Bugün “Marksizmin güncelliği”ni tartışmak, kabul etmek gerekir ki, biz Marksistler açısından, aynı zamanda, bir savunma anlamına da geliyor.
Bunlar tuhaf zamanlar ve dolayısıyla da Marksizmi, onun güncelliğini ve günümüzdeki geçerliliğini tartışmak, savunmak gerekiyor. Gerçekten tuhaf, çünkü Marksizm hayat demek, yaşamımızı belirleyen yasalar demek. Akıp giden bütün çelişki ve çatışmalarıyla; savaşım ve tutkularıyla, yitip gidenleriyle, kazanımlarıyla, boğucu süregenliği, inatçı donmuşluğu, içten içe değişim ve gök gürültülü dönüşümleriyle, ta kendisi toplumsal hayatın Marksizm…
Bunu “karşı taraf” da görüyor, hatta bazen bizden de iyi. Örneğin, Dünya Bankası uzmanları, 1996 Dünya Gelişme Raporu‘ndaki tezlerini savunurken kanıt olarak Komünist Manifesto‘ya başvuruyorlar. İlerici Amerikalı sosyolog C. Wright Mills, soyal bilimleri, Marksla karşıtları arasındaki “tartışma” olarak tanımlarken, aynı şeyi yapıyir, değindiğim ideolojik mücadelenin sürekliliğini ve boyutlarını çok iyi belirlemiş oluyor.
Ama yine de yanılsama sürüyor ve Marksizmin güncelliğini tartışmak gerekiyor.
Evet, Marksizmin güncelliğini gündeme getirmek ve bunu savunmak, Marksizme karşı saldırılara bir yanıt niteliği taşıyor. Kapitalizmin insanlığa yaşamın her alanında felaket getirmekte olduğu ve çok boyutlu krizler içinde kıvrandığı bir dönemde, tuhaf bir biçimde, Marksizmin miadını doldurduğu, geçerliliğini yitirdiği tezinin yaygın kabulüne, bu büyük aldatmaca ve yanılsamaya yanıt verme çabası yaptığımız. Üstlenmek zorundayız elbette ama büyük ideolojik saldırıyla içine kıstırılmak istendiğimiz savunma pozisyonunu aşarak yerine getirmeliyiz bu görevi.
Kuşkusuz Marksizmin bilimsel yetkinlik ve yaratıcılığını, felsefi derinliğini, tarihsel anlamını, ahlaki üstünlüğünü kavramak ve hele anlatmak güç. Hayatın Yasalarının Bilimi’nin doğrudan yaşam ve insanlık üzerindeki kapsamlı, sarsıcı, özgürleştirici etkilerini de…
Bu uğraşta iki yolu izlemeliyiz. Birincisi, sadece ana sıkışıp kalmadan, Marksizmin tarihimize, yani insanlığın ortak bilincine ve, daha da önemlisi, geleceğimize, insanlığın geleceğine tuttuğu ışık üzerinde durarak “güncellik” kavramını tartışmalıyız; “ya barbarlık, hatta, ya yok oluş ya sosyalizm” sloganının anlattığı gibi. İkinci olarak da, bu uğraşı, mutlaka, salt entellektüel tartışmaya, sadece ideolojik mücadeleye indirgemekten kaçınarak, Marksizmi hayatla, onun gerçek sahibi işçi sınıfıyla, emekçilerle, giderek, büyük insanlıkla, politik mücadele pratiğiyle, devrimci praksisle bütünleştirerek, bütün bunların bir organik parçası yaparak, sürdürmeliyiz.
Marksizmi, dün, yani ortak bellek; bugün, yani yaşayan ve nihayet, yarın, yani gelecek üzerine oturtarak tartışmalıyız. Marks, gününü, kendi zamanını anlayabilmek için dünü araştırdı; keşfettiği yasallıklardan, dinamiklerden hareketle sadece anı kavramakla kalmadı; geleceğe de ışık tuttu.
Marks ve Engels, geleceğe yönelişin yasalarını, dinamiklerini, taşıyıcılarını ortaya çıkartırken, yaptıklarının doğası gereği, Devrimi de anlattılar. Dün, bugün ve yarın, geçmiş, an ve gelecek, Marksizmde bir bütün olarak, birbirlerine geçmiş organik bağlantılarıyla birlikte bulunurlar. Marksizm, bu yapısıyla, dünü ve bugünü aşar, geleceğe uzanır akar. Yaşadığımız evreni anlamak ve onu değiştirmek… Marksizmin insanlığa en büyük armağanı burada ortaya çıkar…
Kuşkusuz, Marksizmi yeniden anlatma çabasının yaşamsal bir yanını, bilimsel/entellektüel çabalar oluşturuyor. Görüntünün ardındaki özü ortaya çıkarmanın temel yolu bu.
Burada en önemli silahımız gerçek, gerçeğin bizim yanımızda olması ve Marksizmin, toplumun büyük çoğunluğunun, giderek, büyük insanlığın, hayati çıkarlarına hizmet eden bütün dinamiklerin kaynağını oluşturmasıdır. Bu durumda, gerçeklerin topluma aktarılmasında ve karşı tarafın yıkıcı/yanıltıcı propagandası karşısında asıl kozumuz basit: gerçeğin gizlenmiş özünü açığa çıkartmak. Bunun, genel olarak evrensel sosyalizmin, özel olarak da ülkemiz devrimci solunun neredeyse gelenselleşmiş/kurumsallaşmış haliyle, yani, abartılı ajitasyonla ve anlamsız genellemelerle, gereksiz polemiklerle, gündelik tablonun kısa erimli amaçlar uğruna eğip bükülerek aktarılmasıyla yapılması son derece yanlış, verimsiz, hatta zararlıdır. Gereken çalışmanın, bilgiye dayalı propaganda ve ajitasyonla yapılması en sağlam yöntemdir.
İşte bu noktada, bilimin, bilimsel uğraş ve verilerin hayati önemi ortaya çıkmaktadır. Aydınların, uzmanların, bilimcilerin ortaklığı, bu yönüyle ele alınırsa, bu stratejik bakışla kavranırsa, onlarla birliktelik artık bir “aydın gevezeliği” ya da “akademik marksizmin tartışmaları” olmaktan çıkar, doğrudan gündelik yaşamla, giderek, hayatın kendisiyle rabıtalanmak, yani kendi dar dünyamızdan da, düşlerle örülmüş hayal evreninden de çıkmak, bizi hayattan koparan teorisizmden özgürleşmek, dar çekişmelerden kurtulmak, anlamına gelir; üstelik, bunların dolayımıyla da, işçilerle, emekçilerle, sokaktaki insanla sağlam zeminler üzerinde, hayatın gerçekleri üzerinden buluşmak anlamına gelir.
Aydınlarla, uzmanlarla, akademisyenlerle ilişkiler pek çok bakımdan sorunludur; dar bakışlı apolitik aydınlar kategorisi de, “akademik Marksizm” geleneği de sorunludur kuşkusuz. Farklı amaçlı ve yöntemli olsa, da, her iki gerçeklikle de ideolojik-pratik bir tartışma kaçınılmaz olarak gündemimizdedir.
Bu noktada, Otto Renè Castillo’nun, bugün Marksizm kadar güncel konuya değinen şiirini, ayrıca ideolojik mücadeleye yön göstermedeki yararı nedeniyle de, anımsamakta yarar var:
“Apolitik Aydınlar”
Birgün,
ülkemin apolitik aydınları
halkımızın en sıradan insanlarınca
sorgulanacaklar…
Halkları,
ağır ağır yanan sıcak bir ateş gibi
küçücük ve yalnız,
Yavaşça ölürken,
ne yaptıkları
Sorulacak onlara…
O gün,
apolitik aydınların
kitaplarında, şiirlerinde
Yerleri olmayan
ama her gün ekmek ve sütlerini,
pide ve yumurtalarını getirmiş,
giysilerini onarmış,
araçlarını sürmüş,
köpeklerine ve bahçelerine bakmış,
onlara çalışmış
sıradan insanlar gelecekler
Ve soracaklar:
İçlerindeki insan ve yaşam sönüp
çile çektiğinde yoksullar
Siz ne yaptınız?
Tabii Marksologlarla, akademik Marksistlerle, Marksist aydınlarla da birlikte verimli çalışmanın yollarını bulmak gerekiyor. Burada sorun, sadece hayattan, pratikten kopuk “aydın gevezeliği” değildir kuşkusuz. Bu bağlamda, “dışardan bilinç” sorunsalı gözden kaçırılmamalı. Tehlikeye otuz yıl önce Garaudy şöyle işaret etmiş:
“Yaşayan Marksist düşünceyi ortaya çıkarmak için, üç çeyrek yüzyıldan fazla bir zamandır, onu tehlikesiz felsefeler üzerine yamayarak, Marksizmin itibarına sahip olmayı birbiri peşisıra deneyen bütün revizyonizmlerden ayırmak, ayıklamak gerkecektir. Neo-Kantizmden, Bergsonizmden, neo-hegelianizmden, fenomenolojiden, existansiyalizmden, hatta teolojiden hareket ederek Marx’ı yeniden değerlendirdiklerini iddia edenler oldu. Bütün bunları yaparken umut, onu uysallaştırmak, temelinden uzaklaştırmak idi. Dünyayı değiştirmenin aracı ve zorunluluğu değil, dünyayı olduğu gibi bırakarak, dünyanın birçok yorumundan biri gibi değerlendirmek istendi.”[1]
Sonuç olarak şu söylenmeli: Marksizmi, sığlık ve kabalığa olduğu kadar, entellektüalizme de hapsetmeden tartışmayı gerçekleştirebilmeliyiz. Bunun sigortasıysa, hayatın içinde, pratikte yatıyor.
Dolayısıyla, ikinci olarak, Marksizmin hayatla çok yönlü bağlarının mutlaka kurulması gerekiyor. Marks’ın İkinci Tez’de belirttiği gibi, nihayet, “”İnsan düşüncesinin nesnel gerçekliğe ulaşması sorunu, bir teorik mesele değil, bir pratik işidir. Gerçek, pratik deneyle ancak kanıtlanabilir…” Kutsal Aile‘de verilen ders, “proletaryanın yaşam koşullarının, çağdaş toplumun içinde bulunduğu bütün insanlık dışı koşulların odak noktası olduğu… insanın proletarya içindi yittiği…” gerçeği hiç unutulmamalıdır.
Aslında bu o kadar zor da değil. Marksizmle hayatın içiçe geçmişliğini, özellikle de devrimci kurtuluş praksisiyle Marksizm arasındaki organik bağı, Che Guevera, bir büyük özgürlük savaşımına ilişkin olarak, şöyle anlatıyor:
“Küba Devrimi, Marks’la, onun bilimi bırakıp devrimci silahını kuşandığı noktada buluşur… Biz pratik devrimciler, kendi mücadelemizi başlatırken, özünde bilimci Marks’ın öngörmüş olduğu yasaların gereğini yerine getirmiş oluyoruz. Bu isyan yolunu katederken, eski güç yapılarına karşı mücadele ederken, bu yapının yıkılması için desteğimizi halkta dayandırırken ve halkın mutluluğunu mücadelemizin temeli yaparken kendimizi, özünde, bilimci Marks’ın saptamış olduğu öngörülere uyarlamaktayız. Yani, ve bunu bir kez daha vurgulamak gerekir ki: önderlerinin teorik açıdan bunlara ilişkin bildiklerinden ya da söylediklerinden bağımsız olarak, Marksizmin yasaları, Küba Devrimi’nin gelişimi içinde mevcuttur.”[2]
Marksizmin hayatla bağı, onun büyük insanlıkla, insani kurtuluşla ilişkisi, insanın insanlaşma serüveninde sosyalist devrimin kritik eşik olma özelliğiyle birleştirilmeli. Marks’ın dediği gibi, “İnsan yaşamına el koyan özel mülkiyetin pozitif manada ortadan kaldırılması, aynı zamanda, bütün kısıtlamaların olumlu anlamıyla ortadan kalkması ve insanın dinden, aileden, devletten ve benzerlerinden insani, yani toplumsal varlığına geri dönmesidir.”[3]
Bugün, insan genetiğiyle oynama olanağını elde etmiş bir avuç azınlığın tekeline karşı, üretim araçlarının toplulsallaşması ve özel mülkiyetin ilgası, artık sadece proletaryayı değil, büyük insanlığı ilgilendiriyor ve şimdiye kadar hiç olmadığı ölçüde, devrimin öncüsü ve taşıyıcısı proletarya (ve dolayısıyla Marksim-Leninizm) ile insanlık arasındaki yaşamsal çıkar bağlarını somut olarak kanıtlıyor. Elbette, asla unutmamak gerekir ki, 1844 Elyazmaları‘nda belirtildiği gibi, “işçilerin kurtuluşu insanın evrensel kurtuluşunu içerir… insanlığın evrensel kurtuluşu, işçilerin kurtuluşunda içerilmiştir.”
Marksizm hâlâ güncel çünkü onun hareket yasalarını keşfettiği ve değiştirmeye giriştiği sistem hala yaşıyor, bütün değişti iddialarına karşın temel karakteristiklerini, dinamiklerini, özünü değiştiremediği açık biçimde görülüyor. Yasaları kendilerini dayattıkça, Marksizm de güncelliğini yeniden üretiyor, hayalete et ve kemik gerçekliğini kazandırıyor.
Marksizm, insanoğlunun tarihindeki en büyük özgürlük arayışı, bir bilimsel özgürlük projesi… Dünün kölesine bugün önderlik ve yönetmek, yarın da özgürlük dünyasını işaret eden bilimsel kesinlik ile insan müdahalesi, özgür insanın kendi yazgısı üzerindeki hakimiyeti, arasında kurulan denge, tarihin kaçınılmaz gidişatı ile tarihi insanın yapması arasındaki devrim bileşkesi Marksizm.
Marks, “şayet para…’bu dünyaya yanaktaki kalıtımsal bir kan lekesi olarak gelmişse,’ sermaye, tepeden tırnağa, tüm gözeneklerden fışkıran kan ve kir olarak gelir” demişti.[4] İşte Marksizm, para kadar, piyasa kadar, kapitalizm kadar güncel, devrim ihtiyacı kadar güncel… İnsanın insana kulluğu kadar dün, ücretli kölelik kadar bugün, devrim ve sınıfsız toplum kadar yakın ve uzak gelecek…
Bazı Marksistler, Marksizm ancak değiştirmeye giriştiği sistem tarih sahnesinden silindiğinde, miadını doldurabilir diyorlar. Belki bu denli iyimser de olmamak gerek. Mao, yaptığı söyleşide, Andre Malraux’ya şöyle diyor:
“İnsanlık kendi araçlarına bırakıldığında, bir zorunluluk olarak kapitalizmi yeniden inşa etmez… ama eşitsizliği yeniden kurar. Yeni sınıfların oluşumuna eğilimli dinamikler güçlüdür.”[5]
Anlaşılan o ki, Marksizme insanlık daha uzun süre ihtiyaç duyacak. Yeni çelişkilerin dingin özgürlük dünyasında, özgür üreticilerin gerçekten insani “sınıfsız toplumu”nda insanoğlu, Marks’ı ve devrimcileri “güncelliğin sınırlamaları”ndan özgürleştirecek…
*Emek Araştırmaları Merkezi Girişimi tarafından 2-3 Şubat 2008 tarihlerinde Ankara’da yapılan “Manifesto’nun 160. yılında Marksizmin Güncelliği” başlıklı bir asmpozyumda yapılan konuşmanın metni.
[1] Roger Garaudy, Marks Için Anahtar, çev. A. Taner Kışlalı, Ankara, Bilgi Yayınevi, 1975, s. 8-9.
[2] Ernesto “Che” Guevara, “”Notes for the Study of the Ideology of the Cuban Revolution,” Anne Fremantle (Der.), Communism: Basic Writings, New York, Mentor Book, New American Library, 1970, s. 380-81
[3] Marx, Karl, The Economic and Philosophical Manuscripts of 1844, NewYork, International Publishers, 1966, s.136.
[4] Karl Marx, Capital, c.1, Moscow, Progress Publishers, 1986, s. 711-12.
[5] Victor Nee, James Peck (Der.), China’s Uninterrupted Revolution, New York, Pantheon, 1975, s. 108’den aktaran Paul Sweezy, Four Lectures on Marxism, New York, Monthly Review Press, 1981, s. 94.