0 0
Read Time:6 Minute, 57 Second

12 Eylül 1980, genel anlamıyla ülkede bu tarihi duyan insanlar korkarak ve tedirginlikle bahsederler bu tarihten. Çünkü bu tarih ve bu tarihten itibaren halkımız korku, şiddet, baskı ve sindirme politikasıyla bu günlere gelmiştir.12 Eylül'ün tabiî ki hala yaraları sarılmamıştır. Halka bu darbeyi yapanlar hala cezalandırılmamış sanki inadına ve çok büyük küstahlıkla daha iyi mevkilerde göbek büyütmelerine izin verilmiştir. Aslında bu pekte sıra dışı bir şey değildir. Zaten halka bu zulüm'ü yapanlar Türkiye egemenleri değil midir?

Bu konu hakkında ve genel anlamda sizlere anlatmak istediğim konu aslında yukarıda bahsedişlerimle bağlı olduğu için yukarda bazı şeylere değindim…12 Eylül darbesinin belki gençlerimize bıraktığı en büyük darbe aile baskısı olmuştur bu güne kadar. Ve nice genç ailesinin baskısı yüzünden savaştığı mücadele uğruna ailesini reddetmiş, niceleri bu baskı altında sindirilmiş ve niceleri de ortada kalmıştır. Ve biz bugüne dek hep gençlerimizin yanlışlarından hatalarından bahsettik. Onlar hep ailelerine karşı haksızlardı ve haksız kalmaya mecburlardı. Bunlara karşın gelin aile yapısını ve uğradığımız yanlışlıklara bir göz atıp, değerlendirelim…

Özel mülkiyete dayalı toplumlarda sömürü ve baskı sisteminin en küçük birimidir aile. Bir yönetme şekli olan, sömürü sisteminin ideolojisi ile biçimlendirilen aile, aynı zamanda kapitalist düzenin teminatıdır. Aile kurumu politik bir yapıdır. Anne, baba ve çocuklardan oluşan basit bir kurum olarak görmek bizleri yanılgıya düşürür. Tek eşli ailenin ortaya çıkmasındaki temel etken özel mülkiyettir. Ve bu aile biçimi aynı zamanda erkek egemenliği üzerine kurulmuştur. Çünkü babaları bilinen çocuklar, elde edilen mirasın da devamlılığına hizmet eder. Bugün yaşadığımız kapitalist sistem de bu durumdan güç alır. Toplumu yönetmede bu küçük birim önemli bir rol oynar. Ailede; evin reisi olarak erkek egemen tarafı, kadın ise sömürüleni ifade eder. Bu iki durumdan faklı olarak çocuk ise, her ikisinin baskısına maruz kalır. Çocuk mülk olarak görülür. Bunu dayatan kapitalizm, çocuğun kendi istedikleri hayatı değil, ailenin onun için seçtiği hayatı yaşamak zorunda bırakılır.

Devrimci mücadele yürüten birçok genç aile baskısıyla karşı karşıya kalır. Aileler bizlerin devrimci mücadele yürütmesini çoğu kez engellerler. Bizleri büyüttüklerini, okuttuklarını, emek harcadıklarını ve buna karşı bizlerin ise nankörlük yaptığını sık sık dile getirirler. Devrimcilik yaparak hem kendimize hem de onlara zarar verdiğimizi durmadan ifade ederler. Ve bizi düşündükleri ve korumak istedikleri için engel olduklarını söylerler. Aynı zamanda ayrı yaşamayı kaldıramadıklarını söyleyerek baskı yaparlar. Oysaki evlenip ya da bir memur olarak başka diyarlara gittiğimizde pekâlâ gönül rahatlığıyla yaşarlar. Günlük yaşamlarına devam ederler. Yaşamlarında çocukları ile ilgili sorun yoktur, çünkü çocukları onların istediği gibi bir yaşam sürdürmektedir.

Oysaki aileler de kapitalist düzenden hoşnut değildir. Açlık, yoksulluk, toplumsal çürüme, hak ihlalleri, işsizlik vb. onları da rahatsız eder. Bu düzenin değişmesini isterler. Ama kendi çocuğu bu çürümüş sistemi değiştirmek için harekete geçtiğinde, önlerine de en başta kendileri dikilirler. (Fakat başka ailelerin çocukları mücadele ettiğinde ise ses çıkarmazlar. Devlete kafa tutmalarından, hakları için mücadele etmelerinden büyük bir keyif duyarlar.) Tehditler savurur, evden kovarlar. Üzerimizde etkili olabilmek için, çıkınlarındaki her şeyi bize karşı koz olarak kullanırlar. Örneğin, sevgiyi bir baskı aracı olarak kullanırlar. Ama bilmeliyiz ki, bu özgür bir sevgi olamaz. Bu sevgi bireyci, mülkiyetçi düşüncenin şekillendirdiği bir sevgidir. Tabii ki bizler ailelerimize karşı çıkarsız bir sevgi duyuyoruz. Fakat şunu gözden kaçırmamalı ve bir bilinç olarak ailelerimize empoze etmeliyiz; ailelerimizin bize duyduğu sevgi, bizi ezilenlere, emekçilere duyduğumuz sevgiden alıkoymayacaktır. Ailelerimizde ezilenler cephesi içindedir. Biz aynı zamanda onların kurtuluşu için de mücadele ediyoruz.

Ailelerin bizler üzerindeki baskısını, sömürgeciliğin baskılarından ayrı ele alamayız. Sömürgeci devletin halkımız ve ezilenler üzerindeki baskısı arttıkça, ailelerin de bizler üzerindeki baskısı artar. Sokak infazları, gözaltılar, işkenceler, tutuklamalar aileler üzerinde korku yaratır. Bununla birlikte salt kendini ve çocuğunu koruma bireyci yan ortaya çıkar. Küçük 'mutlu' yuvanın korunması her şey haline gelir. Dışarıda yaşananlar karşısında kayıtsızlık ortaya çıkar ve üç maymun (görmedim, bilmiyorum, duymadım) oynanır. Devletin ezilenlere saldırısının aynı zamanda kendisine yapıldığını görmek istemez.

Eskiyi yıkıp yeniyi kurma savaşı, iddialı ve iradeli olmayı gerektirir. Devrimciliğimizde, bıkmadan, usanmadan, gerici değer yargılarıyla mücadele etmek, geriliklerimizle hesaplaşmak ve bilincimizi geliştirmek yaşamımızın en önemli parçasıdır. Bu anlamda ailelerimizin baskıcı ve gerici tutumları karşısında bizlerin nasıl tutum içinde olduğu önemli bir yerde durur. Seçtiğimiz yaşamın arkasında durarak, devrimciliğimizi açık bir şekilde ailelerimiz karşısında savunuyor muyuz? Yine en yakınımızda olan bu bireyleri değiştirmek ve özgürleştirmek için çaba harcıyor muyuz? Onlara neden mücadele ettiğimizi, devrimci mücadelenin neden onurlu bir duruş olduğunu gerçekten anlatıyor muyuz? Ailelerimiz devrimci mücadele yürüttüğümüzü biliyor mu? Bilmiyorsa hem mücadeleye hem de ailelerimize haksızlık yapmıyor muyuz? Sorular çoğaltılabilir ama bilmeliyiz ki; bu bir emek, sabır ve irade işidir. Hemen birkaç rauntta pes etmek, 'elimden geleni yaptım olmadı', 'başaramıyorum, aileme yeniliyorum' demek kolaycılık olmaz mı? Barikat başlarında, göz altılarda, tutuklamalarda en militan ve tutarlı duruş sergilenir. Düşmana karşı hiçbir korkuya yer verilmeden direnilir. Peki, söz konusu aileler olduğunda aynı tutarlılık ne kadar gösterilir?

Biz mücadele içinde geliştikçe, henüz kazanılmamış olan ailenin baskısı da artar. Burada bizimle aile arasında bir irade savaşı başlar. Onlar, değişime direnerek bizlere kendilerini ve isteklerini dayatırlar. Bizler ise bu baskıcı tutumu kabul etmemeliyiz. Çünkü buradan özgürlük doğmaz. Bizler, ideallerimizin arkasında istikrarlı durduğumuzda özgürlüğümüzü, eşit ilişkileri ve karşılıklı saygıyı kazanırız. Bunun başarıyla sonuçlanan birçok örneği var. Çok uzaklara gitmeye gerek yok. Yanı başımızda tüm işi devrimci mücadele olan yoldaşlarımız azımsanmayacak kadar çoktur. Yine Kürdistan, sömürgeci devletin ve feodal aile baskısının en yoğun yaşandığı yerdir. Burada gençlik her yönüyle saldırı menzili içindedir. Tüm bunlara rağmen mücadelenin dinamik olduğu, başkaldırıların yaşandığı topraklardır. Özgürlüğe varabilmek için, kadınlarımız zincirlerini kıra kıra gerilla saflarında mücadeleye katıldı. Bunu yaparken hem kendisi mücadelede büyüdü, hem de ailelerini değiştirerek mücadele saflarına kattı. Kadınların bu kararlılığı bize örnek olmalıdır.

Özgürlük için daha fazla cüret ve irade. Çünkü bu sistemin bir ürünü olan aile biçimine baş kaldırmadan, bu sisteme de baş kaldıramayız. Ailelerimizle ilişkimizde ve mücadelemizde çıkarsız sevgi, kararlılık ve haklılığımız yolumuzu aydınlatır. Dünyayı değiştirmek iddiasıyla yola çıkan bizler için, ailelerimizi değiştirmek ya da bir engel durumundan çıkarmak zor olmasa gerek.

 

20.09.2007

 

Happy
Happy
0 %
Sad
Sad
0 %
Excited
Excited
0 %
Sleepy
Sleepy
0 %
Angry
Angry
0 %
Surprise
Surprise
0 %
News Reporter