0 0
Read Time:5 Minute, 26 Second

Güney Kürdistan’a yönelik aylar öncesinden başlayan hava bombardımanı, 21 Şubat akşamından itibaren karadan işgal hareketine dönüştü. Hareketin zamanlaması birçok çevre tarafından sürpriz olarak karşılandı. Ağır kış ve sert doğa koşullarında gerçekleşiyor olması beklenmiyordu. Bahar aylarında bir kara hareketi bekleniyordu. İşgal hareketi, resmi açıklamalara göre 10 bin kişilik bir kara gücü, hava ve uzun menzilli silahlarla sürdürülmektedir.

Bugüne kadar yapılan resmi açıklamalara göre TC ordusunun önemli kayıplar verdiği anlaşılıyor…

Bu işgal hareketinin Güney Kürdistan, Irak, Ortadoğu dengelerini, ABD ile TC, ABD ile Güney Kürdistan yönetimi arasındaki ilişkileri yeni bir biçime ve yönelime sokma eğiliminde olduğu çok açıktır. Bu nedenle askeri bir işgal hareketinin ötesinde anlamları ve boyutları olan bir hareketle karşı karşıyayız!

Türk ordusu ve hükümeti, ısrarla bu hareketin hedefinin PKK ile sınırlı olduğunu açıklamalarına rağmen gerçeklik bundan daha kapsamlıdır. Öncelikle şunu vurgulamak gerekir: Tek başına PKK, bu hareketin stratejik hedefi değildir. İşgal hareketinin, birbirine bağlı ve esas olarak bir bütünlük ifade eden iki temel hedefi var:

Bir: Güney Kürdistan ve onun geleceği üzerinde söz ve karar sahibi olmak, bu noktada ABD ve diğer yerel dengeleri sınırlandırmak ve uzun vadede kendi sömürgeci sistemini zorlayabilecek gelişmeleri bugünden önlemeye çalışmak… Bu bağlamda Kerkük’ün Federe Kürdistan’a bağlanmasını önlemek, Federe Kürdistan’ı coğrafik, ekonomik ve politik açıdan olabildiğince daraltmak ve sınırlandırmak, sonuçta dengeler elverdiğinde buna şeklen de son vermek… Kürdistan sorununu sürekli tetikleyen, ulusal duyguları okşayan bir Güney Kürdistan değil, tersi bir işlev gören, elleri kolları bağlı, yönetimi kuklalaştırılmış ve sonuçta içi boş bir kabuktan öte bir anlamı olmayan bir Güney Kürdistan istedikleri çok açık… Aslında böyle bir Kürdistan da istemiyorlar, ama özerk veya federe bir Kürdistan’a yakın ve orta vadede tümden son veremeyeceklerini de biliyorlar… Mevcut Güney Kürdistan’ın varlığında kendi ulusal inkâr ve imha sistemlerinin yıkılış, günlük olarak bu sistemin yalanlama etkenlerini görüyorlar. Bu nedenle mevcut Güneyin konumunu kendileri için öncelikli stratejik bir tehdit ve tehlike görmektedirler…

İki: İmralı çizgisinin 9 yıllık tahribatlarına ve silahsızlandırma çabalarına rağmen Kuzey Kürdistan devrimci birikimine dayanan dinamiklerinin diri, canlı ve patlamalı bir potansiyele sahip olduğunu görüyorlar. Kürdistan sorununun bu devrimci dinamizmini bastırma ve saptırma çabası, Güney işgal hareketinin diğer bir stratejik önceliği olmaktadır.

Bu iki hedefin yanı sıra diğer bölgesel güç dengelerine dönük bir güç ve gövde gösterisi yapmak istedikleri çok açıktır. “Bize rağmen bu bölgeyi yeniden düzenleyemezsiniz, ben büyük bir gücüm, bunu hesaba katmak durumundasınız” demeye getirmektedirler. Ağır kış koşullarında ve içinde yenilgi ve ağır kayıplar riskini taşıyan askeri bir hareketin bu zamanlama ve gerçekleştirme tarzı ile bu güç gösterisi arasında şaşmaz bir ilişki vardır. Güney Kürdistan yönetimi, Irak merkezi hükümeti ve diğerleri anılan bu güç gösterisinin hedefleridir.

Bu güç gösterisi Güney Kürdistan ve Irak’ın şu anda fiili egemeni konumunda olan ABD’ye rağmen ve ABD’ye karşı unsurlar içeriyor mu?

Kesinlikle hayır! PKK bahane edilerek Güney ve Irak politikası üzerinde etkide bulunma konusunda ABD zorlanmıştır. Tezkere ve “Çuval Vakası” ile bozulma sürecine giren ilişkileri onarma ve etkin olma çabasını TC hiçbir zaman eksik etmemiştir. Yine bu etkileme sürecinde ABD’nin bilinen zayıflıklarını da kullanmıştır. Kimi zamanlar açık tehditlerden de geri kalmamıştır. Ama buna rağmen sürdürülmekte olan Güneyi işgal hareketini ABD’ye rağmen ve ona karşı yapılmış bir hareket olarak değerlendirmemek gerekir. Açıkça vurgulamak gerekir ki, ABD’nin açık onayı olmadan tek bir savaş uçağı Güneye Kürdistan asmalarına giremez, tek bir askeri sınırdan adımını atamazdı.

Peki, ABD emperyalizmi bunu neden yaptı? Kuşkusuz TC, NAO ve ikili antlaşmalarla kendi stratejik çizgisine bağlanmış, bundan böyle de kendisinden birçok alan için yararlanabileceği politik ve askeri bir “müttefik”. Bunu kaybetmek bir yana Afganistan ve Irak politikalarında kullanabileceği bir araç olarak değerlendirmektedir. Yine öteden beri hazırlandığı İran ve Suriye politikalarında da önemli bir rol oynayabilecek, dayanak noktası oluşturabilecek bir devlet… Güney Kürdistan yönetimini tam hizaya sokmada da TC sopasına ihtiyaç duyduğu anlaşılmaktadır. Kerkük ve diğer noktalarda bu sopaya ihtiyaç duymaktadır. Bu, açık ki, yeni bir denge durumudur ve genelde Kürtlerin aleyhine işleyen bir denge durumu… Yeniden biçimlendirilmek istenen bu dengede Kürt yönetimi, eskiye göre çok daha zayıf konumdadır. TC ise belli bir güç ve hareket yeteneği kazanmıştır.

Güney Kürdistan yönetimi bu gerçekliğin ne kadar bilincindedir? Bilincinde olsa bile bunu değiştirmek, lehine çevirmek için ne tür manevralar yapma ihtiyacı içindedir? Kuşkusuz onlar da bu gelişmelerin, etki ve sonuçlarının bilincindedirler… Ama kendi bağımsız stratejik eksenleri olmadığı için, en üst düzeyde ABD’nin stratejik ekseninde yürüdükleri için mevcut güç ve hareket yetenekleri, sınırları yine anılan stratejik eksen tarafından belirlenmektedir. Dolayısıyla son tahlilde kaderlerini ABD’nin insafına ve stratejik ve taktik oyunlarının gelişme eğilimlerine bağlamışlardır. Güç ve hareket özerkliğini kazanmaları, gelinen noktada, ancak halka dayalı ve daha bağımsız duruşa bağlıdır!

Yıllardır halkımızın ulusal ve anti-emperyalizm bilinci tahrip edilmektedir. ABD emperyalizmi “Kurtarıcı figür” olarak alkışlanmaktadır. Bunu “Aydınlar”, siyasetçiler, siyasi partiler yaptı. Oysa hep tekrarlandığı gibi, ADB tarihin hiçbir döneminde halkların dostu olmadı, her zaman ve her yerde egemenlik peşinde koştu, bu bağlamda yeri geldiğinde halkları kullandıktan sonra bir kâğıt mendil gibi buruşturup çöp sepetine atmaktan da geri durmadı. 1975 Cezayir Anlaşması, 1991 Körfez savaşında Kürtler bu gerçekliği somut ve çok dramatik bir biçimde yaşadılar. Bu durum Güney Kürdistan için bugün de ciddi bir tehlike niteliğindedir. Güney için TC işgali ve ABD’nin “İhaneti”, ayakların suya değmesinde, gerçeklerin daha soğukkanlı kavranmasında ciddi birer uyarıcı işlev görecek mi?

Öte yandan Türk işgal hareketine karşı HPG direniyor, TC’ye önemli kayıplar da verdiriyor. Bu direnişin objektif olarak Güneye ve Kuzeydeki gelişmelere belli bir katkısı da oluyor. Ancak soruna stratejik ve politik bakıldığında bunların tek başına ve uzun vadede stratejik bir değer ifade etmediği çok açıktır! HPG, ulusal bir program ve askeri bir stratejiden yoksundur. Direnişin oturduğu program ve askeri strateji olmadığı için her eylemi ve direnişi özgür geleceğe akan bir nehre dönüşemiyor… Bu, aslında yönsüz, hedefsiz ve silahsız yol almaktan başka bir anlama gelmemektedir. Eğer ulusal politik ve askeri bir stratejiden yoksunsanız, kendinize değil, düşmanlarınıza hizmet edeceğiniz, onun bunun bahanesi, malzemesi olmaktan kurtulamayacağınız çok açıktır. Bu trajik paradokstan kurtulmanın tek yolu var: İmralı çizgisini tasfiye etmek, devimci yurtsever bir program ve stratejiye dönmek! Bu köklü bir “iç devrim” anlamına geliyor! Peki, bunu yapabilirler mi? Olanaksızlık düzeyinde çok zor!

Yani direnmek yetmiyor, doğru bir politik bilince, ulusal devrimci bir programa ve bunun yönlendirdiği bir stratejiye yaşamsal bir ihtiyaç var. Kuzey ve Güneyi ile Kürdistan halkının karşı karşıya kaldığı tehlikeleri savuşturmanın ve özgür ve bağımsız ufuklara doğru yol almanın olmazsa olmaz koşulu budur! Günlük yaşamın katı ve acıtan gerçekliği bunu her defasında doğruluyor… Bu doğru anlayış ve programa sahip olduğunuzda doğru dost ve düşman tanımlarınız da olur, bunun yaşamdaki karşılıkları da… Eğer öyle olmazsa dönemsel trajik tekrarlar “Kürdistan’ın kaderi” olmaya devam eder, ne yazık ki!

26 Şubat 2008

canyuece@sosyalist-kurd.net

Happy
Happy
0 %
Sad
Sad
0 %
Excited
Excited
0 %
Sleepy
Sleepy
0 %
Angry
Angry
0 %
Surprise
Surprise
0 %
News Reporter