DTP'nin Türkiye'ye Sözü: Kürtleri Temsil Etmeyecek/Bağımsız ve Federe Devlet Yapılanmasına Karşı Duracak…
Türkiye, 22 Temmuz'a yaklaşırken, seçim "sathi mahallinde", esasa ilişkin ve hayata dair olmayan konularda, Türkiye'nin temel sorunlarının çözümüne katkıda bulunmayan tartışmalar fazlasıyla kızışmış durumda. Seçim meydanlarında palavraların "bini bin para". Bütün partiler ve liderleri sanki hiç denenmemişler gibi, Türkiye'yi kurtaracaklarını yüzleri kızarmadan, utanmadan ve sıkılmadan ileri sürebiliyorlar.
Halk, siyasi partilerin seçim vaatlerinin yüzde doksan-sekizinin uygulanabilir olmadığını çok iyi biliyor. Parti kurmayları bunu daha da iyi biliyor, çünkü davulları boyunlarında, tokmakları ellerinde hem çalıyor ve hem de oynuyorlar. Halk da onları şaşkın bir durumda, "ne oluyor?" diye anlamlı gözlerle izliyor. Parti liderleri ve tüm kurmayları, buna rağmen, bu gerçekçi olmayan vaatleri ileri sürmekten, halkın gözünün içine baka-baka yalan söylemekten bir beis görüyorlar. Nasıl olsa Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşundan sonra halk, otoriter/totaliter ve faşizan sisteme mecbur; 1946'dan bu yana da demokrasi bir oyun, bir aldatmaca, batının gözünü boyama oyunu olarak kabul edildikten sonra, şekillenen parlamenter ve seçim sistemi, siyasi partiler yasası çerçevesinde partilere de mecbur.
Halk, her seferinde bir siyasi partiyi deneme zorunda kalmayı bir oyun gibi kabul ediyor.
Siyasi partilerin, Türkiye'nin en büyük, en temel, en merkezi, Türkiye'yi 20.yüzyılın tümüyle meşgul eden, darbelere gerekçe olan; büyük tarihi ve sosyal karakterli, ulusal yüzyıllık çatışmaya kaynaklık eden "Kürt ve Kürdistan Sorunu" ile ilgili herhangi bir vaatleri yok. Bu konuda herhangi bir vaat yapma gereğini taktik olarak bile gerek görmüyorlar: Nasıl olsa Kürt halkının başının bağlandığını düşünüyorlar. Kürtlerin sisteme, devlet zoruna, haksızlığa mecbur olduğuna kendilerini inandırmışlar. AK Parti Genel Başkanı, Ağustos 2005 yılında Diyarbakır'da "Kürt Sorunu vardır. Daha fazla demokrasi ve özgürlüklerle çözülür" sözünü unutmuş durumda. 27 Nisan 2007 tarihli post-modern darbesinden sonra postunu kurtarmak, ne i-düğü belli olan merkeze çekilmek, yani devletin mutlak iktidarı ile uzlaşmak, barışmak çabası içinde. Çevrenin hareketi ve siyasi oluşumu olarak ortaya çıktığı halde, çevreden kaçmak, çevrenin taleplerine kulak tıkamak, devletin ve devletin mutlak iktidar gücünün isteklerine kulak vermek için, uğraş içinde. Sözden öteye sosyal-demokrasi ile alakası olmayan CHP ve lideri, tam da sosyal faşist bir parti olmanın profilini ve yapısını ele veriyor. Türkiye'de Kürtlere yaptığı düşmanlık yetmiyormuş gibi, Kürt düşmanlığını Sosyalist Enternasyonal'a taşıyan tescilli bir ırkçı nasyonalist parti. Sosyalist Enternasyonal'a laik bir parti olmadığı görüldüğünden, Sosyalist Enternasyonal'daki üyeliğine son verilmesi için hukuki-siyasi süreç başlatılmış durumda. Diğer devlet ve sömürgeci sistem partileri de, Kürtler konusunda ırkçı ve faşist karakterlerini gizlemeden açığa vuruyorlar.
Türkiye'deki siyasi partiler, Türkiye Cumhuriyeti'nin sınırları içinde "Kürt ve Kürdistan Sorunu" gibi temel bir sorunda olumlu çözümler önermedikleri gibi, Kürdistan Federe Bölgesi'ni yıkma konusunda açık proje ve plan sahibi olduklarını, Kürtleri hiçe sayarak, Türkiye ve dünya kamuoyuna ilan ediyorlar. Bunun yanında, Kürt sorununun sahipliğini DTP'ye bırakma konusunda çok gizli de olmayan bir anlaşma ve uzlaşma söz konusu.
Böyle çok gizli olmayan bir anlaşma ve uzlaşmanın olması da, DTP'nin yaklaşımlarından, uygulamalarından, sürdürdüğü programdan, "Türkiye'ye Sözümüz Var" kavramlaştırılmasından anlaşılıyor.
DTP, geçmiş genel seçimde, mahalli belediye seçimlerinde, bu genel seçimde devlet partilerinin bile aştıkları bir M. Kemal Atatürk ve Kemalist geleneği sürdürmekte ısrarlı davranmakta. Bütün devlet partileri, Kürdistan ve Batı şehirlerinde, şehrin kanat önderleri, siyasetçileri, iş adamları, sanatkarları arasından adaylarını demokratik bir tarzda seçmezseler de, yukarıdan aşağıya jakobence devletin hassasiyetlerini gözeterek tespit ediyorlar. DTP Kemalist geleneği sürdürmekte: Niğdeli bir Türkü Diyarbakır'dan, Mardinli bir kürdü Siirt'ten, Diyarbakırlı bir avukatı Batman'dan, Bir Diyarbakırlıyı Mardin'den, Mersin'de hiç oturmayan Mardinli bir Kürdü Mersin'den aday yapabiliyor. DTP bu Kemalist geleneği, 2007 genel seçimlerinde de sürdürmekte ısrarlı oldu.
Milletvekili adaylarını Kemalist yöntemle tespit eden DTP'nin Kürtlerin temsilcisi olmadığı ve olamayacağı çoktan açığa çıkmış durumda. Bu nedenle, 2007 genel seçiminde DTP en sorunlu parti durumunda. İki arada bir derede durumunu yaşıyor. Sol gösteriyor sağ vuruyor. Sözde Kürtlerin, özde Türklerin temsilcisi olduğunu ortaya koymuş durumda. Bugüne dek DTP'nin geleneğini devam ettirdiği partilere oy veren halk kesimleri, büyük bir tedirginlik içinde. İyi niyetli Kürtler, Kürdistan'ı sevenler, Kürdistan'ın bağımsızlığı için çocuğunu kurban edenlerin kafası karışık. Bu nedenle, seçim sath-i mahallinde heyecan yok. Herkes birbirine soru soruyor, sağlıklı cevaplar da alamıyor.
Seçim sonucuna yaklaşırken, DTP taraftarı Kürtler başta olmak üzere ve bütün Kürtler: "DTP ne yapmak istiyor?", "Kürtler için ne yapacak?", "Kürtleri Meclis'te temsil edebilecek mi?", "Türkiye'ye sözümüz var? kavramlaştırması neyi ifade ediyor?" sorularını birbirine soruyorlar. DTP adaylarının bu sorularla ilgili demagojik cevapları ortalığı tozu-dumana katmış durumda.
DTP'nin "Türkiye'ye Sözümüz Var" kavramlaştırması, hemen açığa çıkmış bir kavramlaştırma değil. Bu kavramlaştırmanın en azından açıktan on yıllık bir tarihi arka planı var. Bu kavramlaştırma, DTP'ye ait bir kavramlaştırma da değil, başta Öcalan olmak üzere PKK kurmaylarınca, devletin ideologlarıyla bir diyalog ve dayanışma içinde oluşturulmuş bir kavramdır. Bu kavramlaştırma, bir programı, bir toplum paradigmasını, bir sistem senaryosunu, bir sosyal hayat tasarımını ifade ediyor.
Bu kavramlaştırma, önemli ilkesel tespitlere dayanıyor. Bu program, Öcalan'ın Türkiye'nin eline düşmeden önce, ama düşmesinin kesinleşmeye başladığı ya da Öcalan'ın kendisini teslim etmeye karar vermesinden sonra somutça kurgulandı. Bu program, Öcalan ele geçtikten sonra, uçaktaki kısa süredeki belirlemeleri ve açıklamaları, gizli yapılan halen tümü açıklanmamış sorgulamalarıyla şekillendi. Yargılama sırasında mahkeme sorgusu ve savunmalarında sistemli bir hal aldı ve kamuoyuna açıklandı. Daha sonraki dönemlerde, Öcalan, bu görüşlerine ve programa, Türkiye sömürgeci sisteminin çıkarlarına göre yeni unsurlar kattı, geliştirdi.
Bu sözün teorik arka plânı, a) Öcalan'ın "Demokratik Cumhuriyet Tezi", b) Kürtlerin devlet olmayacağı ve sömürge statüsünün devam edeceği, Türklerin, Arapların ve Farsların devlet olduğu, Kürtler üzerinde egemenliklerini sürdürdüğü Konfederal Tez, c) Öcalan'ın ilerici diye nitelendirdiği, aslında tarihsel gerici üç tarihi uzlaşmanın; Kürtlerin hukuki, siyasi, sosyal, ulusal varlığını hiçe sayan uzlaşmaların (1071 Malazgirt, Yavuz Sultan Selim Dönemi Uzlaşması, Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşu dönemindeki Kürtleri kafaya alma uzlaşmaları) devamı düşüncelerinin şekillendirdiği bir programdır. Bu program, seçim sürecinde Aysel TUĞLUK tarafından da açıkça Radikal-2'de yeniden formüle edilerek, Türklerin beğenisine sunuldu ve görücüye çıkarıldı. Türkiye basını ve devlet ideologları tarafından da ihtiyatla da olsa beğenildiği, yazının gazetelerin birinci sayfalarında manşetlere taşınmakla ortaya konuldu.
DTP'nin "Türkiye'ye Sözünü" bu teorik tezler ve ilkesel yaklaşımlar çerçevesinde biraz açarsak, durum daha iyi anlaşılacak.
– DTP, Kürtlerin kendi kaderini kendisinin tayin hakkına karşı duracak. Kürtlerin bağımsız, federe ve konfederal statüde devlet olmasını; özerkliğini talep etmeyecek ve talep edenlere karşı mücadele edecek.
– Türkiye'nin üniter, ulus devlet yapısını koruyacak. Kürtlerin devlete ve iktidara Türklerle eşit düzeyde ortak olmasını istemeyecek.
– Kürt siyasi partilerinin kuruluşuna, etnik ve ulusal nitelikli Kürt kurumlaşmalarına karşı duracak. Bir Türkiye partisi olmak için çaba sarf edecek. Ama buna rağmen hüsnü kabul de görmeyecek !
– Güney Kürdistan'daki federe devlet yapılanmasını da haz etmeyecek. Güney Kürdistanı da Misak-ı Milli sınırları içinde sayacak. Bu nedenle, Türkiye'nin Kürdistan Federe Bölgesi'ne müdahalesini meşru görecek ve ses çıkarmayacak. Türkiye'nin Kerkük ve Türkmenlerle ilgili uluslar arası hukuka uygun olmayan, sömürgeci ve yayılmacı emelleri taşıyan isteklerine boyun eğecek.
– Kürt geleneksel siyasi mücadelesi ile bağlarını koparacak. Geleneksel Kürt milli direnme hareketlerini meşru ve Kürtlerin haklarını savunan toplumsal gelişmeler olarak kabul etmeyecek.
Bu programatik konsept açıkça ortaya koyuyor ki, DTP bağımsız milletvekilleri ile meclise de girse, grup da oluştursa, Kürtleri temsil etmeyecek. Türk devlet sisteminin bir parçası olacak. Entegre olmuş, kabul görmeyen bir devlet temsilcisi olacak. Kürtler ulusal çıkarları için de köklü ve temel bir şey de yapmayacak. Esas olarak PKK üst elitinin çıkarlarını korumaya çalışacak.
Amed, 12. 07. 207
İbrahim GÜÇLÜ
İbrahimguclu21@gmail.com
http://www.rizgari.com/ sitesinden alınmıştır.