Baştan söyleyelim, "Kürt hareketi" bugün çok hakir görülen bir TİP kadar sorumlu davranamamıştır. Dolayısı ile "Kürt hareketi" devrimci/sosyalist hareketin çok güçlü olmasa da sesini duyurabileceği bir alanın/kanalın önünü tıkamıştır. Bu nedenle tarih önünde TİP/DTP karşılaştırmasında bu toprakların devrimcileri ve sosyalistleri adına kötü bir sınav vermiş, Tüsiap-c'nin bu seçimi sermayenin bir zaferi olarak taçlandırmasına dolaylı katkıda bulunmuştur. O zaman bu süreci daha soğuk kanlı değerlendirmek lazım.
Benim Kapital'in ilk cüzü ve de eski Ankara'nın göbeğinde emekçilerin, yoksulların, sıradan insanların hayatlarını sürdürdükleri yerde patlayan/patlatılan bombaya dair "duygusal" düşüncelerim vardı!.. Bunu, tartışmaya açılmış bir metin olarak "kapalı" ortama sunmuş, değerlendirmeleri beklemiştim. "Netameli" bir alan olduğu için "herşeyin" konuşulduğu/tartışıldığı bu "sanal ortamda" ne yazık ki, birkaç değerlendirmenin dışında bir "sesin" çıkmamış olmasına ilkin çok üzülmüştüm, nedense!.. Ancak, daha sonra ortak aday projeleri ile "Kürt hareketi"nin bu projeleri dışlayan tavrını görünce kaygının da, huzursuzluğun da anlamsız olduğunu gördüm. Ancak, bu "kapalı" ortama iletilmiş olan düşüncelerimin de ne kadar yerinde olduğunu bir kez daha "teyit" etmiş oldum.
Bugün pek çoğumuzun reformist vs. gördüğümüz TİP Kürt sorununu dile getirdiği için kapatıldı. En "itibarlı" olduğu dönemlerde üstelik! Bu durumda, Türkiye partisi olmaya kalkan Kürt hareketinden 1980 öncesinin TİP duyarlılığını beklemek gerekirdi. Ne var ki, siyasal tutum olarak sağa kayan Kürt hareketi, Türkiye sosyalist ve devrimci hareketini önemasmediğini bu seçim sürecinde bir kez daha ve çok açık bir şekilde ortaya koydu. Peki Türkiye devrimci ve sosyalist hareketi bunu hakediyor muydu?
Sınıf mücadelesinin yükseltilmeye çalışıldığı en temel örgütler olan sendikalar da "Kürt hareketi" devrimci, sosyalist hareketi beslemek, desteklemek yerine tam da Tüsiap-c'nin işine gelecek işler yaptı. İşçi sınıfının, emekçilerin örgütlü olarak mücadelesini yükselteceği alanları "mayınladı", "bombaladı", işlevsiz ve etkisiz kıldı. Türkiye solu ve devrimci hareketi, bu "mayınlama", "bombalama" hareketlerine büyük bir sabır, olgunlukla karşılamaya çalışırken iktidar perspektifini kaybetti, ideolojik olarak da geriye kaydı.
Türkiye solu "Kürt hareketini" savunup, ona sahip çıkmaya çalışırken 1968'in aşılması gereken "teorik" tartışmasına farkında olmadan kapıldı. Adeta yeni bir Milli Demokratik Devrim (MDD)/Sosyalist Devrim (SD) tezi tartışılmaya başlandı.
Kürt hareketi üzerindeki tartışma basını bir şekilde yeni-MDD'cilik olarak ortaya çıkmıştır ve Türkiye devrimci, sosyalist hareketini daha geri noktalara çekmeye başlamıştır. Önce Marksist-Leninist gelenekten koptuğunu açıklayan Kürt hareketi önderliği, daha sonra devrimci ve sosyalist hareket ile de birlikte olamayacağı yönünde ciddi işaretler vermeye başlamıştır.
Kapitalizmi ve kapitalist sistemi tahlilde Marks'ın devasa çalışmalarına başvurmak yerine türevin türevi olan Wallerstein'den beslenmeye çalışan Kürt hareketinin devrim ve sosyalizm ile bir ilişkisinin olmayacağı ve uzun vadede de kalmayacağı düşünülebilir. En azından devrimci ve sosyalist hareketler bunu bir kenara not edebilir. Bu durumda ezilen, sömürülen her insan için mücadele eden devrimci ve sosyalistlere düşen görev bu "uzaklaşmaya" direniş, müdahale ve devrim kavgası olmalıdır. Emek ile sermaye arasında bir çıkar çatışması olmadığını, dolayısı ile Tüsiap-c ile de işbirliği yapılacağını savunan bir siyasal yapılanmanın artık ne ezilenler ne devrimcilik ne de sosyalistlik adına dayanışma ve benzeri bir talep hakkı kalmamaktadır.
Bu durumda, bizim Kürt hareketine devrimciler ve sosyalistler "adına" önereceğimiz birkaç şey kalmaktadır geriye: Bir, kapitalizmin ne olduğunu ve bugün en çok da Kürt emekçiler üzerinde kendisini nasıl gösterdiğini öğrenmek. İki, bunun için yeniden emek-değer teorisine, sömürü oranlarına bakmak. Üç, aynı işyerinde Kürd'ün ve Türk'ün makus talihinin aynı olduğunu görmek.
Peki bu sorunu çözmek için ne gerekir? Ankara'nın eski merkezinde, El Kaide'nin bile hedef olarak İngiliz Konsolosluğunu seçtiği "etik" bir mekan yerine, El Kaide kadar duyarlı olunmayan, devrimci ve sosyalist hareketlerin halk ile bütünleşmek için ilmek ilmek ördüğü pek çok şeyi alt üst eden, onları yeniden "dışlatan" ve El Kaide kadar "etik" olmayan Ulus'ta bomba patlatmak mı? Türkiye'yi Iraklılaştırmak mı? Yaklaşık çeyrek yüz yıldır Kürt hareketini "halkların kardeşliği" adına sırtında taşıyan Türkiye devrimci ve sosyalist hareketi hem teorik hem de pratik olarak bu kadar geri "düşürülmeyi" haketmemiştir.
"Kürt hareketi"nin savrulan, omurgasız siyaseti, bugün bakıldığında 1980 öncesi TİP'ini çok daha masum göstermektedir. TİP'ten beslenen bu kaynağın onu aşması beklenirken, Kürt hareketinin kendi içinde siyaseten Kürt AKP'sini, Kürt CHP'sini diri tutarken Türkiye solunu "itibarsız" kılmasını anlamak kolay olmasa gerek!
Şimdi geldiğimiz noktada AKP ve CHP'nin Tüsiap-c'nin madalyonun iki yüzünü oluşturduğu bir yerde, yıllardır devrim ve sosyalizm adına Kürt hareketine farklı boyutlarda destek olanlar Kürt hareketinin de Tüsiap-c'nin bir başka minik madalyonu olmaya çalışmasını onaylamak zorunda mıdır? Sorunun yanıtı Kapital'in 1. cildi ve Alman İdeolojisi'nde gizlidir. Önerimiz, Wallerstein yerine bir daha bu kitaplara bakmak ve Türkiye soluna görülen/biçilen rolü iyi anlamaktır.
Devrimci ve sosyalist ruhun yeniden bir hayalet olarak hem Türkiye devrimci ve sosyalistleri hem de Kürt hareketi üzerinde dolaştığını ummak dileği ile bir kez daha Komünist Manifesto: Nerede mi, seçim olan her kent, kasaba, köy ve mezrada.
(Kızıl Bayrak, Sayı: 24, 22 Haziran 2007)
http://www.kizilbayrak.net/ sitesinden alınmıştır.