Bağdat toplantısı, sadece uluslararası politika ve Ortadoğu'nun kaderinde değil, Türk dış politikasının ufuklarında da yeni pencereler açacak önemdeydi.
Bugüne dek olmayan bir şey gerçekleşti: Irak'a komşu ülkeler, Güvenlik Konseyi 5'lisi (daimi üyeler) ile Arap Birliği ve İslam Konferansı Örgütü, ilk kez bir masanın etrafında buluştular.
Üstelik, Bağdat'ta.
Irak'a ek 17 ülke ve iki uluslararası-bölgesel kuruluş. Toplantının yapıldığı Irak Dışişleri Bakanlığı binası yakınlarına düşen bir havan mermisi bile toplantıya "iyimser" bir havanın egemen olmasını ve bu toplantıyı G-8'in de katılacağı ikinci ve daha üst düzeyde, yani dışişleri bakanları düzeyinde bir toplantının yapılması sonucunu engellemedi.
Toplantı, "sınır güvenliği", "mülteciler" ve "enerji" konularını içeren üç çalışma grubunun komşu ülkeler arasında oluşturulması gibi somut bir sonuca da ulaştı. Oluşturulacak komitelere, davet üzerine "üçüncü taraflar"ın da katılması hükme bağlandı. Bunun tercümesi şu: Irak hükümetinin talebi halinde ABD de komitelere girecek.
Bunun da anlamı, ABD'nin özellikle İran ve Suriye ile görüşme sürecine doğru yol alması.
Zaten, cumartesi günü Bağdat'ta gerçekleşen ve "bir ilk" olan toplantının, hemen tüm uluslararası gözlemcilerin üzerinde ittifak ettikleri başarısı iki noktada toplanıyor:
1- Irak hükümetinin meşruiyetini ortaya koymak, Irak'ın egemenliğini tanımak ve toprak bütünlüğünü sağlama almak. Bütün bunlara "uluslararası onay" vermek. Bu yönüyle Bağdat toplantısı, Irak hükümeti için eşsiz bir "simgesel değer" ifade ediyor.
2- ABD ile İran arasında müzakere sürecinin kapısını aralamak ve böylece Ortadoğu'da çatışmanın yerine diplomasiyi ikame edecek yeni bir iklime yönelmek.
Irak'ı (Biz Türkiye'de Irak dendiğinde onu genel olarak Kuzey Irak diye okuyor ve anlıyoruz.) AB'ye bile oranla öncelik kazanarak, Türkiye'nin "bir numaralı sorunu" olarak algılayan Ankara açısından, Bağdat toplantısının yapılabilmiş olmasının ve sonuçlarının önemi ve değeri çok büyük.
***
Bağdat toplantısını hızla Türkiye'nin nasıl doğru olduğu ve haklı çıktığına ilişkin "Türkün Türke propagandası"na dönüştürmek için vakit kaybedilmeyecek. Orada durun. Olan-bitene doğru teşhis konulmazsa, arzulanan sonuçları elde edecek yönde de yol alınamaz.
Bu olgunun altını çizdiğimiz vakit, resmi kaynaklardan başlayıp, onlardan beslenen meslektaşlarımıza kadar itirazlar ve eleştirilerin hedefi oluyoruz. Ama gerçekleri oldukları gibi görelim.
Türkiye'nin kendine pay çıkarttığı en büyük sav, "Irak'a Komşu Ülkeler Konferansı"nın "patent"ine sahip olmak. Bu bölgesel gruplaşma, Türkiye'nin girişimiyle ilk kez 2003 Ocak ayında söz konusu olmuştu. Şimdi, "ABD, bizim dediğimize geldi" diyerek Irak politikamızın ne kadar isabetli olduğundan pay çıkartılmak isteniyor.
Ama bu, doğru değil. Evet, gerçi Irak'a Komşu Ülkeler Konferansı'nı 2003 başlarında Türkiye toplamıştı ama toplamasının gerekçesi, Irak'ta yaklaşan, bağıra çağıra geliyorum diyen savaşı önlemekti. Bu gerekçe, açıkça ilan edilmişti. Açıkça ilan edilmeyen, bu girişimi yapan Türk yöneticilerinin, bu gibi mekanizmalarla ve Türkiye'nin ABD'ye geçit vermemesiyle savaşın gerçekten önlenebileceğine ciddi ciddi inanmış olmalarıydı.
Savaşın bu gibi "naif" düşüncelerle önlenmesi mümkün değildi ve zaten önlenemedi de.
Irak'a Komşu Ülkeler Toplantıları, devam etti ve 10 kez yapıldı. Devamındaki amaç, Irak'taki durumun kötüleşmesinin önlenmesiydi. Hiçbir toplantı, bu amacı sağlayamadı ve Irak'ta durum her defasında kötüye gitti.
Son Bağdat toplantısı, Türkiye'nin Irak'ta haklı çıkmasından ziyade, uluslararası şartlarda 2007 itibariyle gelinen değişiklikle ilgili. Esasen, uluslararası medya, Bağdat toplantısının yapılabilmesini, Irak Dışişleri Bakanı Hoşyar Zebari'nin 2006 yaz aylarından başlayarak yürüttüğü muazzam çabaların başarısı olarak niteliyor. Yani bizim "patent hakkı"na bir göndermeye ben, bu konuyla ilgili hiçbir yabancı metinde rastlamadım.
Türkiye'nin Irak'taki etkisi, kendi bölgesel özgül ağırlığı ne olursa olsun, son tahlilde, ABD'nin "clearance"ıyla mümkün olabiliyor. PKK ve Kerkük konusunda çalınan kapı Washington kapısı. "Türk diplomasisi" için haklı olarak "büyük başarı" olarak nitelendirilebilecek olan, bundan sonraki asıl büyük toplantının İstanbul'da yapılabilmesi ise "ABD'nin önerisi" olarak gündemde.
Bağdat toplantısının öncesinde, nisan ayında "İstanbul toplantısı"nı çok büyük ihtimal olarak görüyorduk. Ancak, Bağdat toplantısında, bu konuda bir belirsizlik ortaya çıktı; çünkü Irak'la İran, nisan ayı için tasarlanan asıl önemli toplantının da Bağdat'ta yapılmasında ısrar ettiler.
Türk diplomasisinin Irak ve Ortadoğu konusunda "zafer tacı"nı takması ihtimali kuşkulu.
***
ABD önerisine hem de İstanbul gibi buradan bakıldığında, kimsenin karşı çıkması beklenmeyecek ve buna anlam verilmeyecek bir mekâna, İran'la Irak'ın ortak karşı çıkıp, Bağdat'ta ısrar etmelerinin ve ABD'nin sözünü -şimdilik- geçirememiş olmasının elbette bir anlamı var:
1- Böyle bir toplantıyı da Bağdat'a alarak, Irak hükümetinin meşruiyetini, Irak'ın egemenliğini daha da sağlama almak;
2- Türkiye'ye bölge denkleminde özel bir ağırlık ve rol kazandırmak istememek.
İkincisinde, Türkiye ile Irak arasındaki "diyalog kopukluğu"nun belirleyici bir pay sahibi olduğunu görmek gerekiyor. Ankara, meşruiyeti tahkim edilmek istenen yeni Irak devlet yapısının en tepesindeki adamın, Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani'nin adeta "istenmeyen adam" olarak ayak basmadığı tek bölge başkenti. Irak diplomasisinin başındaki Hoşyar Zebari ise Ankara'da ardında haklı gerekçelerle bile olsa, diplomatik akıl bakımından uygun sayılmayacak, en hakaretamiz sıfatlara muhatap kılınan Mesut Barzani'nin partisine mensup ve dahası onun dayısı.
Bu tür "görünmez faktörler"in de Türkiye'ye Irak'ta sahip olmak istediği ağırlığın verilmemesinde bir katkısı var mı acaba?
Şu dönem, Ortadoğu'da herkesin herkesle görüştüğü bir dönem. Ahmedinecad, ilk kez, Suudi Kralı Abdullah'la görüştü. Mahmut Abbas (Abu Mazen) ile Ehud Olmert, bir ay içinde Kudüs'te ikinci kez bir araya geldiler. El-Fetih Hamas'la "ulusal birlik hükümeti" için konuşuyor. Lübnan'da aylardır bir araya gelmeyen Şii Nebih Berri ile Sünni Saad Hariri, bir hafta içinde ikinci kez bir araya gelerek, Beyrut krizinden çıkış yollarını aradılar. ABD, ilk kez, Bağdat'ta Suriye ve İran'la aynı masada buluştu.
Ömer Taşpınar, "Eğer Türk yetkililer Ortadoğu barış sürecini sahiplenmek için kararlılık ve istek göstereceklerse, uluslararası camia da muhtemelen Ankara'nın Irak Kürtleri ile görüşmek konusunda benzer bir arzu ve demokratik olgunluk ortaya koymalarını görmek isteyecektir. Türkiye, kendi Kürt komşularıyla bile konuşamazken, dünyanın en çetrefilli sorunlarından birininin çözümüne nasıl katkıda bulunacak" diye yazıyor.
Öyle.
(Referans, 13 Mart 07)