”Türkiye’ninKristal Gecesi” ve ”Can Kırıkları”: 6–7 Eylül Pogromları
MerkeziFrankfurt’ta bulunan Soykırım Karşıtları Derneği (SKD), 6-7 Eylül 1955 ırkçısaldırılarının yıldönümü nedeniyle bir bildiri yayınladı. Yayınlanan bildiride;6-7 Eylül olaylarının tamamen bilinçli, öngörülü ve planlı olaraktezgahlandığı, artık sadece büyük şehirlerde kalmış olan Helen, Ermeni veYahudi toplumlarını ekonomik ve sosyal hayattan son bir hamle ile tasfiye etmegirişimi oldugu, resmi kayıtlarda 3 ölü 30’da yaralı olduğunun açıklandığı,basın üzerindeki resmi ve gayrı resmi sansür nedeniyle, mezarların açılıpölülerin bile caddelerde sürüklendiği bu olaylarda, gerçek insan kaybınınverilmediğini belirtildi. SKD’nin bildirisini ziyaretçilerimizin ilgisinesunuyoruz.
Tamamen bilinçli, öngörülü ve planlı olarak tezgahlanan 6-7 Eylül olayları,artık sadece büyük şehirlerde kalmış olan Helen, Ermeni ve Yahudi toplumlarınıekonomik ve sosyal hayattan son bir hamle ile daha tasfiye etme girişimiydi.Devlet, bu politikasını hem o günlerde sürdürülmekte olan Kıbrıs görüşmelerindebir şantaj, hem de İstanbul ve İzmir’in kadim halklarından kurtulma için birfırsat olarak kullandı. Dönemin DP hükümeti olayları “Komünist tahriki” diyesunarak dış tepkileri önlemeye çalıştığı gibi ve sosyalistlere karşı yenitutuklama kampanyaları için bahane olarak kullanmıştı. 1960 darbesinden sonrada bu kez 27 Mayısçılar DP Hükümetinin yargılanmasında 6/7 Eylül’ü kullandılar.Böylece bizzat devletin örgütlediği bu suç kendi iç çatışmaları için yararlanılacakbir malzeme olarak bile işlerine yaradı!…
Saldırılar, Atatürk’ün Selanik’te doğduğu eve Yunanlılarca bir bomba atıldığıhaberinin “İstanbul Ekspres” adlı akşam gazetesinde duyurulmasıyla “start”almış oldu. İstanbul Ekspres, MİT mensubu Mithat Perin’ın çıkardığı DP yanlısıbir gazeteydi.
Beyoğlu İstiklâl caddesinde Türk bayrağı asarak önlem almış olanların dışındave daha önce tertipçiler tarafından işaretlenmiş tüm dükkanlar yerle biredilmişti. Örgütlendirilmiş ve kışkırtılmış çapulcu kalabalıklar tarafındanTaksim, Arnavutköy, Ortaköy, Karaköy, Eminönü, Sirkeci, Gedikpaşa, Çarşıkapı,Kumkapı ve Bakırköy de aralarında olmak üzere 52 yerde birden aynı andaçıkarılan yangınlarla tarihi, ulusal, kültürel ve sanat varlıkları bir gecedeyakılıp kül edildi; yıkıldı, yağmalandı. İstiklal caddesi baştan ayağı tek birdükkan kalmamacasına yağmalanmıştı. Yollar boydan boya kırılıp dökülmüş, parçaparça edilmiş eşyalarla doluydu. Ellerine kazma, kürek, balyoz ne bulmuşsakırılıp dökülecek Rum, Ermeni evi, işyeri arayan grupları şehrin dört biryanında sabaha kadar terör estirdi. Tünel’deki Embros, Apoyevmatini, Tahidromosgibi Rumca yayın yapan gazetelerin idarehaneleri; Patrik’in Tarabya’daki eviateşe verildi. Rum ve Ermeni hastanelerine bile saldırılarak yangınlarçıkarılmış, gayri Müslim mezarlıkları açılarak cesetler sokaklarda sürünürolmuştu.
Milli Eğitim Bakanlığının resmi verilerine göre, İstanbul’da ilk, orta ve lisederecesinde 32 Rum ve 8 Ermeni okulu tahrip edilmişti. İstanbul’da 74 kilisevardı. 70’i aynı zamanda yakılıp yıkılmıştı. Kiliseler dışında bir Havra, 8Ayazma, 2 Manastır, 3 bin 584’ü Rumlara diğeri Ermeni ve Musevilere ait 5 bin538 gayrimenkul tamamen yakıldı.
İzmir’de Yunan konsolosluğu ile Fuardaki Yunan pavyonu ve Yunan kilisesitamamen yakıldı, sahildeki iki Rum motoru batırıldı.
Ankara’da ve diğer bazı taşra kentlerinde ise her nasılsa kalmış olan Rum veErmenilerin kilise ve işyerleri de bu kıyımdan nasiplerini aldılar. Asıl büyükyıkımın yaşandığı İstanbul ise tarihinin en büyük toplumsal felaketlerindenbirini yaşamaktaydı.
15 Ekim 1955 tarihi itibariyle 4 bin 333 kişinin toplam 69 milyon 578 bin 744TL zarar gördüğü beyan edilmişti. Oysa bu rakamın gerçeğin çok küçük bir kısmıolduğu kolaylıkla anlaşılabilir. Bir tek kilisede bile tahrip edilip yağmalananantika sanat eserlerinin değeri bile bu kadar edebilir. Gazeteci Haşim Akman’ındediği gibi “Tahrip edilen malların değeri gerçekten de inanılmazboyutlardaydı. Ama İstanbul’un 500 yıllık çok kültürlü yapısına düşen bomba,hiç bir şeyle kıyaslanamayacak ölçüdeydi.”
O sıralarda DP İstanbul milletvekili olan Aleksandros Haçopulos, TBMM’deyaptığı konuşmada Polisin tahrip ve yağma yapanları koruduğuna , örneklerverirken Büyük Ada’ya polisin gözleri önünde kayıklarla gelen 200-300 civarındakişinin Rum ev ve işyerlerini tahrip ettikten sonra yine polisin gözleri önündeelleri kollarını sallayarak Adayı terk ettiklerini belirtmektedir
Fener Patrikhanesi Saint Sinod Meclisini adına Başbakan Adnan Menderes’e 15Eylül 1955 günü bir mektup gönderen Ortodoks Rum Patriği Athenegoras olaylarışöyle anlatmaktadır:
“Muayyen bir program ve plan mucibince teşkilatlandırılmış bir sevk ve idaretahtında hazırlanmış bulunan halk kitleleri şehrin muhtelif noktalarında gecevakti ve aynı zamanda ve bir emirle hareket ederek emirlerine amade her türlüvesaiti nakliye ve her türlü tahrip edici alet ile, asayişi muhafazaya memurolanların gözleri önünde, dehşet verici savletle ırkımıza karşı tecavüzegirmişlerdir. Asırların emaneti, insaniyetin malı ve bütün memleketimizinmedârı iftiharı olan medeniyetin eserleri tahrip edilmiştir. Adedi 80’i bulankilise ve ibadethanelerimizin 70’i müthiş tahribata mâruz kalmış, kısmı âzamıateşe verilmiştir. Mukaddes kilise eşyası ve evâni tahrip edilmiştir. Kıymetibiçilmez tarihi sanat eserlerimiz tahrip edilmiştir. İbadethanemizinmukaddesatı utandırıcı bir şekilde kirletilmiş, talan ve yağma edilmiştir.İstimzar ve yağma her tarafta sürdürülmüştür. Patrikhanelerdekiler de dahilolmak üzere ölülerin mezarları açılmış, henüz defnedilen ölüler parçalanmıştır.Ölülerin kemikleri istirahatgahlarından çıkarılarak etrafa atılmış ve ateşeverilmiştir. Her tarafta ruhaniler aranmış, bulunanlara işkence edilmiş, ölümletehdit olunmuş, hatta bir tanesinin canına kıyılmıştır.”
Çok sonraları resmi kayıtlarda 3 ölü 30’da yaralı olduğu açıklandı. Basınüzerindeki resmi ve gayrı resmi sansür, mezarların açılıp ölülerin bilecaddelerde sürüklendiği bu olaylarda gerçek insan kaybının verilmediğinigösteriyor Buna rağmen birçok gazete “bazı küstahların linç edildiğini”yazmaktaydılar.
Nitekim Yelda; İstanbul İHD Şubesinin “Utandıran Tarih” isimli fotoğrafsergisinin açılış kokteylinde gazeteci Hıfzı Topuz’un o yıllardaki sansürüanlatırken; “6-7 Eylül tahribatı ile ilgili resim yayınlamak yasaktır; Zarargörenlerin istekleri, talepleri şeklinde haber yazılamaz; Beşiktaş’ta çuvaliçinde üç yanan insan bulunmuştur, bunun haberinin yapılması yasaktır; vb” gibiyasaklamalarla karşılaşmış olduklarını yazmaktadır.
6-7 Eylül olaylarındaki gözle görülür ilke, tüm görgü tanıklarının dabelirttikleri üzere polislerin ve saldırganların “Cana bir şey gelmeyecek,yalnızca kırılıp dökülecek” demeleridir. Bu da hedefin ve yöntemin dikkatliceseçildiğini göstermektedir.
“Atatürk’ün evinin bombalanması” olayının Türk devletinin tertiplediği birprovokasyon olduğu Yunan makamlarınca o günlerde ortaya çıkarılmıştı. Olaylailgili olarak Selanik Hukuk Fakültesi’nde burslu öğrenci olarak okuyan ve birTürk ajanı olan Oktay Engin’in ve Selanik Başkonsolosluğu Kavası Hasan Uçaryakalanmışlardı. Konsolosluk yetkilileri dokunulmazlıkları olduğu içinyargılanamazken, Uçar ve Engin süre tutuklu kaldıktan sonra tahliyeedildiler.15.6.1956 tarihinde tahliye olan Engin Türkiye’ye kaçarak Yunantabiiyetinde olmasına rağmen Bakanlar Kurulu kararı ile vatandaşlığa alınmışkendisine pek çok olanak sağlanarak korunmuştu. Engin ve Uçar, gıyaplarındaYunan Mahkemelerince iki-üç yıllık cezalar almışlardı.
1960 Darbesinden sonra yapılan “Yassıada Duruşmaları”nda olay devletin resmimakamlarınca da doğrulanmıştır. 6-7 Eylül olaylarının başlamasına “bahane”olarak kullanılan, Selanik’te “Atatürk’ün Evinin bombalanması işinin SelanikBaşkonsolosu M. Ali Balin, Yardımcısı M. Ali Tetikalp tarafından DışişleriBakanlığının da bilgisi içinde örgütlendiği; kavas Hasan Uçar ile OktayEngin’in eylemi birlikte gerçekleştirdikleri; Cumhurbaşkanı Celal Bayar,Başbakan Adnan Menderes, Dışişleri Bakanı F.Rüştü Zorlu, İçişleri Bakanı NamıkGedik”in 6-7 Eylül olaylarını yaratmak amacıyla bu tertibin içinde olduklarıiddiası ile 11 kişi hakkında dava açılmıştır.
Bomba provokasyonunun sadece hükümetin işi olmayıp devlete ait olduğunun maddikanıtlarından biri de, yaptığı işe “kahramanlık” olarak sahiplenen bombacıOktay Engin daha sonra devlet kademelerinde hızla ilerleyerek Valilik, EnmniyetMüdürlüğü ve İstihbarat kademelerinde kariyerini yükseltmesidir!…
Özel Harpçi generallerden Emekli Orgeneral Sabri Yirmibeşoğlu, gazeteci FethiGüllapoğlu’na verdiği bir ropörtajda hem Kıbrıs’ı işgal hazırlıklarının hem de6-7 Eylül olaylarının Özel Harp Dairesinin başarılı eylemleri olarak övünerekanlatmıştır.
Generalin 6-7 Eylül olaylarını 1974’de Kıbrıs’ın İşgali hazırlıkları anlatırkenhatırlaması rastlantı değildir. Çünkü 6-7 Eylül olayları ile “Kıbrıs Sorunu”arasında görülenin dışında çok daha yakın bir bağlantı vardır. GeneralYirmibeşoğlu’nun bahsettiği “Özal Harp Dairesi”nin Kıbrıs’takiörgütlenmelerinin başlangıç tarihi de 1955’e dayanır. Kıbrıs Türkleri içinde“Volkan”, “9 Eylül” gibi kontrgerilla örgütleri bu tarihlerde örgütlenmiş, 1958yılında ise bizzat Türk Generallerinin örgütlediği “Kıbrıs Türk MukavemetTeşkilatı” adıyla merkezileştirilmişlerdi. 1974 işgaline kadar geçen süreiçindeki “Özel Harp dairesi”nin çalışmaları bu kanaldan yürümüştür.
Varlık Vergisi’yle birlikte ekonomik etkinliklerinin büyük kısmı Türkburjuvazisi tarafından ele geçirilen gayrimüslimler; 6/7 Eylül’le birlikteyalnız ekonomik yaşamdan değil, sosyal ve kültürel yaşamdan da tamamen tasfiyeedilmişlerdir.1950’li yıllarda 800 veya 1 milyon civarında olan Rum ve Ermeninüfusu, bu korku ve terör ortamı nedeniyle yaşanan göçler nedeniyle bugün 1650kişiye kadar düşmüş durumdadır. General Yirmibeşoğlu’nun “amacına da ulaştı”dediği şey bunlardır.
6-7 Eylül olayları, 1915 soykırımının “etnik arındırma”, “yerli halkları sosyalve ekonomik hayattan tasfiye etme” biçimindeki çizgisinin bir devamıdır.1943’deki Varlık Vergisi nasıl bir ekonomik tasfiye uygulamasıydı ise ve gayriMüslimlerin bütün ekonomik varlıklarına el koyulmuştu ise, nasıl yine aynıtarihlerdeki “Çalışma Kampları” Nazi Almanyası’nın kaderine de bağlı olarakplanlanan fiili bir yok etme hazırlığı idiyse,; 1955, 6-7 Eylül tahribatı ise,hem çok kültürlülüğe vurulmuş son darbe hem de Rum ve Ermeniliği artık büyükşehirlerde de ortadan kaldırma girişimiydi. Daha sonraki uygulamalarda 1915’dauç noktaya çıkmış olan Anadolu’yu yerli halklardan arındırarak “Türkleştirme”tek ulusa dayalı, homojen bir ulus devlet kurma siyasetinin şaşmaz devamıniteliğindedir.
Bu nedenle yapılanları birbirleriyle bağlantısız görmek, koşullara göre anidenoluşmuş kendiliğinden olaylar gibi değerlendirmek, arkasındaki uzun yıllaradayanmış devlet siyasetini görmemek büyük bir yanılgı olur.
Bugün aradan 50 yıldan fazla bir zaman geçtikten sonra 6-7 Eylül üzerinegeleneksel soykırım inkarcılığından farklı olarak, genel olarak “utanılacak birolgu” olarak bakılmaktadır. Ne var ki devlet, “6-7 Eylül” için utanılacak yerdesonraki yıllarda da etnik arındırmayı sürdüren birçok karar aldı. Hrant Dink,Trabzon ve Malatya cinayetlerinin uzantıları devletin içinde bulundu. Kürthalkına dönük olarak her gün yeni bir linç kışkırtması yaşanıyor. Bütün bunlardevletin bu “utancı” hiç de paylaşmadığını gösteriyor.
Türkiye’nin soykırım inkârcılarına, pogrom kışkırtıcı çetelere değil; vicdanıtemiz, topluma gerçekleri anlatacak ve mağdur halklardan özür dileyecek kadarcesur politikacılara ihtiyacı var!
Frankfurt, 6-7 Eylül 2008
Soykırım Karşıtları Derneği (SKD); Kontakt : Ali Ertem
Tel.: 0049/69/5970813; E-Mail: skd@gmx.net
Verein der Völkermordgegner e.V. Frankfurt / Main