Nedenleri ve Sonuçları ile Kapitalizm
Öykünün en sorunlu yanı, işçi-emekçi denen varoluş sanki tarihin her döneminde var olan bir gerçeklikmiş gibi açıklanmasıdır. Hemen söyleyelim, bu doğru değil. İnsanların işçileşmesi, binlerce yıl süren tarım toplumlarından sonra gerçekleşiyor. Müslüm Baba’nın ihtiyaç listesine giren malların/metaların üretilmesi için öncelikle bu malları üretecek içilerin üretilmesi gerekir. Evet evet yanlış duymadınız, işçiler süreç içinde ve genellikle de zor üzerinden üretilmiş bir gerçekliktir. Komünist Manifesto’nun öncülü olan Komünizmin İlkeleri’nde F.Engels basit bir dille bunun böyle olmadığını açıklıyor. Hem de en basit bir dille.
“Soru : Proletarya nedir?
Yanıt: Proletarya, toplumun, geçim araçlarını herhangi bir sermayeden elde edilen kârdan değil, tamamıyla ve yalnızca kendi emeğinin satışından sağlayan; sevinci ve üzüntüsü, yaşaması ve ölmesi, tüm varlığı emek talebine, dolayısıyla işlerin iyi gittiği dönemler ile kötü gittiği dönemlerin birbirlerinin yerini almasına, sınırsız rekabetten doğan dalgalanmalara dayanan sınıfıdır. Proletarya, yani proleterler sınıfı, tek sözcükle, 19. yüzyılın çalışan sınıfıdır.
Soru: Şu halde proleterler her zaman varolmamışlardır?
Yanıt: Hayır. Yoksul halk ve çalışan sınıflar her zaman varolmuştur,[45] ve bu çalışan sınıflar çoğunlukla yoksuldular. Ama demin sözü edilen koşullar altında yaşayan bu tür yoksullar, bu tür işçiler, yani proleterler her zaman varolmamışlardır, nasıl ki rekabet her zaman serbest ve sınırsız olmamışsa.
Soru : Proletarya nasıl doğdu?
Yanıt: Proletarya, geçen yüzyılın ikinci yarısında İngiltere’de ortaya çıkan ve o zamandan bu yana dünyanın bütün uygar ülkelerinde kendini yinelemiş olan sanayi devriminin bir sonucu olarak doğdu. Bu sanayi devrimine, buhar makinesinin, çeşitli dokuma makinelelerinin, buharlı tezgahın ve daha birçok başka mekanik aygıtların icadı neden oldu. çok pahalı olan ve, bunun sonucu, ancak büyük kapitalistler tarafından satın alınabilen bu makineler, o güne dek varolan tüm üretim biçimini değiştirdi ve makineler işçilerin derme çatma çıkrıklarıyla ve el tezgahlarıyla ürettiklerinden daha ucuz ve daha iyi metalar ürettiği için, eski işçileri safdışı bıraktı.” (Engels, Komünist Manifesto)
Tabi ki işçi üretimi hiç de kolay olmadı. İşçi üretiminin ilk uğrağı olan İngiltere tarihinde, işçileşme sürecine paralel olarak bir çok işçileşmeme hareketi olduğunu da biliyoruz. Bu gün artık normalleştirilmiş ve sıradan bir olgu olan işçileşmeye karşı neden mücadele verilsin ki dendiğini duyar gibiyim.
Ayrımlar Çağı: Emek ile emek-gücünün birbirinden ayrılması
Komünist Manifesto’da K. Marx ve F. Engels 160 yıl önce “katı olan her şey buharlaşıyor” diye süreci açıklarken, Peter Kropotkin olup bitenler karşısında tepkisini dile getirmek için yaşananları “ayrımlar çağı” olarak tanımlayacaktır. Ayrımlar çağı ifadesi oldukça anlamlıdır. Ve katı olan her şey buharlaşıyor, ama buharlaşması için ayrışması gerekiyor. Belki de buharlaşma yerine ayrışması demek daha uygun. İşçileşme diye tanımladığımız olay tam da burada açığa çıkıyor. Çünkü işçileşecek insanların binlerce yıl sürdürdükleri üretken faaliyetleri ve dahası üretim araçlarından kopartılması yani ayrıştırılması gerekiyor. Marx, KAPİTAL’de bu mekanizmayı ilkel birikimin önemli bileşenlerinden biri olarak adlandırır. Marx’tan daha güzel anlatamayacağım için, yukarıda sorduğumuz sorunun cevabı olan emek ve emek-gücünün oluşumunu direkt Marx’tan aktarmayı uygun buldum:
“Kapitalist sistem, emekçilerin, emeklerini gerçekleştirebilecekleri araçlar üzerinde her türlü mülkiyet hakkından tamamen ayrılmış ve kopmuş olmalarını öngörür. Kapitalist üretim, ayakları üzerinde doğrulur doğrulmaz, yalnız bu ayrılığı sürdürmekle kalmaz, bu ayrılığı zamanla artan oranlarda yeniden-üretir de. Bu nedenle, kapitalist sistemin yolunu açan süreç, emekçinin elinden üretim araçlarının sahipliğini alan süreçten başkası olamaz; bu süreç, bir yandan toplumsal geçim araçlarını sermayeye dönüştürür, öte yandan, doğrudan üreticileri ücretli emekçilere dönüştürür. İlkel birikim denilen şey, bu nedenle, üreticiyi üretim araçlarından ayıran tarihsel süreçten başka bir şey değildir.” (Marx, KAPİTAL). Sevimli kırmızı güler yüzlü nenselerin üretilmesi için öncelikle emek-gücünün üretilmesi gerekmiştir. Türkiye için bu sürecin kısmi olarak devam ettiğini söyleyebiliriz. Tarımsal alandaki dönüşüm ile geleneksel zanaatkarlığı sürdüremeyenler emek-güçlerini piyasaya sunuyorlar. Artık alıcı bulursalar çalışan, bulamazsalar işsizler ordusuna katılıyorlar.
Ama her durumda yaşanan süreç ilginç, ilginç olduğu kadar da acımasız bir süreçtir. Çünkü toplumun oldukça büyük bir bölümü sahip oldukları tek şey olan kendi enerjilerini, eylemliliklerini, kendi hareketlerini bir ücret karşılığında satmak zorunda bırakılmışlardır. Yaptığının genellikle bilincinde olmayan ama daha da tehlikeli bilinçli vulgar iktisatçı, emek piyasası üzerinden konuştuğu anda, aslında insanlık tarihinde oldukça yeni ama bir o kadar da gayri insani bir şeyi normalleştiriyor ve zorunlu kılıyor. Ve kapitalist toplumun diğer toplumlardan farklı olarak insanlara çalışıp-çalışmama özgürlüğü verdiği de hemen ilave ediliyor. Yani bizde zor yok abiler ablalar! İsteyen çalışır isteyen çalışmaz. Nedense bu ifadeleri kullanırken belleğimde birden 2006 İstanbul 1 Mayıs’ı canlandı. İşçiler üretim araçları ve işimizi isteriz ifadeleri ile pankartlar açıp yürümüşlerdi. Özgür olduğu söylenen ve emek-güçlerinden başka bir şeyi olmayan insanlar, hayır ben emek-gücümü satmak istemiyorum kararını özgür iradesi ile verse ve ardından da Müslüm Baba’nın ihtiyaç listesine ulaşma yol ve yöntemlerini denese ne olur? Tabi ki yasalar devreye girecek. Hemen hemen herkesin ihtiyaç listesini karşılayacak kadar ürün etrafımızı sarmışken, bu yasalar sayesinde ihtiyacını gideremeyen insanlar kaderlerine razı oluyorlar. Bu duruma da yoksulluk deniyor. Onların neden yoksul oldukları sorgulanacağına, bu kadar çok nesne/meta orta yerde dolaşırken, bu insanlar neden yoksul diye sorgulanmaz ki? Müslüm Baba’nın değişimi de tam burada belirginleşiyor. Bırrrlamadan önce Müslüm Baba yüzünü bu nesnelere ulaşamayan insanlara dönmüştü, onlar için söylüyordu. Örnek olarak ‘Hayat Berbat’ adlı şarkısında bu insanlara şöyle seslenir:
“Ah felek söyle bana ne yapmam gerek
Hayat berbat gel bu eli saymayalım
Ah felek söyle bana ölmem mi gerek
Hayat berbat al sırtımdan kamburunu
Biz yeniden başlayalım”
Ama gerçekten belki de “Aşk tesadüfleri sever” ve “Yıllar geçmeyi sever ve İnsan aramayı.” Sistemin ezdiği, dışladığı insanlardan sistemi ayakta tutan nesnelere yönelme de bir tesadüf. Sistemin mantığı olarak fetişizm burada da kendini gösteriyor. Belki de Müslüm Baba ihtiyaç listesini yeniden düşünür. Gerçekten de reklamda olduğu gibi boğazımıza kadar mal/meta varken nasıl olur da aynı zamanda bu kadar yoksulluk, sefalet olur diye bir yol kendine sorar. Baba belki yeniden itirazım var der belli mi olur.