Ergenekon “meselesine” dair değerlendirmeleri kendi içinde tasnif ettiğimizde ve bu değerlendirmelere bağlı olarak izlenen “politika/eylem hattının” ortaya çıkan manzarasına baktığımızda durum pek de iç açıcı görünmüyor. Özellikle, devrimci, sosyalist cenah açısından.
Saralı cumhuriyet’in paranoya içinde başlattığı operasyon gerçek bir “temiz eller” kampanyası olmaktan çok, iktidarını, tahkim ettiği alanları tehlikede gören ve can havli ile tepki gösteren bir operasyona dönüşmüş görünüyor. Ne yazık ki, hedef ve amaç, bir kirli, derin yapılanmayı ortadan kaldırmaktan çok, kendisine muhalif olan bir kanadı etkisiz kılmaktan öteye geçmiyor. AKP hükümeti ve yandaşları açısından bu anlaşılır bir durumdur. Ancak, savaş teorileri açısından, bu hamle eksik bir hamledir. Zira karşı tarafı yok etmekten çok ötelemeyi ve zayıflatmayı amaçlıyor. Oysa bir savaşta taraflardan biri yok edilmedikçe zafer de elde edilemez. AKP hükümetinin yok etmekten çok, ötelemeye, zayıflatmaya, sindirmeye yönelik bu tutumu kendisinin de bir güven sorunu olduğunu gösteriyor. Bu da bir uzlaşmayı gerektiriyor.
Saralı cumhuriyetin AKP hükümetine muhalif olan kanadı kendi içinde sorunlu görünüyor. Sorunlu, çünkü muhalif olana kanadın yasal, açık yapılanması iktidar isteği taşımadığı gibi, bu yeteneğe de sahip görünmüyor. Bu durum, muhalif kanadın bir kesimini, yasal olmayan yolları da kullanmaya isteklendiriyor. İşte, AKP Hükümetinin, kendi iktidarını tehdit eden gerçek tehlike olarak algıladığı bu kesim ile hesaplaşma isteği, ona birçok fırsatı birden veriyor. AKP Hükümeti iktidarda iken bir kez daha mağduru oynuyor. Emekçilere, kır ve kent yoksullarına hayatı zindan edecek politikaları uygulayan, yasal düzenlemeleri yapan ve adeta onlara karşı bir darbe yapan AKP hükümeti bir anda demokrasi kahramanı, demokrasiyi savunan, koruyan bir kimliğe bürünüyor. Emekçilerin, kır ve kent yoksullarının temel tüketim mallarına, yararlandıkları hizmetlere zam yapan, ancak reel ücretleri baskılayan bu hükümet bu acımasız yüzünü bu operasyon ile gizlerken, tartışma konusunu değiştiriyor. Bir “hınç”/”korku”/”kaygı” isteği de taşıyan operasyon ile yerini tahkim ederken, kafaları da karıştırıyor.
Ancak… Bütün bu “olumsuzluklara” rağmen devrimcilere, sosyalistlere de tarihlerinin en önemli politika yapma olanağını tanıyor. Bizi de ilgilendiren bu olanağın iyi değerlendirilip değerlendirilmediğidir. Ne yazık ki, bu “operasyon” üzerinden devrimci ve sol cenah ortak, güçlü bir eylem planı hazırlayıp, toplumsal mücadeleyi yükseltmek yerine, dar bir çıkar “kavgasına” tutuşmuş; “Ergenekon” operasyonunun daha da derinleştirilip, Kenan Evren gibi 12 Eylül faşistlerinin yargılanmasına kadar uzanan güçlü bir talep ile ortaya çıkmak yerine (Örneğin darbeye teşebbüs suç ise darbe yapmak niye suç değil, belgisi ile muhalefet etmek gibi), zamansız, gereksiz ve anlamsız bir “siyasi polemiği” kendi içinde yapmayı tercih etmiş görünüyor. Devrimci, sosyalist hareket, bu operasyon üzerinden hem dünü hem bugünü tartışmaya açarak ne darbelerin ne de sermayenin has çocuğu olan AKP hükümeti ve türevlerinin emekçiler, kır ve kent yoksulları için çözüm olamayacağını, her ikisinin de birbirinden daha beter olduğunu ortaya koyamamıştır. Adeta, baskın, ana akım kapitalist düzenin medyasını arkasına takılmış, onun gündemleştirdiği şeyleri tartışır olmuştur. Oysa devrimci, sosyalist hareket Veli Küçük üzerinden 12 Eylül ve uzantısı ile hesaplaşmayı, AKP Hükümeti üzerinden emekçi düşmanlığı ile hesaplaşmayı önüne bir politika olarak koysa, bu politikaya bağlı olarak ortaklaşa, güçlü bir eylem ve muhalefet hattı oluştursa idi, gereksiz, zamansız, dar siyasi polemikten de kurtulacak, önemli bir mücadele hattı örecek olanaklara kavuşacaktı. Böylece, R.T. Erdoğan ve D. Baykal’ın “savcı”, “avukat” tartışmasının dışında kalarak, asıl tartışmayı belirleyebilecekti. Erdoğan ve Baykal’ın emekçiler, kır ve kent yoksullarının omuzları üzerinden yaptıkları bu kayıkçı kavgasını boşa çıkarıp, onların gerçek yüzlerini ortaya koyabilecekti. Ne yazık ki, devrimci, sosyalist hareket bir turnusol kağıdını, Ergenekonu kapitalist düzenin çürümüşlüğünü göstermek açısından kullanmaktan kaçınmış görünüyor. Oysa, Ergenekon turnusol kağıdı çok işlevsel olabilecek özellikler taşıyordu. Sap ile samanın karıştırıldığı, at izinin iti izine, it izinin at izine karıştığı bir ortamda topluma gerçekten yana olanları hatırlatacaktı. Cumhuriyet mitinglerinin naif katılımcılarına da, yoksulluk edebiyatı ile yoksulları daha da yoksullaştırıp, onları ihsan-biat ilişkisine sokarak kimliksizleştirilen insanlarına da bir başka dünya olduğunu, gözlerin bir de oraya çevrilmesi gerektiğini gösterebilecekti.
Ergenekon düzeninin de Tayyip düzeninin de saralı bir cumhuriyet olduğunu, bir devrimci çıkış ile bu düzenlerin yerinin tarihin çöplüğü olduğu güçlü bir şekilde anlatılabilecekken, insanlığın sosyalist bir düzene ne kadar muhtaç ve mahkum olduğu anlatılabilecekken dar siyasi polemiklere yönelmek, ne yazık ki, Ergenekon operasyonunu devrimciler ve sosyalistler için de bir turnusol kağıdı yapmıştır.
Bir Hitler Almanyasını, Franko İspanyasını, Humeyni İranını unutmadan, tarihin önemli deneyimi, birikimi olarak iktidar savaşlarında değerlendirerek Ergenekon operasyonunu, hedeflerini, amaçlarını, sonuçlarını iyi değerlendirerek, devrimci, sosyalist bir politika ve mücadele hattı oluşturacak olanaklarımız hala sürmektedir. Özellikle mahkeme süreci bu açıdan önemli olanaklar sunacaktır. Dar siyasi polemikler yerine, toplumsal muhalefeti ve mücadeleyi canlandıracak, iktidar hedefli bir devrimci, sosyalist politika oluşturmak olmazsa olmaz bir durum olarak kabul edilmelidir. Bu önemli tarihsel bir olanaktır: hem teşhir için, hem iktidar isteği için. Evet, bu iktidar savaşlarında biz de varız demek için…
17 Temmuz 2008