IV. "Roma Yürüyüşü"!
Takvim yaprakları 13 Kasım 1998 tarihini gösterdiğinde, hemen hemen tüm haber ajansları, Abdullah Öcalan'ın Roma'da gözaltına alındığı haberini geçiyordu. Türkiye'de, Kürdistan'da, Avrupa'nın bütün ülkelerinde yoğun bir hareketlilik başladı. PKK'liler şaşkındı, Kürtler şaşkın ve öfkeliydi. 9 Ekim komplosu olarak tanımlanan uluslararası karşı-devrim hareketinin ciddiyetini şimdi daha yakıcı ve sıcak yaşıyorlardı. PKK Avrupa örgütü, PKK merkezi sözcüğün tam anlamıyla şaşkındı, ne yapacağını bilmiyordu, politikasızdı. Başka türlüsü de pek mümkün değildi. Mümkün değildi çünkü, Öcalan'ın kurduğu "önderlik sistemi", onları hareketsizliğe mahkum etmişti; ama onlar bunun bilincinde değillerdi. Liderlerinin ağzından çıkan söze göre davranmaya şartlanmışlardı, bunun dışında kendilerini yetkisiz görüyorlardı. 9 Ekim komplosunun yaşandığı ilk günlerde PKK Avrupa örgütü, o kadar rahat davranmıştı ki, günlerce süren altı aylık toplantısını sürdürmekte, kendini günlerce gelişmelerin dışında tutmakta bir sakınca görmemişti. Aynı durum PKK merkezi için de geçerlidir. Onlara göre, "nasıl olsa Önderlik her şeye kadirdi, çözemeyeceği bir sorun, aşamayacağı bir engel olmazdı. Bu badireyi de yüksek öngörüsü ve olağanüstü yetenekleri sayesinde atlatırdı. Bu konuda önderlik yerine düşünmek, hele onun önüne bir hareket planı koymak mümkün değildi, dahası ahlaki de olmazdı. En iyisi mi, beklemek ve görmekti, önderliğin önlerine koyduğu görevleri yapmaktı, şimdi yapmaları gereken, gelişmeleri izlemenin yanı sıra kendi gündemleri üzerinde yoğunlaşmaktı…" Öyle yaptılar, beklediler, pasif bir izleyici konumunda kaldılar.
Ama halk tehlikeyi sezmişti, PKK'liler gibi elini kolunu, bilinçlerini bağlayan bir "sistem"leri yoktu, daha özgürdü, hiç kimseden emir beklemeden harekete geçebilirdi. Hemen vurgulamalıyız ki, PKK'lilerin hareketsizliği onların düşünce yetersizliğinden, yeteneksizliklerinden, ya da gelişmelerin ciddiyetini görmemelerinden kaynaklanmıyordu. Hayır, esas belirleyici neden Öcalan'ın kurduğu "sistem"in kendisi, bunun yarattığı siyasal duruş ve ruhsal şekilleniştir. Devrim ve parti sorunlarında kendisini birinci derecede sorumlu ve yetkili görmeyen bir merkezin ve kişilerin, bu konuları önderliklerinin sorunu, sorumluluğu olarak değerlendirenlerin, bunu ruhsal bir duruşa dönüştürenlerin, en ciddi ve tehlikeli konularda siyasal ve örgütsel bir refleks geliştirmeleri, siyasal kararlar alıp eyleme geçmeleri mümkün mü? Mümkün olmadığı Roma sürecinde çok net bir biçimde ortaya çıktı. Dikkat edilsin, Kürt halkı ve dostları Roma'ya akıyor, kendi iradeleri ve inisiyatifleriyle bunu yapıyor. Ama PKK merkezinin henüz ortada bir kararı yok. Neden? Çok yakıcı bir gelişme daha yaşanıyor, üzerinde yoğunca düşünmemizi ve sonuçlar çıkarmamızı gerektiriyor.
9 Ekimden sonra "Güneşimizi Karartamazsınız" sloganı altında yüze yakın arkadaşımız, kendi bedenini ateşe verme eylemini gerçekleştirdi. İstisnasız bunların tümü, bireysel karar ve inisiyatifle gerçekleşen eylemlerdir. Bu eylemler PKK'lilerin yakaladığı fedakarlık ve cesaret düzeyini çok yakıcı bir tarzda gösteriyor. Ama öyle de olsa "bireysel" olarak açığa çıkan kahramanlık örnekleridir. Neden örgüt kararıyla ve daha sonuç alıcı eylemlere dönüştürülemedi? Başka türlü de sorabiliriz: Neden bu eylemlerin tümü "bireysel" kararla gerçekleşti, bireysel biçimde gerçekleşti, neden örgüt kararına, örgüt eylemine dönüştürme ihtiyacı duyulmadı ve neden bu zorlanmadı? Bu sorular çok önemli. Bu soruların yanıtı açıktır: Kurulan kişi kültüne dayalı "sistem", karar organlarının, kurumların hareket yeteneğini, karar alma reflekslerini ortadan kaldırmıştır. Bu durum örgütü hareketsiz kılmaya ve örgütlü hareketi olanaksızlaştırmaya götürmüştür. Tehlikeyi gören kadro kendini katmak ister, kendisini vermek ister, ama bunun örgüt kararı ve kanalı ile olanaksız olduğunu görünce yapacağı tek şey kalıyor: Bireysel kararla kendini en üst düzeyde feda etmek! Örgütlü kanalda akmayan enerji ve en soylu duygular bireysel kalmaya mahkum oluyor. Bir de bu kahramanlık eylemlerinin Öcalan tarafından kendi "sistemi"ni ruhlara yedirmede ustaca kullanılması gerçeğini eklediğimizde tablo aşağı yukarı tamamlanmış oluyor. Bütün bunlardan sonra bu tür eylemlerle ilgili alınan "yasak" kararlarının işlevsizliğinin temel nedeni de anlaşılmış oluyor.