0 0
Read Time:47 Minute, 58 Second

B- İSLAMCI HAREKETİN DEVLET KARŞISINDAKİ KONUMU VE BELLİ BAŞLI ÖZELİKLERİ

Teorik olarak İslamcı gruplar veya en genel anlamda İslami hareket, laik TC'yi, radikal ve cepheden karşılayan bir konumda karşılaması gerekiyor. Çünkü söylem düzeyinde laikliğe ateş püskürtüyorlar, bunu bilmeyen yok. Ancak gerçeklik nedir? Pratik gerçekleri, ateşli ve tutkulu söylemlerine ne kadar denk düşüyor? Söz ve gerçeklik arasında bir tutarlılıktan söz edilebilir mi? Bu sorular önemli, bizi İslami hareketin devlet karşısındaki konumunu ve belli başlı politik özelliklerini açıklamaya ve kavramaya götürür.

Hemen vurgulamalıyız ki, tüm iddialarına ve radikal söylemlerine rağmen, Türkiye'de İslamcı hareket, şimdiye kadar esas ve genel olarak devletten ve rejimden yana bir pozisyonda olmuştur. Söylem ile pratik arasındaki bu çelişki ve tutarsızlığı nasıl açıklamak gerekiyor?

Örneğin bu tarikatlara kısaca bakalım: Yüzyıllardır varlıklarını koruyan Nakşibendîler, Kadiriler, Melamiler gibi tarikatlar, bugün rejimin, siyasal sistemin neresine oturuyorlar?   Bir de cumhuriyete ve onun laik kurumlaşmasına biraz da tepki ile doğup gelişen Nurcular, Süleymancılar, Fetullahçılar, Işıkçılar gibi tarikatlar bugün bu rejimin hangi noktasında duruyorlar? Bu sorulara verilecek en genel ve kestirme yanıt şudur:

Türkiye'deki ve onların Kürdistan'daki uzantıları olan bütün tarikatlar, siyasal sistemin tamamlayıcı birer öğesidirler. Sağcı, muhafazakâr partilerin halka uzanan kollarıdırlar. Türk siyasal partiler sistemi ile tarikatlar iç içedir. Bu içiçelik çok açık ve nettir. Partiler de tarikatlar üzerine oturmak, onlarla işbirliği içinde olmak için yoğun bir çaba içindedirler. Bu ilişki ve işbirliği, her zaman bir pazarlık, yoğun alışveriş temelinde olur.

Tarikatların düzen ve rejimle içiçelik ve bütünleşme konumları, sadece partilerle sınırlı değildir. Bu içiçelik, devlet örgütlenmesi ve kurumlaşmasıyla da yaşanmıştır, bugün de yaşanıyor, içiçe gelişen bu ilişkiler, çok karmaşık ekonomik ve siyasi çıkarlarla örülüdür. Bu nedenle tarikatların ve diğer İslamcı eğilimlerin düzen ve yasa koruyuculuğu rolünü sürekli oynamaları boşuna değildir.

Tarikatlarla devlet arasındaki ilişkiler ve bütünleşme 12 Eylülde doruk noktasına çıkmıştır; bugün İslamcı hareketi devletten, resmi ideoloji ve resmi partiler sisteminden ayrı ve bağımsız düşünmek mümkün değildir.

 Elbette bu noktaya bir günde ve kolayca gelinmedi. Bir kez Türk İslamcı hareket geleneğinde, esas olarak devlete başkaldırı, radikal bir tavır alış yoktur. İslamcı ideoloji her zaman devletçi ve Türkçü çizgiler, motiflerin egemenliğinde olmuştur. Bu özelliklere sahip bir hareketin Cumhuriyet'le birlikte bastırılması, kontrol altına alınması ve süreç içinde ideolojik, hegemonya ile iğdiş edilmesi söz konusudur.  Bu süreç 1940'ların sonlarına kadar sürüyor. 1940'lardan sonra ise teslim alınan tarikatlar ve diğerlerinin ekonomik ve siyasal sistemle bin bir bağla ve çıkar ilişkisi ile bütünleştirilmesi süreci yaşanıyor. Bu birkaç noktanın özet vurgulamasından İslamcı hareketin önemli bir özelliği ortaya çıkmış oluyor. Yahut bu özelliği formüle etmeden önce konuyla ilgili G. Şaylan'dan iki aktarma daha yapmak istiyoruz. Yapacağımız birinci aktarma şu:

"İslamcı hareket ise, yarım yüzyıllık geleneği içinde tutucu ya da sağcı, yani statükodan yana olan partilere destek vermektedir. İslamcı akım için temel öğreti ya da hedef, mevcut laik ya da ulusal devlet yerine İslami devleti kurmaktır; ama statükonun değişmesinden yana olan siyasi akım ya da hareketlere karşı hep 'devletten yana', bir tavır almak zorunda kalmış; bu doğrultudaki siyasi hareketleri desteklemiştir." (Age. Sayfa, 175))

İslamcı hareket, "İslam devleti" hedefine rağmen, devlet partileriyle ile laik cumhuriyet" partileriyle içli dışlı olmuş, onları desteklemiş; bunu içine sindirmiştir, öte yanda devrimci sol ve ulusal kurtuluş hareketlerine karşı, İslamcı hareket, "devletten yana",  'laik cumhuriyet'ten" yana tavır almakta tereddüt etmemiştir, bunu, kendisi için temel bir misyon olarak algılamıştır.

Şaylan'dan yapacağımız ikinci aktarma, İslamcı hareketin devlete karşı bir başkaldırı düşüncesine sahip olup olmadığı ile ilgili. Şaylan şöyle diyor: "Bütün bunlara karşın, halen Türkiye'deki İslamcı hareket İçinde yer alan grupların büyük bir çoğunluğunun, yönetime ya da rejime başkaldırma düşüncesini yadsıdıkları söylenebilmektedir. Birkaç ufak ve radikal bağımsız grup dışında hiçbir İslamcı grup ya da tarikat açıkça başkaldırmaktan, devrim yolu ile İslam devleti ve düzeni kurma gereğinden söz etmemekte; aksine, zor kullanarak, devrim yolu ile 'İslam devleti' kurma seçeneği karşısında bir tavır atmaktadır. "(age.)

Sözü edilen "bir kaç ufak radikal" gruplardan biri olan hizbi-kontra'nın serüveni çok iyi biliniyor, özel savaşın elinde bir terör ve cinayet şebekesi olarak Kürt halkına karşı kullanılıyor…

Bütün bu kısa ve özet notların anlatımından Türkiye'deki İslamcı hareketin birbiriyle çok sıkı ilişkili ve birbirine bağlı bir kaç özelliğini alt alta formüle edebiliriz.

Bir: İslamcı hareket, devletçidir; statükocudur; düzenin ve siyasal rejimin tamamlayıcı ve onunla içice geçmiş bir parçasıdır.

İki: Tüm radikal ve anti-laikçi söylem ve iddiasına rağmen İslamcı hareket,  rejime karşı bir başkaldırı ve reddetme düşüncesine ve yönelimine sahip değildir. 

Bugüne kadar yürüttüğü faaliyetlerin sonucu, devlet ve düzen içinde daha ağırlıklı bir yer tutma ve daha fazla söz sahibi olma biçiminde somutlaşmıştır.

Üç: İslamcı hareket, devletçi ve statükoca olmanın bir gereği olarak sol'a, sosyalizme ve UKM'ye karşı devletin saldırı silahı rolünü oynamıştır. Saldırı, ideolojik, psikolojik ve propaganda düzlemleri başta olmak üzere, fiili terör ve cinayetler biçiminde de genişlemiştir.

İslamcı hareketin devletçiliği ve statükoculuğu yalnızca pratik-politik tavırlarında somutlaşmıyor. Bunun yanı sıra düşünce düzeyinde de dile getirmekten geri durmuyorlar. "Devlet-Millet-Ordu" kavramları İslamcı ideolojide önemli bir yer tutar; politik söylemlerinin başköşelerinde yer alır…

İslamcı hareketin özellikleri sadece bunlar değil. Diğerlerine de kısaca bakmak durumundayız. Türkiye'de İslamcılık, Türkçülüğün İdeolojik kılıfıdır.

Abdulhamid'in panislamizmde imparatorluk sevdası, Türkçü öğeler, Türk egemenliğini sürdürme kaygıları esastır. Panislamizm, yayılmacı ve hegemonyacı Türk milliyetçiliğinin ideolojik formu oluyor.

Daha sonra kendini açıkça, İslamcı olarak tanımlayan ideolojik eğilim ve hareketler, Türk milliyetçiliğinin bir kolu niteliğindedir. Yine MHP türü faşist hareketlerin de İslami motifleri yoğun ve etkince kullandıklarını biliyoruz. "Türk-İslam Sentezi" ideolojisinin ırkçı-şoven karakteri hiç kimse için sır değildir.

Bu anlatılanlardan İslamcı hareketin bir karakteristik özelliği daha ortaya çıkmış oluyor;

Türkiye'de İslamcılık, ırkçı-şoven bir niteliğe sahiptir.

Bu nitelikleri, kendini en çok günümüzde ele veriyor. Kürt ve Kürdistan sorunu karşısında; UKM'ye karşı tavır konusunda tüm anti-kavmiyetçi, ümmetçi, İslam enternasyonalizmi iddialarına rağmen, Türk İslamcı hareketi, Türkçüdür;  Devletin resmi Kürt politikası konusunda hemen hemen tüm İslamcı grup ve çevreler, mutabıktırlar. İslamcılık, Türkçülüğün kendini ifadeye kavuşturduğu bir ideolojik araç, kalıp ve biçim oluyor.

Bu anlamda Kürt sorunu karşısında hemen anti-kavmiyetçiliğe ve ümmetçiliğe sarılmaları, bunu bir ideolojik barikat olarak ileri sürmeleri boşuna değildir. Bu, Türkçü özünden, ırkçı-şoven karakterinden kaynaklanıyor.

Kürt sorunu karşısında Tür İslamcıların anti-kavmiyetçiliği ve ümmetçilik bayrağını açmalarının amacı çok açıktır. Bu, Kürtlerdeki ulusal uyanış ve hareketliliği boşa çıkarmak, bunu İslami gerekçelerle etkisizleştirerek İslami kanala akıtmak biçiminde özetlenebilir. Türk İslamcılar,    ümmetçilikle devletin resmi inkâr ve imha politikasını meşrulaştırmaya çalışıyorlar. Bir beklentileri daha var. Tarikatlar ve kimi İslami gruplar aracılığı ile kendilerine bağladıkları Kürt yoğunluğun ve potansiyelin bu konumunu sürdürebilmek! Son dönemde de Kürt İslami öğeler, Türk İslamcılarla belli bir tartışmayı ve ayrışma sürecini yaşıyorlar. Kürt İslami öğelere, en çok dayatılan ümmetçilik oluyor.

Biraz konudan ayrılmak pahasına da olsa genelde İslam'da bu ümmetçilik veya İslam enternasyonalizmi hakkında bir kaç söz söylemek istiyoruz, İslam'ın kendini bir "dünya dini" olarak tanımladığı bir olgudur. Yine düşünce düzeyinde "inananların kardeşliği" ve ümmeti savunduğu da öyle. Bu anlamda teorik olarak anti-kavmiyetçi olduğu, hangi kavme mensup olursa olsun ümmeti yücelttiği söylenebilir. Ancak bütün bunlar teorik olarak, lafızda böyledir. Peki, tarihsel ve güncel gerçeklik?!

İşte bu noktada biraz durmak gerekiyor. Ümmet, laftan pratiğe geçirilmemiştir. Nedenleri tartışılabilir. Ancak konumuz değil. Ne var ki tarihsel ve güncel bir gerçek var, o da ümmetin hiç bir zaman ve hiç bir yerde gerçekleşmediğidir. Bir kaç örneğe bakılabilir.

Bir Emevi devleti, ilk büyük İslam imparatorluğudur. Aynı zamanda tartışmasız bir Arap devletidir. Burada resmi İslam, Arap dili ve kültürünün, Arap egemen sınıflarının ideolojik çizgisidir. Araplar için kullanılan "Kavmi Necip" nitelemesi ta Emeviler zamanından geliyor. Aynı şeyler Abbasi imparatorluğu için de söylenebilir. Abbasiler dönemi, İslam'ın olduğu kadar, Arap dili ve kültürü için de bir doruk anlamına geliyor. İslam'ın Osmanlı imparatorluğunda konumunun, ümmetle yakından uzaktan bir ilişkisi yoktur. Aynı şekilde, Farslar İslama kendi renklerini katarak biçimlendirmişler ve Şiiliği "ulusal din"  haline getirmişlerdir. Bugün İran İslam Cumhuriyeti Fars ulusunun egemen, diğerlerinin (Kürtler, Azeriler, Belluciler) ezilen konumda olduğu bir devlettir.

Görülüyor ki, tarihte ve günümüzde İslam, kavimler ve uluslar üstü olamamıştır. Esas olarak İslam, Arapların, Türklerin, Farsların elinde diğer halkları egemenlik altına almada bir ideolojik baskı aracı olarak değerlendirilmiştir. Bu nedenle İslamcıların ümmetçi, anti-kavmiyetçi, İslam enternasyonalizmi gibi iddia ve söylemlerini, büyük bir aldatmaca ve çarpıtma olarak değerlendirmek gerekiyor.

İslamcı akımların özelliklerine devam ediyoruz. KUK M'ye karşı ümmetçilik,   anti¬kavmiyetçilik barikatı yükselten İslamcı hareket, Bosna, Azerbaycan, Kıbrıs vb. konularda oldukça duyarlı ve çığırtkandır. Bu tutumlarında belirleyici dürtü, "İslam kardeşliği", "zulüm gören İslam'a koşmak vb. değildir.  Bu, kesinlikle böyledir. Temel dürtü, Türkçü karakterleri kadar TC'nin temel politikalarıdır.  "İslam kardeşliği"  veya "zulüm gören İslam'a yardım" temel harekete geçirici etken de olsa, iç tutarlılık ve ilkeli davranış gereği, en fazla Kürt sorununa, Kürtlerin her gün yaşadığı kırıma duyarlı olurlar ve itirazlarını yükseltirler.   Fakat itiraz etmek şurada kalsın, devlet politikalarını ve özel savası onayladıkları, onun bir öğesi konumunda oldukları hiç kimse için sır değildir. Tarikatlar, RP, Hizbi-kontra, vd. özel savaşın etkin bir öğesi durumundadırlar. Tüm İslami gruplar, başta Kürt politikaları olmak üzere devletin temel politikalarında (Kıbrıs, dış politika, vb.) devlet ile aynı noktada çakışıyorlar.

Türk İslamcılar, tüm Kemalizm eleştirilerine rağmen, resmi ideoloji ile resmi politikanın tamamlayan parçalarıdırlar.

Bu özelliğin bir uzantısı daha var, şöyle:

Türk İslamcılar, bugün, özel savasın aleti durumundadırlar; Hizbi-kontra bunun en uç örneği oluyor.

Türkiye'de İslamcı hareketin devlet, rejim ve resmi ideoloji karşısındaki konumu, rolü ve belli başlı özellikleri böylece, ana çizgileriyle de olsa, tanımlanmış oluyor. Refah Partisi, tam da böyle bir tablo içine oturuyor. Bu söylenenler, aynı zamanda RP'nin genel bir anlatımı oluyor. Fakat öyle de olsa, RP'ye biraz daha yakından ve özel bakmak gerekiyor. Bu, önümüzdeki seçimler bakımından da bir gereklilik oluyor.

Happy
Happy
0 %
Sad
Sad
0 %
Excited
Excited
0 %
Sleepy
Sleepy
0 %
Angry
Angry
0 %
Surprise
Surprise
0 %
Pages: 1 2 3 4 5
News Reporter