0 0
Read Time:3 Minute, 13 Second

Türk sömürgeciliği sınırlarındaki ülkemizin en uç noktası, 2008 Newroz’unda direnen halkımızın onuru dağların kenti ve bir dostun

ifadesi ile yitik aşklar mezarlığı Hakkâri.

Van – Hakkâri yolu; Kürdistan’a yaşatılan gerçeklik, sayısız arama noktası, jandarma karakolu ve hiçbir yerde bulamayacağınız uçurumlara komşuluğu ile sıra dışı bir merhaba der size.

Ülkemin en uç noktasına yolculuk görkemli dağların merhabası ve o dağlara yazılan sömürgeci sloganlar, yol kenarında göç ettirilen toprak damlı evlerin misafirleri ve uçurumlar ve bir de yüreğinizde Kürdistan hevesi, işte o yol yüreğinize yolculuğun kendisi.

Yol üstünde yazıma başlık olarak seçtiğim kocaman beyaz harflerle yazılan “tek vatan, tek millet, tek dil” sloganı gözlerime ilişti; hani görünmeyecek gibi de değil, belli ki buradan geçen gözlerin içine sokarcasına yazılmıştı.

Belli ki 2008 Newroz’unda kırılan çocuk kolları, dövülen insan eti yetmezcesine; meşru taleplerini sokağa döken eyleme çeviren halkımıza cevaben sömürgecilerin kireçli sözcükleri ile yepyeni çizilmişti dağlarımıza. Bu ve buna benzerlerine tüm Kürdistanlılar sayısız defa tanık olmuştur. Mesela bir “Ne mutlu türküm diyene” sloganı vardır ki değmesin gitsin. Sanırım dünyanın bir başka yerinde bu ve benzerlerini görmek mümkün değildir. “Ne mutlu Almanım” ya da “Ne mutlu Srilankalıyım” yazıldığını dağlara ne gördük ne de işittik, bu bir tek Türk tipi sömürgecilikte olağan bir şey olsa gerek.

Son olarak 2008 Newroz’unda bir kez daha gündemimize oturan kent Hakkâri. Sanki Newroz’un kendisi sanki direnişin oksijen olup solunduğu kent ve oradan da kalbinize ve sonrasında kalbinizde pompalanan kan misali tüm bedeninize yayılan yaşamsal bir güç. İşte bu coğrafyada soluduğunuz havanın ruh hali…

Son arama noktasında ince hilal bıyıklı bakışları ile çocuk kolu kıran meslek grubunu aştıktan sonra, “ilimize hoş geldiniz” yazısı, sonrasında Hakkâri’nin gerçeği çukurlu yollar ve tanımsız tüm olumsuzluklar ama yinede bir ‘Kürde’ en güzel merhaba olabilecek yüreğinizdeki bir Kürdistan telaşı.

Bu Newroz’da bir kez daha televizyon ekranlarından çıkıp gündemimize oturan kent. İşte o Newroz; 2008 Newroz’una dönük çok şey yazıldı, çok şey söylendi. Yazılanlar ve söylenenler bir yana bir Kürt olarak en çok aklımızda ve yüreğimizde iz bırakan on beşinde ki Cüneyt’ in kırılan kolu idi.

Türk Sömürgeciliğinin ne menemen bir şey olduğu, bir kez daha bu olayda gözler önüne serildi. Barış tadında sözcüklerin anlamını yitirişi küçük generalimizin gözyaşları ile birlikte bir kez daha yere damladı. Bilinsin ki yerçekiminden değil, Türk sömürgeciliğinin vahşetindendir bu çocuk gözyaşlarının toprağa dokunuşu.

TV ekranlarında pek çoğumuzun izlediği vahşet sahnesini iyi irdelemek gerekir. Özellikle her şeye deva barış sözcüğünü dillerinde pelesenk edenlerin vicdanlarını yanlarına alıp bu halkın en yiğit insanlarının çektiği acılara neden olanlara nasıl cevap vermek gerektiğini bir kez daha düşünmeleri gerekir. Bunları okurken salt İmralı paşasını hedef aldığımızı düşünüp kızanlar olabilir ve onların bu çocuklar kavganın içindeyken attıkları sloganlarda pek Sayın Öcalan’ı sürekli andıklarını bu yüzden daha saygılı olmamız gerektiğini duyar oluyorum. Onlara soruyorum on beşindeki Cüneyt ne sizin demokratik cumhuriyetinizi bilir, nede demokratik konfederalizminizi, ne de demokratik özerkçiliğinizi bilir. Biz Kürtler Türk sömürgeciliğinin çektirdiği acıları biliriz. Bu halk size rağmen sizi desteklemeye devam etmekte. Çünkü o görkemli dağlar şimdilik demokratik özerkçiler sizin elinizde. Bu bağlamda çok şey söylenebilir. Şimdilik bu yazı nezdinde ertelemeyi uygun görmekteyim; ancak yaşlılarımızın bir sözünü hatırlatmayı size uygun buluyorum; ” Bir dal ne denli gür olursa olsun, gövdesinden büyük olamaz”, siz bu halktan büyük değilsiniz, bunu asla unutmayın!

Bu vahşeti yapan polisin kişisel bir yönelimi olarak değerlendirenler olabilir, onlara cumhuriyet tarihini Koçgiri’de yapılanları, Dersim’de, Ağrı’da yapılanları hatırlatmaya gerek var mı? Bunları bırakalım “bozulan” cumhuriyet de olsa son otuz yılda yaşananları hatırlatmaya gerek var mı? Balık hafızalı değiliz, Kürtler de eskisi gibi değil, bilinsin! Bu da bazılarının kulağına küpe olsun. Polislerin tavrını anladık da konusu insan olan hekimlik mesleğinin bir üyesi olan bir hekimin kırılan Kürt çocuğunun koluna kırık yok adli raporu tutması neyin nesi? Açıkça göstermektedir ki bu yapılan organize bir iştir. Özel savaş rejimi TC’nin sömürgeci bir pratiğidir. Bir anlayışın tüm alanlarda kendini var etmesidir.

“Tek Vatan, Tek Millet, Tek Dil”ciler her ne yaparsanız yapın, Cüneyt’in bu düzene sığmayan umutlarını kıramazsınız! Bilinsin, kırdığınız kolumuzdur, yüreğimiz değil.

13.04.2008

Happy
Happy
0 %
Sad
Sad
0 %
Excited
Excited
0 %
Sleepy
Sleepy
0 %
Angry
Angry
0 %
Surprise
Surprise
0 %
News Reporter