0 0
Read Time:47 Minute, 58 Second

III.

12 MART'TADEVLET VE İSLAM İLİŞKİLERİ

Sol'a ve sosyalizme karşı İslami ve İslami hareketi kullanmak, 12 Mart ve 12 Eylül'lerde daha sistemli ve etkin bir politika haline getiriyor. 12 Mart'ın politikası ile ilgili Gencay Şaylan'dan bir aktarma yapmakla yetiniyoruz. Durumu Özetlediğini sanıyoruz.

"12 Martçılar için esas sorun etkinlik ve prestiji giderek yükselen sol akanları kontrol altına almak ve bunun için de sola rakip olabilecek ideolojileri bulup çıkarmaktır. Toplumun geniş yığınları tarafından kabul görecek etkili bir rakip ideolojinin ancak İslamcılık olabileceğine karar verildiği anlaşılmaktadır, örneğin bu dönemde Milli Eğitim Temel Kanunu'nda yapılan değişiklik sözü edilen politik uygulamalardan biri sayılabilmektedir. Askeri yönetimce, toplumda sol akımların, Marksist eğilimlerin güçlenmesini önlemek için 'milli ve manevi değerler ile örf ve adetleri' güçlendirmenin gerekli olduğuna karar verilmiş; milli ve manevi değerleri güçlendirecek, yaygınlaştıracak en etkili önlemlerden birinin de imam Hatip okullarını lise haline getirip, yaygınlaştırmak olduğu vurgulanmıştır. " (Gencay ŞAYİAN, Türkiye'de İslamcı Siyaset, Syf: 104 Yayınları, İkinci Baskı Ankara.)

IV.

12 EYLÜL ve DİN

12 Eylül'ün İslam ve İslami harekete verdiği ağırlık, bu alanda geliştirilen ideolojik çabalar, anayasal düzenleme ve kurumlaşmalar biliniyor. Öyle ki kimi geleneksel Kemalist laikçiler, 12 Eylül'ün bu tutum ve pratiğini, laiklikten "geri dönüş" olarak değerlendirmekte ve sert eleştiriler yöneltmektedirler.

12 Eylül faşizmi, sol'a ve Ulusal Kurtuluş'a karşı Türk-İslam Sentezini resmi ideolojinin temel öğesi haline getirdi. Türk-İslam sentezi, devletin geleceği ve korunması ile "ulusal birliğin" ideolojik barikatı olarak düşünülüyor. Özellikle "ulusal birlik" denen misak-ı milli'de Türk uluslaşmasını tümüyle gerçekleştirmek için din; yapıştırıcı bir öğe olarak kabul ediliyor.

Türk-İslam sentezinin Devlet Planlama Teşkilatı tarafından yayınlanan "Milli Kültür Özel İhtisas Komisyonu Raporu"nda resmen, din derslerinin öğretiminin zorunlu hale getirilişi ve daha bir dizi uygulama, İslam'a verilen tavizler olarak görünse de özünde bu, devletin din üzerindeki tekel durumunun genişletilmesi ve derinleştirilmesi oluyor.

Hatta denilebilir ki, 12 Eylül'le birlikte Kemalist laiklik, mantıki sonucuna ulaşıyor. Bu, aynı zamanda bir doruk oluyor. Sözünü ettiğimiz doruk, Sünni İslam'ın bütünüyle devlet tekelinde resmî din durumuna getirilmesidir.

12 Eylül'ün İslamcı harekete yaklaşımını, Gencay Şaylan'ın şu sözleri ile izlemeye devam ediyoruz. "…İslamcı harekete, bütün Cumhuriyet tarihinde eşi görülmemiş ölçüde özgürlük tanınmış;      ayrıca özgürlük tanınmakla kalınmamış, bir taraftan yukarıda üzerinde durulduğu üzere Türk-İslam Sentezi' resmi ve egemen ideolojinin temel öğesi haline getirilirken İslamcı gruplarının devlet örgütü içinde büyük bir etkinlik sağlamaları bilerek ve isteyerek yürütülen bir hareket olmuştur. Kısaca özetlemek gerekirse, 12 Eylül yönetimi sol'a ve statükoyu değiştirmeyi öngören bütün siyasi akım ve hareketlere karşı uyguladığı ağır baskı için İslami hareket ve ideoloji dayanılacak, destek alınacak öğeler olarak değerlendirmiştir." (Gencay Şaylan, Türkiye'de İslamcı Siyaset, Sayfa: 104 V Yayınları, İkinci Baskı, Ankara)

Yine 12 Eylül faşizminin tarikatlarla geliştirdiği sıkı ilişkiler biliniyor. Özellikle Anayasanın halkoyuna sunulması öncesinde cunta'nın Süleymancılarla anlaştığı ve onların desteğini kazandığı basında yazıldı. Rabıta hikâyeleri de genişçe yazıldı, çizildi.

'90'lı yıllarda karşımıza çıkan Hizbi-kontra'nın temeli yine 12 Eylül karanlığında atıldı. Bu kontra faaliyetinin bir ucu da Diyarbakır askeri cezaevindeki "çocuklar Koğuşu"na dayanıyor. Bu koğuşta 7. Kolordu Komutanlığının emriyle "mücahit" yetiştiriliyordu.

Özal ve ANAP döneminde, "Ulusal Birlik" için dinin yapıştırıcı bir öğe olarak kullanılması politikası daha da boyutlandırıldı. Özellikle UKM'ye karşı Ülkemizde din adeta en önemli ideolojik araç olarak yeniden ele alındı ve kullanıldı.  Helikopterlerle ayetli psikolojik savaş bildirileri dağıtıldı, özel savaş elemanı müftü ve imamlar Kürdistan'a tayin edildi. Kendisi de bir Nakşî olan Özal, Kürdistan'da tarikat örgütlenmesini daha da geliştirdi. Tarikat üyesi Abdulkadir Aksu İçişleri Bakanı yapılarak İslamcı örgütlenme yaygınlaştırıldı. Devletin en kritik noktaları İslamcı-faşistlerce dolduruldu. Hizbikontra'nın bu dönemde geliştirilip güçlendirildiği yolunda yaygın kanılar var.

Ayrıntıya girmek olanaksız; özet olarak şunlar söylenebilin 12 Eylül ve sonrasında devlet, dini bir özel savaş aracı olarak alabildiğine kendi denetim ve tekelinde örgütlüyor; ideolojik ve manevi düzeyde olduğu kadar politik ve askeri alanda da bir saldırı silahı olarak kullanıyor. Bunun için birçok yöntem ve yolu denediği biliniyor.

"Din kardeşliği'', "dinin yapıştırılıcılığı" vb. ideolojik motifler şoven Türk milliyetçiliğinin vazgeçemediği öğelerdir.

Bugün gelinen nokta da Özel savaş, İslami hareketi, tarikatları, hizbi-kontra'yı UKM'ye karşı kullandığı gibi, 27 Mart seçimlerinde RP'yi bir taktik olarak öne sürüyor. Bir kez daha halkımızın dinsel duygularını kullanmayı deniyorlar…

Şimdiye kadar devletin dine yaklaşımı bağlamında devlet ve din ilişkilerini notlar biçiminde özetlemeye ve bazı değerlendirmelerde bulunmaya çalıştık.

Sıra, İslami hareketin devlet karşısındaki duruşuna ve rolüne geldi. İslami çevrelerin devletle ilişkileri ve devlet karşısındaki konumlarının ortaya konulması demek, bunların belli başlı politik özelliklerinin çizilmesi demek oluyor.

Happy
Happy
0 %
Sad
Sad
0 %
Excited
Excited
0 %
Sleepy
Sleepy
0 %
Angry
Angry
0 %
Surprise
Surprise
0 %
Pages: 1 2 3 4 5
News Reporter