Kapitalizm bellekleri silmek için kaygılı bir topluma hep muhtaç olmuştur. Bu nedenle kaygılı bir toplum yaratabilmek için hep bir korku icat etmiştir. Son dönemin önemli kaygı yaratan korkularından biri "küresel ısınma" oldu. Herşeyin müsebbibi bir "küresel ısınma". Ankara susuz mu kalacak; nedeni "küresel ısınma". Tarımda kuraklık mı olacak; nedeni küresel ısınma. Yedi bela mübarek!
Susuzluk, beraberinde özelleştirmede yeni bir alan açtı: Akarsular.
Bir yandan kaygı, bir yandan korku, bir yandan talan, yağma ve yeni zenginleşme yolları… Uzmanlar, işini düzgün yapan alimler Türkiye'de Ankara dışında önemli bir su sıkıntısı olacağını kabul etmiyorlar. Bu nedenle her işin müsebbibi görülen "küresel ısınma"yı aklıyorlar. Örneğin, Ankara Üniversitesi, Ziraat Fakültesi Öğretim Üyesi, Prof. Dr. İlhami Ünver şöyle diyor:
"‘Her sıkıntı küresel ısınmadan kaynaklanıyor' yaklaşımının ne denli yanlış ve tehlikeli sonuçlara yolaçabileceğini uzun süredir açıklamaya çalışıyorum, ama kendimi bu konuda bozguna uğramış hissediyorum. Yakın dönem basınından birkaç inci örneği vereyim:
Daha önce güneşten gelen ışınlar buzullar tarafından yansıtılarak atmosfere geri gönderiliyordu. Fakat son 50 yılda etkisini gösteren buzullardaki erime ile birlikte güneş ışınları yansıyarak atmosfere geri dönemedi, doğrudan yerküre tarafından emildi. Bu durumda da küresel ısınma gittikçe artmaya ve etkilerini göstermeye başladı." Şimdi bu yoruma bakınca gülelim mi, ağlayalım mı?
"Belirtilerini Konya Ovası'ndan Beyşehir Gölü'ne kadar her yerde gösteren küresel ısınma ve kuraklık, İstanbul'un 3'üncü büyük havzasını da vurdu. Büyükçekmece Gölü'nün yüzlerce metrekarelik alanı kurudu." Yazar belli ki yüzbinlerce metrekare demek istedi, ama asıl önemli olan, Beyşehir Gölü'nü ve havzasını son yirmi yıldır ne denli acımasız kullandığımızdan haberinin olmaması ve içinde bulunduğumuz sıkıntıyı küresel ısınmaya bağlaması.
"Dünya Doğal Hayatı Koruma Fonu (WWF), dünyanın iklim değişikliği felaketine uğraması için 5 yılın bulunduğunu belirterek, hükümetlere, karbon emisyonlarını azaltarak gidişatı tersine çevirmek için harekete geçmeleri için 2012'ye kadar zamanları olduğu uyarısında bulundu." Burada belirtilen tarihin Kyoto sözleşmesinin sona ereceği yıl olduğu anlaşılıyor, bir uluslararası sivil toplum örgütü için bağışlanamaz yanlış tabii ki…
"Bir büyük TV kanalı anket düzenlemiş, soru şu: ‘Küresel ısınmaya karşı tasarruflu ampuller, kurşunsuz benzin, çevre dostu ürünler kullanmak, suyu boşa akıtmamak gibi bireysel adımlar atacak mısınız' Hazırlanan seçeneklerin ikisi doğru, ikisi yanlış."
Bu tür kuru sıkılardan yararlananların başında dar görüşlü yöneticiler geliyor. Ne zaman başları sıkışsa, ‘iklim değişikliği' gerekçesinin arkasına sığınıveriyorlar. Yaklaşık bir yıldır ana haber konularından biri üç büyük kentimizde yaşanan su sıkıntısı. ‘Küresel ısınmaya bağlı kuraklık…' diye başlayan açıklamalar, kötü yöneticiler kadar öncüllü demeç sahiplerince de kullanılıyor. Oysa bu gösterişli demeçlerden önce iklim kayıtlarına bir bakılsa, Türkiye'nin 8-10 yılda bir dönemsel ve bölgesel kuraklığa uğradığı, yaşanan su sıkıntılarının büyük oranda bu hesabın yapılamamasından ve kentleşmenin ölçülememesinden kaynaklandığı anlaşılacak"
Prof. Dr. İlhami Ünver'in şu değerlendirmesi ise sorunun ne kadar sorun olup olmadığını daha açık olarak bize gösteriyor: " DSİ Genel Müdürlüğü yapan Veysel Eroğlu'na göre Türkiye'deki barajların ortalama doluluk oranı % 53 ki, sıcak geçen kış ve yaz ile içinde bulunduğumuz mevsim göz önüne alındığında, hiç de kötü bir değer sayılmaz". Evet, kurak bir yaza rağmen, barajlardaki doluluk oranı korku için bir neden olmadığını gösteriyor. Peki sorun ne? Bir, korku ile toplumu düşünemez hale getirmek. İki, yeni rant kapıları açmak. Eee, kapitalizm dediğimiz şey de bundan başka bir şey değildir.
Peki hiç mi sorunsuz bir durum söz konusu. Elbette hayır. Ankara için sorun var, kuşkusuz çözüm de! Ankara, yanlış kentleşme ve zamanında alınmamış önlemlerle susuzluk tehlikesi ile karşı karşıya kalmıştır. Zamanında alınmayan önlemlerin arkasında ise kapitalizmin yasaları vardır: Rant beklentisi. Gelin sözü yine uzmanına, Prof. Dr. İlhami Ünver'e bırakalım:
"Ankara'nın içme ve kullanma suyu ile kanalizasyon ağı yenileme çalışmaları, yaklaşık 20 yıl önce başlayıp, on yıl kadar önce dinamik dengeye kavuşuyor. Yalnızca yeni yerleşim birimlerine bu ağın yayılması ve geleneksel bakım-onarım çalışmalarıyla bugünlere geliniyor. Doğrusu Ankara'da su kayıp oranının İstanbul'un yaklaşık iki katı kadar olmasını, bu ağın yetersizliğinden çok, biriktirme-depolama sistemlerinin bakımsızlığında aramak gerekir.
"DSİ, 1995 yılında hazırladığı uzun dönem planında, Ankara'nın 2004 yılında Gerede Uzunsu çayından Çamlıdere Barajı'na su aktarılmasını öngörüyor, 2027-2050 yıllarında da kentin su gereksiniminin Kızılırmak'tan sağlanması gerektiğini belirtiyor. Burada iki konu yeterince değerlendirilmiyor. Birincisi iklimsel rastgeleliğin en kötü koşullarıyla, kentsel gelişimin boyutlarının kesişmesi konusu. Yalnızca nüfus artışı hesaplanıp; kentin yeşillenmesi, araç sayısının geometrik hızla çoğalması, bahçeli ev sayılarındaki patlama, eğitimi ve kültür düzeyi yükselen toplumlarda su tüketiminin artma eğilimi vb. gibi koşullar yeterince değerlendirilmediği için, yeniden ele alma (revizyon) gereği beklenenden önce kapıya dayanıyor. İkinci ve daha önemli yanlışın kökeni biraz eskilere gidiyor. Bilindiği gibi Elmadağ ve yeraltı kuyuları dışında Ankara'nın su gereksinimi, ilk kez Çubuk-1 Barajı ile 1930'larda ciddi biçimde ele alındı. O günden bu yana tüm su yapıları ve projeleri kentin kuzeyine kümelendi. Çubuk, Çamlıdere, Kızılcahamam ve Gerede havzalarının birbirine yakın yağış ve akış rejimlerine sahip komşular olduğu görülemedi. Örneğin Gerede sisteminde su tutulmasıyla, Çamlıdere Havzasında toplanacak suyun azalması olasılığı hiç düşük değildir. Bu yanlış sürüyor."
"Havzası ve jeolojik yapısı elverişsiz olmakla birlikte, İvedik Arıtma Tesislerine yakınlığı dolayısıyla Ankara'ya su sağlamada önemli yeri olan Kurtboğazı barajına Akyar ve Eğrekkaya barajlarından su aktarılıyor. Su biriktirilebilirse, bunlara Belediye'nin 15 yıldır yaptığı tek su yapısı olan Kavşakkaya barajının suları eklenecek."
"Belediye on beş yıldır Kavşakkaya dışında hiçbir su biriktirme yapısıyla ilgilenmiyor ama bu dönemde Çubuk 1 ve Bayındır barajları ile, yeraltı suları devreden çıkarılıyor. Artan su gereksinimine karşın günden güne azalan depolama yeteneği. Doğal olarak deniz bitiyor".
Rant meselesine gelince, işte Ünver'in değerlendirmesi: "Çubuk-Kızılcahamam arasından topladığı suyu Kurtboğazı'na aktarması öngörülen baraj için ASKİ 31 Mayıs 2005'te ihale açıyor. Katılan firmaların önerileri 12-19 milyon YTL arasında değişiyor. Süre 1,5 yıl. Bu arada neler oluyorsa, 12 milyon dolayında en düşük fiyat sahibi "Kolin İnşaat" devre dışı bırakılıp, Belediye bu işi kendisi yapmaya karar veriyor. (Baraj ihaleye çıksaydı 100 milyon dolara mal olurdu. Biz yapıyoruz. 20 milyon dolara mal oluyor. Bu Türkiye`de bir ilk. Baraj hafriyat demektir. Hafriyat olan iş pahalıya mal olur. – Melih Gökçek, 23.7.2005 günlü Türkiye Gazetesi)".
Evet, söylenecek fazla şey kalmadı. Kapitalizm korku üzerinden varlığını sürdürüyorsa, su savaşlarını iyi anlamak gerekiyor, kuşkusuz, "küresel ısınma" meselelerini de.
http://www.kizilbayrak.net/ sitesinden alınmıştır.