"'95'e gelindiğinde bunlara göre, işin askeri yönü bitti, geriye bu marjinalleşmiş, yani nefes alamaz duruma gelmiş gruplar kaldı. Şemdin'in sahte bir operasyonla tutuklanması, içeriye alınması, PKK'nin yarı kontra bir örgüte dönüştürülmeye çalışılması planın bir parçasıydı. Nitekim bugün çeteleri görüyoruz."
"Ve bizim de muazzam örgütsel çalışma yaparak, partinin çizgisine bağlı kadroları çok eğitmekten başka bir yolumuz olamazdı. Çünkü devletin yönlendirdiği bir çalışma, inançlı örgütsel çalışmalardan başka hiçbir yöntemle aşılamaz."
"Gerillanın çeteleşmemesi, gerillanın marjinalleşmemesi için aşama kaydettik."
"Şimdi orada bu ‘barış savaşçısı' olmuş. Bu, komplonun çok önemli bir ayağıdır."
"Şimdi şu noktaya geliyorum, bunun çok iyi bilinmesi lazım: O, yarın mahkemeye çıkıp büyük bir barış savaşçısı kesilebilir. Benim hakiki barış savaşçılarına büyük saygım var. Biz de nitekim barış için ateşkes yaptık. Bunlar yanlış şeyler değildir, gerektiğinde yine yapılır. Ama bir de çok sahte, tehlikeli bir ‘sahte barış cephesi' var. Tıpkı Şemdin'in teslimiyeti temelinde veya tüm direnen insanların teslimiyetini sağlama temelinde bir politika yürütülüyor. Yine düzende çok parti var, örneğin bir Refah'ı sürdürme gibi bir politika izleniyor. Şimdi Türkiye'de bu temelde bir de barışçılık yapılıyor. Yani direniş kesilecek, kontrol altına alınmamış hiç kimse bırakılmayacak. Tamamen teslim olanların İslamcılığı, tamamen teslim olanların Kürtçülüğü gibi bir politika gündemde var. Şimdi bu komplonun böyle çok önemli bir ayağıdır. Fakat bunun tam başarılı olabilmesi için, tabii ki bizim halledilmemiz gerekiyor." (6. Kongreye Sunulan Politik Rapordan…) (abç.)
Dün bunları söylerken Öcalan, uluslararası karşı-devrim hareketinin planını, bunun ana çizgilerini deşifre ediyordu. Peki kendisi şimdi ne yapıyordu, ne yapmaya hazırlanıyordu? Teslimiyet üzerinde hangi ve nasıl bir barış çizgisini savunmaya hazırlanıyordu? Gerillanın tasfiyesini gerçekleştirmeye çabalarken, tüm devrim değerlerini altın tepside sömürgeci özel savaş kurmaylığına sunarken hangi planın bir uygulayıcısı oluyordu, hangi senaryonun bir figürü olmaya hazırlanıyordu?
Karşısındaki yüzü kar maskeli özel savaş elemanın "Memleketine hoş geldin" sözlerini yerleşik kurallara göre yanıtladıktan sonra, "fırsat verilirse hizmet etmeye hazırım" diyor. Özel savaş elemanı Öcalan'ın "hizmet" sözünden neyi kast ettiğini hemen test etmeye çalışıyor, ama acele ediyor, Öcalan "konuşma" kararını vermesine rağmen henüz sorulan sorulara istenilen yanıtı vermiyor. Daha sonra her şey çorap söküğü gibi gidecek….
Bülent Ecevit, 16 Şubat 1999 günü öğleye doğru Ankara'da yaptığı basın toplantısında, Öcalan'ın Türkiye'de olduğunu, başarılı bir operasyonla bunun gerçekleştirildiğini açıklıyordu. Bunları yazılı bir metinden okurken elleri titriyordu; sevinçten, heyecandan, biraz da korkudan. Gerçekten de TC açısından bu önemli bir olaydı, onlarca yıldır PKK ve onun önderlik ettiği devrimci ulusal kurtuluş mücadelesine tarihi bir darbe vurmaya hazırlanıyor, bunun heyecanını yaşıyorlardı. O dönemde yaşanan hükümet krizinden Ecevit'in başkanlığında bir azınlık hükümetiyle çıkma kararı ile uluslararası karşı-devrim hareketi arasında bir ilişki var. Özel savaş kurmaylığı Ecevit'e güveniyordu, Kemalizm okulundan başarıyla geçen, Kürtlerin inkarı ve imha politikasını en iyi özümseyen, halklara karşı düşmanlıkta, şoven milliyetçilikte, bunu sol söylemle kamufle etmede belli bir başarı kazanan bir politikacıdır. Ulusal inkar ve imha politikasında ona Öcalan'ın yakalatılması sürecinde böyle kritik bir rolün verilmesi, kesinlikle boşuna ve rastlantı değildir. Hatırlanırsa Kıbrıs işgali de Ecevit'in hükümet olduğu bir dönemde gerçekleştirilmişti. Bu işgal hareketine "Barış Harekatı" kod adı verilmişti. İlginç bir "rastlantı", şimdiki tasfiye harekatının kod adı da "Barış"! Kısacası özel savaş ona güveniyordu, onun başbakanlığı ile bu kritik dönemeci aşmak istiyor ve yaklaşmakta olan genel seçimlerde onu birinci parti olarak çıkmasını istiyordu, Öcalan operasyonunun siyasal getirisini onun siyasal hanesine yazdırmak istiyordu. İlginçtir, İmralı'da teslimiyet çizgisini seçen Öcalan, özel savaş kurmaylığının istemi doğrultusunda HADEP'in genel seçimlere katılmamasını, yerel seçimlere katılmayla yetinmesini, Ecevit ve DSP'yi desteklemesini ısrarla isteyecek, bunun için bir avukatını görevlendirecektir. Anılan bu avukat bu gelişmeyi bize aktarırken şaşkınlığı henüz üzerinden atmış değildi. Sözünü ettiğimiz avukat bu yönlü girişimlerde bulunur, Ankara'ya kadar gider, Öcalan'ın talimatları doğrultusunda DSP yetkilileriyle görüşür, ama gerekli ilgiyi görmez ve bu girişimi sonuçsuz kalır. Burada anlatmak istediğimiz şu: Öcalan'ın en azılı bir Kürt ve emekçi düşmanı olan Ecevit'i seçimlerde desteklemek için ısrarlı bir çaba içinde olmasıdır. Peki, neden?
Öcalan'ın yakalanışını Demirel, "Cumhuriyet tarihinin en önemli olayı" olarak değerlendirir. Öyle değerlendirirler ve ona göre bir tutsaklık sürecine alırlar. Daha önce Adnan Mendereslerin yargılanmasıyla ünlenen İmralı adası adli mahkumlardan boşaltılır, yeniden düzenlenir, en gelişmiş teknikle donatılır ve bütün bir ada "yasak bölge" statüsüne alınarak her açıdan ve bütünüyle Genelkurmayın yönetimine ve denetimine alınır. Adanın iç yönetiminin Başbakanlık Kriz Yönetiminde olduğu söylense de, adada bulunan seçme özel savaş elemanları Adalet Bakanlığı personeli haline getirildiği açıklansa da gerçek yönetim her zaman Genelkurmayın elinde olmuştur. Oluşturulan Soruşturma Komisyonu da yine Genelkurmayın özel elemanları ve doğrudan ona bağlı çalışan kadrolardır. İmralı'nın statüsü, bunun Kriz Yönetimine bağlı olması, sorgulama ve yargılama usulü ve diğer uygulamaların tümü uluslararası hukuk kurallarına aykırı olduğu gibi TC'nin yasalarına da aykırıdır. Ama özel savaş kurmaylığı için bunlar pek önemli değildi, önemli olan Öcalan'ın özel bir statü içinde ve mutlak denetim altında tutulması ve PKK ve devrimin tasfiyesinde en sonuç alıcı tarzda ve sonuna kadar kullanılmasıdır, bunun için engelleyici hiçbir kural, ölçü, yasa, ahlak tanımayacaklardı. Bu çok açıktı, TC'nin şanına tıpatıp uygundu. Kaldı ki TC yalnız değildi, emperyalist müttefikleri, bölge gericiliği, Kürt işbirlikçiliği sonuna kadar yanlarındaydı, kendisini sonuna kadar destekleyeceklerdi. Bu konuda hiçbir önemli engelle karşılaşmadılar…