Bilindiği gibi son günlerin en önemli tartışma konularından biri “Ergenekon” operasyonudur. Ergenekon tartışmaları “Derin” ve “Sığ” devlet konularını da gündeme getirdi. Yine Ecevit’e ait kimi belgelerin yayınlanması “Tehcir”, Türkleştirme sorunlarını yeniden tartışma konusu yaptı. Ermeni Tehciri ve Soykırımı ise açık veya örtük politik gündemin değişmez maddelerinden biri olmaya devam ediyor.
Tehcir, Türkleştirme, Soykırım, İttihat ve Terakki, Teşkilat-ı Mahsusa, TC, Özel savaş kavramları birbiriyle bağlantılı kavramlardır. Şu sorular önemlidir:
TC ve onun her dönemdeki ve düzeydeki yetkilileri, neden Ermeni Soykırımını ve bunun dayandığı temel politikaları, bu politikaların üzerinde şekillendiği ideolojik-politik hedefleri tartışmaya, kabul etmeye yanaşmazlar? Dahası çok sert tepki gösterirler, çeşitli ülkelerde yaşanan bu doğrultudaki tartışmaları ve kararları diplomatik tepkilerle karşılarlar? “Osmanlının son döneminde yaşanan bir sorundur ve bundan dolayı mağdurlarından özür dileriz” gibi bir yaklaşımla neden bu sorunu çözmeye yanaşmazlar? Özür, tazminat ödeme ve bunun güncele yansıyan boyutlarını hukuki yollarla çözme gibi bir yaklaşımın örnekleri var dünyada. Ama TC, bundan ısrarla kaçınıyor.
Neden?
Bu soruların kestirme bir yanıtı var: Tartışma konusu olan politika ve uygulamalar, sadece tarihte kalan politika ve uygulamalar değil, TC’de, onun her politikasında ve yapılanmasında ete kemiğe bürünen canlı, günlük olarak katlanarak, her gün yeniden üretilerek süren bir gerçeklik. TC’nin var oluş, kuruluş ve kendini tanımlama özeliklerinden söz ediyoruz!
Bu konuda her geçen gün belgelere dayalı araştırmalar yapılmakta, TC ve özel savaş gerçekliği biraz daha derinlemesine aydınlatılmaktadır. Bu araştırmalardan biri İLETİŞİM YAYINLARI(3.Baskı Ekim 2007, İstanbul)’nda çıkan Fuat Dündar’ın bir doktora çalışması olarak kaleme aldığı “İttihat ve Terakki’nin Müslümanları İskân Politikası (1913-1918)” kitabıdır.
“Türkiye’nin nüfus yapısı, büyük oranda Osmanlı’nın son döneminden mirastır. Göç ve iskânın Anadolu’nun Türkleşmesindeki önemini anlamak için kendi aile geçmişlerimize bakmamız yeterli olur. Türkiye’nin etnik ve dinsel yapısının yeniden şekillenmesi, Milli Mücadele’den çok İttihat ve Terakki’nin tam iktidar olduğu yıllara (1913-1918) denk düşer. Fuat Dündar, İttihat ve Terakki’nin, Osmanlıcılıktan Türkçülüğe geçirdiği ideolojik dönüşüm doğrultusunda bu yıllarda uyguladığı göç ve iskân politikalarını inceliyor. Anadolu’nun Müslümanlaştırılması ve Türkleştirilmesi için uygulanan bu politikaları, şifreli telgraflar gibi birincil kaynaklara başvurarak aydınlatıyor. Nüfusun üçte birinin yerleri değiştirilerek birbirine karıştırıldığı bu dönemin sosyo-ekonomik yapısını ve toplumsal ruh halini, anılar ve belgelerle ortaya koyuyor. Müslüman halkların nasıl bir politika doğrultusunda iskân edildiği ve İttihat ve Terakki’nin, karşılaştığı muhacir ve mülteci sorunlarını hangi yollarla çözmeye çalıştığı, bu kitabın iki temel mevzuu. Tarih çalışmalarında büyük oranda ihmal edilen göç ve iskân politikaları, hem Cumhuriyet’e devreden Türkçü devlet zihniyetini hem de bugünkü etnik-dinsel karışımı kavramak açısından son derece önemli. Dündar bu çalışmasıyla, “uluslaşma” sürecinin en önemli bileşenlerinden birini, yani nüfusun homojenleştirilişini tüm yönleriyle ortaya koymuş oluyor.” (Arka Kapak)
07.04.2007 tarihinde Bianet.org sitesinde Talin SUCİYAN’ın Fuat Dündar ile yaptığı bir röportaj var. Bu röportajda ilginç ve çarpıcı tespitler var, bunlardan bir kaçını aktarmak aydınlatıcı olacaktır!
“1913-1918 arası İttihat ve Terakki dönemindeki iskân politikaları üzerine yazdınız doktora tezinizi. Sistematik, etnik olarak Türk olmayan herkesi kapsayan bir iskân programından mı söz ediyorsunuz?
Aslında Türkler de iskân ediliyor, Türk kimliğini hâkim kılacak bir nüfus politikası ya da etnisite mühendisliği uygulanıyor. Türklerin işlevi Türkleştirme. Bu iskân politikası kapsamında Kürtler, Araplar, Boşnaklar, Gürcüler, Arnavutlar, Çerkesler, Çingeneler, Lazlar, Ermeniler, Rumlar, Yahudiler, Süryaniler, Nasturiler ve Bulgarlar yer değiştiriyor.
Sistematik mi peki?
Evet, hem sistematik hem de kronolojik. Şöyle ki, 1913’te Bulgarları hedef alan bir politika başlıyor. Şu anda Yunanistan’a ait olan topraklar o zamanlar Bulgaristan’dı. Yani İstanbul’a yakındılar, ayrıca Bulgar ordusu güçlüydü. Dolayısıyla, 50 bin Bulgar gönderiliyor, onların yerine 50 bin Türk-Müslüman geliyor.
Sonra Rumlara yönelik nüfus politikaları devreye giriyor. Bu sıralamayı Halil Menteşe itiraf ediyor; “Bulgarlardan sonra sıra Rumlara geldi” diyor. 22 Ekim 1914’te, Rumları kovma politikası durduruluyor çünkü 2 gün öncesinde savaşa girilmesi için, Almanya ile -mali yardımı da içeren- bir anlaşma yapılıyor.
Bu yüzden, devletin bekası için Rumlara yönelik saldırılar durduruluyor. Rumlar, daha sonra, tehdit aracı olarak kullanılmak üzere iç bölgelere sürülüyor. 1914’ün sonlarında bakıyoruz, muhacirler Zeytun civarında. Zeytun’dan Ermeniler boşaltılırken, akabinde Müslüman muhacirler yerleştirilmeye çalışılıyor. Muhacirleri iskân etmekte, güvenli bir vatan yaratma amacı var.
1915’in sonlarında Ermeniler bölgeden gönderiliyor. 1916’nın başlarında ise Kürtlere yönelik kapsamlı çalışmalar başlıyor. İskân müdürlüğü yeniden organize ediliyor, yeni komisyonlar kuruluyor. Tam bu sırada Rusya’dan Kürtler kaçmaya başlıyor.
Niye kaçıyorlar?
Çünkü bunlar Osmanlı yanlısı Kürtler. Rusların Kürtleri kovmaya yönelik bir politikaları var. Rusya da bunlardan kurtulmayı düşünüyor ama öldürerek değil… 1917’de, Filistin’deki Yahudiler hedefleniyor. Tüm bu olaylar İttihatçı total projenin kronolojik etapları oluyor, yani bir sistematiklik görülebiliyor.
Yerinden edilmiş olan toplam kaç kişiden bahsediyoruz?
Murat Bardakçı, biliyorsun, “Talât Paşa’nın Defteri”ni 20 yıl elinde tuttuktan sonra kısım kısım açıklıyor. Bu defterin yazılış tarihini dahi söylemiyor. Bardakçı bunu 20 yıl önce açıklamış olsa şimdi çok daha ileri bir aşamada olurduk. Oradaki bilgilerin 1915 sonlarına ait olduğunu düşünüyorum. Sırf “Talat Paşa’nın Defteri”ne göre 1,5 milyon Ermeni’nin yüzde 80’i tehcir ediliyor. Rus ordusundan kaçan, çoğunluğu Kürt 1,2 milyon civarında Müslüman var; 1 milyon Kürt, 200 bin Türk diyebiliriz.
Türkler Ermenilerden boşaltılmış bölgelere iskân ediliyor. Kürtler de Türk bölgelerine dağıtılıyor. On binlerce Süryani, Nasturi, Çerkes, Arap, göçebe aşiretler… Anadolu nüfusu o zamanlar 12 milyon civarında. Bu nüfusun üçte biri yer değiştirmiş.
Kaynaklarınız neler?
Tezimin ana kurgusunu şifreli telgraflar üzerinden oluşturdum. Anlamlandırmaya çalıştığım şey, İttihatçı hükümetin kendi operasyonel belgeleri – kongrelerde aldığı kararlar falan değil. Kongrede bir karar alınabilir ama uygulanmasını bilemeyiz. Ancak bunlar, operasyon belgeleri. O belgelere dayanarak İttihatçı hükümeti anlıyoruz.”
Devam etmeden “Şifreli telgraflar” hakkında başka bir bilgi ve belgeden notlar aktarmamız gerekiyor. 24 Nisan 2005 tarihli Hürriyet Gazetesinde Murat Bardakçı şunları yazıyordu:
“1915 sonrasındaki nüfus hareketleri ve istatistikleri Sadrazam Talat Paşa’nın defterinde kayıtlı.
Sadrazam Talat Paşa, eşi Hayriye Talat Hanım’ın torunu Ayşegül Bafralı’nın bugüne dek özenle sakladığı 10×15 cm ebadındaki defterde, 1915 sonrasındaki nüfus hareketlerini ve istatistikleri dikkatle kaydetti.
27 Mayıs 1915’te çıkan ‘Geçici Tehcir Kanunu’ uyarınca mecburi göçe tabi tutulan Ermenilerin sayısı, Talat Paşa’nın kayıtlarına göre, 924 bin 158. Sürgünün en yoğun şekilde uygulandığı şehir 141 bin 592 kişiyle Sivas, en az sayıda Ermeni’nin nakledildiği viláyet ise 4 bin 381 kişiyle Konya.
ERMENİ tehciriyle ilgili sayılar, Talát Paşa’nın kara kaplı defterinin üçüncü kısmını oluşturuyor. Paşa, defterin tehcire ayrılan sayfalarında önce ne kadar Ermeni’nin zorunlu göçe tabi tutulduğunu yazıyor, arkasından tehcir kanununun imparatorluğun hangi viláyetinde ve hangi sancağında kaç Ermeni’ye uygulandığını liste halinde veriyor.
Defterde daha sonra, sürgüne gönderilmeyen Ermeni yetimlerin viláyetlere göre dağılımları gösteriliyor ve bunu Ermenilerden kalan boş binaların, istimlâk edilen gayrimenkullerin, çiftliklerin ve madenlerle imtiyazların kısa dökümleri takip ediyor.”
Yeniden Fuat Dündar’a dönüyoruz. TC’nin Devlet ulus politikasının kaynakları hakkında çarpıcı bilgiler veriyor, değerlendirmelerde bulunuyor. Dündar’dan aktarıyoruz:
“Coğrafi alan nasıl belirleniyor?
İttihatçılar Anadolu’yu hedefliyorlar. Ermenilerin gönderildikleri bölgeler, mevcut Osmanlı sınırları içinde ama gelecek bir devlet projesinin dışında, bana göre. Yani projenin dışına atılıyor Ermeniler. Kürtler ise içinde. Örneğin Talat Paşa, Rus ordusundan kaçan Kürtlerin Halep bölgesinde iskânına karşı çıkıyor. Onların bugünkü Türkiye sınırlarına yerleşmelerini istiyor, çünkü bu bölgelerdeki Müslüman nüfus sınırlı. Mevcut kaynağın optimum kullanımı olarak…
Tam bir mühendislik dili kullanıyorsunuz…
Belgelerin dili de epey soğuk ve mesafeli. Bunları yazan Talat Paşa avukat; çok zeki bir adam, pek çok dil konuşuyor, diplomatik dil ile şifreli telgraflardaki dili birbirinden ayıran biri, tam bir “devlet adamı”.
Kitabınızda, devlet tarafından istenenin “karıştırma” olduğunu, “birleştirme ve erime” gerçekleşmediği takdirde “temizleme” yoluna gidileceğini yazıyorsunuz. Kimler “karıştı” ve kimler “temizlendi”?
Kürtler karıştırıldı. Ermenilerin, aradaki şiddet politikasına bakmasan bile, ihtida edenler, el konulan çocuklar da dahil olmak üzere yüzde 40’ı hayatta kalıyor. Onları çıkardığında, Ermenilerin üçte ikisi kalmamış. Temizleme lafından kasıt tamamen “kökünün kazılması” değil. Ermeniler örneğinde baktığında, hayatta kalmasına göz yumulan Ermenilerin bile toprakla olan bağlarının kesilmesine çalışılıyor. Yüzde 5 diye bir oran var örneğin. Yaşadıkları yerlerde Müslüman nüfusun %5’i oranında kalmaları isteniyor. Bu yüzde 5’in de şartları var. Örneğin bir ailede 15 yaşını geçmiş bir erkek varsa, o ikinci bir hane olarak sayılıyor. Ayrıca devlete sadık olanlar, Ermeni polis, asker vb. kategoriler de var.”
Son aktarmamız da şöyle:
“İttihat ve Terakki’nin ulus devlet olma yolunda birçok sorunun üstesinden geldiğini söylüyorsunuz. Bugünden baktığımızda, gerçekten böyle mi?
İttihat ve Terakki Mustafa Kemal’e çok “uygun” bir nüfus bileşimi bırakmıştır. Mustafa Kemal’e çok iş bırakmamışlar…
Homojen bir toplum yok ki, “uygun”dan kastınız ne?
En azından kendi iktidarları öncesi döneme kıyasla daha homojen ve ulus devlet yaratmaya daha uygun bir nüfus kompozisyonu diyebiliriz. Çünkü sonradan gelecek olan Kürt taleplerinin, Rum taleplerinin önü kesilmiş oluyor. Ama özellikle Ermeniler açısından önemli tabii.
Mustafa Kemal’in tamamen homojen olan bir devlet kurma yoluna gideceği varsayımından hareket ediyorsunuz. Öyle olmama ihtimali yok muydu?
Bir zihniyet devamlılığı söz konusudur. Kürtlerin asimilasyonu üzerine yeni bir devlet fikrini İttihatçılara kadar uzatmak mümkün. Ziya Gökalp, Kürtlerin asimilasyonunu önermekle kalmaz, ona ait projeler de sunar. Bir anket çalışması da yapıyor Gökalp 1914’te. 60’ı aşkın soru var. Anket, polisiye bilgiler içeriyor. Aşiret içindeki farklı etnik gruplaşmaların etkin olup olmadığı, dilleri, liderlerin, şeyhlerin kişisel zaafları…”
Her şey çok açık, anlaşılır ve net… Peki, bu, İmralı Partisi için de geçerli mi? Öcalan ilk savunmasından günümüze kadar M. Kemal ve TC’yi aklamaya çalışıyor. “1925 Şeyh Sait Ayaklanması olmasaydı der Öcalan, M. Kemal, Kürtlerin haklarını tanıyacaktı”. Oysa bu, bir uydurmadan ibarettir. Daha da önemlisi, bu, TC’nin kuruluş özelliklerini, var oluş gerekçelerini, devlet ulus hedefini ve yapılanmasını, bununla çelişen unsurların “kâmilen imha” çizgisini gözlerden kaçırma, kısacası Kürtleri bilinç alanında silahsızlandırma operasyonunun bir gereğidir!
Politik program ve çizgi konusunda bir devamlılık olduğu gibi, özel savaş örgütlenmesi alanında da bir devamlılık söz konusudur! Teşkilat-ı Mahsusa, İttihat Terakki’nin TC’ye armağanıdır. Daha doğru bir deyişle, TC’yi kuran çekirdek kadro, Teşkilat-ı Mahsusa kadrolarıdır. M. Kemal de bu kadrolardan biridir! Teşkilat-ı Mahsusa’yı dar anlamda bir örgüt olarak düşünmek yanıltıcıdır. İlk özel savaş anlayışının, soykırım, “etnik temizlik” ve bu temelde ulus-devlet geliştirme programının politik-pratik uygulama gücü ve anlayışıdır! Bu, TC’nin kuruluşundan günümüze her hücresine sinmiştir!
Dolayısıyla “derin devlet”, “sığ devlet” tartışmaları ve kavramlaştırmaları, gerçek anlamda bir özel savaş aygıtı olan, Teşkilat-ı Mahsusa’nın cisimleşmiş ifadesi olan TC devlet gerçeğini gözlerden ve bilinçlerden kaçırmaya dönük bilinçli bir çabadır!
Mayasında soykırım, “etnik temizlik”, tehcir, eritme ve imha programı olan böyle bir devletin demokratikleşmesi, kendi öz niteliklerine vurarak intiharı mümkün mü?
Mümkün değil, ama İmralı Partisi “demokratik çözüm” kodu ile yalvarmaya devam ediyor…
Oysa tarihi ve güncel gelişmelerin de sayısız kez kanıtladığı gibi İttihat ve Terakki’nin ruhunu kendinde cisimleştiren bu devleti ancak devrim paklar!
18 Şubat 2008