0 0
Read Time:113 Minute, 13 Second

I.  Sorgu

                CIA ve MOSSAD ajanları rollerini oynamış, Öcalan'ı etkisizleştirip uçakta bekleyen Türk özel savaş elemanlarına teslim etmişlerdi. Artık bundan sonrası onlara aitti. Öcalan artık neyin ne olduğunu biliyordu, uluslararası komplo başarıyla sonuca doğru gidiyordu. Artık düşmanlarının elindeydi. Ne yapmalı sorusunu daha önce düşünmüştü. Avrupa'dayken gerektiğinde kahramanlık eylemini gerçekleştireceğini, ama teslimiyetin gölgesini dahi kabul etmeyeceğini açıkça dile getirmiş ve bunu kamuoyuna bir söz olarak deklere etmişti. Aslında olması gereken buydu, ezilenlerin temsilcileri tarih boyunca böyle davranmışlardı, dolayısıyla direnme kararında bir olağanüstülük yok, tartışmasız olması gerekendir!

Uçağa ayak basar basmaz Türk özel savaş elemanları tarafından bayıltıcı bir ilaçla bayıltıldı, elleri kolları bağlandı, gözleri ve ağzı bantlandı. Kendine geldiğinde özel savaş timinin komutanının "Memleketine hoş geldin Abdullah Öcalan" sözleriyle karşılaştı. Yaşadığı dehşetli gerçeklik bütün çıplaklığı ile ortadaydı, yakalanmıştı, uluslararası hukuk, ahlak çiğnenerek korsanca kaçırılmış ve Türk özel savaş elemanlarına teslim edilmiş, şu anda onların elindeydi. Kendi değerlendirmesine göre, önünde iki yol vardı, ya teslimiyet ya imha! Karşı-devrimci güçler bu ikilemi dayatıyorlardı, Öcalan da onların dayatmalarını aynen böyle okuyordu. Daha Avrupa'dayken denklemi böyle kurmuştu. Direnmeyi imha ile özdeşleştirmişti. Yine kendisinin yazdığına göre, önce tarihsel direnme çizgisinde ser verip sır vermemeyi düşünmüş ve kararlaştırmıştı. Ama çok kısa bir süre sonra ise, bunu çok tehlikeli buluyor ve gerisini kendisinden dinleyelim: "Önce hiç konuşmamayı ve açlığa yatmayı düşündüm. Ama baktım iyi olmayacak. Konuştum." "Hala da konuşmaya devam ediyorum." Peki, Öcalan ne konuşuyor? Kimse de bunu sormuyor. Sorgucularına, kurulan Soruşturma Komisyonuna ne konuşuyor, masal mı anlatıyor? Konuştuğu şeyler nedir? Polis, MİT veya asker sorgusunda konuşulduğunda bu, literatürde nasıl tanımlanır? Sorguda konuşan kişilerin bu davranışı nasıl değerlendirilir? Sorguda konuşanların taktir edildiği görülmüş müdür, tarihte ve günümüzde böyle davrananlara nasıl yaklaşılmıştır? Bu soruların yanıtlarına geleceğiz. Ancak şimdi kaldığımız yerden devam edelim. Öcalan kararını vermiştir.

Konuşacaktır!

Direnmeyi, tarihsel direniş çizgisinin bir savaşçısı gibi savaşmayı, her türlü özveriyi göze alarak Mazlumların, Hayrilerin, Kemallerin yolunda yürümeyi "çok tehlikeli", "basit ve kolay yol" olarak değerlendiriyor. Öcalan, daha sonra yaptığı bir değerlendirmede içine girdiği durumu şöyle anlatmaya çalışır: "Benim buraya alınmam tahlil edilemedi. Buraya alınmam, uluslararası sistemin oluşturduğu bir plandır. Sadece imha mıdır? Hayır! Mantığı şu: Eğer bu adam eski kafasıyla ısrar ediyorsa, hep isyan, hep savaş diyorsa sonuç zaten tasfiyedir. Öyle de olurdu. Çünkü biz güçlüyüz diyorlardı. Anlayışsızsa, kafası çalışmıyorsa imha ederiz. Biz ne yaptık? Kafamız çalışıyordu, bir de bilimsel olarak da 1993'ten beri arayış içindeyiz. Demokratik çözüm arayışı önemlidir. Israr ettik." (Özgür Halk, Nisan 2000) Öcalan, "akıllı" davranıyor, uluslararası karşı-devrimci güçlerin istediği doğrultuya giriyor, bunu imha olmamanın biricik yolu olarak görüyor.

Direnişi, "akılsızlık", "imha","komploya düşme" ile özdeş görüyor, "basit ve kolay yol" olarak değerlendiriyor. Kendine göre daha zor olanı, "uzlaşmacılık" yolunu seçiyor. Neyin uzlaşması, ne verildi, ne alındı ki yapılana uzlaşmacılık denilsin, hangi zemin üzerinde yapılan bir uzlaşmadır bu? Temel ilkeler, ölçüler ve doğrular Öcalan söz konusu olduğunda anlamsızlaşıyorlar mı, geçerliliklerini yitiriyorlar mı? Neden? Yanıtı da hazır:

"Ben başkayım, her şeyin üstünde, tek ve biriciğim! Tarihsel ve toplumsal hareket yasaları ben söz konusu olduğunda anlamını yitirir, geçerliliğini kaybeder! Önemli ve esas olan benim, tek ve mutlak bağlanması gereken biricik yasa budur! Bütün yaklaşımlar ve davranışlar bu yasaya göre belirlenmeli ve düzenlemeli, yoksa, her şey mahvolur, imha olup gider. Önemli olan ve her şeyin üstünde olan BEN yaşamalıyım! Şimdi bunu ‘Barış için yaşamalıyım' biçiminde formüle ediyorum. Artık herkesin yaşam ve mücadele parolası, varoluş gerekçesi bu olmalıdır! Daha önce ‘Her gün öl ve öldür' diyordum, şimdi bunun yerine, ‘Kendin yaşa ve yaşat' ilkesini koyuyorum! ‘Bu bana daha doğru geldi.' Siz bakmayın bu kadar savaş teorisi yaptığıma, savaş yönettiğime, bana ‘karınca ezmez' derlerdi! Bunu herkes biliyor, en iyisini de arkadaşlarım biliyor! Bizim ARGK Komutanlığı da bildiri yayınlamadı mı, Başkanımızın askeri eylemlerden dolayı hiçbir sorumluluğu yoktur diye? Ben artık bir barış savaşçısıyım! Barış savaşçısı olmak, savaş savaşçısı olmaktan daha zordur! Ben zoru seçiyorum! Gerçi 9 Ekim komplosuyla ilgili yaptığım ilk açıklamada başka şeyler söylemiştim, ama olsundu, önemli olan ben ve bugündür!"

Öcalan, 9 Ekim komplosundan birkaç gün önce söylediklerini çok iyi hatırlıyordu. Uzun bir aktarma yapmak istiyoruz. O günkü Öcalan, aslında bugünkü, İmralı'daki Öcalan'ı anlatıyordu. O nedenle bu uzun alıntının her cümlesi üzerinde önemle durulmalıdır. Şöyle diyordu:

"Şemdin Sakık'ın 3 Ekimde çok ilginç bir tavrı vardı. Sözde mahkemeye çıkaracaklardı, ama fazla mahkeme yapmadılar. sanırım işin öneminden ötürüydü. Bu adam üç kelimelik bir şey söyledi, ‘Gerillacılık yapmayacağım, itirafçılık yapmayacağım, köy koruculuğu yapmayacağım, ama barış savaşçısı olacağım.' Bu sözler önemli; komplonun diğer bir yönünü görmek açısından ve özellikle aydınlarımız açısından çok önemli. Çünkü zindan artık PKK'nin yüzde onudur, ama PKK'nin yüzde sekseni gerilla demektir. Dolayısıyla Genelkurmayın tüm dikkati gerillayı çözmeye ayrıldı."

Happy
Happy
0 %
Sad
Sad
0 %
Excited
Excited
0 %
Sleepy
Sleepy
0 %
Angry
Angry
0 %
Surprise
Surprise
0 %
Pages: 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18
News Reporter