15-16 Haziran büyük işçi direnişini doğru değerlendirebilmek için 70 li yılları koşullayan,dünya ölçeğindeki aşırı üretim kaynaklı dünya kapitalist sisteminin bunalımlarını ve sonuçlarını doğru değerlendirmekle mümkün olacagını düşünüyorum.
Bunalımı; SBKP(B) XVI. Parti kongresine sunulan merkez komitesi politik raporunda Stalin söyle değerlendiriyor."
Bunalımın temeli, üretimin toplumsal karakteriyle, üretimin sonuçlarının kapitalist mülk edinme biçimi arasındaki çelişkide yatar.Kapitalizmin bu temel çelişkisinin ifadesi azami kapitalist kar etme amacına yönelik olarak,kapitalizmin üretim kapasitesinin muazzam büyümesiyle (üretimin toplumsallaşması)kapitalistlerin, yaşam düzeylerini sürekli olarak son derece kısıtlı minimum sınırlari içinde tutmaya çalıştıklari milyonlarca emekçi kitlesinin ödeme gücüne sahip talebinin görece gerilemesi arasındaki çelişkidir" der. Bunalım, kapitalist yeniden üretim devresinin bir aşamasıdır,Devre bir kirizin başlamasından diğerinin başlamasına kadar olan zaman kesitine denir.Devre; Bunalım,durgunluk canlanma,kalkınma diye dört aşamadan oluşur.Devrenin ana aşaması yeni bir devrenin çıkış noktası olan bunalımdır.
Bunalımlar daha henüz basit meta üretimi ve dolaşımı bunalım imkanı içerir. Fakat bunalımlar ilk kez üretimin toplumsal karekter kazandığı,binlerce ve milyonlarca işçinin toplumsallaştırılmış emeğinin ürününe kapitalistler tarafından el konulmuş kapitalizm de kaçınılmaz olurlar.Kapitalizmde bunalımın nedeni,üretimin toplumsal karekteriyle,üretimin sonuclarının özel kapitalist biçimde mülk edinmesiyle oluşan çelişmenin sonucudur.kapitalizmin temel çelişkisi kendisini tek tek fabrikalardaki üretimin örgütlenmesiyle,tüm toplumdaki üretim anarşisi arasındaki çelişkide yatar.Bilindiği üzere fabrikaların emek örgütlenmiş olup, kapitalistin bütünlüklü iradesine tabii kılınmıştır.Ancak bir bütün olarak toplumda üretim ilişkilerindeki mülkiyet egemenliği özel mülkiyete dayalı olduğu için ve ve özel mülkiyetin kendi karakteristlik özelliğinden dolayı anarşik bir yapıya sahip olup toplumda bir bütün planlı yaşamaya uygun değildir.Üretimin genişletilmesi bu anlamda dengesiz olur.
Kapitalist aşırı üretim bunalımları,belirli zaman aralıklarıyla ortaya çıkarlar.(8 yıl ile 10 yıl arasında devreler gerçekleşir)* Tek tek üretim dallarını etkiliyen ilk kısmi "aşırı üretim" krizleri 18 yy başlangıcında İngiltere de patlak verdi.Tüm bir ülkeyi kapsayacak kriz yine İngiltere de patlak verdi.1836 bunalımı İngiltere de önce ve daha sonra ABD ye yayıldı.ABD ve bir dizi Avrupa ülkesini kapsayan 1847/1848 bunalımı ilk dünya bunalımıydı.1857 bunalımı Avrupa nın en önemli ülkelerini ve ABD etkiledi.Bu bunalımı 1866,1873,1882,ve 1890 bunalımları izledi.Bunların en önemlisi ağırı,tekel öncesi durumdan tekelci kapitalist döneme geçis sürecini gösteren 1873 bunalımı oldu.tabii 20 yy bunalımları bunu takip etti.Bunlar 1900, 1903, 1907, 1920/21, 1929/33, 1937/38, 1947/49, 1960 ların ortasında sonra başlayan,aşırı üretim bunalımları, Marx ın değişiyle "bunalımlar var olan çelişkilerin sadece anlık zora dayalı çözümüdür.Bozulan dengeyi o an yeniden kuran zora dayanan patlamalardır.Yukarıda sosyalizmin ustalarından da alıntıladığım gibi bu kapitalist üretim ilişkisinin doğası gereği,yani toplumsallaşan üretim ilişkisinin üzerisindeki eğreti varlığının sona ereceği ana kadar sürekli yaşanacak,ve daima kriz-bunalımlarını aşacak dengeyi oluşturmak için hem kendi coğrafyasında hemde periferisindeki ülkelere halklara ve özelliklede bunun faturasını işçi sınıfına ve tüm ezilenlere havale edecektir.
İkinci bunalım paylaşım süreci böyle bir dönemi ifade eder.Böylesi süreçler aynı zamanda,Emparyalist-kapitalist sürecinde kendileri arasındaki yarışın en üst boyuta tırmandığı dönemlerdir.O döneme kadar göreceli üstünlüğü olan İngiliz emperyalizmi,ve onları izleyen Avrupa emperyalizmi,paylaşım sürecinin sonunda ortaya çıkar yeni aktörün üstünlügünü kabul etmek zorunda kaldı.İkinci paylaşım savaşı sürecinde ekonomisini savaş ekonomisine dönüştüren ABD emparyalizmi en karlı şekilde bu süreçten çıkmasını sağlayacaktı.ekonomisinin askerileşmesi rakiplerinden kurtulmada büyük kolaylık sağlayacaktı.Almanya,İtalya Japonya askeri olarak çökertildi.Fransa büyük zararla çıktı.İngiltere ise ciddi şekilde zayıfladı.Amerika tekellerinin önlerinde herheangi bir engel kalmamış birde Alman faşizminin devreden çıkmasıyla, bütün sahne Amerikalı tekellere kalmıştır.Daha 1950 lerde yurtdışındaki aamerika sermaye yatırımları hepsi beraber tüm diğer kapitalist devletlerinin yatırımlarını aşmıştır.
Amerika sermayesinin yatırımları
- 1939 11.4 milyar dolar
- 1953 39.5 milyar dolar
İngiliz sermayesinin yatırımları
- 1938 3.5 milyar dolar
- 1951 2.0 milyar dolar
Tablo 1
Yukarıda da görüleceği gibi göreceli bir üstünlük oluşmuştu.Aynı zamanda Altın rezervinde de ezici çoğunluğu Amerika eline geçirmiştir.
"Kapitalistler dünyayı paylaşıyorlarsa,bunu kendilerinde bulunan hain duygulardan ötürü değil,ulaştıkları yoğunlaşma düzeyi ,kar sağlamak için kendilerini bu yola başvurma zorunda bıraktığından yapıyorlar"(Lenin,emperyalizm kitabı s85 sol yayınları) der Lenin kendi arlalarındaki amansız süre giden rekabet kendi doğaları gereğidir
Amerika nın yayılmasında ki ilk bahene "Avrupa nın savaştan yenik düşmesi" ve imar edilmesi bahenesiyle gerçekleşir.1948-1952 yılları için geçerli "Marshal planı"Batı Avrupa ülkelerini gemleme,ekonomilerini boğma, Amerika da satılmayan malları pazarlanabilecek bir alana dönüştürme ve onların ulusal egemenliğini ortadan kaldırma amacını güdüyordu.(Daha sonra bunu çok yaygın şekilde Türkiyeninde içinde olduğu yarı sömürge sömürge ülkelerde uygulayacaktı) Bir süre sonra ABD maskesini ortadan kaldırmak zorunda kaldı.Ve batı avrupayı kendi kendi silahı haline dönüştürme çabaları içerisine girdi.Bundan sonraki yardımlar "karşılıklı güvenliğin sağlanması" adı altında savaş hazırlığı yardımı yapıldı. Önce iyi giden ama bir süre sonra İngiliz kapitalistlerinin kendisini toplamasıyla beraber ABD emperyalistleri istedikleri başarıyı sağlayamadılar. hele bir süre sonra Japonya nın ve B.Almanyanın da pazara girmesiyle beraber ABD ,kapitalist dünya pazarının daralmasıyla ortaya çıkan kayıplarını gidermek için azgın bir iktisadi politik yayılmaya diğer kapitalist ülkelrerin tümüyle yada kısmen boyunduruk altına alınması bu ülkelrerin ulusal bağımsızlıklarının fiilen ortadan kaldırmak için kriz-bunalımlarını gidermeye çalışmaktadır.
Amerikanın ihracatının tüm kapitalist ülkelerinin ihracatı içindeki payı
1937 deki %12.6 dan %40 çıktı İngilterenin payı ise1937 de %9.9 dan 1945 de %7.4 e düştü.Savaştan sonra bu pay Avrupa kapitalist ülkelerinin tekrar pazara dönmesiyle,ABD inin ihracatının kapitalist ülkelerdeki ihracatının payı ;1953 de %21.1 İngilterenin ise aynın yıl %10 çıkmıştır.
"Emperyalizm her yere özgürlük değil, egemenlik eğilimi götüren mali-sermayenin ve tekellerin çağıdır. Siyasal rejim ne olursa olsun her alanda gericilik ve bu anlanda mevcut uzlaşmaz karşıtların aşırı ölçüde yoğunlaşması,aynı bibçimde ulusal baskı ve ilhak eğilimleri de yani ulusal bağımsızlığın bozulması da özellikle de yoğunlaşmaktadır çünkü ilhak ulusların kendi kendini yönetme hakkının çiğnenmesinden başka bir şey değildir"(Lenin S 136-emparyalizm sol yayınları) diyen Lenin, yarı sömürge ve sömürgelerinin bu anlamda ne kadar ilhak baskı ve sömürülere maruz kalınsada, aynı kapitalizmin doğal yasası ne kadar engellemeye boğmaya kendine bağlamaya çalışırsan çalış oradaki üretim ilişkilerini hareketlendirmeye ve bunun doğal sonucu olarak da bu direkt gizli işgallere karşı antiemparyalist mücadelerini bağırlarında taşıdıklarını ve bu anlamda kapitalist-emperyalist sistemlerinin karşısına bir dinamiğinde ortaya çıktığını koymuştur. Vietnam,Çin,Kore, bir çok Afrika ülkesi,yine bu anlamda sömürgecilige karşı Asya nın bir çok ülkesi ilhaklara karşı bagımsızlıklarını kazanmışlardır.O dönemde kapitalist-emperyalist dünya sistemine karşı,dünya sosyalist sisteminin doğal ittifakları durumuna gelmişlerdir.Bu durumun çoğalmaması dengelerin bağımsızlık anlamında gelişen ve kendi yaşamını tehdit eden yerden olması,Ve dünya sosyalist sisteminin bir parçası durumuna ilerleyen bu dengenin bozulması gerekiyordu.bu yüzden kendi kontrol alanlarını büyütmek durumundaydı.
Böylelikle, yarı sömürge ve sömürgelerin tekrar dan emperyalist-kapitalistlerin göz diktikleri iştahlarını açan alanlar olarak tekrar ortaya çıkıyordu. Avrupa da öne sürdüğü bahanelere benzer bahanelerle üçüncü dünya ülkelerine giriyordu. Önce yardım adı altında giriyor"marshal yardımı,güvenlihk yardımı vs" bazı yerlerde direkt yaparak bazı alanlarda ise kendisine bağlı ajan işbirlikçi komprodor uşaklarıyla kendisinin o ülke için vazgeçilmez olduğunun dezenformasyona nu o ülkede yaptırarak, kendi ajanlığını yapan sınıflarla, o ülkenin bütün değerlerini yağmalayarak,kendi alt ekonomisi haline getirmekte,bu sayede yakalandığı fazla üretim hastalığından kendisini bir süre sonrasına kadar kirizini hastalığını erteleme şansını sağlıyor.
DÜNYA KAPİTALİST SİSTEMİNİN SALDIRILARINA 68 İN CEVABI
Dünya kapitalist sisteminin II.dünya paylaşım savaşından sonra küçüklü-büyüklü olsa da devrevi üretim başlatacak tarih 60 ların ortasından sonra kendisini Amerika da ve Batı Avrupa da gösterecekti. İşçi sınıfının ve öğrenci ğençliğin bu saldırılara cevabı fazla gecikmedi Fransa ve İtalya da 60 ların ortasına gelindiğinde. "Avrupa'da, özellikle Fransa'da ve İtalya'da 60'lı yılların ortalarında işçi sınıfında başlayan huzursuzluk ve grev dalgası, 1968'e gelindiğinde üniversite gençliğine de sıçradı."Bir yandan işçi sınıfını reformist partiler aracılığıyla düzene entegre etmeye çalışan, öbür yandan da öğrenci gençliği üniversitelerde burjuva eğitim sistemi aracılığıyla burjuva ahlâkına göre eğitip kapitalist toplumun iyi huylu, düzene sadık yurttaşları yapmaya çalışan burjuva devletler bir anda neye uğradıklarını şaşırdılar. Burjuva düzenin gerçek yüzü işçilerin ve öğrenci gençliğin bilincinde açığa çıkıyordu: Bir yandan refah toplumundan, özgürlüklerden ve ilerlemeden söz eden bu burjuva demokrasilerinin, öbür yandan Cezayir'de, Filistin'de, Vietnam'da, Latin Amerika'da yaptıkları, yoksul halklara reva gördükleri baskı, sömürü ve talan artık kitlelerden gizlenemez olmuştu. Nitekim 1968 baharında başlayan gençlik eylemleri kapitalist eğitim sisteminden, burjuva toplumun iki yüzlülüğünden bunalan gençliğin bir patlamasına, başkaldırısına dönüştü.
68 Mayısında Fransa'da ve hemen ardından İtalya'da başlayan üniversite işgalleri öğrencileri, burjuva devletin silahlı baskı aygıtlarıyla, ordu ve polisle karşı karşıya getirdi. İşçiler öğrencilerin taleplerine de sahip çıkarak, giderek artan devlet terörüne karşı alanlara çıktılar. Fransa'da 8 milyon, İtalya'da ise 7,5 milyon işçi genel greve çıkarken, her iki ülkede de işçi sınıfının ve öğrenci gençliğin eylemleri ortaklaşmaya başlamış, fabrika işgalleri, kitlesel miting ve yürüyüşler, polisle çatışmalar günlük hayatın bir parçası haline gelmişti.
TÜRKİYE KAPİTALİST SİSTEMİNİN İÇİRİSİNDE İŞÇİ SINIFINA KISA BİR BAKIŞ
Bu kirli savaş sisteminin ilk otuz yıllık sürecinde,işçi sınıfının ekonomik,sosyal ve siyasal haklarından tamamen mahrum bırakıldığı ve baskı altında tutulduğu yıllardır.Devlet in gerçek yüzüzünü hiç saklamadan kendi sınıfının gereği sermaye ittifakın açıktan kendini gürbüzleştirmek için kullanıldığı yıllardır.O otuz yıllık süreçte kapitalist işletmelerin ve bankaların devlet eliyle burjuva sınıfının beslenip palazlandırıldığı(biz bunu yadsımıyoruz devletin gerçek işlevi budur) bu dönem işçi sınıfı ve ve ezilen tüm insanlarımız için baskı gericilik ve devlet terorü anlamına geliyordu.O dönemde göstermelikte olsa çok partili bir döneme geçilebilecek zemin hala kendi doğol besilenme sürecinden dolayı yoktur.O süreçte işçi sınıfının ne toplu sözleşme ne de buna bağlı olarak da grev hakkına ve gerçek anlamda sendikalaşma hakkı vardı.II.Dünya savaşında kendi sınıfsal özüne en yakın bulduğu Faşist Almanya ya yakın dursada bu savaşta tarafsız kalmıştır.SSCB nin savaştan galip çıkmasıyla beraber faşist Amanya yerine efendi değişikliği yapıldı.efendi değişikliğiyle beraber zorunlu kendinde kısmı değişikliğe gitme gereği duydu.1947 de sendikalar kanununu kabul eder,ama güdük bir sendikalar kanunudur.İşçi sınıfına ne toplu sözleşme ne de grev hakkı vardır.Tek partili diktötöryasına karşı sözde demokrasi hawariliği yapan Demokrat parti ile sözde "çok partili demokratik parlemento" yaşamına başladı.Dünya kapitalist sisteminin ihtiyaçlarına bağlı olarak ilgi duyduğu ülkeler arasına girmişti.yukarıda da bahsettiğimiz gibi hem kendinden bağımsız gelişen ülkelerin dinamiğini yok etme hemde kendi doğasının gereği olan kanını emilecek bir alan olarak gözükmesidir("marshal yardımı" nato "aynı zamanda kendi askeri yapma"vs.) demokrat partinin işçilere ve sol harekete yönelik baskısı,bu coğrafya da daha sonra her on yılda bir gözükecek özel kirli savaş aygıtının kendisini düzenlemeyle sözde demokrasiye ara verilir.Ve buradaki üretim ilişkilerinin yeniden bir düzenlenmesi yapılır.(60 askeri darbe)
60 li yılların ikinci yarısı türkiyede kapitalist ilişkilerin sehirlerde göreceli bir büyümesi söz konusuydu.yıllık büyüme%10 bazen bunu bile aşan büyüme hızı yaşanıyordu.Bunun doğal sonucu ise genç ve deneyimsiz bir proleterya yı da oratya böylesi bir süreç ortaya çıkarmış oluyordu 60 yıllar daha sonra her on yılda bir gözükecek buradaki sermaye ittifakının ihtiyacancan dolayı kendini düzenleme olarak sık sık çıkacaktı.Bu yeni düzenlemenin gereği olarak Anayasa da da bir takım değişikliğe gidildibüyüyen gelişen ve gitgide etki alanını büyütmeye başlayan işçi sınıfı ve toplumsal muhalefet karşısında kısmen de olsa özgürlük alanları yaratmıştı.Bu dönemde çok uzun süredir yasaklı olan sol kitaplar tekrar yayınlanmaya başlıyor ve gençliğin büyük ilgisini çekiyordu.aydınlaarın ve gençlerin arasında sosyalizm düşüncesi geniş şekilde yayılmaya başlıyor,böylesi bir sürecin sonucu olarak Türkiye İşçi partisi 12 sendikacı tarafından 13 Şubat !961 yılında kuruldu.
61 ANAYASASININ SOL HAREKET ÜZERİNDE YANILSAMA OLUŞTURMASI
Bir düzenleme ihtiyacının sonucu doğan 61 anayasası ve anayasayı oluşturan ordu,sınıf hareketinin emekleme sürecinde kafa karışıklığına yol açtı,Gençlik,sol hareket ve ilerici aydınlarda ,özellikle temsilini ordu da bulan kemalizmin devrim sürecinin bir parçası olarak görme"Emekçi halkın yanında toplumcu zinde güç"yanılsaması içerisinde ve 61 anayasasının işçi sınıfının her türlü yasal hakkını güvence altına aldığı gibi yanlış bir fikre sahip olma durumu vardı
15-16 haziran direnişi, benzeri büyük işçi mücadelelerinde olduğu gibi birdenbire ortaya çıkmadı. 1960 yılından başlayan büyüklü-küçüklü bir yığın işçi direnişi, işçi sınıfını hazirandaki sıcak günlere hazırladı.
"Grev hakkı için yapılan (31 Aralık 1961) Saraçhane mitingi. 1961 Anayasasında yer aldığı halde yasal düzenlemede bir türlü yer verilmemesine rağmen, işçilerin fiilen yaptıkları ve kazandıkları ilk grev (1963) Kavel direnişi. İki işçinin yaşamını yitirdiği (1965) Zonguldak madenci direnişi. T.İ.P (Türkiye İşçi Partisi)'in kuruluşu ve 15 milletvekilinin meclise girmesi. (1966) Paşabahçe grevi ve ardından (1967) DİSK (Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu)'in kuruluşu. Sendika seçme özgürlüğü için (1968) Derby işçilerinin direnişi. Çatışmada bir işçinin öldürüldüğü (1969) Gamak direnişi. Haziran 1970'deki Alpagut madencilerinin işçi yönetimi deneyimi ve son olarak 25 Mart, 8 Nisan ve 5-25 Mayıs 1970 tarihleri arasındaki Sungurlar işçilerinin direnişleri. Bütün bunlar 15-16 Haziran'ı da hazırlayan önemli direniş ve gelişmelerdi"(Özgür Doğan)
15-16 HAZİRANA GİDEN YOL
YÖNETME-YÖNETEMEME KİRİZİNİN DOĞMASI
1965-1968 yılları arasında, işçilerin ücretleri reel (gerçek) olarak arttığı halde, 1969 yılından başlayarak düşüyordu. Bu düşüş, işçilerin ekonomik hak arayışlarının daha da şiddetleneceğinin habercisiydi. 1961 Anayasası, işçilerin sendika kurma ve seçme özgürlüğünü kâğıt üzerinde tanımıştı ama; işçi sınıfı bu özgürlüğünü can pahasına mücadeleyle elde ediyordu. Devlet çizgisindeki Türk-İş'in işverenler ve hükümetlerle uyum içindeki sınıfa ihanet çizgisi, toplu sözleşmelerde işçi sınıfının ekonomik mücadelesini yenilgiye uğratıyordu. DİSK'in kurulmasıyla; mücadeleci unsurlar bu konfedarasyona katılıyor; işçiler zorlu direnişlerle sendikal örgütlülüklerine sahip çıkıyorlardı. Emperyalizme bağlı ekonomisiyle dünyadaki krizden fazlasıyla etkilenen t.c. burjuvazisinin ve devletinin, işçi hareketini Türk-İş eliyle denetim altında tutmak için saldırıları artıyordu.
12 ekim 1969 seçimlerinde AP (Adalet Partisi) 256 milletvekili çıkararak, hükümet olmuştu. AP iktidarı, liberal söylemler kullansa da, dünya ekonomik krizinden etkilenen t.c. burjuvazisinin krizi atlatabilmesi için, sert/radikal önlemlere ve yasalara ihtiyacı vardı. AP iktidarı, ABD'ye karşı AET (Avrupa Ekonomik Topluluğu)na yanaşıyor; Ortadoğu politikalarında Avrupa (özellikle de Alman) emperyalizmine yakın çizgi izliyordu. Ekonomik zorunluluklarla Sovyetler Birliğiyle ekonomik ilişkiler kurulması, Ortadoğu'da Amerikan çıkarlarıyla örtüşmeyen ve Arap-İslam ülkeleriyle yakın ilişkiler içine girilmesi, ABD'nin Türkiye'ye tavır almasına yolaçtı. ABD'nin, türkiyeye verdiği kredi desteğini kesmesi de, ekonomik krizin yanısıra siyasal temsil/yöneteme krizini de etkileyen faktörlerden biri oldu.
Şekillendirilmeye çalışılan ekonomik politikalar, burjuvazinin o dönemki hetrojen egemenliğini ifade eden "tefeci-bezirgan / finans-kapital ittifakı"nın (egemenlik, yeni pazarlar ve bölüşüm için uluslar arası finans-kapital'in eklemlenme politikalarıyla oluşan geleneksel ittifak) çatlaklarını artırıyordu. Yeni vergi politikasıyla; egemen sınıflar arasındaki bölüşüm ilkelerini değiştirecek gelişmeler yaşanıyordu. İlk kez toprak, arazi, emlak ve arsalardan sağlanan gelirlerin vergilendirilmesi gündeme geliyordu. Aynı şekilde; tüccar ve esnaf gelirleri de yeniden vergilendirilecekti. Bu politikalar, o dönem, egemenlik ve bölüşümde finans-kapitalin talepleriyle uygunluğu ifade ediyordu. Bu durum, burjuvazinin dönemsel ve geleneksel egemenlik ittifakını oluşturan blokunun sarsılmasına da yolaçıyordu. Nitekim; 256 milletvekiliyle hükümete gelen Demirel A.P'si nin bünyesinde bu egemen blokun çatırdayışı açığa çıkar. A.P içinde ki tefeci-bezirgan kesimin temsilcisi olan 41 milletvekili, A.P'nin bütçe oylamasında kendi partilerine ret oyu kullanırlar. Öte yandan; Esnaf Odaları Birliği'nin seçimlerinde de, Demirel'in adayına karşı Necmettin Erbakan, burjuvalaşan tefeci-bezirgan taşra sermayesinin temsilcisi olarak seçimi kazanır. Sermaye kesiminde şekillenen bölünme önce D.P. (Demokrat Parti)'yi, ardından M.N.P. (Millî Nizam Partisi) ve MSP (Millî Selâmet Partisi)'yi doğurdu.
Bu koşullarda; egemen sınıflar arasında çatışma ve çelişki derinleşirken, egemen sınıflar ile emekçi sınıf ve kesimler arasındaki çatışma da yoğunlaşmaktaydı. İzlenen politikalara, finans kapitalin -egemen sınıflar içinde- çıkarlarının tescili niteliğinde olduğu gibi, esas olarak, krizin faturasının, her zaman olduğu gibi, işçi sınıfı ve diğer emekçi kesimlere yüklenmesiydi. Krizin faturasının işçi-emekçilere yüklenmesi, şiddetin artması anlamına geliyordu. Bu da; direniş odağı olan işçi sınıfı ve öğrenci gençlik üzerindeki baskının artması, örgütlenmelerin dağıtılması yada denetim altına alınması anlamına geliyordu. O yıllar, toplumsal muhalefetin yığınsal nitelik kazandığı ve radikalleşme eğilimleri taşıdığı bir dönem olarak tarihe geçti.
Aynı süreçte, küçük üreticiler ve tarım emekçileri de, boykottan yürüyüş ve mitinglere, ağa topraklarını işgale değin geniş katılımlı ve radikal mücadeleler içindeydi. "Toprak işleyenin, su kullananın" sloganı, dönemin temel şiarlarındandı. 1970 yılının ilk aylarında Akhisar ve Ödemiş tütün üreticilerinin mitingleri. Tekirdağ Taşomurca ve İsmailli köylülerinin direnişleri. Rize'de çay üreticilerinin fabrika ve tekel binasını işgali ile siyasî parti binalarını tahripleri. Giresun, Ordu, Fatsa, Bulancak fındık üretcilerinin mitingleri. Tire Kızılcaacılı köylülerinin ağanın çiftliğini basarak ambarları yakması ve motorları dinamitlemeleri. 26 Mart'taki zahireci, şöför ve nakliyecilerin boykotu. Çorum'daki üretici boykotu. Adana ve Samandağı'nda topraksız 30 köy halkının mitingi.
Tefeci-bezirganlığın burjuvalaşması ile birlikte şekillenmeye başlayan kürt burjuvazisi ve iktidar blokunda ki işbirlikçiliği. Kürt yoksullarına ve emekçilerine yönelik çift katlı ulusal/sınıfsal baskı ve şiddet de bu eylemlilikler içinde cevabını aldı. Adıyaman'ın Besni ilçesine bağlı Araplar köylülerinin ağa topraklarına el koyması, Batman'da binlerce Kürt köylüsünün "komanda zulmünü" Özgürlük Yürüyüşüyle protesto etmeleri
15-16 HAZİRAN
15-16 haziran yukarıda aktardığımız gibi sadece kendiliğinden o günün sonucunun bir şıçraması değildi.Önce tekil tekil biriken ve daha sonra bir birikimin sokağa yansıması olarak görmek gerekiyor,ve sadece tek başına ulusal yaşanan bir kiriz olarak görmek de yanılgılı bir durumdur aynı zamanda metropol kapitalizminin nesnelliğin ğereği bize taşırdığı bir kriz, bir kalkışma olarak görmek gerekiyor bunun ışığında 15 Haziran günü, 115 işyeri ve yaklaşık 75 bin işçiyle başlayıp, 16 Haziran günü 168 fabrikayı ve 150 bine yakın işçiyi kucaklayan 15-16 Haziran direnişi, modern sanayi proletaryasının beşiği olan İstanbul ve İzmit yöresini kapsadı. 15 Haziran sabahı İstanbul'da, Gebze'de, İzmit'te fabrikalar durdu. Her tarafta işçiler çeşitli yürüyüşler ve mitingler düzenliyorlar ve kent merkezlerine doğru hareket ediyorlardı. DİSK'in böylesi bir kararı olmamasına rağmen işçiler bu protestoları kendi inisiyatifleriyle ve elbette ki öncü işçilerin ve devrimcilerin yol göstermesiyle yalnızca iş bırakmakla sınırlamamışlardı.
Ertesi gün Kartal'da, Levent'te ve Topkapı tarafında çatışmalar çıkmış, polis ateş açmıştı. Ordu, tanklarıyla ve zırhlı birlikleriyle gösterilere müdahale etmeye çalışıyordu. Askerlerin oluşturduğu barikatlar aşılıyor ve polisle çatışmaya girişiliyordu. Kimi devlet kurumları ve tanınmış kapitalist işletmelerin merkezleri taşlandı, harap edildi, yer yer yakıldı. Tutuklanan işçileri kurtarmak için işçilerin tutuldukları karakollar basıldı. Bazı polislerin silahlarına el konuldu. Kadıköy'deki çatışmalar özellikle çok şiddetliydi, polisin açtığı ateş sonucunda üç işçi öldürülmüş, 200 kişi yaralanmıştı. İstanbul'un iki yakasındaki işçilerin biraraya gelememesi için vapur seferleri tüm gün boyunca iptal edilmiş, Levent yakasından gelen büyük işçi koluyla, Unkapanı-Eminönü'nde biriken işçi kollarının birleşmemesi için Galata Köprüsü açılmıştı.
Bu muazzam direnişin zayıf karnı ise akşam saatlerinde ordunun sıkıyönetim ilan etmesiyle açığa çıktı. DİSK yönetiminin işçileri sükûnete çağırmasının ardından işçiler fabrikalarına geri döndüler. Fakat bazı fabrikalarda iş durdurma ve iş yavaşlatma eylemleri devam etti. Türk Demir Döküm, Sungurlar, Derby, Elektrometal, Rabak, Auer, Çelik Endüstri, Otosan, Arçelik, Vita gibi büyük fabrikalarda işçiler kararlılıkla direnişe devam ediyorlardı.
Son söz yerine;
15-16 haziran; işçi sınıfının bu genel direnişi öyle bir anda ortaya çıkmadı. Tersine bu birikimi yavaş yavaş büyüten kendiliğinden bir hareketti(böyle dememizin nedeni ini niyetli devrimci gruplar vardı,fakat bu demek o orada boşluğu yaşanan bir devrimci partinin varlığı anlamına gelmiyordu.bu girişimde etkileri olsada diğeri devrimci bir yapılanmamın sürüklemediği her girişim bundan daha fazla ileriye gitmezdi)
Disk ve onu yukarıdan sürükleyen TİP li reformist kadrolara gelince onlar işçi sınıfına bırakın öncülük etmeyi yer yer bu kendiliğinden harekete göre zorunlu kendilerini konumlandırmaktan öteye bir varlıkları yoktu. Hatta 16 haziranda yaşanan olay ise içine düştükleri aczin örneğini oluşturuyordu.İşçi sınıfı sokağa çıkmış ve özel savaş aygıtının "jopu"ordu-polisle çatışa çatışa barikatları aşarken yiğit üç evladını bu uğurda şehit verdiği bir zamanda,Sistemin valisiyle Disk yöneticilerinin arasında yaşanan şeyler Disk sınıfa nereden baktığının da göstergesiysi.Kemel Sülker "Girişilen tarrifatla eylemlerle hiçbir ilgimizin olmadığını içişleribakanığına birlirdik ve kesinlikle de bu tahrıpkar olayları tasvip etmediğimizi bildirdik"Ayrıcada kemal Türkler in radyo da ki çağrısı da işçileri uyardıklarını ve kötü olaylara tahiklere kapılmamaları gerektiğini söylemişlerdir.Bu nokta da Kemal Türkler radyo da işçi sınıfının ölen neferlerine kurşun sıkan kolluk kuvvetlerine(ordu kastettiğimiz)"göz bebeğimiz" diyecek kadar ileriye gidebilmişlerdir.Böylesi bir ihanetin içerisine girince,bunu daha da taçlandırmak için ellerinden geleni ardlarına koymamışlardır.sıkıyonetimi bahane ederek 17 haziranda olan eylemlilkten vaz geçerler, ve Sistemin kolluk güçlerinin başaramadığını Disk yönetimi yapar ve Fabrikalarda işçileri işbaşı yapma çağrısı yapılır.İşçiler, yasa geri çekilinceye ve eylemler sırasında tutuklanan sendikacılar serbest bırakılıncaya kadar direnişe devam etme kararı almışlardı. Fabrikalardaki direnişi ne asker ne de polis baskısı engelleyemedi. Fabrikalarda sürdürdükleri direnişe son vermeye ve işbaşı yapmaya işçileri ikna edenler DİSK temsilcileri oldu. Tüm bunların ardından gelen işten çıkarmalar, tutuklamalar, işkenceler ve davalar işçi sınıfı ve emekçiler üzerinde estirilen terörün birer göstergesiydi. Üç ay süren sıkıyönetim sonunda işten çıkarılan işçi sayısı beş bini aşmıştı. Fabrikadan atılan bu kuşak işçi sınıfının o muhteşem iki günü yavaş yavaş ören öncü militan işki kuşağıydı. Sistem kadar buna adeta Disk yöneticileri de sevinmişti.Nedeni ise işçi sınıfı kendi alttan geliştirdiği basıncın karşısında ezilip kalmasıydı,Onların burjuva demokrat gömleklerinin bunu göğüsleyebilecek ve ileriye taşırabilecek kadar güçlü ve yeterli olmamasındandı.Bütün bunlara karşın 15-16 büyük işçi direnişi bir netleştirme,billurlaştırma ve bu zamana kadar düzen içilikle(burjuva-parlementerist-"ordu-gençlik elele") ilgili hastalıklarını aşmada katalizör rolü oynamasıylada önemli bir dönemdir.Ve bu güne kadar da hala aşılmayı bekleyen iki gündür.sonuçları itibarıyla işçi sınıfı mücadelesi tarihindeki en büyük en militan tarihsel ve siyasa sonuçlarıyla en önemli işçi eylemliliği olma özelliğini korumaktadır
*Bunalımlar özellikle ikinci paylaşım sürecinden sonra devrevi süreçlerinde değişiklikler oldu.Bunalımdan toparlanmaya geçiş durumu sık sık çöküntü evresine ulaşmadan ortaya çıkar.Toparlanmanın sonu çoğu kez atılım evresine değil, yeni bir bunalıma geçiş olurBir çok durumda bunalıma geçiş birdenbire değil.uzun durgunluk durumundan sonra olur