Devam ediyoruz. Öcalan, Rusya'da barınma olanaklarını tüketir. Artık ayrılmak zorundadır. Avrupa'ya çıkış kararı geçerlidir, çözümü burada uzlaşma politikasında, sistem içi çözümde arayacaktır. Ama etrafında görülen görülmeyen sayısız bağla, engelle kapan kurulmuştur ve gün geçtikçe bu kapan daralmaktadır. Bu kez yönünü Roma'ya çeviriyor. Ancak inisiyatifi yoktur, bağımsız karar alma olanaklarını yitirmiştir, gelişmeler ve koşullar kendisini bir bilinmeze, daha doğrusu Tarihsel Yanılsamanın sonuna doğru sürüklemektedir. Attığı her adım hükümetlerin ve istihbarat örgütlerinin bilgisi içindedir. "Yasallaşmayı" esas alan biri için başka türlü olması mümkün değildir. Ortada çok ciddi bir paradoks var. Şöyle: Tüm emperyalist ve gerici güç ve odaklar kendi aralarında kurdukları "Kutsal İttifak"la uluslararası çapta bir karşı-devrim tuzağını kurmuşlar. Bu tuzağın baş hedefi konumundaki kişi ise, "kurtuluşu" tuzağı kuranların ya da bunlarla şu veya bu düzeyde ilişki içinde olan, destekleyen güçlerin merkezinde arıyor. İşte paradoks budur; halkımız açısından ise tarihsel trajedinin kendisi bu paradoksta düğümlenmiştir.
Uluslararası karşı-devrim hareketinin belirlediği koşullar ve olanaklar çerçevesinde hareket etmek zorunda kalan Öcalan, Avrupa'nın başka bir ülkesini değil de İtalya'yı tercih etmesinin bazı nedenleri vardır. Bunlara da kısaca değinmekte yarar var. İtalya'yı tercih etmesi Öcalan'ın bağımsız bir inisiyatifle hareket ettiği anlamına gelmez, bu, ancak, kurulan tuzak içinde bir hareket "serbestisi"dir. Hepsi o kadar! Öcalan "çözümü" sistem içinde arıyordu. O günün İtalya'sı buna en uygun ve yanıt vermeye elverişli ülkesi konumundaydı. Kısacası şöyle:
1998 başlarında İtalya kıyılarına vuran Kürt göçmenler, ilticacılar Kürt sorununu daha yoğun bir biçimde İtalya'nın gündemine soktu. Konu günlerce tartışıldı, belli ölçülerde kamuoyuna mal oldu, "Uluslararası Kürt Konferansı" önerisi dillendirildi. İtalya'nın Kürt sorununda bu gözle görülür hareketliliği, AB'nin tutumundan bağımsız değildi. İtalya'nın üzerinden Avrupa Birliği Kürt sorununa el mi atıyor, Kürtler üzerinden de Ortadoğu'da inisiyatif mi kazanmak istiyor soruları ilgili kafalara takıldı ve tartışma konusu oldu. Henüz kesinleşmiş bir politikaya dönüşmese de AB'nin bu yönlü bir eğilimi belirmişti. Bu, Öcalan'ı ve kimi Kürt çevrelerin gözünden kaçmamıştı. Anılan eğilimi güçlendiren başka gelişmeler de oldu. Sürgünde Kürdistan Parlamentosu İtalya senatosunda toplanmış ve bu olay Türkiye tarafından tepkiyle karşılanmıştı. Öte yandan iş başında olan hükümet parçalı ve "sol" partilerin koalisyonundan oluşuyordu, bu partilerden bazıları PKK ile yakın ve sıcak bir ilişki içindeydi. Bunların yanı sıra Türkiye'den kaynaklanabilecek baskılara belli ölçüde direnebilecek güçteydi. Öcalan bütün bu etkenleri değerlendirerek başka bir Avrupa ülkesine değil de İtalya'ya uçtu. Yukarda sayılan etkenler belli bir hareket yeteneği veriyor gibi, ancak bunların kendi başına pek bir anlam ifade etmediği, hele bir güvence anlamına gelmediği açıktı, bu, biliniyordu. Ama yapacak başka bir şey yoktu, yine de en uygun ülke İtalya idi.
Öcalan, Roma havaalanında Almanya'nın tutuklama kararı gereği gözaltına alındı. Üzerinde bir sahte kimliği olmasına rağmen kendi gerçek kimliğini gizlememişti. Öcalan'ın Roma'da gözaltına alındığı haberi duyulur duyulmaz başta Avrupa'daki Kürtler olmak üzere dünyanın dört bir yanındaki Kürtler Roma yoluna düştüler, bu yürüyüşte salt PKK'yi destekleyen Kürtler değil, diğerleri de harekete geçti. Kısa sürede Roma on binlerle dolup taştı. Dünyanın diğer alanlarında da çeşitli eylemler çığ gibi büyüdü. Türkiye sosyalist, devrimci ve demokrat grupları, İtalya ve Avrupa'daki demokrat ve ilerici çevreler de Öcalan'ın şahsında Kürtlerle ve onların ulusal davalarıyla dayanışma örneklerini sergiledi. Böylece Kürt sorunu ve Kürdistan ulusal kurtuluş devriminin uluslararası boyutları görülmemiş düzeye çıktı, sorun, günlerce uluslararası gündemin ilk sıralarını işgal etti. Bu, Kürt sorunu açısından yakalanan önemli bir düzeydi. Aynı zamanda Kürdistan devriminin uluslararası etkilerinin açığa çıkması bakımından önemliydi. Devrimimiz uluslararası ölçekte yankı yaratmış, devrimci ve ilerici çevreleri hareketlendirmiş, geniş bir direniş dalgasının yükselmesine yol açmıştı. Bu olgu emperyalist ve gerici dünyayı ürkütmüş, karşı-devrimci hareketi düzenlemekle isabetli davrandıklarına bir kez daha vesile olmuştur.
Halkımızın ve dostlarının görkemli Roma Yürüyüşünü Öcalan, kendisinin Roma'ya gelişiyle açıkladı, ama bu doğru bir değerlendirme değildir. Öcalan önceden belirlenmiş bir plan dahilinde ve kendi bağımsız inisiyatifi ile Roma'ya gelmiş değildir, tamamen kaçınılmaz zorunluluklar sonucunda Roma'ya gelmiştir. Başka bir ifade ile gelişmeler tarafından sürüklenmiştir. Roma Yürüyüşü ise halkımızın kendi ulusal bilinci ve direniş ruhu, değerlerini koruma ve geleceğine sahip çıkma duygularıyla Öcalan'a ve bu temelde kendi davasına sahip çıkma eyleminin kendisidir. Bu ayrımı yapmakta yarar var. Elbette halkımız Öcalan'ı kendi önderi ve ulusal davasının temsilcisi olarak gördüğü ve değerlendirdiği için yönünü Roma'ya çevirmiş, kar, kış, yağmur, soğuk ve başka engeller demeden Roma'ya akmış ve uluslararası karşı-devrim hareketi karşısında alınması gereken tavrın ne olması gerektiğini tartışmasız bir biçimde göstermiştir.