0 0
Read Time:34 Minute, 25 Second

Bir soru ama önemli bir soru, ihtiyaç listesine giren tüm bu nesneler/metalar gökyüzünden tanrısal bir el tarafından mı yeryüzüne fırlatıldı? Bu yazının temel derdi bu soru ve bu soruya -başta kendimi ama özellikle sizleri- yormadan cevap vermek. Aman yorulmayalım. Takılalım abi ya da ucundan tutuverelim. Derinleşmek ve yoğunlaşmak hızın arttığı bu çağa bu günlere uymaz. Neyse sorumuza dönecek olursak keşke böyle bir tanrı olsaydı. İnsanların ihtiyaç duyduğu gerekli ve gereksiz ne varsa tanrısal bir iradeyle insanlara sunulsa. Ve tüm bu ihtiyaçlar aslında gökyüzünde yüzer gezer biçimde dolaşsalar. İnsanlar da ihtiyaçlarını alıp, bir güzel mutlu mesut yaşamlarını sürdürseler. Ama tanrıya da haksızlık etmememiz gerekiyor, bizlere o kadar güzel bir dünya ve o kadar çok güzellik sunmuş ki, ama sunduğu şeyler arasında bir tanesi defolu çıkmış ve verili düzenekleri tamamen tersine çevirmiş. Bakın J.J. Rousseau gelişmeleri nasıl açıklıyor; İnsan özgür doğar oysa her yerde zincire vurulmuştur.” Neyse sözün özü; “Biz büyüdük, kirlendi dünya.”

Eğer tüm bu nesneler, ilahi güçler tarafından dünyaya insanlar için fırlatılmadıysalar, bu güler yüzlü nesneler/şeyler nereden gelir ve nereye giderler? Amerika’yı ziyaret eden Baudrillard, Amerika için nedenlerini yitirmiş sonuçlar ülkesi der. Aslında Amerika için kullanlan bu ifadeyi kapitalizmin meta egemenliğindeki dünyasını anlatmak için kullanmak daha uygun olacaktır. Sağım solum sobe. Herkes meta. Her şey meta… Tekrar edelim sorumuzu, bu nesne/metalar nereden geldi ve dahası tüm çevremizi kuşatacak kadar çoğaldılar?

 

Toplumun Nedenlerini Yitirme Çabaları

İşte şimdi bu olmadı. Sistemin, sermayenin organik aydınları bunca emek ve çabayı nedenleri ve niçinleri gizlemek için bu kadar çok çabalerken. Bu emeğe yazık değil mi? Post-endüstri toplumu, yeni-kapitalizm ya da bilgi toplumu kavramları niçin üretildi? Akademik dünya olanca emeğini bu yönde kullanmıyor mu? Artık bildik anlamda üretimde çalışanların sayısı azalıyor, servis sektörü muazzam gelişti. İşçi çalışmayan fabrikalar devrine girmedik mi? Zaten üretimdeki esas değeri yaratan artık bilgi değil mi? Türkiye’de en son çıkartılan İş Yasası’nın gerekçesine allah aşkına bir zaman ayırarak da bakın. Orada yirmi birinci yüzyıla girerken işçilerin artık eskisi gibi önemi kalmadığı belirtiliyor. İş Yasası’na, yani işçiler için çıkartılan yasaya, bilirkişiler, bilmişliğini göstererek işçilerin artık önemlerinin kalmadığını yazarlar. Neyse bakmak için zamanız olmayabilir. Ben aktarayayım: ”.. Üretimde bilginin öneminin sermayenin önüne geçmesi, çalışanların vasıf derecelerinin beden işçiliğinden fikir işçiliğine kayması, küresel rekabetin, esnekleşme olgusunu zorunlu olarak gündeme getirmesi çalışma hayatını yakından etkilemektedir” (İş Kanunu Ön Tasarısı’ndan) O zaman neden bir iş yasasına ihtiyaç duyulur ki? Ama gene de olsun, bir iş yasası çıkartılmalı!

Saklayamazsınız! Saklayamazsınız! Haydi söyleyin tüm bu metalar nereden geldi?

Ama bu sefer o sert ve sert olduğu kadarıyla gayri insani iktisat disiplini olanca gücüyle sahneye çıkar. Yok yok baştan beri sahnede. İktisat disiplini özellikle işçi sınıfının (aaa valllahi ağzımızdan kaçtı) sayısal olarak arttığı ve politik özne olmaya başladığı bir zamanda müdahale eder. Sistemin yeniden üretimi için, sistemin bilgisinin de üretilmesi gerekiyor. İktidar için ve iktidar adına bilgi üretilir. Yani bu günlerde projecilik diye kızıp sinirlendiğimiz olgunun büyük babası olur tüm bu tarz bilgi üretimi. İktisat disiplini ekonomi politikten uzaklaşır ve bu konuda iktisadın temel konusu olan değer ve değerin ölçümü üzerine yeni şeyler söylenmeye başlanır. Çünkü kapitalist öncesi toplumsal ilişkilere karşı yine sistem dili üzerinden yorum yapan A. Smith ve D. Ricardo gibi öncüler, bir metaın değerini o metanın üretilmesi için harcanan emek miktarına bağlar. Ve dahası bir toplumun zenginliğini de, o toplumun sahip olduğu emek miktarı üzerinden açıklar. Ve D. Ricardo işi daha da ileri götürür. Bir toplumun gelecekteki zenginliğinin, var olan zenginliğin üç sınıf arasında nasıl paylaşıldığına bağlayacaktır. Bu densizliğe dur demek gerekirdi. Ve dendi de. Ekonomi politik bile kötü çağrışımlara neden olduğu için ekonomi olarak devreye girer. Ve ekonomi sorunu çözer metaların değeri, o metaları tüketenlerin metalara duydukları ihtiyacın şiddetine bağlanır. Yani değer özne ile tüketilen nesne arasındaki ilişki üzerinden tanımlanır. Aman yarabbim kurtulduk. Sen sağ, ben salim. Peki iktisat disiplini işçi kavramını analizlerine hiç sokmaz mı? Olur mu öyle şey! Meta ve para piyasası gibi iki önemli piyasa gibi bir de analizlerine emek piyasasını eklerler. Marx ve Engels, burjuvazi kendi imajlarına uygun bir dünya yaratır derler. İktisat tam da bu işlevi yerine getirir. Yaa… bunu da bir başka yazıda ele alalım. Bizim solcu millet iktisat ideolojidir diyerek kestirip atıyor ve bir güzelce onu yanliş bilgi üreten bir konumda ele alırlar, yok yok ele almaz bırakırlar. Nasıl olsa yanlış bilinci temsil eder diye. Oysa iktisadın 1800’lerin ortasından itibaren işaret ettiği şeyler, bu günlerde yaşanan şeyler haline geldi. Bu gün işaret edilenler de toplumsal bir karşı çıkış olmazsa yarınlarda yaşanacaklar. Yani, yani iktisat sadece bir ideoloji değil, tam tersine burjuvazinin hayalindeki dünyayı biçimlendiren, ona şekil veren ve hatta tökezlediğinde elinden tutup kaldıracak yaşama dokunan bir dizi işlevi var. Neyse bu emek piyasası mantığına göre işçi de bir meta sahibi olarak emek piyasasına gider ve sahip olduğu metayı piyasaya, emek piyasasına sunar ya da arz eder. Birileri de emek piyasasına sunulan bu metaya hani ihtiyaç duyar da alır. Elma, domates, ayakkabı piyasası gibi, bir de emek piyasası vardır. Evet, bugün işçi dediğimiz bu insanlar tıpkı elma, domates ve patates gibi emek piyasasında emek-güçlerini satmaya çalışır. Yani olay çok kolay. Bir satan var, bir de satın alan. İktisat disiplinine göre aynı zamanda alan memnun satan memnun, size yani bize ne oluyor. Dikkat ederseniz iktisat disiplinin emek piyasası dediği şeye biz ısrarla emek-gücü piyasası diyoruz, diyeceğiz. Konu konuyu açıyor, ama toplumsal ilişkileri bu tarzda ani toplumsal ilişkiler dolayında ne kadar ele alırsak alalım. Bir muhalif ve Türkiye’de Karl Polanyici kolaycı var olma hali, hemen kaba marksizm diye bu tarz analizleri ellerinin tersi ile iterler, istemezler. Onlar için Marx ve marksizmin adı geçtiği her yer, her şey kaba, indirgemecidir. Bu kadar tarihsel geçmişi ve farklılıkları olan ve kendi içinde kaba indirgemecilik konusunda bu kadar eleştirel farklılıklar taşıyan bir düşünsel/pratik oluşu bir kalemle nasıl indirgemeci diye silersiniz. Bunu anlamak hem zor hem kolay.

Neyse biz yine emek piyasasına dönelim. Eeee… bu piyasada emekçinin emek-gücü bir alıcı bulursa karşılığında ücretini alır ve bir güzel Müslüm Babanın saydığı ihtiyaçları/ihtiyaçlarını karşılar. Ya emek-gücüne piyasada alıcı bulamazsa, bu insanlara da işsiz diyoruz. Bizde çokca bulunur bu işsiz denen insanlardan (bir hesaba göre 2 milyon dört yüz bin, başka bir hesaba göre ise 4 milyonun üzerinde). Bu insanlar yani işsizler de ihtiyaç listesine pek ihtiyaç duymazlar. Bu öyküde inandırıcı olmayan, gerçeklere uymayan ne kadar çok şey var.

Happy
Happy
0 %
Sad
Sad
0 %
Excited
Excited
0 %
Sleepy
Sleepy
0 %
Angry
Angry
0 %
Surprise
Surprise
0 %
Pages: 1 2 3 4 5
News Reporter