0 0
Read Time:68 Minute, 40 Second

8

ZAFERİN ALTINDAKİ NEDENLER VE KOŞULLAR

Eylül direnişinin zaferini hazırlayan etkenleri ve koşulları incelemeye çalışacağız. Önce, cezaevi dışındaki koşullar ve etkenler.

Öncelikle, Türkiye’deki siyasal koşullara, faşist askeri cuntanın yönelimine bakmamız gerekiyor. Bilindiği gibi, askeri cunta, yaptığı program ve açıkladığı takvim gereği 1 Kasım seçimleriyle “iktidarı” sivillere devredecekti. Bu olayın siyasal anlamını, sahteliğini, sivilleşme adı altında yapılan aldatıcılığını vb. noktaları değerlendirmek bu çalışmamızın konusu değildir. O bakımdan üzerinde durmuyoruz. Tüm sahteliğine, aldatıcılığına rağmen, “demokrasiye geçiş”, “sivilleşme” sürecinin belli etkilerine parmak basmak gerekiyor. 12 Eylül bitmiyor kuşkusuz, sivil üniformalar içinde tüm şiddetiyle sürecek. Ancak, giderayak cunta, prestij yitimine uğramak, yara almak da istemiyor. Görüntüde de olsa, şu veya bu olayla “sivilleşme operasyonunu gölgelemek istemiyor. Bu “geçiş” süreci, direnişimiz için kısmen elverişli bir siyasal ortam sunuyor. Böyle bir dönemde boyutlanan bir cezaevi direnişini kanla bastırmak, toplumu ve dış kamuoyunu etkileyecek, tepkisine yol açacak böyle bir kanlı gösteriye baş- vurmak “geçiş” planlarına uygun değildi. Kanlı bir bastırma hareketine başvurmadan bile, ölüm orucunun getireceği ölümler de kendileri açısından göğüslenecek gibi değildi. Kanlı bir bastırma ve ölüm orucu sonucu gelebilecek peş peşe ölümleri göze alamadığına göre, bunu “geçiş” planıyla bağdaştırmadığına göre, geriye ne kalıyordu? Kendisi için bir çıkmazdı, PKK’ye tahammülsüzlük, kendi PKK politikası ile “geçiş” dönemini sancısız tamamlama arasındaki çıkmazdı. PKK direnişçiliği karşısında yaşanan açmazdı. Bu siyasal ortamda cuntanın zindan direnişçiliği karşısında boyun eğmekten başka çıkar bir yolu yoktu. Yoksa “geçiş” aldatmacası yara alabilir, gölgelenebilirdi. Bunu da istemiyorlardı. Görülüyor ki, Eylül döneminde siyasal koşullar belli bir fırsatı ve uygunluğu vurguluyor. Direniş bundan yararlanacaktır.

Öte yandan, Diyarbakır zindan gerçekliği, vahşeti, insanlık dışı uygulamaları iç ve özellikle dış kamuoyunda yeterince açığa çıkarılmış ve teşhir edilmişti. Faşist cunta bu noktada oldukça teşhir ve tecrit olmuştu. Eylül direnişi bu teşhir ve tecridi daha da derinleştirecekti. Direnişlerin ölü vermesi bu teşhiri çok daha güçlü kılacaktı. Bu olguda cuntayı gerileten diğer bir etkendir. Yukarıda vurgulanan etkenle birleştirildiğinde anlamı daha iyi anlaşılır.

Başta partimiz olmak üzere yurt dışında geniş bir ilerici ve demokratik grup ve çevre, Diyarbakır Eylül direnişini destekleme kampanyası açmıştı. Böylece direnişimiz dışarıda yankılanıyor, geniş bir kamuoyunu oluşturuyordu. Bu dış desteğin, direnişin başarısında bir etken olduğu kaydedilmelidir.

Cezaevi dışındaki etkenleri sayarken tutuklu aile ve yakınlarının hareketini de başta vurgulamamız gerekiyor. Aile hareketi cezaevi direnişlerinin bir türevidir. Zindan direnişlerinin doğurduğu, geliştirdiği ve belli bir düzeye çıkardığı bir olgudur. Bu konuyu biraz açmakta yarar var. Diyarbakır zindanında bize eşine az rastlanan, işkence ve zulüm uygulanırken, dışarıda aynı vahşet ailelerimize de uygulanıyordu. Görüşe gelen yakınlarımız, ailelerimiz asker usulü sıraya konuluyor, talim ettiriliyor, itilip kakılıyor, küfür ve hakaret ediliyor, her türlü işkenceye tabi tutuluyordu. Nedeni açıktı. Bize sahip çıkıyorlardı, bizi soruyorlardı, bizi besliyorlardı; en önemlisi bizi yalnız bırakmayıp yaşamı bizimle paylaşıyorlardı. Böylece tecrit durumumuzu azcık da olsa aralayabiliyorlardı. Bu, bizim açımızdan çok önemliydi. İşte faşist yönetimi çileden çıkaran, intikamcı duygularını kamçılayan olgu, ailelerimizin bizi sahiplenmesi, karda kışta, kavurucu sıcaklarda ve her türlü işkence ve hakarete karşın bizi yalnız bırakmamalarıydı. Bu, önemli bir fedakârlık örneğiydi. Bilinçli bir niteliğe kavuşturulduğunda muazzam bir gücü ifade edecekti. Düşman, baskı ve işkenceyle ailelerimizi yıldırmak, görüşümüze gelmelerini engellemek ve böylece daha çabuk sonuca gitmek istiyordu. Gerçi ailelerimiz etkin ve ses getirici bir direniş sergilemiyorlardı. Etkin bir çaba içinde değillerdi. Onlar da genel havanın etkisi altında idiler. Korku, yılgınlık ve pasifikasyondan nasiplerini alıyorlardı. Ancak şu nokta önemliydi, onları, toplumun diğer kesimlerinden ayırıyordu. Korkuyorlardı, ne yapacakları konusunda şaşkındılar. Ancak, başta evlatlık içgüdüleri, oğul, eş, kardeş sevgisi vb. duygular onları bizi yalnız bırakmamaya yöneltiyordu. Hiçbir işkence ve baskı, onların bizi gelip görmelerine, sormalarına, bu anlamda sahiplenmelerine engel olamıyordu. Bu da, bir direnişti. Faşist cuntanın tutsakları yalnızlaştırma, ailelerinden bile tecrit etme politika ve pratiğine karşı gelişen içgüdüsel, kendiliğinden bir direniş. Aile hareketi içinde Kürdistan kadınının özel bir yeri var. Aile hareketi içinde somutlaşan direniş, özünde Kürt kadınının direnişidir, onun damgasını taşır. Erkekler daha ürkek, çekingen yaklaşırken, bu konuda daha hesaplı davranırken, analarımız, kız kardeşlerimiz, eşlerimiz daha gözü pek, daha gözü kara davranıyorlardı. Daha büyük fedakârlıklarda bulunuyorlardı. Kuşkusuz aile hareketi salt kadınlarla eşitlenmez. Kadınlar, temel gücünü, en etkin öğesini, özünü oluşturuyordu.

En ağır koşullarda, baskı ve işkence ortamında ailelerimizi bizi sahiplenmeye götüren sınıf bilinçleri, yurtseverlik duyguları değildi kuşkusuz. Ailelerimizde daha önce var olan ilişkilerde bu noktalar işlenmiştir, devrimci düşünce ve anlayış temelinde etkilenmeleri sağlanmaya çalışılmıştır. Bu anlamda aile hareketinde, bu geçmiş çabaların ve etkileşimlerin de belli payı vardır. Ancak belirleyici olan yan ailevi ilişkilerdir, ana, kardeş, baba ve eş sevgisi gibi duygulardır. Böyle olmakla birlikte, faşist-sömürgeciliğin güncel baskıları, hakaretleri ve bütün bunların yaşamın ayrılmaz bir parçası olması ailelerin düzene yönelik kin, öfke ve nefretlerini geliştirmiş ve kamçılamıştır. Hangi gerekçe ile olursa olsun bizi sahiplenmiş olmaları, onları rejim karşıtı bir konuma itmiş, onlar da süreç içinde bu konumlarının ayrımına varmışlardır. Tam da bu noktada cezaevi direnişlerinin gündemleşmesi, gelişip yükselmesi aile hareketinin de belli bir düzey tutmasını sağlamıştır. Sevgi, kan bağları vb. etkenler sınıf bilinci, yurtseverlik duyguları gibi öğelerle iç içe geçmeye başlamış ve katılımlarda daha bilinçli ve etkili olabilmiştir. Direnişlerin gelişmesine paralel olarak aile hareketinde bilinç öğesinin gelişmesi de hızlanmıştır. Buna kapsamlı etkilenmeler, yönlendirmeler ve diğer ilişkilerde eklendiğinde, hareketin niteliği de gelişme kaydetmiştir. Ve bu hareket günümüzde ulusal kurtuluş hareketimizin önemli bir bileşeni, dayanak gücü durumuna gelebilmiştir, yurtsever kimliği daha belirgindir. Aile hareketi zindan direnişlerinin mücadelemize kazandırdığı kitlesel bir kazanmadır, siyasal bir tabandır.

Gelişimini kısaca özetlediğimiz tutsak aile hareketinin ilk biçimlenişi Eylül direnişi ile birlikte oluyor. Direnişe omuz vermek için her gün cezaevi önünde biriken aileler ve yakınlarımız kendi aralarında ortak hareket etme, dayanışma içinde olma gibi bir düzeye ulaşıyorlar. Cezaevi idaresine toplu dilekçe verme, bağırıp çağırma, vb. toplu hareketler, giderek kolorduya kadar yürüme düzeyine çıkıyor. Denilebilir ki, cezaevinden kolorduya dek süren bu yürüyüş, aile hareketinin ötesinde, cezaevi direnişlerini desteklemenin ötesinde siyasal anlamı var, cuntaya karşı toplu tepkiyi (kendiliğinden olsa da) konuşturma eylemidir. Bu eylemleri topluca değerlendirdiğimizde, Eylül direnişinin bir aile hareketini doğurduğunu ve biçimlendirdiğini görüyoruz; yine Eylül direnişinin bu yeni yeni oluşan ve bilinçlenen aile hareketinden güç aldığını, başarısında belli bir pay sahibi olduğunu da görebiliyoruz. Böylece bir aile hareketinin oluşumuna ön ayak olması bakımından Eylül direnişi, Kürdistan ulusal kurtuluş mücadelesi içinde önemli bir kilometre taşıdır.

Direniş, aileleri düşmana karşı ortak bir hareket içinde buluşturmakla yetinmiyor, onların yurtseverlik duygularını geliştirmekle kalmıyor, aynı zamanda, aynı acıyı, aynı sıkıntı ve dertleri paylaşan, aynı şeylere sevinen ailelerin kendi aralarındaki ilişkilerini de geliştiriyordu. Zindan kapılarında kar ve yağmur altında, kavurucu sıcaklarda sarsılmaz dostluklar, arkadaşlıklar kuruluyor. Bu birlik ve mücadele kavramlarının belli bir temele oturması anlamına da geliyor.

Eylül direnişi içinde biçimlenen aile hareketi, somut girişim ve eylemleriyle, kamuoyu oluşturma, direnişimizin sesi olma yönüyle direnişin somut başarısında hatırı sayılır katkıda bulunmuştur.

Duvarların ötesinde gelişen ve var olan bu etkenler ve gelişmeler direnişimizi olumlu yönde etkilemesine karşın, sonucun oluşumunda, yani zaferde belirleyici bir öneme sahip değillerdir. Bu öğeleri, etkileyici dış etkenler olarak değerlendirelim.

Şimdi de zaferin/başarının oluşumunda belirleyici nedenler ve etkenlere kısaca bir göz atalım:

Öncelikle direniş önderliğinin, planlamadan programa, pratik yürütmeden gelişmelere hâkim olmaya, diyalog ve pazarlıktan eylemi sonuçlandırmaya kadar olan sürecin her aşamasının doğru ve isabetli yönetimi, direnişin başarısında en belirleyici etkenlerden biridir. Siyasal ve pratik önderliğin, doğru program ve taktiklerin sınıf kavgasındaki beyin motor rolünü çok iyi biliyoruz. Dönemin doğru çözümlenmesi, hedeflerin doğru saptanması, hareket ve eylem tarzının isabetli belirlenmesi, bütün bunların pratik yürütümünün yetkince yapılması direnişin başarısında yaşamsal önemdedir. Yanlış politik doğrultular (plan ve program), pratik kavganın doğru yönlendirilmemesi, gerekli taktik manevraların yerinde ve zamanında yapılamayışı kuşkusuz eylemi tam bir çıkmaza ve yenilgiye götürür. Kısacası savaşta, politik kavgada siyaset, siyasal önderlik ve yönlendirilicilik ve pratik yürütme çok önemlidir, zafer ve yenilgide en önemli sorumluluk sahibidir. Bu çok açık, sayısız pratik örnek ve gelişme tarafından sayısız kez doğrulanmıştır. Eylül direnişinde siyasal önderlik, pratik yürütme yönlendirme nasıl somutlandı? Bu sorunun yanıtı bu bölümde ve ilgili alt başlıkların açılımında vardır. Program-plan, örgütleniş, grupların hazırlanması, eğitilmesi, zamanlamanın saptanması, eyleme geçiş, kitlesel başkaldırının merkezileştirilmesi ve direnişin anlamı temelinde örgütlendirilmesi, kitlesel direnişin olası provokasyon vb. yönelimlere karşı güvence altına alınması, pratikte gelişen olaylara anlık tavrın geliştirilmesi, pazarlıkların sürdürülmesi, burada kozlarımızın iyice değerlendirilmesi ve en son, direnişin zaferle noktalanması ve bunun bir anlaşmayla meşrulaştırılması, işte, direniş önderliğinin somut pratiği ve gerçekliği budur. Bütün bu politika, örgütlenme ve pratik çalışmaların esas olarak doğru ve isabetli olduğu doğrulanmış ve kanıtlanmıştır. Direniş önderliğinin PKK tarafından gerçekleştirildiğini de bir kez daha anımsatalım.

Kuşkusuz, her şey doğru bir direniş çizgisi ve pratik-politik önderlikle bitmiyor. Direniş güçlerinin ve bileşenlerinin örgütlülük, bilinç, kararlılık ve dayanıklılık dereceleri de önemlidir. Kısacası savaşan gücün sağlamlığı ve direnişçiliği belirleyici diğer bir etkendir. Eylül direnişinin temel itici güçleri nelerdir? Ölüm orucu eylemi ve onun kadroları ile direnişçi kitledir. Ana eylem grupları olarak örgütlendirilen ve hazırlanan kadroların örgütlülük, kararlılık, bilinç, dayanıklılık dereceleri ve bu özellikleri biliniyor. Direniş sürecinde bu özellikler somut bir biçimde kendini gösteriyor. Sonuna kadar yürüme, etkin ve enerjik bir şekilde direniş silahını konuşturma ve bu konudaki inanç, irade ve sebat vb. öğeler ve nitelikler, eylemin başarı güvencesi oluyor. Ölüm orucuyla kadrosal yapının bu uygun bileşimi ve bütünlüğü, direnişin temel direği konumundadır. Ölüm orucu eyleminin direnişteki rolünü ve konumunu fazla ayrıntılandırmaya gerek yok. Esas olarak kitlesel direniş ve onun kitle boyutunu biraz açmakta yarar var.

5 Eylül gününü ve görkemli başkaldırıyı kısaca özetlemeye çalıştık. Bu, kitlemizin siyasal ve ruhsal/moral yapısının ve düzeyinin bir göstergesidir, aynı zamanda, ’81’de bölük bölük teslim olan, kurallara uyan bu kitle bileşiminde de bir değişme olmadığına göre, nasıl bu noktaya geldi? Bu gelişim ve dönüşümde etkin olan olaylar ve gelişmeler nelerdir? Tekrar olsa da açmakta yarar var. Kitlemizdeki dönüşümü kavramak gerekiyor.

’81 direnişi ile ilgili bölümde de yazdık. O dönemde kitlemizde direnişe ve teslimiyete yaklaşım şöyleydi, (bunda diğer grupların tavrı ve öğütleri de bir ölçüde etkili olmuştur) “Bu cunta koşullarında direnmek daha çok işkence, eziyet ve zulüm demektir. Kurallara uymak, her denilene boyun eğmek ise rahat etmek, ölümü savuşturmak, yani sağ kalmaktır”. Genel kanı ve yaklaşım buydu. Fakat pratik gelişmeler, zindan süreci hiç de beklenildiği gibi gelişmedi, olmadı. Tam tersine, her kurala iyi uyum, her denilene harfiyen boyun eğiş, daha çok işkence, eziyet ve zulüm getirdi, hakaret ve aşağılanma getirdi. Her itirazsız suskun boyun eğiş, daha büyük ve alçakça uygulamaların, vahşetin basamağı oldu. Diyarbakır zindanında en iyi kurallara uyanlar, dayatılanları suskunlukla karşılayanlar, aynı zamanda en çok işkenceye uğrayanlardır, aşağılanmaya tabi tutulanlardır. Çünkü düşman onların bu noktadaki zaafını yakalamıştır, dolayısıyla, yüklendikçe yüklenecektir, nihai amacına varana kadar. Uzun bir süreç denilebilecek teslimiyet statüsü altında kitlemiz bu gerçekliği anladı. Pratik deneyimi ile bin bir acı ve kahırla öğrendik ki, teslimiyet kurtuluş değilmiş, aşağılanmanın ve vahşetin öz adıymış! Bu pratik tecrübe önemliydi.

Öte yandan, zindan direnişlerinin -Mazlum, Dörtler ve özellikle 14 Temmuz eylemlerinin kitlenin siyasal ve psikolojik yapı dönüşümünde çok önemli etkileri olmuştur. Bunlar ilgili bölümde anlatıldı. Kısacası, kendi kendini sorgulama, kendi kendine gelme, direnişe ve direniş önderliğine güven, sorumluluk, cesaret, vb. duygu ve öğelerin gelişim ve pekişmesi de sıralanabilir.

Diğer grupların çeşitli düzeylerde direnişe katılımı direnişe güç katması bir olgudur. Yani ortak hareketin bu biçimde kurulması, idare nezdinde, dış dinamiklerin etkilenmesinde belli bir etkendir, zaferde belli bir payı vardır. Bu etki derecesi belli ölçülerde de olsa, yine de değerlendirme konusu yapılmalıdır.

Özetle, ’83 Eylülündeki kitle ’80-’81-’82’nin kitlesi değildi artık. Yaşadığı pratik tecrübeler ve deneyler ona çok şey kazandırmıştı: DİRENİŞ SİLAHINA etkince ve enerjik bir tarzda sarılmayı ve kararlıca kullanmayı! İşte böyle bir kitlenin -bir dizi olumsuzluk ve zaafı bağrında taşımasına karşın- 5 Eylül’de yaktığı direniş yangını ve belli bir istikrar- tutarlılık sunan, kesintiye uğramayan fiili direnişi Eylül direnişinin diğer temel ve belirleyici gücü oldu.

Toparlarsak. Doğru bir önderlik altında başlayan ve süren ölüm orucu ve kitlesel direniş, kısmen elverişli bir siyasal ortamda ve desteklerle zafer ipini göğüslemiştir. Zafer, bütün bu güç ve koşulların-etkenlerin birleşik ürünüdür. Tabii belirleyici ve etkileyici öğeleri bir an için bile olsa gözden ırak tutmadan, bu değerlendirme yapılırsa doğru ve sağlıklı olur.

Happy
Happy
0 %
Sad
Sad
0 %
Excited
Excited
0 %
Sleepy
Sleepy
0 %
Angry
Angry
0 %
Surprise
Surprise
0 %
Pages: 1 2 3 4 5 6 7 8 9
News Reporter