0 0
Read Time:13 Minute, 1 Second

 12 Eylül faşizminin üniversitelerdeki düzenlemesi olan YÖK; 6 Kasım 1981 yılında çıkarılan 2547 sayılı yükseköğretim kanunu ile düzenlenmiştir. Bu andan itibaren akademik bilimsel ve idari özerkliğini yitirmiş olan üniversiteler, yaşamsal olarak anti demokratik-baskıcı bir mekanizma ve bilimsel olarak; bilimi sermayenin hizmetine sokan; her biri bacasız birer fabrikaya dönüşmüştür.
Gençlik sosyal bir kategori olarak her zaman ilerici ve devrimci düşüncelere daha yakın olmuştur.

Bu gençliğin yapısı ile ilişkilidir, gençlik her dönem için ilericidir ve yeniyi arama refleksini ve dinamizmini içinde barındırır. Bu yüzdendir ki her sistem, gençliği kendine bağlamak onu düzenin uysal bir parçası haline getirmek çabası taşır. Bu çaba ile ilişkili olarak birçok düzenleme yapılır; toplumsal- ekonomik -psikolojik çok yönlü saldırılara maruz bırakır. 12 Eylül faşizminin temel hedeflerinden biri de devrimci dalgayı kırmak onun yerine depolitizasyonu ve pasifikasiyonu egemen hale getirmekti. Bu bağlamda temel hedef devrimci gençlik ve üniversitelerdeki aydın gençlik olmuştur. YÖK böyle bir anlayışın ürünüdür.

Türkiye'de 1960 yılların sonları ve 1970'li yıllar toplumsal muhalefetin doruğa çıktığı yıllar olarak anılır. Bu yıllarda dünyadaki devrimci dalgadan payını alan Kürt ve Türk genç devrimciler mevcut düzene sığmayan idealler taşımış ve devrimci sosyalist düşüncelerin yaygınlaşmasında topluma nüfus etmesinde büyük rol oynamışlardır. Bu somut durumla ilişkili olarak bu coğrafyada iktidar iplerini elinde tutan güçler bir bütün olarak gençliğe saldırmıştır. Gençliğin düzene sığmayan umutlarının önüne geçmek adına her biri tarihe geçen dönemin gençlik liderlerini hedefe almış ve katletmiştir. Ancak bu saldırılar gençlik içinde beklenildiği gibi bir pasifikasiyon değil tam tersine ivme kazanan bir hareketliliğe zemin hazırlamıştır. Bu hareketlilikte Kemalizm'in sopası olan 12 Eylül uygulamalarının devreye geçmesine yol açmıştır.

Bununla ilişkili olarak devrimci dalgayı kırmak adına çok yönlü saldırılar geliştirilmiş ve "darbenin çocuklarını "en sonunda var edebilmişlerdir. Bu gün de devrimci idealleri sahiplenen gençliği sindirmek adına birçok uygulamaya tanık olmaktayız.

Ondokuzmayıs Üniversitesinde, geçen yıl düzenlenen YÖK'ü protesto eyleminden sonra okul rektörlüğü tarafından Devrimci-Yurtsever öğrencilerin bir bölümüne soruşturma açılmıştı. Eylemde atılan "Eşitlik, Kardeşlik, Kürt Ulusuna Özgürlük" sloganı, okul yönetimi tarafından "milli birliği ve vatanın bölünmez bütünlüğünü" tehdit ettiği gerekçesiyle Biri DSÖB''lü ve ikisi DTP'li olan Kürt öğrencilere, bu dönem başında altı ay okuldan uzaklaştırma cezası verildi. Öğrencilerin, eğitim hakları anti-demokratik kararla ellerinden alındı. Yapılan itirazlara rağmen verilen ceza geri çekilmemiştir. Bu ve buna benzer idari ve polisiye saldırılar bütün Üniversitelerde yaygın olarak yaşanmaktadır. Devrimci-Demokratik öğrenci yapıları üzerinde yoğun baskılar geliştirilmekte; soruşturma ve ceza terörüyle, ırkçı-faşist odaklar kullanılarak yapılan fiili saldırılarla muhalif öğrenciler sindirilmek ve okulla ilişiği kesilmesi amaçlanmaktadır. YÖK, Üniversitelerde "politikayı bitirme" gayesini açık tahammülsüzlükle sergilemekten kaçınmamaktadır."Politikayı bitirme "jargonuyla asıl hedeflerinin; Devrimci-sosyalist öğrenci çalışması ve akademik-demokratik mücadeleyi tasfiye etmek olduğu biliniyor. İstenilen öğrenci prototipi edilgen, apolitik, devletçi hepsinin toplamı tek tipleşen gençlik yapısıdır. Kampuslar adeta kışla biçimine dönüştürülerek öğrenci eğitim kurumları sömürge düzenin militer ihtiyaçlarına cevap veren, ırkçı-gerici zihniyetle kuşatılan, anti-bilimsel eğitim müfredatıyla bilinçlerin doğrandığı alanlar haline getirilmektedir.

Üniversitelerde, devrimci-yurtsever gençliğin kuşatıldığı ve politik etki sahasının zayıflatıldığı dönemde, yükseltilen ırkçı-şovenizm zehrinin olumsuzlukları hissedilir oranda artmaktadır. Sınır ötesi operasyon saldırganlığının gündemleştirildiği şu süreçte, yaratılan toplumsal linç dürtüleri özellikle Üniversite kampuslarındaki eylemli kışkırtmalarla tırmandırılmaktadır. YÖK'ün, milli mesele klişesiyle ortak olduğu politikanın yansımaları ise Üniversitelerde, sömürgeci savaş çığırtkanlığı ve Kürt halk düşmanlığı olarak karşılığını bulmaktadır. YÖK TSK yardakçılığıyla, kraldan çok kralcı tavır takınarak yedek kuvvet rollünü ifşa etmekte, düzenin geleceği açısından duydukları "kaygı ve tehditleri" işaret ederek sürecin derinleştirilmesinde aktif hizmetini esirgememektedir. YÖK, Dekanlık işbirliğinde Irkçı-Kemalist ve Faşist-Gerici güçler harekete geçirilerek; Devlet-Ulus aygıtının kirli çıkarları için Üniversite gençliğini düzenin fanatik eklentisi haline dönüştürmek maksatlı çok yönlü politik ve pratik müdahalelerle süreç örgütlenmektedir. Gayrı meşru misak-ı milli sınırları bağlamında yapay bölünme paranoyaları ve 84 yıldır empoze ettikleri iç ve dış tehdit algısı üzerinden gençlik belleksizleştirilmekte, bilinçlerin resmi çizgi ve düzenin kalıplarıyla doldurulması sonucu, gençliğin enerji ve birikimi düzene kanalize edilmektedir. Bu egemen politika da gıdasını Kemalizm (eklektik bulamaçtır) ve onun uzantısı gerici resmi devlet ideolojisinden almaktadır.

Resmi tarih hurafelerinde sıralanan kronolojinin yalan ve abartılarla dolu olduğunu tarihsel yaşanmışlıkları incelediğimizde gözlemlemekteyiz. Osmanlı ve TC anlatıldığı gibi bir kopuşu değil, aksine oldukça kaba ve kılıf değiştirmiş tekrarı anlatmaktadır.29 Ekim'lerde kutladıkları Cumhuriyet yıldönümleri bu gerçeği değiştirmez. Şu sıralar nakarata çevirdikleri "misak-ı milli, vatan-ordu-millet" (millet kavramı ulus'tan ziyade din birliğini çağrıştırır) çığırtkanlığı gerçeklerin üzerini örtemez. Cumhuriyet, Kemalizm ve resmi ideoloji kutsanarak ve gerekli gördüklerinde restorasyondan geçirerek, egemen-sömürge düzenlerini sürdürmek istiyorlar. Tek millet, Tek devlet, Tek dil dayatması sistemin temel yapı taşı, inkâr ve imha çizgisinin stratejik ilkeleridir. TC egemenleri, bastırmak için ne yapmaları gerekiyorsa yaptıkları, ezilen ulusun özgürlük mücadelesinden korkuyor ve sömürge düzenlerinin sonunu getirecek birikimin bu sorun olduğunu biliyorlar. Gelin hep birlikte konu başlıklarıyla malum "çılgın Türk efsanesini" eleştirel aklın süzgecinden geçirelim;

Osmanlı'dan, TC'ye ve günümüze, karartılmak istenen gerçekler…

Osmanlının ümmetçi yapısının ihtiyaçlarına cevap vermemesi neticesinde 19.yy. ortalarında Avrupa merkezli şekillenen pan-türkist inşa çalışmaları ve emperyalist devletlerin onayıyla yaratılmasına başlanan Ulus örgütlenmesi tarihsel süreklilik yasasına göre şekillenmemiştir. Sıkça vurguladığımız gibi, koşulların bir sonucu olarak, son çarenin Devlet-Ulus aygıtıyla egemenliklerini sürdürebileceklerini gördüklerinden tamamen üsten dayatmayla bu yapı kurumlaşmıştır. Türk ulus modeli, boyunduruk altında tutulan halkların iradesine yapılan karşı-devrimci kimliksizleştirme, soysuzlaştırma projesidir.20.yy' ın başlarında, Balkan halklarının verdiği mücadeleyle bağımsızlıklarına kavuşmalarıyla, savaş ve zorla aldıkları toprakları yine savaşla vermek zorunda kalmıştır. Birinci paylaşım savaşına katılma nedenlerini de kısaca iki başlık altında belirtelim;

Bir; Osmanlı yönetim aygıtı artık her açıdan çözülme ve çöküş aşamasında bulunuyordu. Sürekli toprak kaybetmekte, Kürt, Ermeni, Arap ve Türkmen halklarının haklı isyanlarıyla zayıflamaktaydı.1840 yılında İngiltere'nin dayattığı ticaret antlaşmasıyla sömürgeleşmişlerdi. Feodal ve kapitalist sömürü amaçlarını değişen dengelere yaslanarak sürdürmek istiyorlardı. Paylaşım savaşına dahil olup savaştan paylanmak hesapları vardı.

İki; Batı'da fetihle gasp ettiği toprakları kaybetmesi ve önleyemediği gerileme onu elde kalanı koruma ve Asya kıtasına yayılarak imparatorluklarını sürdürme fırsatı doğurabileceğini düşünüyordu. Emperyal hayallerini gerçekleştirme arzusu savaşa katılmasını kamçılamıştı. Yeniden cihan devleti olmak içinde öncelikle Ermeni ulusunun kıyımı ve tehciri yine diğer ulusların kendi zenginliklerini zorla ele geçirmek onlara makul geliyordu. Ermeni jenosidi suçunu işlemiş, bir milyondan fazla Ermeni insanı akıl almaz vahşetle katletmişlerdir.

Ama tüm beklenti ve hesapları planlandığı gibi olmadı. Savaş cephelerinde ağır yenilgiler almış, teslimiyet bayrağını ilk çeken güç olmuşlardır. Resmi tarih anlatımlarında sıklıkla vurgulanan "Çanakkale savaşı" da uyduruk safsatalarla empoze edilmektedir. Bugün, ırkçı-faşist propagandanın dayanaklarından biri olan "Çanakkale geçilmez" hikâyeleri, tarihin nasıl yüzsüzce çarpıtıldığının en bariz örneklerinden biridir. Bize göre, Türk egemenlerinin emperyalist devletlere uşaklık onların himayesinde değersiz maşalık rollerinin başlangıcı Çanakkale cephesinde pratikleşmiştir. Orada Alman generallerin komutasında bulundular. Çanakkale hikâyesinin tersine İstanbul'da tek mermi patlamadan karşı tarafın işgaline boyun eğmiş, yenilgi antlaşmasına imza atmışlardır. Emperyalizme uşaklık örnekleri Kore, Yugoslavya, Afganistan ve Lübnan işgalleri ve savaşları boyunca süregelmektedir.

Osmanlı imparatorluğunun imzaladığı teslimiyet mütarekesi Mondros, şimdi ki "misak-ı milli" sınırlarını çizmedi mi?20 Ocak 1920'de Osmanlı mebuslar meclisi misak-ı milli sınırlarını kabul etti. İngiltere, Fransa ve İtalya devletlerinin Osmanlı enkazına bıraktığı topraklar nasıl oluyor da kutsal ve ebedi vatan oluyor?30 Ekim 1918'de Mondros antlaşmasıyla birlikte 5 milyon km'lik sömürge parçalarını kaybetmiş,770 bin km'lik toprak parçasına razı olmuşlardır. Ayrıca, emperyalist devletlerce kendilerine bırakılan topraklarda başka uluslar da yaşamaktadır."Bin yıllık Türk yurdu" açıklaması yalandır. Milli mücadele sürecinin arka planında sınırları belirleyen Mondros, sonrası Lozan'la son şeklini alan görüşme ve pazarlıklar vardır. Milli mücadele, emperyalizme karşıtlık temelinde değil onun icazetinde, emperyalizmin egemenliğini kabullenme hareketidir. Bilindiği ve görüldüğü gibi, Türk ve Kürt egemen sınıf temsilcilerinin ağız birliği etmişçesine tekrarladığı "Cumhuriyeti birlikte kurduk, beraber savaştık vs." sözleri tarihsel yaşanmışlığı çarpıtmanın metodu olmaktadır. TC devletinin kuruluşunun temeli emperyalist karargâhlarda atıldı. TC'nin 84 yıllık tarihi işbirlikçilik, bağımlılık ve başta Kürt halkı olmak üzere halklara düşmanlık tarihidir.

Özerk-bilimsel, anadilde-parasız eğitim mücadelesini örgütleyelim!

Son süreçte yükseltilen ırkçı şoven kudurganlık Üniversitelerde yapılan eylemlerle desteklenmektedir.12 Eylül darbesinin eseri YÖK, süreçten nemalanmak ve resmi ideolojiye bağlılığını göstermek adına öğrenci ve öğretim elemanlarını eylemli tavır almaya zorlamıştır. Yine, Kürt halk düşmanlığına kan taşıyan okul dışındaki provokatif gösterilere kitlesel katılım gerçekleştirmiş ya da bizzat kendi inisiyatifinde düzenlemiştir. Eğitim kurumları, sözde bilim alanları TC devlet düzenin niteliğini de tartışmaya yer bırakmayacak açıklıkta gösteriyor. Kemalizm, Türkçülük ve Cumhuriyet İlkeleri'ne bağlılık soytarılığıyla asli işlevlerinin sömürgeci- faşist düzeni yaşatmak olduğunu beyan etmektedirler. Resmi tarih ve ideoloji ile öğrencilerin bilincini körelten hurafeler ve politikalar devrimci aydınlanma çalışmalarıyla teşhir edilmeli, halklarımızın gerçek eşitlik-özgürlük mücadelesinde üniversite gençliği tarihsel sorumluluğu yerine getirmelidir. Çılgınlık efsaneleriyle günü tüketen gençlik geleceğini karartmaktadır. Bugün'den örgütlenerek, geleceği kazanacağımız Devrimci-Sosyalizm kavgasında saf tutarak, burjuva düzeni yıkmak yolunda adımlarımızı hızlandıralım…

12 Eylül 1980 tarihinde faşist ordu darbesi gerçekleşti. Türkiye'de muhalefet güçleri tasfiye saldırılarıyla geriletildi. Yaşam alanlarının hepsi egemen düzenin teröründen nasibini aldı. Üniversite kurumları da bu devlet teröründen fazlasıyla payına düşeni almıştır. Darbeciler, öğrenci gençliği potansiyel tehdit olarak gördüklerinden fiziki, psikolojik ve üniversitelerin yapısını değiştiren yaptırımlarla pervasızlıklarını yansıtmaktan kaçınmadılar.12 Eylül hukukunun üniversiteler üzerindeki denetim ve yaptırım aracı Yüksek Öğretim Kurulu 6 Kasım 1981 tarihinde kuruldu. Devleti koruma, onunla tam uyumlu eğitim müfredatı bu tarihten itibaren kurumlaştırılarak günümüze gelmiştir. Özerk-bilimsel eğitim alanları olması gereken üniversiteler, gençliğin ıslah programlarına maruz kaldığı ve toplumsal duyarlığının bitirilmek istendiği hapishanelere dönüştürülmüştür. YÖK ve eğitim sisteminin yapısı, adeta öğrencilerin tepelerinde "demoklesin kılıcı" misali korkutma ve cezalandırma aracı olarak sallandırılmaktadır. Eğitimin piyasalaştırılması, parasız-bilimsel eğitim hakkının ortadan kaldırmak istenmesi, neo-liberal yıkım saldırısı altında diplomalı işsizlik gerçekliği öğrenci gençliğin yaşadığı sorunların başında gelmektedir. Devrimci-yurtsever gençlik hareketlerinin etkin ve birleşik eylem pratikleriyle sürece cevap olabilecek duruş taşımaları ertelenmez zorunluluk olmaktadır.

Şimdilerde, üniversite gençliğinin içinde tutulduğu öğütücü çarkın ağırlığı altında kaldığı da bilinen bir olumsuzluktur. Akademik-demokratik taleplerimizi genel devrimci iktidar amacımızla birleştirerek sorunları aşmak mümkündür. Ulusal ve toplumsal özgürlük amacına hizmet etmeyen tutum ve yaklaşımlar YÖK ve hizmetinde olduğu burjuva düzeni geriletmek bir yana egemen düzenin yeni araçlarla öğrenciler üzerinde hegemonyasını sürdürmesine yarar. Öğrenciler burs, harçlar, ticari eğitim, geleceksizlik, idari yaptırım ve cezalandırmalara karşı yerel-genel ilişkisini kurarak birleşik devrimci eylem platformları inşa etmeli, özerk-bilimsel, anadilde-parasız eğitim hakkı için mücadele kararlığını büyütmelidir.

Öğrenci gençliğin güncel açmazlarla sorunlar yaşaması yanıltıcı olmamalıdır. Kürt ve Türk halkının sosyalizm, bağımsızlık mücadelesi tarihinde öncü-aydın rollerini nasıl yerine getirdilerse, bundan sonrada onurlu kavgamızı omuzlayacaktır. Mazlum, Kemal, Hayri'lerle ve Mahir, Deniz, İbo'larla aynı dalgada buluşarak gelecek yarınları özgürce inşa edeceğimiz günlere olan inancımızla, biz Devrimci Sosyalist Öğrenci Birliği bu iddianın ve kavganın takipçisi ve bileşeni olacağız.

Gençlik Gelecektir Gelecek Sosyalizm

Yaşasın Devrimci Sosyalizm

6 Kasım 2007

Devrimci Sosyalist Öğrenci Birliği( DSÖB)

 

Happy
Happy
0 %
Sad
Sad
0 %
Excited
Excited
0 %
Sleepy
Sleepy
0 %
Angry
Angry
0 %
Surprise
Surprise
0 %
News Reporter