanabilecek. En azından yansıyanlar, hesapların bu şekilde yapıldığına işaret ediyor.
Barzani-Talabani şahsında Güney Kürtleri'ne de küstahça saldıran geleneksel politikanın savunucuları ise, halen Kürtleri birbirine kırdırma hevesindeler. Bu girişimleri karşılık bulmayınca da iyice çileden çıkıyorlar. "Hem birbiriyle savaşan, hem de PKK'ye karşı Türk devletiyle işbirliği yapan Barzani-Talabani" isteyen ırkçı-inkarcı zihniyetin hareket alanı daralıyor. Zira süreç Kuzey-Güney Kürtleri'ni birbirine yakınlaştırıyor. Bu ise Kürtler'i birbiriyle çatıştırma hevesindeki inkarcı kesimlerin bu konuda hüsrana uğramasını kaçınılmaz kılıyor. Kerkük'e dönük olası bir saldırının Kürt halkı tarafından Diyarbakır'a yapılmış kabul edileceğini dile getiren DTP'li belediye başkanının anında saldırıya uğraması, dahası bu sözler gerekçe gösterilerek ırkçı bir kampanyanın yürütülmesi, Kürtler'in birbirine destek olmasından duyulan rahatsızlığın dışavurumu aynı zamanda.
Devletin inkarcı politikasında ısrarcı olanların, Kerkük veya Güney Kürdistan'a müdahale heveslerinin kursaklarında kalması da kaçınılmaz görünüyor. Zira yalnızca Kürtler değil, Araplar, hatta Türkmenler'in önemli bir kesimi de böylesi bir saldırganlığa açıkça karşı çıkıyor. Diğer bir zorluk ise Washington'daki efendiden bu yönde onay almanın pek olası görünmemesidir. Irkçı-faşist histerinin kışkırtılması ve içe dönük saldırganlığın tırmandırılmasının bir nedeni emperyalist saldırganlarla suç ortaklığına hazırlıksa, bir diğer nedeni de iflas eden inkarcı politikanın Ankara'daki Amerikancılar'a içte ve dışta yaşattığı sıkıntılardır.
"Türk-Kürt savaşı" değil halkların kardeşliği!
Kürt hareketinin bazı sınırlı tavizler karşılığında düzenle birleşme talebine bile karşılık verilmemesi, ırkçı-inkarcı devlet politikasının kolayından terkedilmeyeceğinin de göstergesidir. İflas etmiş bir politikada ısrarın ise, devletin gözü dönmüş bir saldırganlığa sarılmasını beraberinde getirmesi kaçınılmazdır. Bunun yetmediği yerde de ırkçı-faşist histeriyle serasmletilmiş sürüler sistemli bir şekilde sokaklara salınabilir. Nitekim son zamanlarda "Türk-Kürt savaşı" söylemi farklı çevrelerin dilinde dolaşmaya başladı.
Bu söylem farklı gerekçelere dayandırılıyor olabilir. Farklı çevreler buna farklı anlamlar da yükleyebilir. Ancak etnik, dinsel, mezhepsel kimliklerin öne çıkarıldığı, farklılıkların halkları bölüp-parçalamaya gerekçe sayıldığı bir dönemde gündeme gelen bu söylemin kime hizmet edeceği bellidir. Dolayısıyla bu söylem, ne gerekçeyle gündeme getirilse getirilsin, ırkçı-şoven histeriyi kışkırtanlara malzeme sağlamak dışında bir işe yaramamaktadır.
Emperyalist-kapitalist düzenin kirli silahlarından biri, işçi sınıfı-burjuvazi çatışmasının üstünü örtmek için etnik, dinsel, mezhepsel ayrımları kışkırtmaktır. Bu tuzağa düşen işçi sınıfı birliğini sağlayamaz, gerektiği gibi sınıf savaşı veremez. Dolayısıyla kölelik zincirleri günden güne kalınlaşır. Halklar ise kardeşliğini yitirmekle kalmaz, kendilerini kurban eden emperyalistlerle işbirlikçileri adına birbirini boğazlamaya başlarlar. Yirminci yüzyılda yaşanan deneyimler ve halen Irak'ta devam eden boğazlaşma, bu tuzağa düşen halkların ödediği ağır bedeller hakkında fikir vermektedir.
Irkçı-şoven histeri işçi sınıfını, emekçileri, baskı altındaki halkları, demokratik hak ve özgürlükleri, ilerici-devrimci güçleri bir bütün olarak hedef almaktadır. Bu azgın saldırıya karşı etkili bir mücadele hattı örebilmenin yolu, işçilerin birliğini/halkların kardeşliğini güçlendirmekten geçiyor.
Güncel planda çabalar bu noktada yoğunlaştırılmalıdır.
(Kızıl Bayrak, Sayı: 2007/9, 9 Mart 2007)
http://www.kizilbayrak.net/ sitesinden alınmıştır.