Milyarlarca insanın açlık sınırının altında yaşadığı; insanların açlıktan öldüğü, yaşamını sürdürmek için bir kuru ekmek dahi bulamadığı; işsizliğin yaygınlaştığı; çalışan büyük kalabalıkların ise insanca yaşam koşulları dışında üretimi var ettikleri günümüz dünyasında,
ülkemiz Kürdistan’da da mevcut durum genel tablonun bir benzeri olmakla birlikte, düzenin kendi hükmünü sürdürürken daha da katmerli hareket ettiği sömürge ülke gerçekliğini yaşamaktadır.
Ülkemizde yaşanan sömürgecilik sadece yeraltı, yerüstü kaynaklarımızı sömürmekle sınırlı değildir. Bütünüyle benliğimizi ret anlamına gelen birçok yaklaşım ve uygulamayı içinde barındıran özel bir sömürgecilik biçimidir. Kürdistan’da, yaşayanlar bilirler. İşgalci Türk devletinin tüm kurumları ile baskıyı nasıl hissettirdiğini, bir Kürt olarak Kürdistan’da nefes alırken dahi yaratılan baskıyı solar ve acıyı göğüs kafesinizde hissedersiniz. Sömürgeciliğin tüm baskıcı yöntemlerini yaşamın en basit alanlarından tutun en karmaşık ilişkilerine kadar Kürdistan’da gözlemlemek mümkündür. Kuzey Kürdistan’da, karda yürürken kar-kurt sesi çıkaran bir tek biz olduğumuz içindir ki, uzun bir süre orta çağda dahi bulamayacağınız yaklaşımlarla, "kart-kurt Türkler" olarak tanımlandık öyle bilindik. Özel asimilasyon politikalarına maruz bırakıldık. Bunun dışında birçok katliamdan geçtiğimizi yakın tarihte yaşanan olaylardan birçoğumuz biliyoruz. Bildiklerimize bir yenisini kısa süre önce basına yansıyan" Ecevit arşivleri" adlı dosyada okuduklarımız da eklendi.(Kürtlerle Karadenizlileri yer değiştirme). Kürt halkını asimile etmek adına barbarca dâhiyane bir fikir daha bilgi hazinemize eklenmiş oldu.
Yine Kürdistan’da baskının ve tahakkümün bir başka biçimiyle uygulandığı koruculuk gerçeğini görürüsünüz. Koruculuk işlev olarak sömürgeci düzenin ekmeğine yağ sürse de, özünde sömürgeci sistemin Kürdistan’d ki simgelerinden biri olarak orta yerde durmaktadır. Geçmişte yaratılan toplumsal ilişkiler biçiminin bir sonucu olan ve açlıkla terbiye edilmeye çalışılan, sürekli aşağılanmalarla yüz yüze kalan, kendi toplumunun geleceğine kurşun sıkmak durumunda kalan onbinlerce Kürt korucu köylüsüne nasıl yaklaşmamız, UKM’ne hangi insani temelde baktığımızla ilişkilidir.
Koruculuk Kürt halkı ve özgürlük hareketi için her zaman kanayan bir yara olarak kalmıştır. Ellerinde sömürgeci devletin silahları ile ulusal bilinçten kopuk, kendi kaderini paylaşanlara kurşun yağdırmak, gerçekleşen bu pratik anlamıyla Türk ordusunun en kıdemsiz "ağızlarında küfrü" marifet sayan vasıfsız askerlerine karşı bile onurunu yitirmek ve daha ötesi kendi coğrafyasında onursuzlaşmış Kürt olarak anılmak kolay olmasa gerek. Bunun sömürge halk gerçeği ile ilintili yanlarını görmek ve bilimsel gerçeklikler üzerinden soruna yaklaşmak bu yaranın tedavisinde çok önemli bir başlangıç noktası olacaktır.
Koruculuk, KUKM’de haklı olarak hiçbir dönem hoş görünmemiş ve belirli yaptırımlarla karşılaşmıştır. Bu yazıda bunları ele almak niyetinde değilim. Ancak toplumsal gelişimin olanaklarından faydalanamamış ve kendi yaşam alanlarında acıları en uç noktada yaşayan halkımızın parçası olan bu insanları, ulusal kurtuluş mücadelesine ihanet edenler olarak görmenin ötesinde koşullarından kaynaklı farklı bir bakış açısı ile değerlendirmek gerekmektedir. Bu sorunu salt politik değerlendirmek ve ona göre yaptırımlar geliştirmek mücadelesini verdiğimiz halk gerçekliğimizin hatırı sayılır bir kısmını kaybetmek anlamına gelir, yine bu kaybetmenin siyasi önemi büyüktür.
Kürdistan’da on binlerce korucunun varlığı bir gerçektir. Halkımızın bu bölümünün sömürgeciliğe hizmet ettiği; sömürgeciliği meşrulaştırdığı aşikârdır, ancak onları kaybetmek onları kazanmaktan kolaydır. Özünde koruculaştırılan halk gerçeğimize doğru bir ideolojik hattan bakmak temel başlangıç noktamız olmalıdır. Unutulmamalıdır ki; devrimci yaklaşım sorunun adını koymakla yetinmez onu toplumsal, ekonomik nedenleri ile ele alır ve bu gerçeklikler üzerinde değerlendirip değiştirmenin bin bir yöntemini bulur. Bu altın kural doğru olanı yaratma da asla es geçilmemesi gereken bir gerçekliliktir.
Kürdistan’da koruculaşan toplumsal tabakayı incelediğinizde bulacağınız şey sömürgeciliğin acımasız hükümleri; yine sömürgecilikle ilişkili olarak feodalizm gerçeğidir. Buradaki feodalizmden kastımız feodal üretim biçimi değil, toplumsal yaşam kurallarıdır.
Kürt egemen sınıflarının sömürgeci düzende ezen ulusun eteklerini yalaması ve bu şekilde düzenden nemalanması; feodal ilişki biçimlerinin sömürgeci Türk devleti tarafından bilinçli olarak süreklileştirilmesi ve Kürdistan’daki bu egemen toplumsal tabaka ile özel savaş rejiminin organik ilişkisi koruculuk kurumunun gelişiminde hatırı sayılır bir nedendir. Devletin aşiretleri nasıl süreklileştirdiğini bu aşiretleri koruculaştırmak için aşiret "paşalarına" sunduğu olanakları hatırlayalım.
Yoksullaştırılan Kürt köylülerinin yaşamlarını idame etmeleri için gerekli olanaklara sahip olmaması ya da bu olanaklardan bilinçli şekilde arındırılmaları; Kürt halkı olarak tarihin uzun bir dönemi boyunca sömürge koşullarında yaşamamız ve böylece ulusal bilinçten yoksun oluşumuz; din kisvesi altında ümmetçiliğin sistematik araçlarla ülkemizde kurumlaştırılması koruculuğun kurumsal bir yapıda Kürdistan’da yaygınlaşmasının diğer önemli nedenlerindendir. Bu bağlamda dünyayı değiştirme iddiası taşıyanlar bu gerçeklikleri görebilmeli ve derinliğine anlayabilmelidirler.
Koruculuğa yol açan en temel sorun sömürgecilik ve onun yarattığı mekanizmalardır. Sömürgeciliği düşüncede ve pratikte mahkûm etmek, yaratılan tahribatları düzeltmek amacındaysak, düşmanın tüm hareket noktalarını görmek durumundayız. Bu durum koruculaşan halk gerçeğimizde de böyledir. Bakın, küçük bir örnek bu konuda yeterlidir. Hakkâri’de 10500 gönüllü korucu başvurusu yapılması bu insanlarımızın hepsinin işbirlikçi- hain olarak damgalamamıza yol açmamalı, objektif olarak bu böyle görülse de yoksulluğun ve sefaletin anlaşılır yaşam biçiminden kaynaklı bu insanlarımızı anlamak mümkündür. Düşünün, sömürgeci devlet artık yapılan başvurulardan eleyerek korucu seçiyor. Kürt köylüleri de küçük bir ücret adına salt yaşayabilmek için her türlü düşürülmüşlüğü yaşamak adına sıraya giriyor!
Şöyle düşünmekte fayda vardır; PKK ilk parti manifestosunda söz edildiği gibi toprak reformunu uygulayabilmiş olsaydı, kan emici Kürt egemen sınıflarını mahkûm edebilseydi, halkımızın koruculaşan yoksul köylülerini kazanmak zor olmayacaktı. O halde ulusal kurtuluş mücadelesinin devrimci emek çizgisinde ısrar etmek büyük anlam taşımaktadır. Ancak, bir noktadan sonra Kürt egemen sınıfını kazanmak adına toplumsal ilişki biçimlerine dokunmayan PKK bir şekilde düşmanın değirmenine su taşımıştır. Düşman kadar sömürgeci zihniyetin kendisi ve yaratıkları ile savaşılmış olsaydı iddia edildiği gibi gerçek anlamda bir halk devrimine gidilmesi bir aydınlanmanın gelişimi mümkün olabilirdi. Ancak, bizde parti içi despotik iktidar biçimi mücadele alanın kendisine de yansımış ve gerici unsurlar alt edilememiş ya da bilinçli olarak bu geriliklere dokunulmamıştır.
Özetle Kürdistan’da UKM bağlamında geri bir nokta olan koruculuğun nedenlerini sadece koruculaşan insanların onursuzluğu ile açıklamak eksik bir değerlendirme ve haklı bir iddiayı taşırken yapılacak büyük bir hata olacaktır. Bu bağlamda geçmişte yapılan olumsuz pratiklerin sonuçlarını değerlendirmek önemlidir. Kürdistan’da koruculuk en özet hali ile bir yerde yaşama refleksi olarak ele alınabilir. İnsansınız, yoksulsunuz iktidar sisteminin en kaba sömürü biçimlerine en kaba aşağılanmalarına maruz kalmaktasınız ve bu koşullarda var olan bir düşünce yapısının egemen olduğu bir coğrafyada doğmuş, büyümüş ve yaşamaktasınız. İşte tam da bu noktada Koruculuk bir tercihin ötesinde bazen bir zorunluluğa bürünüyor.
Kürdistan’da tüm bu gerçekliklere rağmen ulusal kimliğine sahip çıkmak adına büyük bedeller ödeyen, acıların en büyüklerini bedenlerinde yaşayan ve koruculuk kurumuna bulaşmayan yoksul halkımızın duruşu UKM’de büyük bir önem arz etmektedir. Bu durumdaki halkımıza saygı duyduğumuzu belirtmek sadece bir gerçeğe işaret etmektir. Ancak yazımızın konusu itibarı ile koruculaştırılan Kürt köylülerinin içindeki koşulların sömürgecilikle ilişkili sosyo-ekonomik nedenleri çözmek, UKM’ni doğru bir hattan ele almak adına önemlidir. Bu bağlamda halkımızın içine girdiği ya da girmek zorunda kaldığı, yaşadığı tüm bu geriliklerin başat nedeni olarak sömürgeciliği ve onun kurumlarını, toplumsal yasalarını işaret etmek ve bununla birlikte ülkemizde sömürge güçleri bir bütün olarak dağıtmayı hedeflemek doğru bir yaklaşım olacaktır.
Sömürgeci düzenin uşaklığını yapan Kürt egemenlerini teşhir etmek, ülkemizde yaratılan tüm tahribatlara rağmen alt kimlik- üst kimlik demagojisi yapanlara, liberal ekonomi’yi savunan Kürt hareketlerine, Kuzey Kürdistan’da yoksulluğun ne ölçüde derin ve belirleyici olduğunu; ulusal kurtuluş mücadelesinin aynı zamanda devrimci emek çizgisinde ısrar etmekle mümkün olabileceğini hatırlatmakta fayda vardır. Bu konudaki ısrarımız, koruculuk gerçeğinin Kürdistan’da nasıl var edildiğini anlamakla da mümkündür. Bunun dışında köyleri boşaltılan, yakılan, Kürt metropollerinde ve Türkiye metropollerinde en kötü koşullarda yaşayan halk gerçeğimizi görmek önemlidir. O halde ülkemizdeki tüm geriliklerin, tüm acıların sorumlusu sömürgeci düzendir ve onunla savaşmanın en doğru politik çizgisi ve biricik yöntemi UKM’ni devrimci emek çizgisinde yürütmektir.